İşler, maddiyattan terse gitmez, maneviyattan gider
22.02.2014 Yeni Şafak
MHP'nin 1950 model 'Artık yeter! Şimdi söz senin Türkiye!' (Rahmetli Adnan Menderes çağrışımı) ve CHP'nin 1983 model 'Türkiye'nin Birleştirici Gücü'ne (Rahmetli Turgut Özal çağrışımı) vurgu yapan kampanyalarının ardından AK Parti'nin yerel seçim vaadlerini merakla bekliyordum. 100 sayfalık bir kitap halinde yayımlanan AK Parti yerel seçim beyannamesinin ana başlıklarını Başbakan açıkladı.Siyasi strateji yaklaşımının –AK Parti marşının sözleri hariç- beklentimin çok ötesinde bir nitelik noktası yakaladığını hemen söylemeliyim... Başbakan Erdoğan'ın, 'Emaneti devralacağımız her şehrimizde adeta yeniden diriliş dönemi olacaktır. Yeni Türkiye yerelden genele sirayet ederek, şehirleri ve gönülleri inşa edeceğiz' dediği bu yaklaşım, bilindiği gibi şu beş ayak üzerine oturtulmuş: Bir: Katılımcı belediyecilik, İki: Kültürel belediyecilik, Üç: Sosyal belediyecilik, Dört: Çevre dostu belediyecilik, Beş: Hizmet belediyeciliği.
İletişim danışmanlarının kaderidir; anlatırsınız ve dinleyip de 'Çok haklısın!' diyenler dahil olmak üzere fikrinizi söylediğiniz liderler, gider bildiklerini yaparlar. Sonradan 'Biz dememiş miydik?' havalarına girmenin boşunalığını da yıllar içinde idrak ettiğimizden sesimize kulak veren lider sayısının çok az olmasına alışığızdır.
AK Parti iktidarının Türkiye'yi dönüştürdüğünü ve son 10 küsur yıldır özellikle altyapı konularında (hard issue) büyük başarılar sağlarken, insanın duygularıyla birebir alakalı olan üstyapı meselelerine (soft issue) ağırlık verilmediğini ve muhalefetin de bu alandaki zayıflığı göremediğini yazıp durmuştuk. Smart Power (akıllı güç) mutlaka devreye alınmalıydı...
Herkesin mutabık kalabileceği bir milli kültür politikamızın eksikliğinden başlayarak, iktidar alanından topluma, sanata, ilime ve irfana bakış açısını netleştirecek 'soft issue'lara (yumuşak konulara) ihtiyaç duyulduğunu yaza yaza hal olduk. Dedik ki; 'İşler, maddiyattan terse gitmez, maneviyattan gider'.
İletişim stratejisinin eksenini oluşturan 5 maddeden 4'ü 'akıllı güç'le ilgili. Ve de muhalefetin yine on yıllar önünde. Şapka çıkarılır. Ama ne zaman. Bu strateji lafta kalmadığı zaman... Toplumun nabzı tutulur, referans toplumdan alınırsa, bu noktaya gelmek mümkün.
Muhalefet, iki büyük ayağından birini 50'li, diğeri 83'lü yıllara, bit pazarına rahmet okuturcasına, yerleştirirken, yeniliklerin hâlâ iktidar kanadından gelmesi, 'demokrasi' açısından en büyük kusurlarımızdan biri olmaya devam ediyor aslında.
Muhalefetin hâlâ kendini AK Partiye göre konumlaması, Erdoğan düşmanlığıyla oyları artırmaya çalışması atık demode bile değil. Çünkü demode olabilmesi için bir zamanlar moda olmuş olması gerekmez mi?..
Kurumsallaşma; kurumları insanlardan korur
Ülkeyi beşik gibi sallayan 17 Aralık 'girişimiyle' (darbesi, müdahalesi, savaşı vb. adı ne olursa olsun) yaşadıklarımız, yaptığı pek çok tahribatın yanı sıra, özellikle yargıda kurumsallaşmanın ne kadar zayıf ve ortamın ne kadar 'insana bağımlı' olduğunu ortaya koymuştur.
Aynı televizyon programında (NTV'deki Yakın Plan) birlikte ağırlandığımız Prof. Dr. Ersan Şen'in vurguladığı 'Yargı asla kimseye biat etmez' ifadesinde de anlamını bulan, insanın muhtemel zararlı etkilerini boşa çıkarabilecek kurumsallaşmanın özlemi içindeyiz. En doğruyla en yanlışın aynı anda söylenebildiği bu tuhaf dönemde, bu özlemin gerçekleşmesi, boğayı boynuzlarından tutup yere oturtmak gibi zor görünüyor.
Olağanüstü durumlara göre vaziyet alma zorunluluğunun da 'kurumsallaşma' kriterlerini göz ardı etmemesine, 'olması gereken'le, 'bugünlük böyle olmalı' arasındaki farkın görülmesine özen gösterilmesinde yarar olduğunu tespit etmek durumundayız.
Hayatı zaaflarımızdan koruyabilmek için...
Reel politik yaklaşım, olayları izlemekten ve 'hislenmekten' çok anlamaya, okumaya çalışmak, tarafeynliğin alıp başını gittiği ortamlarda, vasat görüşlü, miyopluktan mustarip beyinlerin şiddetli muhalefetine maruz kalabiiyor. O nedenle aynı TV programında, 17 Aralık sonrası AK Parti'nin hem devleti, hem hükümeti hem de başta Başbakan olmak üzere kendisini korumak adına giriştiği 'savunma harekâtı'nda bazı -tabiri caizse- 'gayrı nizami harp' taktiklerini andıran yaklaşımlara yönlenmesini anlamaya çalışmamız, bazı Twitter diyaresine tutulmuş kendinden bile 'sınırlı sorumlu' arkadaşça eleştirildi... Çok sevindim... Demek doğru yoldaymışız, dedim kendime...
Size tavsiye; anlamanızı anlamayanları anlamaya çalışmayın...
Dr. Yılmaz Argüden'in başarısı...
Türkiye'nin gurur duyması gereken olaylardan birine daha tanık oluyoruz. Türkiye markasının 'turistik kıymetlerimiz' kadar, belki de onlarda fazla bu tip başarılarla gelişeceğine inananların sayısı az değil...
Biz bunu Türkiye İhracatçılar Meclisi Başkanı Mehmet Büyükekşi'nin düzenlediği ve adını 'Türkiye Markası Buluşmaları' koyduğu toplantılarda bir kez daha tespit etme şansı bulmuştuk...
İşte Türkiye markasına bu bağlamda bakanlar, Dr. Yılmaz Argüden'in Birleşmiş Milletler Teşkilatı nezdindeki Global Compact kuruluşunun en üst düzeydeki organı olan Yönetim Kurulu'na seçilmesini, avuçları ısınana kadar alkışlıyorlar.
Argüden önce ülkenin Yerel Ağ Temsilcisi seçildi. Sonra da 11 ülkenin yer aldığı Doğu Avrupa Yerel Ağları Temsilciliği'ne aday gösterildi ve kazandı. Şimdi de 7 bölgenin Yerel Ağ Temsilcisi arasından bu kez Dünya Temsilcisi seçilerek Ban Ki-mun'un başkanlık yaptığı en üst yönetim organına girmeye hak kazandı. Türkiye'den 265 dünyadan ise 12.000 kuruluşun imzaladığı sözleşmeye göre Birleşmiş Milletler'e düzenli bir şekilde ilerleme raporları vermek gerekiyor. Veremeyen kuruluş önce uyarılıyor sonra da listeden çıkarılıyor.
Üyeliği ciddi bir itibar sağlayan yapının amacı resmi sitesinde özetle şöyle anlatılıyor: 'BM Küresel İlkeler Sözleşmesi, sürekli rekabet içindeki iş dünyasına ortak bir kalkınma kültürü oluşturmak üzere evrensel ilkeler öneren yenilikçi bir kurumsal sorumluluk yaklaşımıdır. Vizyonu, 'Sürdürülebilir ve yoksulları kapsayan bir küresel ekonomik düzen' olan Sözleşme'ye taraf olmak tamamen gönüllülük esasına dayanıyor.' Tamamen gönüllülük esasıyla bu hizmeti sürdüren Dr. Yılmaz Argüden'i kutluyor yeni görevinde başarılar diliyoruz...
İletişim danışmanlarının kaderidir; anlatırsınız ve dinleyip de 'Çok haklısın!' diyenler dahil olmak üzere fikrinizi söylediğiniz liderler, gider bildiklerini yaparlar. Sonradan 'Biz dememiş miydik?' havalarına girmenin boşunalığını da yıllar içinde idrak ettiğimizden sesimize kulak veren lider sayısının çok az olmasına alışığızdır.
AK Parti iktidarının Türkiye'yi dönüştürdüğünü ve son 10 küsur yıldır özellikle altyapı konularında (hard issue) büyük başarılar sağlarken, insanın duygularıyla birebir alakalı olan üstyapı meselelerine (soft issue) ağırlık verilmediğini ve muhalefetin de bu alandaki zayıflığı göremediğini yazıp durmuştuk. Smart Power (akıllı güç) mutlaka devreye alınmalıydı...
Herkesin mutabık kalabileceği bir milli kültür politikamızın eksikliğinden başlayarak, iktidar alanından topluma, sanata, ilime ve irfana bakış açısını netleştirecek 'soft issue'lara (yumuşak konulara) ihtiyaç duyulduğunu yaza yaza hal olduk. Dedik ki; 'İşler, maddiyattan terse gitmez, maneviyattan gider'.
İletişim stratejisinin eksenini oluşturan 5 maddeden 4'ü 'akıllı güç'le ilgili. Ve de muhalefetin yine on yıllar önünde. Şapka çıkarılır. Ama ne zaman. Bu strateji lafta kalmadığı zaman... Toplumun nabzı tutulur, referans toplumdan alınırsa, bu noktaya gelmek mümkün.
Muhalefet, iki büyük ayağından birini 50'li, diğeri 83'lü yıllara, bit pazarına rahmet okuturcasına, yerleştirirken, yeniliklerin hâlâ iktidar kanadından gelmesi, 'demokrasi' açısından en büyük kusurlarımızdan biri olmaya devam ediyor aslında.
Muhalefetin hâlâ kendini AK Partiye göre konumlaması, Erdoğan düşmanlığıyla oyları artırmaya çalışması atık demode bile değil. Çünkü demode olabilmesi için bir zamanlar moda olmuş olması gerekmez mi?..
Kurumsallaşma; kurumları insanlardan korur
Ülkeyi beşik gibi sallayan 17 Aralık 'girişimiyle' (darbesi, müdahalesi, savaşı vb. adı ne olursa olsun) yaşadıklarımız, yaptığı pek çok tahribatın yanı sıra, özellikle yargıda kurumsallaşmanın ne kadar zayıf ve ortamın ne kadar 'insana bağımlı' olduğunu ortaya koymuştur.
Aynı televizyon programında (NTV'deki Yakın Plan) birlikte ağırlandığımız Prof. Dr. Ersan Şen'in vurguladığı 'Yargı asla kimseye biat etmez' ifadesinde de anlamını bulan, insanın muhtemel zararlı etkilerini boşa çıkarabilecek kurumsallaşmanın özlemi içindeyiz. En doğruyla en yanlışın aynı anda söylenebildiği bu tuhaf dönemde, bu özlemin gerçekleşmesi, boğayı boynuzlarından tutup yere oturtmak gibi zor görünüyor.
Olağanüstü durumlara göre vaziyet alma zorunluluğunun da 'kurumsallaşma' kriterlerini göz ardı etmemesine, 'olması gereken'le, 'bugünlük böyle olmalı' arasındaki farkın görülmesine özen gösterilmesinde yarar olduğunu tespit etmek durumundayız.
Hayatı zaaflarımızdan koruyabilmek için...
Reel politik yaklaşım, olayları izlemekten ve 'hislenmekten' çok anlamaya, okumaya çalışmak, tarafeynliğin alıp başını gittiği ortamlarda, vasat görüşlü, miyopluktan mustarip beyinlerin şiddetli muhalefetine maruz kalabiiyor. O nedenle aynı TV programında, 17 Aralık sonrası AK Parti'nin hem devleti, hem hükümeti hem de başta Başbakan olmak üzere kendisini korumak adına giriştiği 'savunma harekâtı'nda bazı -tabiri caizse- 'gayrı nizami harp' taktiklerini andıran yaklaşımlara yönlenmesini anlamaya çalışmamız, bazı Twitter diyaresine tutulmuş kendinden bile 'sınırlı sorumlu' arkadaşça eleştirildi... Çok sevindim... Demek doğru yoldaymışız, dedim kendime...
Size tavsiye; anlamanızı anlamayanları anlamaya çalışmayın...
Dr. Yılmaz Argüden'in başarısı...
Türkiye'nin gurur duyması gereken olaylardan birine daha tanık oluyoruz. Türkiye markasının 'turistik kıymetlerimiz' kadar, belki de onlarda fazla bu tip başarılarla gelişeceğine inananların sayısı az değil...
Biz bunu Türkiye İhracatçılar Meclisi Başkanı Mehmet Büyükekşi'nin düzenlediği ve adını 'Türkiye Markası Buluşmaları' koyduğu toplantılarda bir kez daha tespit etme şansı bulmuştuk...
İşte Türkiye markasına bu bağlamda bakanlar, Dr. Yılmaz Argüden'in Birleşmiş Milletler Teşkilatı nezdindeki Global Compact kuruluşunun en üst düzeydeki organı olan Yönetim Kurulu'na seçilmesini, avuçları ısınana kadar alkışlıyorlar.
Argüden önce ülkenin Yerel Ağ Temsilcisi seçildi. Sonra da 11 ülkenin yer aldığı Doğu Avrupa Yerel Ağları Temsilciliği'ne aday gösterildi ve kazandı. Şimdi de 7 bölgenin Yerel Ağ Temsilcisi arasından bu kez Dünya Temsilcisi seçilerek Ban Ki-mun'un başkanlık yaptığı en üst yönetim organına girmeye hak kazandı. Türkiye'den 265 dünyadan ise 12.000 kuruluşun imzaladığı sözleşmeye göre Birleşmiş Milletler'e düzenli bir şekilde ilerleme raporları vermek gerekiyor. Veremeyen kuruluş önce uyarılıyor sonra da listeden çıkarılıyor.
Üyeliği ciddi bir itibar sağlayan yapının amacı resmi sitesinde özetle şöyle anlatılıyor: 'BM Küresel İlkeler Sözleşmesi, sürekli rekabet içindeki iş dünyasına ortak bir kalkınma kültürü oluşturmak üzere evrensel ilkeler öneren yenilikçi bir kurumsal sorumluluk yaklaşımıdır. Vizyonu, 'Sürdürülebilir ve yoksulları kapsayan bir küresel ekonomik düzen' olan Sözleşme'ye taraf olmak tamamen gönüllülük esasına dayanıyor.' Tamamen gönüllülük esasıyla bu hizmeti sürdüren Dr. Yılmaz Argüden'i kutluyor yeni görevinde başarılar diliyoruz...