Kimse ellerini ovuşturmasın.
30 Aralık 2014 Yeni Şafak
Başta muhalefet partisi olmak üzere tüm siyasi partiler içinde ‘Demokrasi adına’ iç çekişmelerin ortaya çıkması vakay-ı âdiyedendir. Görülen odur ki benzer bir iç çatışmayı AK Parti saflarında da beklemek, iktidara kendi seçmen gücüyle ve kilit mesajlarıyla gelme olasılığını hayli zayıf gören muhalif gruplarca hasretle beklenir olmuştur.Oysa beğenelim beğenmeyelim, AK Parti 12 yıllık iktidarında pek ender yaşamıştır bu türden çelişkileri. Pek çok siyasi partide tsunami halinde gelen çelişki dalgaları AK Parti’de yüzeyde çırpıntılar olarak yaşanmaktadır.
Gezi olaylarında da böyle olmuştur. Kızlı erkekli öğrenci yurtlarıyla ilgili açıklamalarda da benzer bir durum yaşanmıştır.
AK Parti saflarındaki son iletişim kazasının kahramanları bu kez Cumhurbaşkanı’nın hükümeti toplama yetkisini kullanma konusunda yapılan açıklamalar çerçevesinde gündeme gelmiştir. Cumhurbaşkanı’nın kurmaylarından biri olduğu bilinen Sayın Binali Yıldırım’ın açıklamaları, daha sonrasında Sayın Bülent Arınç’ın sert sayılabilecek tepkisi, sonrasında Sayın Başbakan’ın bu konuda Cumhurbaşkanı ile yüzde yüz mutabakat içinde oldukları açıklaması; nihayet Sayın Cumhurbaşkanı’nın Bakanlar Kurulu’nu 19 Ocak’ta Beştepe’de toplayacağını ifade etmesi ve buradan “Yaşasın! İşte AK Parti kendi içinde çözülüyor” şeklinde bir sonuç çıkarmaya çalışanlara, iletişim süreçlerini selametle değerlendirebilmeleri adına en basit ve en geçerli yöntemi kullanmalarını tavsiye edelim: Geriye dönüp bakmak. Hatta bir küçük Google araştırması yeter: Benzer siyasi iletişim kazalarının sonucunda ne olmuştur; araştırılırsa görülür.
AK Parti’de güç odakları aramanın ve bunları birbirine düşürerek hükümeti yıpratmanın iktidara gelmek için bir çözüm olduğu stratejisinden vazgeçilmedikçe ve de her zaman dile getirdiğimiz gibi “Büyük Fikir, Büyük Lider, Büyük Teşkilat” üçlemesini oluşturmadan iktidar yoluna girilemeyeceğini bir kez daha anlamak için belki bu son iletişim kazası etkileyici bir vesile olabilir.
Bir de bütün bu iletişim kazalarının ‘Cambaza bak!’ numarası olduğunu, aslında AK Parti’nin çaktırmadan bir iki ikircikli yasayı Meclis’ten geçirmek üzere gündemi alt üst etmeye çalıştığını iddia eden gafiller var ki en komiği de onlar.
Russell Crowe dürüstlüğü...
Russell Crowe’un filmi ‘Son Umut’ hâlâ vizyonda. Bu filmi önemsemek lazım. Elbette çok özgün bir sinema örneği falan değil. Web sitemde “Hayatımı Zenginleştiren Filmler” sekmesine dahil etmeyeceğim kesin. Ancak sinema sanatının biraz dışında addedilebilecek bir özelliği nedeniyle önemsenmeli: İlk kez Batı gözüyle çekilmiş bir filmde Türkler ve Müslümanlar aşağılanmıyor ve tam tersine olanca insanî yönleriyle, muhabbetle ve neredeyse özel duygularıyla, (cephede eğlencenin ve Hey Onbeşli türküsünü söyleyen Cemal Çavuş’un (Cem Yılmaz) olağanüstü içtenlik yüklü sahnesiyle) birebir özdeşleştirilerek anlatılıyor. Bu bakış açısı Russell Crowe’un baştan aşağı dürüstlük diyebileceğimiz, sakin ve komplekssiz tutumuyla yakından alâkalıdır.
Talihin cilvesine bakın ki, yönetmenin sözkonusu filmle mekan bakmak için geldiği 2013’ün Ekim ayında biz kendisine pek de hayırhah sayılmayacak bir gözle bakmışız. 17 Ekim tarihli Yenişafak’ta temel bir sıkıntımızdan söz ederken ünlü sanatçıyı biraz hırpalamış mıyız neyiz? Şöyle demişiz:
“Russell Crowe’a destek nereye kadar?
Bu kez Russel Crowe dolaşıyor ortalıkta. Film çekecekmiş. Ne zaman Bond’lar, Liam Neeson’lar, Kapalıçarşı’nın damlarına (başka yer yokmuş gibi), İstanbul’’un sona kalmış eciş bücüş sokaklarına, Türkiye markası algısını hasara uğratabilecek en geri kalmış görüntülerin içine dalsalar, içim cız ediyor.
“Hollywood, Hıristiyan Batı’’nın ‘uyuzunu kaşımak’’ için oryantalizmin dibini vuracak film çekiyor diye, içim cız etmiyor... (Batı kamuoyunun, bizim bir türlü düzeltmeyi başaramadığımız, kendi yaptığımız filmlerle de büsbütün batırdığımız Türkiye algısı böyle.) Türk sinemacılar gibi versinler mekân kira paralarını, istediklerini çeksinler. Umurumda olmaz. Benim canımı sıkan, aşağılık kompleksinin en âlâsı ile, bir de bunlara devlet ve belediye desteğini sonuna kadar sağlıyor oluşumuz. Neymiş? Bunların yapacakları filmle İstanbul tanıtılacakmış...”
“Fazla değil; böyle destek verdiğimiz filmler arasında bir tane, sadece bir tane Tükiye’nin marka konumlanmasına destek olacak yapıt gösterin, bu konuda bütün yazdıklarımı yalayıp yutayım... “
Tam da bu noktada, Russell Crowe’un ‘Son Umut’ filminin, 17 Ekim 2013 tarihinde yazdığımız bu satırlarımızdaki düşüncelerimizi değiştirmeyeceğini, yönetmenin bambaşka bir kulvardaki çok beşeri tutumunun bizim marka konumlanmamıza destek de köstek de olmadığını ifade edelim. (Bu arada yine de Kapalıçarşı’nın damında koşmadan da duramadığını kayda geçelim)
Nereden bilirdik Russell Crowe’un Çanakkale Savaşı’nın acılarını Anzak ya da Türk diye ayrım yapmadan insanın yüreğinden bakarak görmeye kararlı olduğunu... Üstelik Kuvay-ı Milliyeciler’in saflarından da savaşı görmeye çalışan bir film yapmak arzusunda olduğunu nereden bilebilirdik? Samimi olmamız lazım. Usta aktör ve yönetmen Russell Crowe da filmin galası için geldiği İstanbul’da verdiği röportajda, ‘Çekimlere başladıktan sonra Türk tarafının filme bakış açısını görebildiğini’ itiraf edecek kadar içtenlikliydi.
Mesele, ‘taraflı’ ya da ‘tarafsız’ olmakta değil; ‘dürüst kalabilmek’te...
“Üvey evlat Halkla İlişkiler”
Bu başlıkla, bizim gazetenin dünkü ekonomi sayfalarında Orhan Orhun Ünal kardeşimizin bir araştırması yayınlandı. Biz bu yazının Halkla İlişkiler sektöründe çalışan ve yöneticilik yapan, üniversitelerde bu disiplinin eğitimini veren ve de yine bu sektörde varlık gösteren ajanslardan hizmet alan kurum yöneticileri tarafından mutlaka okunması gerektiğini düşünüyoruz. Belki o zaman Algılama Yönetimi’yle Algı Operasyonu arasındaki farkı anlamak; İtibar Yönetimi’nin ticari başarıya getirdiği katmadeğeri kavramak ve de PR ajansları ile çalışanlarının mesleki kalite standartlarına nasıl ulaşıp rekabetçi avantaj sağlayabileceklerini görmek mümkün olabilir. Özellikle de sayfanın en başına yerleştirilmiş olan ERA Research & Consultancy tarafından yapılan araştırmadaki sektörlerin itibar sonuçlarına bir göz atmakta yarar var.
Çünkü sektörünüz ne kadar muteberse siz de o kadar itibar kazanabilirsiniz.
Gezi olaylarında da böyle olmuştur. Kızlı erkekli öğrenci yurtlarıyla ilgili açıklamalarda da benzer bir durum yaşanmıştır.
AK Parti saflarındaki son iletişim kazasının kahramanları bu kez Cumhurbaşkanı’nın hükümeti toplama yetkisini kullanma konusunda yapılan açıklamalar çerçevesinde gündeme gelmiştir. Cumhurbaşkanı’nın kurmaylarından biri olduğu bilinen Sayın Binali Yıldırım’ın açıklamaları, daha sonrasında Sayın Bülent Arınç’ın sert sayılabilecek tepkisi, sonrasında Sayın Başbakan’ın bu konuda Cumhurbaşkanı ile yüzde yüz mutabakat içinde oldukları açıklaması; nihayet Sayın Cumhurbaşkanı’nın Bakanlar Kurulu’nu 19 Ocak’ta Beştepe’de toplayacağını ifade etmesi ve buradan “Yaşasın! İşte AK Parti kendi içinde çözülüyor” şeklinde bir sonuç çıkarmaya çalışanlara, iletişim süreçlerini selametle değerlendirebilmeleri adına en basit ve en geçerli yöntemi kullanmalarını tavsiye edelim: Geriye dönüp bakmak. Hatta bir küçük Google araştırması yeter: Benzer siyasi iletişim kazalarının sonucunda ne olmuştur; araştırılırsa görülür.
AK Parti’de güç odakları aramanın ve bunları birbirine düşürerek hükümeti yıpratmanın iktidara gelmek için bir çözüm olduğu stratejisinden vazgeçilmedikçe ve de her zaman dile getirdiğimiz gibi “Büyük Fikir, Büyük Lider, Büyük Teşkilat” üçlemesini oluşturmadan iktidar yoluna girilemeyeceğini bir kez daha anlamak için belki bu son iletişim kazası etkileyici bir vesile olabilir.
Bir de bütün bu iletişim kazalarının ‘Cambaza bak!’ numarası olduğunu, aslında AK Parti’nin çaktırmadan bir iki ikircikli yasayı Meclis’ten geçirmek üzere gündemi alt üst etmeye çalıştığını iddia eden gafiller var ki en komiği de onlar.
Russell Crowe dürüstlüğü...
Russell Crowe’un filmi ‘Son Umut’ hâlâ vizyonda. Bu filmi önemsemek lazım. Elbette çok özgün bir sinema örneği falan değil. Web sitemde “Hayatımı Zenginleştiren Filmler” sekmesine dahil etmeyeceğim kesin. Ancak sinema sanatının biraz dışında addedilebilecek bir özelliği nedeniyle önemsenmeli: İlk kez Batı gözüyle çekilmiş bir filmde Türkler ve Müslümanlar aşağılanmıyor ve tam tersine olanca insanî yönleriyle, muhabbetle ve neredeyse özel duygularıyla, (cephede eğlencenin ve Hey Onbeşli türküsünü söyleyen Cemal Çavuş’un (Cem Yılmaz) olağanüstü içtenlik yüklü sahnesiyle) birebir özdeşleştirilerek anlatılıyor. Bu bakış açısı Russell Crowe’un baştan aşağı dürüstlük diyebileceğimiz, sakin ve komplekssiz tutumuyla yakından alâkalıdır.
Talihin cilvesine bakın ki, yönetmenin sözkonusu filmle mekan bakmak için geldiği 2013’ün Ekim ayında biz kendisine pek de hayırhah sayılmayacak bir gözle bakmışız. 17 Ekim tarihli Yenişafak’ta temel bir sıkıntımızdan söz ederken ünlü sanatçıyı biraz hırpalamış mıyız neyiz? Şöyle demişiz:
“Russell Crowe’a destek nereye kadar?
Bu kez Russel Crowe dolaşıyor ortalıkta. Film çekecekmiş. Ne zaman Bond’lar, Liam Neeson’lar, Kapalıçarşı’nın damlarına (başka yer yokmuş gibi), İstanbul’’un sona kalmış eciş bücüş sokaklarına, Türkiye markası algısını hasara uğratabilecek en geri kalmış görüntülerin içine dalsalar, içim cız ediyor.
“Hollywood, Hıristiyan Batı’’nın ‘uyuzunu kaşımak’’ için oryantalizmin dibini vuracak film çekiyor diye, içim cız etmiyor... (Batı kamuoyunun, bizim bir türlü düzeltmeyi başaramadığımız, kendi yaptığımız filmlerle de büsbütün batırdığımız Türkiye algısı böyle.) Türk sinemacılar gibi versinler mekân kira paralarını, istediklerini çeksinler. Umurumda olmaz. Benim canımı sıkan, aşağılık kompleksinin en âlâsı ile, bir de bunlara devlet ve belediye desteğini sonuna kadar sağlıyor oluşumuz. Neymiş? Bunların yapacakları filmle İstanbul tanıtılacakmış...”
“Fazla değil; böyle destek verdiğimiz filmler arasında bir tane, sadece bir tane Tükiye’nin marka konumlanmasına destek olacak yapıt gösterin, bu konuda bütün yazdıklarımı yalayıp yutayım... “
Tam da bu noktada, Russell Crowe’un ‘Son Umut’ filminin, 17 Ekim 2013 tarihinde yazdığımız bu satırlarımızdaki düşüncelerimizi değiştirmeyeceğini, yönetmenin bambaşka bir kulvardaki çok beşeri tutumunun bizim marka konumlanmamıza destek de köstek de olmadığını ifade edelim. (Bu arada yine de Kapalıçarşı’nın damında koşmadan da duramadığını kayda geçelim)
Nereden bilirdik Russell Crowe’un Çanakkale Savaşı’nın acılarını Anzak ya da Türk diye ayrım yapmadan insanın yüreğinden bakarak görmeye kararlı olduğunu... Üstelik Kuvay-ı Milliyeciler’in saflarından da savaşı görmeye çalışan bir film yapmak arzusunda olduğunu nereden bilebilirdik? Samimi olmamız lazım. Usta aktör ve yönetmen Russell Crowe da filmin galası için geldiği İstanbul’da verdiği röportajda, ‘Çekimlere başladıktan sonra Türk tarafının filme bakış açısını görebildiğini’ itiraf edecek kadar içtenlikliydi.
Mesele, ‘taraflı’ ya da ‘tarafsız’ olmakta değil; ‘dürüst kalabilmek’te...
“Üvey evlat Halkla İlişkiler”
Bu başlıkla, bizim gazetenin dünkü ekonomi sayfalarında Orhan Orhun Ünal kardeşimizin bir araştırması yayınlandı. Biz bu yazının Halkla İlişkiler sektöründe çalışan ve yöneticilik yapan, üniversitelerde bu disiplinin eğitimini veren ve de yine bu sektörde varlık gösteren ajanslardan hizmet alan kurum yöneticileri tarafından mutlaka okunması gerektiğini düşünüyoruz. Belki o zaman Algılama Yönetimi’yle Algı Operasyonu arasındaki farkı anlamak; İtibar Yönetimi’nin ticari başarıya getirdiği katmadeğeri kavramak ve de PR ajansları ile çalışanlarının mesleki kalite standartlarına nasıl ulaşıp rekabetçi avantaj sağlayabileceklerini görmek mümkün olabilir. Özellikle de sayfanın en başına yerleştirilmiş olan ERA Research & Consultancy tarafından yapılan araştırmadaki sektörlerin itibar sonuçlarına bir göz atmakta yarar var.
Çünkü sektörünüz ne kadar muteberse siz de o kadar itibar kazanabilirsiniz.