Hayatımızın kurgulanmasına izin verip vermemek
14.01.2014 - Yeni Şafak Gazetesi
Üç hafta sonu ardı ardına twitter'da küçük anketlerde basit soruların peşinden yürümeye çalışıyoruz. Bu Pazar şu iki sorunun yanıtını aramak için yazıştık twitter'da:
1. Şiir, Edebiyat ve Sanat disiplinlerinden hangisinin içinde yer alır?
2. Edebiyat neden Sanat dairesinin içinde yer almaz?
Bu iki sorunun iş ve iletişim dünyasıyla alâkasının ne olduğunu aklından geçirip de, cevabı omurilikten reddedenler zaten bu yazıyla da ilgilenmeyeceklerdir. Onları mecburen unutup devam edelim:
Düşünce dünyamıza bir metafor olarak da girmiş bulunan 'okumak' sözcüğü, satırlardan çıkıp, siyasetten ekonomiye, hukuktan psikolojiye, bilimden sanata tüm disiplinler açısından 'hayatı okuyabilmek' boyutunda iş ve iletişim dünyasının da tam kalbine yerleşmiş durumdadır. 'Okumak' için ne lazım? Tabii ki 'bilmek' lazım. Ardından bir basit soru daha soralım; konumuzun çerçevesini oluşturabilmek adına:
'Okumak' ile hayat arasındaki doğrudan bağlantı nedir?
Televizyon, sinema, sokaktaki billboard'lar, paneller, açıkoturumlar, kitaplar, çalıştığımız ofiste duvara asılmış tablolar, gazeteler, aklınıza gelebilecek size bir şeyler söyleyen, 'mesaj' ileten tüm nesneler, işaret ettikleri yolla, göstermeye çalıştıkları ürün ya da hizmetle veya bir 'fikir'le aslında sizi kulağınızdan tutup bir yerlere götürmeye çalışan her şey... (O yerlerin iyi ya da kötü, olumlu ya da olumsuz, güzel ya da çirkin olması konumuzun dışında.)
Bize 'gel gel' yapan nesnelerle kuşatılmış durumdayız. Binlerce 'kurgulanmış mesaj'la sarılmış durumdayız. Çivinin çiviyi sökmesi gibi, kurgulanmış mesajı da bir başka tür 'kurgu' sistematiği olan 'sanat' acaba parçalarına ayırarak çözümleyebilir mi?
Saygıyla yad ettiğim ve Adana'da tanışma fırsatını da bulduğum usta yönetmen Theo Angelopoulos 'Sinema, gerçeğin gerçekte nasıl olduğunu anlatır' demişti de, işte o zaman 'Sanatın gücü'ne şapka çıkarılması gerektiğini bir kez daha düşünmüştük. Çünkü bizleri kulağımızdan tutup götürmek istedikleri yerlere giderken ya da gitmezken, 'niyeti' ve 'hedefi' görebilmek, 'okuyabilmek', gerçeğin gerçekte nasıl olduğunu görebilme arzusuyla öylesine yakından alâkalı ki.
Angelopoulos'un cümlesini bizim Aşık Veysel de bir başka biçimde özetlemiş: 'Hayat filme misaldir / İşler güçler hep sinema.'
Hayatı okuyabilmek, Aşık Veysel'in 'Hayat filme misaldir' diyerek özetlediği gerçekliği 'temsil' etme, Angelopoulos'un da 'gerçeğin gerçekte nasıl olduğunu anlatma' sanatlarının yüzlerimize tutulan bir ayna olabileceğini biliyoruz.
Tüm bu anlattıklarımızın twitter'daki 'basit'(!) Pazar sorumuzla ilgisini belirgin olarak anlamak isteyenler için 'Sanat' dairesinin içinde biraz dolanıp konuyu noktalamaya çalışacağız.
Şiir'in, edebiyat ve sanat disiplinlerinden hangisinin içinde olduğu, birinci sorumuzun konusuydu. ('Sanat'tan kastımızın 'Güzel Sanatlar' olduğunu belirtelim.) Yanıt veriyoruz:
Çağlar boyunca değişen ve günümüze geldiği haliyle diğer 6 'güzel sanat'ı hatırlayalım: Mimari, resim, heykel, dans, müzik ve şiir... 7. Sanat da sinema'ydı. Sinema bu altı sanatı da kuşattığı için hayatın tümünü 'okuyabilme' fırsatını sunar bize.
Şiir'i edebiyattan ayıran temel özellik ise, hemen yanı başındaki komşusudur: Müzik!.. Müziksiz bir şiir düşünülebilir mi? Düşünülürse de o 'nesir'dir şiir değil...
Gelelim ikinci sorumuzdaki 'Edebiyatın neden sanatın içinde yer almadığı' meselesine... Edebiyat, bir önemli özelliği ile 'söz sanatı' olarak değerlendiriliyor olmasına rağmen acaba neden 8. Sanat olarak sanatın tarihi içinde yerini almamış?
'Okumak'la hayat arasındaki direkt bağlantıyı, fenomenin doğası gereği görselleştirmediği (canlandırmadığı) için mi? Yoksa diğerleri Gösteri Sanatları (Performing Arts) olarak kendilerini ortaya koyarken, edebiyatın görsel manada kitap kapağından başka (!) gösterebileceği pek bir şeyinin olmamasından mı? Bizce ikincisi daha ağırlıklıdır. Edebiyat 'göstermeden' iner duygu dünyasına.
Tüm sanatların amacı, Bertolt Brecht'in vurguladığı gibi 'yaşama sanatına hizmet etmektir.'
Gerçeğin gerçekte nasıl olduğunu 'okuyamadan', bizleri binlerce mesajla kulaklarımızdan tutup götürmek istedikleri yerlere gitmeyi reddebilme ya da kabul etme tercihimizi özgürce kullanamadan, dünyanın, ülkemizin, iş ortamımızın, ailemizin, sevdiklerimizin sanatların gücüyle nasıl 'temsil edildiğini' görmeden, bu hayatı, yaşama sanatıyla irtibatlandırmadan yaşayıp yaşamamak, 'kişiye özel' bir konu değildir. (Bu yazı 'Şiir ile edebiyatın farkını bilsek ne olur, bilmesek ne olur?' sorusunun yanıtını vermek için de yazılmamıştır.)
Yazımızın girişinde belirttiğimiz Twitter'daki iki sorumuza gelen yanıtları aktaralım.
Huriser Doruk: Malzemesi sebebiyle. Dil insanın, toplumun ürünüdür. 1.Şiir, ed. içinde ele alınırken, ayrı bir sanat olduğundan da bahsediliyor. / Çünkü gerçek şiirde malzemesi olan dili de aşma çabası var.'
Evrim Onat: Edebiyatı sanat olarak kabul etmeyen görüş yorumlanamadığından mı yola çıkıyor? Anlam doğrudan aktarılıyor, kodlanmıyor diye mi?
Mustafa Karnas: Şiir, sanattır... Çünkü tasnifin yapıldığı dönemde edebiyat yoktu..
Ergün Köksoy: 1. Şiir, nazım yönüyle edebiyatla, tasavvur yönüyle sanatla ilişkili. 2.Edebiyat nazıma yani kurala, sanat ise özgürlüğe dayanmakta...
Kaan Türkoğlu: Şiiri ben yazarsam edebiyat o yazarsa sanattır. Edebiyat ebedi ise zaten sanattır.
Özler Tümer: Cevabı evvelce verilmiş bu soruyu siz söyleyince hatırladım...
Yanıtları birlikte aramımıza katkı sağlayan anket katılımcılarına teşekkür ederken, hayatımızı kurgulamaya yönelik binlerce mesajın içinde boğulmamak için, panzehir niyetine, amacı yaşama sanatına hizmet etmek olan tüm sanatlara değmeye, dokunmaya çalışmanın gerekliliğinin bir kez daha altını çizelim.
Yıllar var... Kim bilir yazılarımızda kaç kere 'AK Parti gol yerse alt yapıda ortaya koyduğu ve kendisine ciddî prim kazandıran son derece başarılı çalışmalardan, köprülerden, duble yollardan, havaalanlarından, hızlı trenlerden, TOKİ evlerinden, okullardan, bedava kitap ve tablet PC'lerden, hastanelerden, sağlık sisteminden vb. gol yemez. Yerse üst yapı meselelerinden gol yer; kültür ve sanattan; beşeri konulardan, hukuk ve güvenlikten yer...' demiş durmuşuz; önleminin nasıl alınacağını da göstermeye çalışmışız, dilimiz döndüğünce...
'AK Parti nasıl iktidara geldiğine bakmalı' demişiz, 'Yukarıdaki somut vaatler yüzünden mi geldi, yoksa kamu vicdanındaki tıkanmayı açan 'kültür ve değerlerle' ilgili vaatleri ve yarattığı güven ortamıyla mı?'... 'Onu iktidara getirmiş olan 'Büyük Fikir'den uzaklaşmamalı!' diye de kalın kalın altını çizmişiz...
Sanat ve edebiyat 'okumak' için de önemlidir, kitlelerin inanç ve güvenini perçinlemek için de... Kamuoyu araştırmaları, o 'perçinlerin' zorlanmalarına rağmen hâlâ yerinde durduğunu gösteriyor...
Üç hafta sonu ardı ardına twitter'da küçük anketlerde basit soruların peşinden yürümeye çalışıyoruz. Bu Pazar şu iki sorunun yanıtını aramak için yazıştık twitter'da:
1. Şiir, Edebiyat ve Sanat disiplinlerinden hangisinin içinde yer alır?
2. Edebiyat neden Sanat dairesinin içinde yer almaz?
Bu iki sorunun iş ve iletişim dünyasıyla alâkasının ne olduğunu aklından geçirip de, cevabı omurilikten reddedenler zaten bu yazıyla da ilgilenmeyeceklerdir. Onları mecburen unutup devam edelim:
Düşünce dünyamıza bir metafor olarak da girmiş bulunan 'okumak' sözcüğü, satırlardan çıkıp, siyasetten ekonomiye, hukuktan psikolojiye, bilimden sanata tüm disiplinler açısından 'hayatı okuyabilmek' boyutunda iş ve iletişim dünyasının da tam kalbine yerleşmiş durumdadır. 'Okumak' için ne lazım? Tabii ki 'bilmek' lazım. Ardından bir basit soru daha soralım; konumuzun çerçevesini oluşturabilmek adına:
'Okumak' ile hayat arasındaki doğrudan bağlantı nedir?
Televizyon, sinema, sokaktaki billboard'lar, paneller, açıkoturumlar, kitaplar, çalıştığımız ofiste duvara asılmış tablolar, gazeteler, aklınıza gelebilecek size bir şeyler söyleyen, 'mesaj' ileten tüm nesneler, işaret ettikleri yolla, göstermeye çalıştıkları ürün ya da hizmetle veya bir 'fikir'le aslında sizi kulağınızdan tutup bir yerlere götürmeye çalışan her şey... (O yerlerin iyi ya da kötü, olumlu ya da olumsuz, güzel ya da çirkin olması konumuzun dışında.)
Bize 'gel gel' yapan nesnelerle kuşatılmış durumdayız. Binlerce 'kurgulanmış mesaj'la sarılmış durumdayız. Çivinin çiviyi sökmesi gibi, kurgulanmış mesajı da bir başka tür 'kurgu' sistematiği olan 'sanat' acaba parçalarına ayırarak çözümleyebilir mi?
Saygıyla yad ettiğim ve Adana'da tanışma fırsatını da bulduğum usta yönetmen Theo Angelopoulos 'Sinema, gerçeğin gerçekte nasıl olduğunu anlatır' demişti de, işte o zaman 'Sanatın gücü'ne şapka çıkarılması gerektiğini bir kez daha düşünmüştük. Çünkü bizleri kulağımızdan tutup götürmek istedikleri yerlere giderken ya da gitmezken, 'niyeti' ve 'hedefi' görebilmek, 'okuyabilmek', gerçeğin gerçekte nasıl olduğunu görebilme arzusuyla öylesine yakından alâkalı ki.
Angelopoulos'un cümlesini bizim Aşık Veysel de bir başka biçimde özetlemiş: 'Hayat filme misaldir / İşler güçler hep sinema.'
Hayatı okuyabilmek, Aşık Veysel'in 'Hayat filme misaldir' diyerek özetlediği gerçekliği 'temsil' etme, Angelopoulos'un da 'gerçeğin gerçekte nasıl olduğunu anlatma' sanatlarının yüzlerimize tutulan bir ayna olabileceğini biliyoruz.
Tüm bu anlattıklarımızın twitter'daki 'basit'(!) Pazar sorumuzla ilgisini belirgin olarak anlamak isteyenler için 'Sanat' dairesinin içinde biraz dolanıp konuyu noktalamaya çalışacağız.
Şiir'in, edebiyat ve sanat disiplinlerinden hangisinin içinde olduğu, birinci sorumuzun konusuydu. ('Sanat'tan kastımızın 'Güzel Sanatlar' olduğunu belirtelim.) Yanıt veriyoruz:
Çağlar boyunca değişen ve günümüze geldiği haliyle diğer 6 'güzel sanat'ı hatırlayalım: Mimari, resim, heykel, dans, müzik ve şiir... 7. Sanat da sinema'ydı. Sinema bu altı sanatı da kuşattığı için hayatın tümünü 'okuyabilme' fırsatını sunar bize.
Şiir'i edebiyattan ayıran temel özellik ise, hemen yanı başındaki komşusudur: Müzik!.. Müziksiz bir şiir düşünülebilir mi? Düşünülürse de o 'nesir'dir şiir değil...
Gelelim ikinci sorumuzdaki 'Edebiyatın neden sanatın içinde yer almadığı' meselesine... Edebiyat, bir önemli özelliği ile 'söz sanatı' olarak değerlendiriliyor olmasına rağmen acaba neden 8. Sanat olarak sanatın tarihi içinde yerini almamış?
'Okumak'la hayat arasındaki direkt bağlantıyı, fenomenin doğası gereği görselleştirmediği (canlandırmadığı) için mi? Yoksa diğerleri Gösteri Sanatları (Performing Arts) olarak kendilerini ortaya koyarken, edebiyatın görsel manada kitap kapağından başka (!) gösterebileceği pek bir şeyinin olmamasından mı? Bizce ikincisi daha ağırlıklıdır. Edebiyat 'göstermeden' iner duygu dünyasına.
Tüm sanatların amacı, Bertolt Brecht'in vurguladığı gibi 'yaşama sanatına hizmet etmektir.'
Gerçeğin gerçekte nasıl olduğunu 'okuyamadan', bizleri binlerce mesajla kulaklarımızdan tutup götürmek istedikleri yerlere gitmeyi reddebilme ya da kabul etme tercihimizi özgürce kullanamadan, dünyanın, ülkemizin, iş ortamımızın, ailemizin, sevdiklerimizin sanatların gücüyle nasıl 'temsil edildiğini' görmeden, bu hayatı, yaşama sanatıyla irtibatlandırmadan yaşayıp yaşamamak, 'kişiye özel' bir konu değildir. (Bu yazı 'Şiir ile edebiyatın farkını bilsek ne olur, bilmesek ne olur?' sorusunun yanıtını vermek için de yazılmamıştır.)
Yazımızın girişinde belirttiğimiz Twitter'daki iki sorumuza gelen yanıtları aktaralım.
Huriser Doruk: Malzemesi sebebiyle. Dil insanın, toplumun ürünüdür. 1.Şiir, ed. içinde ele alınırken, ayrı bir sanat olduğundan da bahsediliyor. / Çünkü gerçek şiirde malzemesi olan dili de aşma çabası var.'
Evrim Onat: Edebiyatı sanat olarak kabul etmeyen görüş yorumlanamadığından mı yola çıkıyor? Anlam doğrudan aktarılıyor, kodlanmıyor diye mi?
Mustafa Karnas: Şiir, sanattır... Çünkü tasnifin yapıldığı dönemde edebiyat yoktu..
Ergün Köksoy: 1. Şiir, nazım yönüyle edebiyatla, tasavvur yönüyle sanatla ilişkili. 2.Edebiyat nazıma yani kurala, sanat ise özgürlüğe dayanmakta...
Kaan Türkoğlu: Şiiri ben yazarsam edebiyat o yazarsa sanattır. Edebiyat ebedi ise zaten sanattır.
Özler Tümer: Cevabı evvelce verilmiş bu soruyu siz söyleyince hatırladım...
Yanıtları birlikte aramımıza katkı sağlayan anket katılımcılarına teşekkür ederken, hayatımızı kurgulamaya yönelik binlerce mesajın içinde boğulmamak için, panzehir niyetine, amacı yaşama sanatına hizmet etmek olan tüm sanatlara değmeye, dokunmaya çalışmanın gerekliliğinin bir kez daha altını çizelim.
Yıllar var... Kim bilir yazılarımızda kaç kere 'AK Parti gol yerse alt yapıda ortaya koyduğu ve kendisine ciddî prim kazandıran son derece başarılı çalışmalardan, köprülerden, duble yollardan, havaalanlarından, hızlı trenlerden, TOKİ evlerinden, okullardan, bedava kitap ve tablet PC'lerden, hastanelerden, sağlık sisteminden vb. gol yemez. Yerse üst yapı meselelerinden gol yer; kültür ve sanattan; beşeri konulardan, hukuk ve güvenlikten yer...' demiş durmuşuz; önleminin nasıl alınacağını da göstermeye çalışmışız, dilimiz döndüğünce...
'AK Parti nasıl iktidara geldiğine bakmalı' demişiz, 'Yukarıdaki somut vaatler yüzünden mi geldi, yoksa kamu vicdanındaki tıkanmayı açan 'kültür ve değerlerle' ilgili vaatleri ve yarattığı güven ortamıyla mı?'... 'Onu iktidara getirmiş olan 'Büyük Fikir'den uzaklaşmamalı!' diye de kalın kalın altını çizmişiz...
Sanat ve edebiyat 'okumak' için de önemlidir, kitlelerin inanç ve güvenini perçinlemek için de... Kamuoyu araştırmaları, o 'perçinlerin' zorlanmalarına rağmen hâlâ yerinde durduğunu gösteriyor...