İnsanın ruhu bir şişe gazoza nasıl sığar…
02 şubat 2016 yeni şafak
Biz burada dilimiz döndüğünce iş-ilişki-iletişim üzerine yazıyoruz… Bu üçünün de kritik başarı faktörünün çizgisi, karşısındaki olayı (kişiyi, kitleyi, sorunu) doğru okuyabilmekten geçer… İzlemekten, bakmaktan değil…
Okuyabilmenin en iyi temrin edilebileceği alanların başında ise, tüm sanat dallarını ihtiva eden sinema gelir… Biraz da o nedenle bugün bir sinema olayından söz edeceğiz…
Yönetmen Yüksel Aksu, son filmi “İftarlık Gazoz” ile ilgili bizim gazetenin Pazar ekindeki yayınlanmış röportajında şöyle diyor:
“Birkaç yıl önce dostum Üstün Barışta aradı ve 'Bir gazetede Anadolu'da ayakta kalmaya çalışan gazozcuları gördüm, bununla ilgili bir şey yapsan nasıl olur?'… dedi. Ben de 'Ne alakası var, dondurmacıyı yaptık, şimdi gazozu mu yapacağız, gıda temasından kurtulamayacak mıyız?' dedim.
O sırada da tatile gidiyordum. Milas'a geldim; sağda Bodrum solda memleket olmak üzere… Sola kırdım ve kendimi Ramazan'ın ortasında buldum. Küçük bir çocuk, gazozcu çırağı olsa, gizlice oruç tutmaya kalksa, bir taraftan denizde turistlerin karşısında ve mangal yapanların arasında ve 11 yaşında Araf'ta olsa nasıl olurdu, diye hayal ettim. 'Bir nefis, bir inanma insanda hangi yaşlarda nasıl başlar'ı düşündüm. Ben de 12 yaşında dondurmacı çırağıyken oruç tutmaya yeltenmiş ve becermiştim. Öyle başladık…”
Kızım aradı Pazar akşamı. Tavsiyemiz üzerine eşi ile birlikte “İftarlık Gazoz”a gitmişler. “Babacığım”, dedi “Bizi uyardın, yanınıza kâğıt mendil alın, diye; ancak bir paket kâğıt mendilin yetmeyebileceğini söylemedin… Siz sinemadan çıktıktan sonra ne yaptınız da kendinize geldiniz?..”
“Eşine söyle, seni güzel bir yemek yiyeceğiniz bir yere götürsün…”dedim ben de ve hemen ekledim: “Yemekten sonra oturup bir güzel kahvelerinizi içerken, filmi okumaya çalışın… Yönetmen ne demiş, diye sorun kendinize? O sahneyi neden öyle değil de böyle çekmiş? Hangi değer ve kültür motiflerini, nerede ve neden kullanmış vb… Göreceksiniz bak, okursanız ruhunuzu geri kazanabilirsiniz; yoksa kalır o filmde…”
İyi ki “herkesin ruhu kalır mı bu filmde?”, diye sormadı kızım… “Ruhen tekâmül etmeyenlere, ruh gözleri mühürlenmişlere kurşun işlemez kızım” diye anlatırken zorlanabilirdim, “Onlar olayın özüne değil içeriğine bakarlar, bir de biçimine… Yok İmam şöyle, yok oruç böyle, 'Bana sağcılar cinayet işledi dedirtemezsiniz!', cinayete gelen adamlar aşırı kötü gösterilmişti, üstsüz turistler ahlâka mugayir, hikâye yeterince inandırıcı değil vs…”
Oysa düşünceye değil ruha, gönle hitap eden bir film yapmış Yüksel Aksu…
Aksu'nun bir belgesel değil kurgu odaklı bir sinema filmi yaptığını unutan solcular “Sol söylem eksik”, sağcılar “Sağ söylem eksik”, İslamcılar “Dini hassasiyetlere yeterince özen gösterilmemiş” diye söylenebilirler… Bir de tabii birinci seçtikleri filmleri ancak 3-4 rakamlı sayılarda seyircinin izlediği, ülkemizde ağır aksak sanat sinemasının yazılı olmayan normlarını yerleştirdiklerine inanan 'sinema yazarlarımız' var ki, onlar bu filmi hiç beğenmeyebilirler…
Biz ise, bunlardan hiçbirine kendimizi yakın hissetmediğimiz ve hiçbir 'izm'in tasallutu altında olmadığımız için, işin fenomeni ve özüne bakarız; bir de tabii hangi yapıda ve ortak ruhi şekillenme içindeki hangi seyircinin ne reaksiyon gösterdiğine…
Tabii ki bugüne kadar okuduğum yazarlar arasında, filmin özüne nüfuz etmiş olduğunu söyleyebileceğim Ayşe Böhürler hanımefendinin Cumartesi günü bizim gazetedeki köşesinde yazdıklarına yakın durduğumu ifade etmeliyim… Bir de tabii Pazar ekindeki röportajı yapan Seray Şahinler hanımefendinin işin özünü ve yönetmeni anlamamızı sağlayan mahir kalemine…
Kendi çektiği filmlerde 'tekrara' düştüğü iddia edilen Cem Yılmazoyunculuk yeteneğini konuşturduğu tüm öteki filmlerde olduğu gibi (Av Mevsimi- Yavuz Turgul; The Water Diviner - Russell Crowe; Davetsiz Misafir – Ferhan Özpetek; Vizontele, Organize İşler –Yılmaz Erdoğan), bu filmde de zirve yapmış…
Hele de o ilk okulu iftiharla bitirip gazozcunun yanına çırak giren Adem rolündeki Berat Efe Parlar… Ben böyle bir 'çocuk oyuncu' görmedim… Götür Oscar'da “En iyi Erkek Oyuncu” dalında koca koca erkek oyuncularla hiç korkmadan yarıştır…
Velhasıl Yüksel Aksu'nun ille de bir hatasını bulmak gerekirse, o da hem kendisinin hem de yakın dostu Üstün Barışta üstadımızın bu filmin ardından gösterdikleri aşırı tevazudur… Nizamettin Nazif, Muammer Karaca, Muhsin Ertuğrul dahil pek çok kişiye atfedilen o ünlü sözü çağrıştırdı bana: “Fazla tevazu gösterme gerçek sanırlar!”...
Hak ettiğin övgüyü reddetmek 'kibir' olarak algılanabilir sevgili Yüksel, aman dikkat…
Bu filmi görmemek bir zenginlik kaybıdır. Ruhsal zenginlik kaybı…
Okuyabilmenin en iyi temrin edilebileceği alanların başında ise, tüm sanat dallarını ihtiva eden sinema gelir… Biraz da o nedenle bugün bir sinema olayından söz edeceğiz…
Yönetmen Yüksel Aksu, son filmi “İftarlık Gazoz” ile ilgili bizim gazetenin Pazar ekindeki yayınlanmış röportajında şöyle diyor:
“Birkaç yıl önce dostum Üstün Barışta aradı ve 'Bir gazetede Anadolu'da ayakta kalmaya çalışan gazozcuları gördüm, bununla ilgili bir şey yapsan nasıl olur?'… dedi. Ben de 'Ne alakası var, dondurmacıyı yaptık, şimdi gazozu mu yapacağız, gıda temasından kurtulamayacak mıyız?' dedim.
O sırada da tatile gidiyordum. Milas'a geldim; sağda Bodrum solda memleket olmak üzere… Sola kırdım ve kendimi Ramazan'ın ortasında buldum. Küçük bir çocuk, gazozcu çırağı olsa, gizlice oruç tutmaya kalksa, bir taraftan denizde turistlerin karşısında ve mangal yapanların arasında ve 11 yaşında Araf'ta olsa nasıl olurdu, diye hayal ettim. 'Bir nefis, bir inanma insanda hangi yaşlarda nasıl başlar'ı düşündüm. Ben de 12 yaşında dondurmacı çırağıyken oruç tutmaya yeltenmiş ve becermiştim. Öyle başladık…”
Kızım aradı Pazar akşamı. Tavsiyemiz üzerine eşi ile birlikte “İftarlık Gazoz”a gitmişler. “Babacığım”, dedi “Bizi uyardın, yanınıza kâğıt mendil alın, diye; ancak bir paket kâğıt mendilin yetmeyebileceğini söylemedin… Siz sinemadan çıktıktan sonra ne yaptınız da kendinize geldiniz?..”
“Eşine söyle, seni güzel bir yemek yiyeceğiniz bir yere götürsün…”dedim ben de ve hemen ekledim: “Yemekten sonra oturup bir güzel kahvelerinizi içerken, filmi okumaya çalışın… Yönetmen ne demiş, diye sorun kendinize? O sahneyi neden öyle değil de böyle çekmiş? Hangi değer ve kültür motiflerini, nerede ve neden kullanmış vb… Göreceksiniz bak, okursanız ruhunuzu geri kazanabilirsiniz; yoksa kalır o filmde…”
İyi ki “herkesin ruhu kalır mı bu filmde?”, diye sormadı kızım… “Ruhen tekâmül etmeyenlere, ruh gözleri mühürlenmişlere kurşun işlemez kızım” diye anlatırken zorlanabilirdim, “Onlar olayın özüne değil içeriğine bakarlar, bir de biçimine… Yok İmam şöyle, yok oruç böyle, 'Bana sağcılar cinayet işledi dedirtemezsiniz!', cinayete gelen adamlar aşırı kötü gösterilmişti, üstsüz turistler ahlâka mugayir, hikâye yeterince inandırıcı değil vs…”
Oysa düşünceye değil ruha, gönle hitap eden bir film yapmış Yüksel Aksu…
Aksu'nun bir belgesel değil kurgu odaklı bir sinema filmi yaptığını unutan solcular “Sol söylem eksik”, sağcılar “Sağ söylem eksik”, İslamcılar “Dini hassasiyetlere yeterince özen gösterilmemiş” diye söylenebilirler… Bir de tabii birinci seçtikleri filmleri ancak 3-4 rakamlı sayılarda seyircinin izlediği, ülkemizde ağır aksak sanat sinemasının yazılı olmayan normlarını yerleştirdiklerine inanan 'sinema yazarlarımız' var ki, onlar bu filmi hiç beğenmeyebilirler…
Biz ise, bunlardan hiçbirine kendimizi yakın hissetmediğimiz ve hiçbir 'izm'in tasallutu altında olmadığımız için, işin fenomeni ve özüne bakarız; bir de tabii hangi yapıda ve ortak ruhi şekillenme içindeki hangi seyircinin ne reaksiyon gösterdiğine…
Tabii ki bugüne kadar okuduğum yazarlar arasında, filmin özüne nüfuz etmiş olduğunu söyleyebileceğim Ayşe Böhürler hanımefendinin Cumartesi günü bizim gazetedeki köşesinde yazdıklarına yakın durduğumu ifade etmeliyim… Bir de tabii Pazar ekindeki röportajı yapan Seray Şahinler hanımefendinin işin özünü ve yönetmeni anlamamızı sağlayan mahir kalemine…
Kendi çektiği filmlerde 'tekrara' düştüğü iddia edilen Cem Yılmazoyunculuk yeteneğini konuşturduğu tüm öteki filmlerde olduğu gibi (Av Mevsimi- Yavuz Turgul; The Water Diviner - Russell Crowe; Davetsiz Misafir – Ferhan Özpetek; Vizontele, Organize İşler –Yılmaz Erdoğan), bu filmde de zirve yapmış…
Hele de o ilk okulu iftiharla bitirip gazozcunun yanına çırak giren Adem rolündeki Berat Efe Parlar… Ben böyle bir 'çocuk oyuncu' görmedim… Götür Oscar'da “En iyi Erkek Oyuncu” dalında koca koca erkek oyuncularla hiç korkmadan yarıştır…
Velhasıl Yüksel Aksu'nun ille de bir hatasını bulmak gerekirse, o da hem kendisinin hem de yakın dostu Üstün Barışta üstadımızın bu filmin ardından gösterdikleri aşırı tevazudur… Nizamettin Nazif, Muammer Karaca, Muhsin Ertuğrul dahil pek çok kişiye atfedilen o ünlü sözü çağrıştırdı bana: “Fazla tevazu gösterme gerçek sanırlar!”...
Hak ettiğin övgüyü reddetmek 'kibir' olarak algılanabilir sevgili Yüksel, aman dikkat…
Bu filmi görmemek bir zenginlik kaybıdır. Ruhsal zenginlik kaybı…