İlker Başbuğ'un tahliyesi yetmez
11.04.2013 Yeni Şafak
Fikirlerini günün havasına uygun olarak revize edenlerin, itibarın temel ekseninde çizdikleri zikzaklar nedeniyle algılamada sınıfta kalacakları, iletişime bir nebze kafa yoran herkes tarafından çok iyi bilinir. Siyaset ve medya dünyasında görünen tüm arızalar, insanın omurgasını oluşturan dünya görüşüne mevcut reel durumu uyarlama (zikzak) hastalığıyla birlikte ortaya çıkar. Olup bitenlerin, bir tasallut haline dönüştürdüğümüz dünya görüşümüze hizmet etmediği noktada, arzumuza uygun düşecek yeni bir gerçeklik resmi icat etmekte usta olanlar, küçük zaferler kazansalar da; halk onları bir süre sonra unutarak tarihe gömüverir.
Geçmişte muhalefetin oyla deviremediği iktidarı zora sokmak için orduyu öne sürmesine 'TSK'yı rahat bırakın!' diyerek karşı çıktığımızda CHP'lilerin salvolarına maruz kalmıştık. Diğer yandan Sayın İlker Başbuğ tutuklandığında 'Sanki TSK'yı tutukluyorlarmış gibi üzüldüm' diye yazdığımızda da 'vesayet rejimi'nden hâlâ kurtulamadıklarını zannedenlerin hışmına uğramıştık. İddianamelerin iletişiminin yapıldığı ve varsayımların 'gerçek' gibi anlatıldığı, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Meclis Başkanı'nın bu uzun tutuklama biçiminden rahatsızlık duyduklarını ifade ettikleri karmakarışık bir dönemde biz de, TSK'nın içeride ve dışarıda nasıl algılanacağının derdine düşmüştük.
İlker Başbuğ'un tutuklanmasını 'Sivilleşmenin zaferi!' olarak değerlendirip sevinçle karşılayan ve şimdi de tahliyesini olumlu bulan bir tuhaf zihniyetin, her daim Genelkurmay Başkanı'yla ordu algısının içiçeliğine vurgu yapan bendenize içinden geçenleri nasıl alenen köşe yazısına dökmüş olduğunu bu vesileyle hatırlamak elbette iyi bir duygu değil. Ancak yine bu vesileyle belirtelim ki, Sayın Başbuğ'un gecikmiş tahliyesi olumlu bir gelişme olsa da, yeterli görülmemeli ve itibarı hem kendisine hem de dolayısıyla Türk Silahlı Kuvvetleri'ne iade edilmelidir. Başbakan'ın kendisini araması bunun bir örneğidir mesela.
Güven araştırmalarında ön sıralarda yerini alan ordunun itibar meselesi, hem ülke hem de bölgenin huzuruyla çok yakından ilgilidir.
'Ordu' denildiğinde aklına 'Vesayet rejimi' kavramından başka bir şey gelmeyenler için bir kez daha hatırlatalım:
Türkiye, vesayetler ve darbeler konusunda çok büyük acılar yaşamış bir ülke olarak eski zaaflardan ve sonuçlarından gereken dersleri çıkardığını, ordu yönetime el koyduğunda sessiz kalan sivillerden farklı olarak direnenleri üstüste üç kez seçimle iş başına getirerek göstermemiş midir?
Silahlı Kuvvetler'in bölgemizdeki güçlü algısına her zamankinden çok daha fazla ihtiyacımız vardır. Unutulmasın ki, ne Türkiye Danimarka'dır ne de Türk Ordusu Danimarka Ordusu'dur. 1 Ağustos 2011 tarihli 'Orduma sahip çıkılmasını istiyorum' başlıklı yazımızdan şu alıntılarla noktalayalım bu konuyu:
'Alman Yeşiller Partisi Eşbaşkanı Claudia Roth'un zihniyetiyle Türkiye'ye elbette bakılabilir ama buradan değil Almanya'dan... Kendileri cezaevi kapısında iki saat bekleyemediler işte... İzin çıkmış geliyordu. Yoldaydı... (...) Oysa gerek iktidar ve gerekse de muhalefet, Türk Silahlı Kuvvetleri'ni Batı'daki siyasetçilerin bebekliklerinden bu yana zihinlerinde oluşan 'ordu' tasavvurundan çok farklı yapısıyla değerlendirmek durumundadırlar.
Öte yandan Türk Ordusu, iktidar ve muhalefetin desteğiyle, köklü kültür ve değerleri ve tamamen bize özgü yapısıyla, onu 'darbe' sözcüğünden sıyıracak bir algı yönetimine işlerlik kazandırmak durumundadır.
Komutanların istifasıyla 'Daha karpuz kesecektik' diye eğlenenler ya da 'Son kale de düştü' diye dudağını düşürenler, 'İki ruhlu Türkiye' algısının sürmesine katkıda bulunacak tutum ve davranışlarını da, beyanlarını da bir kez daha gözden geçirme ihtiyacını duymalıdır. En yapılmayacak şey, yeni Genelkurmay Başkanı'nı 'yalnız adam' durumuna düşürmektir...
Türk Ordusu'nun artık demode bir hal almış olan psikolojik harbe değil, algısını doğru dürüst yönetmeye ihtiyacı vardır. Bu konuda her türlü bilimsel alt yapı Harp Akademileri'nde mevcuttur. Ayrıca komutanların istifası sonrasında Başbakanlık tarafından yapılan açıklama da, bu ihtiyacı göz önünde bulunduran, basiretli bir üslupla dile getirilmiştir.
Daha önce dile getirdiğim 'istekleri' hatırlamakta yarar var:
'Ben orduma sahip çıkılmasını istiyorum. Bu görev kime düşüyorsa, kim kendini bu görevle yükümlü hissediyorsa, ondan... Bunun için üç adım gerekir:
Bir: Gerçeği olduğu gibi kabullenmek ve gereğini yapmak... Kafayı kuma gömmemek...
İki: (Her ne kadar Silahlı Kuvvetler hâlâ en itibarlı kurumumuz olsa da) Algı yönetiminin bütün öğelerini devreye alarak daha önceki (90'lardaki) itibar endeksini tekrar elde etmeyi hedeflemek..
Üç: İlk iki hareketin sürdürülebilirliğini sağlamak...
Sivil demokrasiyi inşa edeyim derken Türk halkının ortak ruhi şekillenmesinin en önemli unsurunu yok etmek ya da buna izin vermek, kimsenin ne hakkıdır ne de haddi...'
Mesele, TSK'nın iletişimini, dolayısıyla Türkiye'nin algısını yönetmek ise İlker Başbuğ'un tahliyesiyle yetinilmemesi ve itibarının kendisine iade edilmesi için gerekenler yapılmalıdır.
Umut Oran seçim sonuçlarını açıklamış...
CHP içinde ferasetine, aklına, irfanına güvendiğin 3 isim say deseniz, biri mutlaka Umut Oran olurdu. Pazar günü medyada yer alan açıklamasını da kendisine atfettiğim vasıfları adına bir kayıp olarak yazmıyorum hanesine. Bir seçim şakası olarak notlarıma alıyorum...
Öyle ya, verdiği rakamlar, neresinden tutsanız elinde kalıyor. Oran, partisinin Başakşehir-Bahçeşehir Seçim İrtibat Bürosu'nun açılışında yaptığı konuşmada, 'artık düğümün çözüldüğünü, Türkiye'nin her yerini karış karış gezdiğini; şu anda iktidar partisi yüzde 30'a doğru inerken, CHP'nin de yüzde 40'a doğru gittiğini' söylemiş...
Sayın Oran haklı olabilir aslında... Mesela, AK Parti'nin oyları %51'den %48'e doğru hareket etmiştir; CHP'ninkiler de %26'dan %28'e... Vektörel olarak baktığınızda, yukarıdaki söylem doğrudur...
Ancak çok tehlikelidir bu tür analizler. AK Parti son yerel seçimlerde aldığı yaklaşık %39'un üzerine çıkarsa bunu zafer olarak kutlamaya hazırlanıyor... Yanlı olduğu sanılan araştırmalar da yansızlar da (iyice çarpık yanlılar hariç) araştırmaların tamamı AK Parti'yi 43'ün üstünde gösterirken 30'lardan söz etmek için ya bir şeyler (!) bilmek lazım, ya da hiçbir şey bilmemek... İkisi de yakışmazdı Umut Oran Bey'e...
Geçmişte muhalefetin oyla deviremediği iktidarı zora sokmak için orduyu öne sürmesine 'TSK'yı rahat bırakın!' diyerek karşı çıktığımızda CHP'lilerin salvolarına maruz kalmıştık. Diğer yandan Sayın İlker Başbuğ tutuklandığında 'Sanki TSK'yı tutukluyorlarmış gibi üzüldüm' diye yazdığımızda da 'vesayet rejimi'nden hâlâ kurtulamadıklarını zannedenlerin hışmına uğramıştık. İddianamelerin iletişiminin yapıldığı ve varsayımların 'gerçek' gibi anlatıldığı, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Meclis Başkanı'nın bu uzun tutuklama biçiminden rahatsızlık duyduklarını ifade ettikleri karmakarışık bir dönemde biz de, TSK'nın içeride ve dışarıda nasıl algılanacağının derdine düşmüştük.
İlker Başbuğ'un tutuklanmasını 'Sivilleşmenin zaferi!' olarak değerlendirip sevinçle karşılayan ve şimdi de tahliyesini olumlu bulan bir tuhaf zihniyetin, her daim Genelkurmay Başkanı'yla ordu algısının içiçeliğine vurgu yapan bendenize içinden geçenleri nasıl alenen köşe yazısına dökmüş olduğunu bu vesileyle hatırlamak elbette iyi bir duygu değil. Ancak yine bu vesileyle belirtelim ki, Sayın Başbuğ'un gecikmiş tahliyesi olumlu bir gelişme olsa da, yeterli görülmemeli ve itibarı hem kendisine hem de dolayısıyla Türk Silahlı Kuvvetleri'ne iade edilmelidir. Başbakan'ın kendisini araması bunun bir örneğidir mesela.
Güven araştırmalarında ön sıralarda yerini alan ordunun itibar meselesi, hem ülke hem de bölgenin huzuruyla çok yakından ilgilidir.
'Ordu' denildiğinde aklına 'Vesayet rejimi' kavramından başka bir şey gelmeyenler için bir kez daha hatırlatalım:
Türkiye, vesayetler ve darbeler konusunda çok büyük acılar yaşamış bir ülke olarak eski zaaflardan ve sonuçlarından gereken dersleri çıkardığını, ordu yönetime el koyduğunda sessiz kalan sivillerden farklı olarak direnenleri üstüste üç kez seçimle iş başına getirerek göstermemiş midir?
Silahlı Kuvvetler'in bölgemizdeki güçlü algısına her zamankinden çok daha fazla ihtiyacımız vardır. Unutulmasın ki, ne Türkiye Danimarka'dır ne de Türk Ordusu Danimarka Ordusu'dur. 1 Ağustos 2011 tarihli 'Orduma sahip çıkılmasını istiyorum' başlıklı yazımızdan şu alıntılarla noktalayalım bu konuyu:
'Alman Yeşiller Partisi Eşbaşkanı Claudia Roth'un zihniyetiyle Türkiye'ye elbette bakılabilir ama buradan değil Almanya'dan... Kendileri cezaevi kapısında iki saat bekleyemediler işte... İzin çıkmış geliyordu. Yoldaydı... (...) Oysa gerek iktidar ve gerekse de muhalefet, Türk Silahlı Kuvvetleri'ni Batı'daki siyasetçilerin bebekliklerinden bu yana zihinlerinde oluşan 'ordu' tasavvurundan çok farklı yapısıyla değerlendirmek durumundadırlar.
Öte yandan Türk Ordusu, iktidar ve muhalefetin desteğiyle, köklü kültür ve değerleri ve tamamen bize özgü yapısıyla, onu 'darbe' sözcüğünden sıyıracak bir algı yönetimine işlerlik kazandırmak durumundadır.
Komutanların istifasıyla 'Daha karpuz kesecektik' diye eğlenenler ya da 'Son kale de düştü' diye dudağını düşürenler, 'İki ruhlu Türkiye' algısının sürmesine katkıda bulunacak tutum ve davranışlarını da, beyanlarını da bir kez daha gözden geçirme ihtiyacını duymalıdır. En yapılmayacak şey, yeni Genelkurmay Başkanı'nı 'yalnız adam' durumuna düşürmektir...
Türk Ordusu'nun artık demode bir hal almış olan psikolojik harbe değil, algısını doğru dürüst yönetmeye ihtiyacı vardır. Bu konuda her türlü bilimsel alt yapı Harp Akademileri'nde mevcuttur. Ayrıca komutanların istifası sonrasında Başbakanlık tarafından yapılan açıklama da, bu ihtiyacı göz önünde bulunduran, basiretli bir üslupla dile getirilmiştir.
Daha önce dile getirdiğim 'istekleri' hatırlamakta yarar var:
'Ben orduma sahip çıkılmasını istiyorum. Bu görev kime düşüyorsa, kim kendini bu görevle yükümlü hissediyorsa, ondan... Bunun için üç adım gerekir:
Bir: Gerçeği olduğu gibi kabullenmek ve gereğini yapmak... Kafayı kuma gömmemek...
İki: (Her ne kadar Silahlı Kuvvetler hâlâ en itibarlı kurumumuz olsa da) Algı yönetiminin bütün öğelerini devreye alarak daha önceki (90'lardaki) itibar endeksini tekrar elde etmeyi hedeflemek..
Üç: İlk iki hareketin sürdürülebilirliğini sağlamak...
Sivil demokrasiyi inşa edeyim derken Türk halkının ortak ruhi şekillenmesinin en önemli unsurunu yok etmek ya da buna izin vermek, kimsenin ne hakkıdır ne de haddi...'
Mesele, TSK'nın iletişimini, dolayısıyla Türkiye'nin algısını yönetmek ise İlker Başbuğ'un tahliyesiyle yetinilmemesi ve itibarının kendisine iade edilmesi için gerekenler yapılmalıdır.
Umut Oran seçim sonuçlarını açıklamış...
CHP içinde ferasetine, aklına, irfanına güvendiğin 3 isim say deseniz, biri mutlaka Umut Oran olurdu. Pazar günü medyada yer alan açıklamasını da kendisine atfettiğim vasıfları adına bir kayıp olarak yazmıyorum hanesine. Bir seçim şakası olarak notlarıma alıyorum...
Öyle ya, verdiği rakamlar, neresinden tutsanız elinde kalıyor. Oran, partisinin Başakşehir-Bahçeşehir Seçim İrtibat Bürosu'nun açılışında yaptığı konuşmada, 'artık düğümün çözüldüğünü, Türkiye'nin her yerini karış karış gezdiğini; şu anda iktidar partisi yüzde 30'a doğru inerken, CHP'nin de yüzde 40'a doğru gittiğini' söylemiş...
Sayın Oran haklı olabilir aslında... Mesela, AK Parti'nin oyları %51'den %48'e doğru hareket etmiştir; CHP'ninkiler de %26'dan %28'e... Vektörel olarak baktığınızda, yukarıdaki söylem doğrudur...
Ancak çok tehlikelidir bu tür analizler. AK Parti son yerel seçimlerde aldığı yaklaşık %39'un üzerine çıkarsa bunu zafer olarak kutlamaya hazırlanıyor... Yanlı olduğu sanılan araştırmalar da yansızlar da (iyice çarpık yanlılar hariç) araştırmaların tamamı AK Parti'yi 43'ün üstünde gösterirken 30'lardan söz etmek için ya bir şeyler (!) bilmek lazım, ya da hiçbir şey bilmemek... İkisi de yakışmazdı Umut Oran Bey'e...