İvedik ve Türkiye'nin marka vaadi
08 Haziran 2009 Akşam Gazetesi
Büyük kulüplerimizden birinin üst düzey yöneticilerinden biri anlatıyordu. Bir gün maç bileti için Şahan Gökbakar Başkan'ı aramış. Demiş ki: 'Ben Şahan Gökbakar. Bilet için rahatsız etmiştim!'. Başkan telefonu kapatacak olmuş. 'Özür dilerim, ama tanıyamadım!' Gökbakar hemen tanınan kimliğini açıklamış: 'Hani' demiş, 'İvedik, Recep İvedik!'...
O zaman sorun kalmamış... Hemen muhabbet koyultulmuş. Bilet işi hallolmuş...
Bu kimlik meselesi önemlidir, şöhret yönetiminde... Brad Pitt'in telefonu açtığında Troya'dan mülhem, 'Ben Achilles, şu NBA Playoff'larına iki bilet rica edecektim!' demesi gibi bir şey...
Rolün şöhrete bu kadar yapışması iyi mi kötü mü?
The Guardian gazetesi, Türkiye muhabiri Robert Tait bir 'Recep İvedik' portresi kaleme almış. Tait, Recep İvedik için 'Edepsiz ve kaba; öfkeli patlamalara ve fizik şiddet tehditlerine eğilimli. Aynı zamanda Türkiye'nin en büyük sinema başarısı öyküsüdür' demiş ve devam etmiş:
'Ahlaksız ve kaba davranışlarıyla Türklerin sinema koltuklarında kahkahalar ile gülmesine neden olan geveze bir taksi şoförü karikatürüdür. Birçok kişi, onu, davranışları toplumda genel bir bayağılığı yansıtan grotesk bir tip olarak görüyor. Bazıları da, İvedik'i, halen Türkiye'nin eskiden sarsıntısız olan, rafine laik orta sınıfını zorlayan sosyal muhafazakar güçlerin bir simgesi olarak görüyor. Başkaları için ise, İstanbul'daki en alt sınıflarda çok sık rastlanan hoyrat karakterlerin tipik bir örneğidir.'
Robert Tait, görüntüsü itibarıyla 'korkutucu' diye nitelediği Recep İvedik'i, 'şişman', 'berbat giyiniyor', 'birkaç gün tıraş'la gezen bir karakter olarak da tanıtırken modern toplumda nasıl davranılacağından habersiz biri olarak otel odalarında tuvalet kullanmayı bilmediğinin de altını çiziyormuş.
Filmler bir ülkenin marka vaadini tüm dünyaya anlatması için bulunmaz fırsattır. Fransız sineması biraz da Fransa'yı anlatır; İtalyan sineması İtalya'yı; Amerikan sineması da ciddi bir oranda ABD'nin aynasıdır... Nathan Gardels boşuna, 'Pentagon'un giremediği yere Hollywood girer' dememektedir...
The Guardian da raconu kesmiş. Türkiye'nin marka vaadine en 'parlak' ışığı tutan film, Recep İvedik oluyor böylece...
Bu 'çarpıklıktan' İvedik'i sorumlu tutmak abesle iştigaldir. Mesele İvedik'te değil, sinemayı bir marka vaadi yönetimi aracı olarak görmeyen; uluslararası piyasalara girişi rekabetçi piyasa filmlerinden çok 'ağır tempolu' sanat filmleriyle sağlayabileceğine inanan, The Guardian'ın haberine sevinen zihniyete prim veren stratejilerde aramak daha doğru olacaktır... İvedik 'fazla' değil, 'diğerleri' eksiktir...
Ülke Hoca insana 'bahane' bırakmaz...
Bahçeşehir Üniversitesi'nde hasbelkader ders veren biri olarak, hafif yollu 'yağdanlıkla' suçlanmayı da göze alacağım ve üniversitenin rektörü Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan'ın AKŞAM Gazetesi'nde yazacak olmasına ne kadar sevindiğimi dile getireceğim...
Meraklısına not: Deniz Hoca hakkında daha önce de yazmıştım. (AKŞAM, 07 Mart 08, 17 Mart 08, 17 Ekim 08). Bu, 'yağdanlık' şüphesi uyandıracak ilk yazı değil yani...
AKŞAM Gazetesi için 'ciddi' bir zenginliktir Deniz Hoca. Buradaki vurgu daha çok 'ciddi' üzerinedir... Zaman zaman medyada 'ciddi' eksikliğini duyduğum 'ciddilik', önemli bir taraftar daha kazanıyor demek ki...
Bakın ne yazmışım onun için... Bugün de hiç çekinmeden altına imzamı atarım...
'Arıboğan salonu doldurmuş olan 350 kişiye, dünyaya, Türkiye'ye, sektöre birkaç adım geri çekilip belli bir mesafeden bakılmasının neden gerekli olduğunu ve bunun nasıl yapılabileceğini anlattı...
Ülke Hanım'ı dinlerken ülkenin böyle bir bilim insanı, yazar, anne, eş ve yöneticiye sahip olduğu için ne kadar şanslı olduğunu düşündüm. Eşi Lütfi Arıboğan'ı da tanırım. Dünya efendisi, dünya yakışıklısı olağanüstü bir 'delikanlı'dır. Oğulları 20 yaşında, kızları 14 yaşında imiş... 8 tane kitap yazmış Ülke Hanım... O, enerjisi, pırıl pırıl zekası ve konusuna hakimiyeti, özgüveni ile zirvenin tartışmasız yıldızı idi...
... Sevgili bayan arkadaşlarımıza, yaşamın stresi altında karamsarlığa düştüklerinde başlarını kaldırıp bakacakları bir 'benchmark' (kıyas noktası)... Ülke Hoca'yı izledikten sonra, kadınlarımızın zamansızlık, yoğunluk, eş ya da işlerine yeterince odaklanamama, kariyer yapmakta zorlanma gibi şikayetlerine kulak asmak çok zor...'
Tekrar hoş geldin sevgili Hocam...
Büyük kulüplerimizden birinin üst düzey yöneticilerinden biri anlatıyordu. Bir gün maç bileti için Şahan Gökbakar Başkan'ı aramış. Demiş ki: 'Ben Şahan Gökbakar. Bilet için rahatsız etmiştim!'. Başkan telefonu kapatacak olmuş. 'Özür dilerim, ama tanıyamadım!' Gökbakar hemen tanınan kimliğini açıklamış: 'Hani' demiş, 'İvedik, Recep İvedik!'...
O zaman sorun kalmamış... Hemen muhabbet koyultulmuş. Bilet işi hallolmuş...
Bu kimlik meselesi önemlidir, şöhret yönetiminde... Brad Pitt'in telefonu açtığında Troya'dan mülhem, 'Ben Achilles, şu NBA Playoff'larına iki bilet rica edecektim!' demesi gibi bir şey...
Rolün şöhrete bu kadar yapışması iyi mi kötü mü?
The Guardian gazetesi, Türkiye muhabiri Robert Tait bir 'Recep İvedik' portresi kaleme almış. Tait, Recep İvedik için 'Edepsiz ve kaba; öfkeli patlamalara ve fizik şiddet tehditlerine eğilimli. Aynı zamanda Türkiye'nin en büyük sinema başarısı öyküsüdür' demiş ve devam etmiş:
'Ahlaksız ve kaba davranışlarıyla Türklerin sinema koltuklarında kahkahalar ile gülmesine neden olan geveze bir taksi şoförü karikatürüdür. Birçok kişi, onu, davranışları toplumda genel bir bayağılığı yansıtan grotesk bir tip olarak görüyor. Bazıları da, İvedik'i, halen Türkiye'nin eskiden sarsıntısız olan, rafine laik orta sınıfını zorlayan sosyal muhafazakar güçlerin bir simgesi olarak görüyor. Başkaları için ise, İstanbul'daki en alt sınıflarda çok sık rastlanan hoyrat karakterlerin tipik bir örneğidir.'
Robert Tait, görüntüsü itibarıyla 'korkutucu' diye nitelediği Recep İvedik'i, 'şişman', 'berbat giyiniyor', 'birkaç gün tıraş'la gezen bir karakter olarak da tanıtırken modern toplumda nasıl davranılacağından habersiz biri olarak otel odalarında tuvalet kullanmayı bilmediğinin de altını çiziyormuş.
Filmler bir ülkenin marka vaadini tüm dünyaya anlatması için bulunmaz fırsattır. Fransız sineması biraz da Fransa'yı anlatır; İtalyan sineması İtalya'yı; Amerikan sineması da ciddi bir oranda ABD'nin aynasıdır... Nathan Gardels boşuna, 'Pentagon'un giremediği yere Hollywood girer' dememektedir...
The Guardian da raconu kesmiş. Türkiye'nin marka vaadine en 'parlak' ışığı tutan film, Recep İvedik oluyor böylece...
Bu 'çarpıklıktan' İvedik'i sorumlu tutmak abesle iştigaldir. Mesele İvedik'te değil, sinemayı bir marka vaadi yönetimi aracı olarak görmeyen; uluslararası piyasalara girişi rekabetçi piyasa filmlerinden çok 'ağır tempolu' sanat filmleriyle sağlayabileceğine inanan, The Guardian'ın haberine sevinen zihniyete prim veren stratejilerde aramak daha doğru olacaktır... İvedik 'fazla' değil, 'diğerleri' eksiktir...
Ülke Hoca insana 'bahane' bırakmaz...
Bahçeşehir Üniversitesi'nde hasbelkader ders veren biri olarak, hafif yollu 'yağdanlıkla' suçlanmayı da göze alacağım ve üniversitenin rektörü Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan'ın AKŞAM Gazetesi'nde yazacak olmasına ne kadar sevindiğimi dile getireceğim...
Meraklısına not: Deniz Hoca hakkında daha önce de yazmıştım. (AKŞAM, 07 Mart 08, 17 Mart 08, 17 Ekim 08). Bu, 'yağdanlık' şüphesi uyandıracak ilk yazı değil yani...
AKŞAM Gazetesi için 'ciddi' bir zenginliktir Deniz Hoca. Buradaki vurgu daha çok 'ciddi' üzerinedir... Zaman zaman medyada 'ciddi' eksikliğini duyduğum 'ciddilik', önemli bir taraftar daha kazanıyor demek ki...
Bakın ne yazmışım onun için... Bugün de hiç çekinmeden altına imzamı atarım...
'Arıboğan salonu doldurmuş olan 350 kişiye, dünyaya, Türkiye'ye, sektöre birkaç adım geri çekilip belli bir mesafeden bakılmasının neden gerekli olduğunu ve bunun nasıl yapılabileceğini anlattı...
Ülke Hanım'ı dinlerken ülkenin böyle bir bilim insanı, yazar, anne, eş ve yöneticiye sahip olduğu için ne kadar şanslı olduğunu düşündüm. Eşi Lütfi Arıboğan'ı da tanırım. Dünya efendisi, dünya yakışıklısı olağanüstü bir 'delikanlı'dır. Oğulları 20 yaşında, kızları 14 yaşında imiş... 8 tane kitap yazmış Ülke Hanım... O, enerjisi, pırıl pırıl zekası ve konusuna hakimiyeti, özgüveni ile zirvenin tartışmasız yıldızı idi...
... Sevgili bayan arkadaşlarımıza, yaşamın stresi altında karamsarlığa düştüklerinde başlarını kaldırıp bakacakları bir 'benchmark' (kıyas noktası)... Ülke Hoca'yı izledikten sonra, kadınlarımızın zamansızlık, yoğunluk, eş ya da işlerine yeterince odaklanamama, kariyer yapmakta zorlanma gibi şikayetlerine kulak asmak çok zor...'
Tekrar hoş geldin sevgili Hocam...