İş ve siyaset hayatında bir 'İnsan Kıymeti'...
o8.04.2013 Yeni Şafak
Önceki gün hedef kitlesi İK yöneticileri olan 'Çalışan Mutluluğu Zirvesi'ndeydik. PİAR Danışmanlık'ın düzenlediği bu zirvenin hasbelkader açılış konuşmasını yaparken, katılımcılara yakın bir gelecekte neden 'İnsan Kaynakları' yerine 'İnsan Kıymetleri' kavram ve anlayışıyla yola çıkmamız gerektiğini anlatmaya çalıştık.
Önümüzde hayli uzun ve zorlu bir yol vardı. Çünkü koşullar ne kadar zorlarsa zorlasın değişimin ayrılmaz parçası 'değişime karşı direnç' burada da sahnedeki yerini mutlaka alacaktı.
Oysa zaman içinde tüm toplumsal dinamikler değişmiş ancak bazı kavramlar aynı kalmıştı. Bu 'değerlerle' ilgili geçerli olabilirdi. Ama ya 'kültürle' yani iş-ilişki-iletişim (3İ) biçim ve süreçleriyle ilgili olan değişimin kavramsal karşılığı ne olacaktı?..
İnsan toplumunun 'Tarım', 'Sanayi' ve 'Bilgi' olmak üzere üç evrimden geçtiğini söyleyen Alvin Toffler'lerin o meşhur 'Üç Dalga'sına göre, insan, önce 'meta' (Feodal Tarım Toplumu), sonra 'kaynak' (Kapitalist Sanayi Toplumu) olarak görülmüş. Meta, bilindiği gibi, Karl Marx'ın dünya var oldukça klasik sayılacak Das Kapital'inin alfabesini oluşturur. Ve yine bilindiği gibi kapitalizm bir meta üretimi sistemidir ve bu yapısı gereği insan dahil her şeyi metalaştırır.
Nasıl sanayi toplumu kendisinden önceki tüm paradigmaları ve bu arada 3İ biçimlerini (kültür) değiştirmişse, Post Modern Bilgi Toplumu da benzer bir dönüşümü gerçekleştirmekte, toplumsal pratik içinde insana bakışın tekrar gözden geçirilmesini zorunlu kılmaktadır. Bu zorunluluğu anlayıp gerekli değişimi yaşayıp yönetebilenler, içinde bulunduğumuz vahşi rekabet ortamında avantaj sağlayacaklar, diğerleri ise sadece değişimi seyretme ve en fazlasından önden koşanları taklit etmek durumunda kalacaklardır...
Üçüncü Dalga olarak görülen Bilgi Toplumu'nun kazanımlarıyla birlikte 'insan'a atfedilecek 'değer önermesi'nin, dönüşümleri içinde barındıran, alıp satılan 'meta'dan, kullanılıp tüketilen 'kaynak'tan daha öteye, sürdürülebilir bir yapısal sistem içinde sürekli gelişen ve yenilenen bir 'kıymet'e evrilmesi kaçınılmaz bir gerçek olarak karşımıza gelecektir.
Yeni üretim ilişkileri döneminde çalışanın, 'kıymet' olması tamamen kendi başarısı ve zaferidir. Bu noktada 'çalışan tatmini' ya da 'çalışan mutluluğu' dediğinizde, 'İnsan Kaynakları' dönemindeki etkinlikleriniz ya da uygulamalarınız, 'İnsan Kıymetleri' dönemindeki çalışanlarımızı 'kesmez'.
Belki de 'İnsan Kaynakları'ndan 'İnsan Kıymetleri'ne geçiş konusundaki bu rehavet, hatta isteksizliğin en temel nedenlerinden biri de budur. Nedeni bellidir: 'Kıymet' dediğiniz andan itibaren 'yeni' iç iletişim araçları geliştirmek başlıbaşına bir 'inovasyon' gerektirecektir de ondan.
Sanayi toplumunda çalışan tatmini ve mutluluğu eninde sonunda gelip üç kavramın 'yönetimi'ne dayanır: Motivasyon – Performans – Sadakat. (Feodal toplumda iki kavram yetiyordu: Sadakat ve Üretim). Bilgi toplumu insanı ise başkasının (şirket yönetimi) kendisini motive etmesini (paintball, bowling, bol eğlence, 'biz bir takımız' numaraları) beklemeyecek, motivasyonu kendi varoluşunda arayacak kadar farklı bir profesyonellik anlayışına sahiptir. Bu nedenle Kaynak yönetiminde çok önemli olduğu bilinen motivasyon kriterinin yerini 'entelektüel katma değer' almıştır.
Çok çalışmak (performans) bir şey ifade etmez post modern toplumda, aslolan 'etkili' olmaktır. Hele de ta feodaliteden bu yana kariyerde kritik başarı faktörü olma hüviyetini koruyan Sadakat (10 yıllıkları, 20 yıllıkları ödüllendirmece) değişimden en haşin şekilde nasibini alan unsurdur. Yerini 'adanmışlığa' (değişime uyum) terk etmiştir...
Biz bu iddiaları 1990'lı yıllardan bu yana yazdığımız makalelerde ve kitaplarda anlata geldik. Deneyen iki şirket var ama bu dönüşümü adam gibi yaşayan kuruluşlara rastlamak henüz mümkün değil. Tabii kartvizitlerinde İnsan Kaynakları yazan arkadaşlarımızı ikna edebilmemiz daha uzunca bir süre alacak. Onları anlıyorum; ayakların altından halı çekilir gibi oluyordur...
Sevindirici olan ise, bu alanda dernekleri başta olmak üzere 90'larda bu görüşümüze çok daha şiddetli reaksiyon gösterenlerin, şimdilerde iddialarımıza çok daha derinlik ve teveccühle yaklaştıklarını görmek...
İş dünyası en azından bu konuyu tartışmaya, kısmen de uygulamaya başladı. Peki siyaset dünyasının seçmene bakışında son 70 yılda hangi dönüşüm yaşandı, postmodern bilgi toplumu gereği hangi yeni bakış siyasi iletişime yansıdı dersiniz...
Espri gibi soru değil mi?..
'Çizgi dışı'na çıkmadan farklılık yaratılamaz...
Kendisini Bersay İletişim Enstitüsü'nün 'Çizginin Dışındakiler' başlıklı konferanslar dizisinde dinlediğimiz TEKFEN Yönetim Kurulu Üyesi ve TEMA Kurucu Onursal Başkanı Nihat Gökyiğit, 'Çizgi sizin için nedir?' sorusunu şöyle yanıtlamıştı:
- 'Dışına çıkanın ya küçümsendiği ya da yüceltildiği şey.'
'Peki sizin çizgi dışına çıktığınız an ne zamandı?' diye sorulduğunda da 'Üzerime vazife olmayan işlere kalkıştığım an' karşılığını vermişti.
Dün sabah temizlik kâğıt ürünü markası Sofia'yı üreten Lila Kâğıt'ın 'Orman dostu' bir projeye verdiği destek nedeniyle düzenlenen toplantıda Lila Kâğıt Genel Müdürü Alp Öğücü'yü, Nihat Gökyiğit Bey'i ve Endüstriyel Orman Tarımı Uzmanı ve Işık Üniversitesi Dekanı Prof. Dr. Melih Boydak'ı dinlerken 'Üstatlar yine 'çizgi dışı' bir meselenin tam da içinde' diye geçti içimizden.
Bu toplantıda Lila Kâğıt; ENAT'ın (Endüstriyel Ağaç Tarımı) sponsoru olarak, Türkiye'nin ilk endüstriyel orman tarımı projesini başlattığını duyuruyor ve reklam filminde şu mesajın altını çiziyordu: 'Ormanlar havluya dönmesin yurdumuzda!'
Lila Kağıt'ın markası Sofia'nın reklam kampanyasının da ilk gösterimini izlediğimiz ('Sofia Ormanları Yok Etmez') toplantıda Alp Öğücü hayli iddialı bir tablo çizdi ve ilk hasatın 20 yıl sonra alınabileceğini ifade etti:
'Her yıl fidan dikim sayısını artırarak sürdürmeyi planladığımız projemizde; 2023 yılında 600 futbol sahası büyüklüğünde (3.5 milyon metrekarelik) bir alanda 700 bin ağaç dikimi gerçekleştirmeyi hedefliyoruz. Bu gelecek hedefimiz doğrultusunda Lila Kağıt'ın her yıl yapmış olduğu satış oranı kadar Türkiye'ye orman kazandırmış olacağız.'
Markanın verdiği bir söz de şu: 'Sadece Endüstriyel ormanlardan elde edilmiş sertifikalı selüloz kullanacağız!'..
Dünya doğa, çevre meselelerini, canlılığın sürürülebilirliğini bir numaralı insanlık meselesi olarak tartışırken bu girişim belki bizim politikacılara da bir işaret olur. Son günlerde hangi partinin bu meseleleri ağırlıklı olarak ele aldığına tanık olduk. Seçim stratejisinin 5 temelinden birine 'çevreciliği' yerleştirmiş olan AK Parti bir nebze konuya değindi ancak, onlar da 'can havliyle' günlük itiş kakışın içine düştüler...
'Çizginin dışına' çıkmadan siyasi ve veya ekonomik avantaj elde edilebilir mi?..
Önümüzde hayli uzun ve zorlu bir yol vardı. Çünkü koşullar ne kadar zorlarsa zorlasın değişimin ayrılmaz parçası 'değişime karşı direnç' burada da sahnedeki yerini mutlaka alacaktı.
Oysa zaman içinde tüm toplumsal dinamikler değişmiş ancak bazı kavramlar aynı kalmıştı. Bu 'değerlerle' ilgili geçerli olabilirdi. Ama ya 'kültürle' yani iş-ilişki-iletişim (3İ) biçim ve süreçleriyle ilgili olan değişimin kavramsal karşılığı ne olacaktı?..
İnsan toplumunun 'Tarım', 'Sanayi' ve 'Bilgi' olmak üzere üç evrimden geçtiğini söyleyen Alvin Toffler'lerin o meşhur 'Üç Dalga'sına göre, insan, önce 'meta' (Feodal Tarım Toplumu), sonra 'kaynak' (Kapitalist Sanayi Toplumu) olarak görülmüş. Meta, bilindiği gibi, Karl Marx'ın dünya var oldukça klasik sayılacak Das Kapital'inin alfabesini oluşturur. Ve yine bilindiği gibi kapitalizm bir meta üretimi sistemidir ve bu yapısı gereği insan dahil her şeyi metalaştırır.
Nasıl sanayi toplumu kendisinden önceki tüm paradigmaları ve bu arada 3İ biçimlerini (kültür) değiştirmişse, Post Modern Bilgi Toplumu da benzer bir dönüşümü gerçekleştirmekte, toplumsal pratik içinde insana bakışın tekrar gözden geçirilmesini zorunlu kılmaktadır. Bu zorunluluğu anlayıp gerekli değişimi yaşayıp yönetebilenler, içinde bulunduğumuz vahşi rekabet ortamında avantaj sağlayacaklar, diğerleri ise sadece değişimi seyretme ve en fazlasından önden koşanları taklit etmek durumunda kalacaklardır...
Üçüncü Dalga olarak görülen Bilgi Toplumu'nun kazanımlarıyla birlikte 'insan'a atfedilecek 'değer önermesi'nin, dönüşümleri içinde barındıran, alıp satılan 'meta'dan, kullanılıp tüketilen 'kaynak'tan daha öteye, sürdürülebilir bir yapısal sistem içinde sürekli gelişen ve yenilenen bir 'kıymet'e evrilmesi kaçınılmaz bir gerçek olarak karşımıza gelecektir.
Yeni üretim ilişkileri döneminde çalışanın, 'kıymet' olması tamamen kendi başarısı ve zaferidir. Bu noktada 'çalışan tatmini' ya da 'çalışan mutluluğu' dediğinizde, 'İnsan Kaynakları' dönemindeki etkinlikleriniz ya da uygulamalarınız, 'İnsan Kıymetleri' dönemindeki çalışanlarımızı 'kesmez'.
Belki de 'İnsan Kaynakları'ndan 'İnsan Kıymetleri'ne geçiş konusundaki bu rehavet, hatta isteksizliğin en temel nedenlerinden biri de budur. Nedeni bellidir: 'Kıymet' dediğiniz andan itibaren 'yeni' iç iletişim araçları geliştirmek başlıbaşına bir 'inovasyon' gerektirecektir de ondan.
Sanayi toplumunda çalışan tatmini ve mutluluğu eninde sonunda gelip üç kavramın 'yönetimi'ne dayanır: Motivasyon – Performans – Sadakat. (Feodal toplumda iki kavram yetiyordu: Sadakat ve Üretim). Bilgi toplumu insanı ise başkasının (şirket yönetimi) kendisini motive etmesini (paintball, bowling, bol eğlence, 'biz bir takımız' numaraları) beklemeyecek, motivasyonu kendi varoluşunda arayacak kadar farklı bir profesyonellik anlayışına sahiptir. Bu nedenle Kaynak yönetiminde çok önemli olduğu bilinen motivasyon kriterinin yerini 'entelektüel katma değer' almıştır.
Çok çalışmak (performans) bir şey ifade etmez post modern toplumda, aslolan 'etkili' olmaktır. Hele de ta feodaliteden bu yana kariyerde kritik başarı faktörü olma hüviyetini koruyan Sadakat (10 yıllıkları, 20 yıllıkları ödüllendirmece) değişimden en haşin şekilde nasibini alan unsurdur. Yerini 'adanmışlığa' (değişime uyum) terk etmiştir...
Biz bu iddiaları 1990'lı yıllardan bu yana yazdığımız makalelerde ve kitaplarda anlata geldik. Deneyen iki şirket var ama bu dönüşümü adam gibi yaşayan kuruluşlara rastlamak henüz mümkün değil. Tabii kartvizitlerinde İnsan Kaynakları yazan arkadaşlarımızı ikna edebilmemiz daha uzunca bir süre alacak. Onları anlıyorum; ayakların altından halı çekilir gibi oluyordur...
Sevindirici olan ise, bu alanda dernekleri başta olmak üzere 90'larda bu görüşümüze çok daha şiddetli reaksiyon gösterenlerin, şimdilerde iddialarımıza çok daha derinlik ve teveccühle yaklaştıklarını görmek...
İş dünyası en azından bu konuyu tartışmaya, kısmen de uygulamaya başladı. Peki siyaset dünyasının seçmene bakışında son 70 yılda hangi dönüşüm yaşandı, postmodern bilgi toplumu gereği hangi yeni bakış siyasi iletişime yansıdı dersiniz...
Espri gibi soru değil mi?..
'Çizgi dışı'na çıkmadan farklılık yaratılamaz...
Kendisini Bersay İletişim Enstitüsü'nün 'Çizginin Dışındakiler' başlıklı konferanslar dizisinde dinlediğimiz TEKFEN Yönetim Kurulu Üyesi ve TEMA Kurucu Onursal Başkanı Nihat Gökyiğit, 'Çizgi sizin için nedir?' sorusunu şöyle yanıtlamıştı:
- 'Dışına çıkanın ya küçümsendiği ya da yüceltildiği şey.'
'Peki sizin çizgi dışına çıktığınız an ne zamandı?' diye sorulduğunda da 'Üzerime vazife olmayan işlere kalkıştığım an' karşılığını vermişti.
Dün sabah temizlik kâğıt ürünü markası Sofia'yı üreten Lila Kâğıt'ın 'Orman dostu' bir projeye verdiği destek nedeniyle düzenlenen toplantıda Lila Kâğıt Genel Müdürü Alp Öğücü'yü, Nihat Gökyiğit Bey'i ve Endüstriyel Orman Tarımı Uzmanı ve Işık Üniversitesi Dekanı Prof. Dr. Melih Boydak'ı dinlerken 'Üstatlar yine 'çizgi dışı' bir meselenin tam da içinde' diye geçti içimizden.
Bu toplantıda Lila Kâğıt; ENAT'ın (Endüstriyel Ağaç Tarımı) sponsoru olarak, Türkiye'nin ilk endüstriyel orman tarımı projesini başlattığını duyuruyor ve reklam filminde şu mesajın altını çiziyordu: 'Ormanlar havluya dönmesin yurdumuzda!'
Lila Kağıt'ın markası Sofia'nın reklam kampanyasının da ilk gösterimini izlediğimiz ('Sofia Ormanları Yok Etmez') toplantıda Alp Öğücü hayli iddialı bir tablo çizdi ve ilk hasatın 20 yıl sonra alınabileceğini ifade etti:
'Her yıl fidan dikim sayısını artırarak sürdürmeyi planladığımız projemizde; 2023 yılında 600 futbol sahası büyüklüğünde (3.5 milyon metrekarelik) bir alanda 700 bin ağaç dikimi gerçekleştirmeyi hedefliyoruz. Bu gelecek hedefimiz doğrultusunda Lila Kağıt'ın her yıl yapmış olduğu satış oranı kadar Türkiye'ye orman kazandırmış olacağız.'
Markanın verdiği bir söz de şu: 'Sadece Endüstriyel ormanlardan elde edilmiş sertifikalı selüloz kullanacağız!'..
Dünya doğa, çevre meselelerini, canlılığın sürürülebilirliğini bir numaralı insanlık meselesi olarak tartışırken bu girişim belki bizim politikacılara da bir işaret olur. Son günlerde hangi partinin bu meseleleri ağırlıklı olarak ele aldığına tanık olduk. Seçim stratejisinin 5 temelinden birine 'çevreciliği' yerleştirmiş olan AK Parti bir nebze konuya değindi ancak, onlar da 'can havliyle' günlük itiş kakışın içine düştüler...
'Çizginin dışına' çıkmadan siyasi ve veya ekonomik avantaj elde edilebilir mi?..