Kriz iletişimi böyle yönetilmez
23 EYLÜL 2006
Kriz iletişimi başlı başına uzmanlık işidir. Nasıl kendi ameliyatınızı kendinizin yapmaması tavsiye edilirse. Nasıl kendi davanızı kendinizin takip etmemesi, kendi evinizi yaparken mutlaka bir uzmana danışmanız yerinde olursa, kriz anında mutlaka bir uzmana başvurmanız gerekir. Bana inanmıyorsanız “Kriz geliyorum der” kitabının yazarı Salim Kadıbeşegil’e sorun...
Aslında perakende sektörünün İngiliz ustası Tesco-Kipa bu işleri benden daha iyi bilir. Ama bu kez herhalde ya basiretleri bağlandı; ya da uygulamada sorun yaşadılar. Hadiseyi dünkü gazeteler geniş geniş verdiler. Antalya’daki Kipa mağazasının çatısı çöküyor. 7 kişi yaralanıyor, 3 yaşındaki Merve Taş hayatını kaybediyor.
Tesco-Kipa’dan yapılan açıklamada baş sağlığı dilenmiş ve “Keşke sadece maddi bir hasar yaşanmış olsaydı. Olay bölgemizde uzun süre etkili olan şiddetli rüzgârdan dolayı kaynaklandı. Kazada yaralanan aileyi ziyaret edeceğiz” Olacak iş mi şimdi bu açıklama?
1. Çatı rüzgârdan değil o çatının inşasındaki hatadan çökmüş olmalı. Çünkü Antalya’daki bütün çatılar çökmemiş. Tesco suçu rüzgara ya da binayı yapan mühendise atmakla kendini sıyıramaz. Sorumluluğu tamamen üstüne alması gerekir. Yoksa daha büyük hasar görür.
2. İletişim fakültesi birinci sınıf öğrencisi bilir ki, hasar ne kadar büyükse kriz iletişiminin dozajı da o kadar büyük olur. Çocuklarını kaybetmiş ya da yaralısı olan aileler elde çiçek ziyaret edilmez. Maddi manevi çok ciddi bir şekilde el taşın altına sokulur.
3. Bu kadar geç kalınmaz. Medyanın olayı veriş biçimi kontrolsüz bırakılmaz.
Umarız Tesco durumu toparlar...
Usta racon kesti: Konyalı makul!
Dün benim yazı uzun geldi. Kanyon – Konyalı yazısı bugüne kaldı. Bu arada minik bir gol yemiş olduk. Cengiz konuyu dün yazdı. Bizim yelkenden rüzgarı bir miktar aldı. Oysa Aydın Boysan Ağabeyi de yanıma alıp Cengiz Semercioğlu kardeşimi dize getirmiş olmanın tadını çıkaracaktım. Başka sefere.. TV’lerin bir yıllık performansı sonucu toplam ortalama ratingleri üzerine toto oynadık; bir takım elbisesine iddiaya girdik ya; o keyfi o zaman yaşarız...
Konyalı’nın fiyatları konusunda sevgili Cengiz Semercioğlu ile hemfikir değildik. Ben makul demiştim, o pahalı bulmuştu. Ben de onu ‘olayı’ yerinde izlemek üzere Konyalı’da bir akşam yemeğine davet ettim. Çarşamba akşamı oradaydık. Sadece küçük bir oyun hilesi yaptım ve kendisinin de iznini alarak bir usta davet ettim: Aydın Boysan... Kimsenin, onun keseceği racona itirazı olamazdı...
Amacıma ulaştığımı zannediyorum. Cengiz’i etki altına almayı başardık. Adam başına ortalama 45-48 YTL arası bitti gece. Ayrıca tüm yemekler –peynir tabağında beyaz peynirin eksik olması ve ısmarladığımız ilk üç Türk şarap markasının üçünün de henüz bulunmuyor olmasının dışında- Aydın ağabey dahil hepimizden geçer not aldı.
Meraklısına not: Bulunmayan ve Ramazandan sonra getirileceği söylenen o üç marka hangileriydi: Chateau Kalecik, Corvus Öküzgözü Boğazkere, Kayra Terra Öküzgözü Boğazkere, Sarafin Merlot 2005... Peki ne içildi: Kavaklıdere Ancyra 2005. Ortalama fiyata şarap tabii ki dahil değil.
Davulu yasaklayan yasaklayana
Ramazan davulcusu tartışması sonunda yasaklamaların da devreye girmesiyle kültürel bir çatışma noktasına doğru gidiyor. Bu kadar büyütmeseler iyiydi. İsteyen çaldırırdı, istemeyen sessiz geçerdi ramazan gecelerini. İş medyaya yansıdı. Bir süre sonra laik-anti laik muhabbeti bu konuyu da içine alıverir...
Duyduğumuza göre şu üç büyük belediye hem de ciddi ciddi açıklamalar yaparak yasak getirmiş: Bakırköy, Sarıyer, Üsküdar. Başka belediyeler de varmış yasaklayan. Allah’tan son iki belediye AK Partili; yoksa Bakırköy Belediye Başkanı Ateş Ünal Erzen yalnız kalacak, şimşekleri tek başına göğüslemek zorunda kalacaktı...
Çünkü kör ölür badem gözlü olur ya... Gece yarısı o davul sesinden pek çok kişi rahatsız olsa da, dijital radyosu ile müzik yayınıyla uyanmayı tercih etse de, geleneklere dokunuldu mu aslan kesiliriz biz..
Gerekçeler şöyle: 1. Oruç tutmayanlara saygısızlık oluyor. 2. Herkesin çalar saati var davula gerek yok. 3. Teknoloji çağında yaşıyoruz. Köyde de değiliz. İsteyen saatini, cep telefonunu kurar. 4. Ramazan davulları artık rahatsızlık veriyor. 5. Sahurdan çok önce başlıyorlar. Eline davul alan çalıyor. Küçük çocukları uyandırıyorlar; korkutuyorlar...
Bu beş gerekçe bu yıl mı devreye girdi?..
Bu arada davullu ya da davulsuz mübarek Ramazan ayının hepinize esenlik getirmesini diliyorum.
İş dünyasının uyanma zamanı
Yaz aylarında iş dünyasına yönelik büyük konferans ve zirveler pek yapılmaz. Eylül’ün ikinci haftası başlar bu işler. Ekim, Kasım, Aralık aylarında zirveye ulaşır... Ocak, Şubat aylarında tansiyon yine düşer. Okulların eğitim frekansıyla iş dünyasının etkinlik frekansı senkron gider bizde...
Her ne kadar havuz başlarında ya da teknelerde, dükkan sahiplerinin iddiasına göre Reina, Sortie gibi yerlerde bir çok iş üzerine el sıkışıldığı, yeni bağlantılar yakalandığı, asıl ilişki süreçlerinin bu tür yerlerde tesis edildiği iddia edilse de Haziran, Temmuz, Ağustos aylarında sadece deniz, güneş, kum turizmi olur, konferans turizmi değil...
Şu sıra hızlı bir dönemden geçiyoruz.
Bu etkinliklerin katılımcıları iki türlüdür. Bir: Silah zoruyla katılanlar... Bunlar şirketlerindeki yöneticilerinin tavsiyesi (zoru) üzerine giderler bu etkinliklere İki: Bireysel ve mesleki gelişimlerine önemli bir yatırım olarak görüp bu toplantıları aylar öncesinden not alanlar.
İşte benim lafım bu ikinci kategoridekilere. Bir de, son bir iki yıldır bu işlerde ilgilerinin azaldığını tespit ettiğim patron takımına... Bakın önümüzdeki bir kaç ay neler var: 3. Marketingist Pazarlama Fuar ve Konferansı (28 Eylül-1 Ekim), 14. Ulusal İnsan Yönetimi Kongresi (4-6 Ekim 2006), 25. İstanbul Kitap Fuarı ve içindeki konferanslar (28 Ekim-5 Kasım 2006), Marka-Müşteri İlişkileri Zirvesi (8-11 Kasım 2006), 5. Yönetim Zirvesi (16 Kasım 2006) , 6. Perakende Günleri (29-30 Kasım), Uluslararası Turizm Konferansı (20-26 Kasım 2006), 7. Pazarlama Zirvesi (7-8 Aralık 2006), 12. İnsan Kaynakları Zirvesi (13-14 Şubat 2007).
Rekabet giderek azıyor... Ayaklarınızın üzerinde durmak istiyorsanız, bilgi ve deneyimi tazelemek şart...
Aslında perakende sektörünün İngiliz ustası Tesco-Kipa bu işleri benden daha iyi bilir. Ama bu kez herhalde ya basiretleri bağlandı; ya da uygulamada sorun yaşadılar. Hadiseyi dünkü gazeteler geniş geniş verdiler. Antalya’daki Kipa mağazasının çatısı çöküyor. 7 kişi yaralanıyor, 3 yaşındaki Merve Taş hayatını kaybediyor.
Tesco-Kipa’dan yapılan açıklamada baş sağlığı dilenmiş ve “Keşke sadece maddi bir hasar yaşanmış olsaydı. Olay bölgemizde uzun süre etkili olan şiddetli rüzgârdan dolayı kaynaklandı. Kazada yaralanan aileyi ziyaret edeceğiz” Olacak iş mi şimdi bu açıklama?
1. Çatı rüzgârdan değil o çatının inşasındaki hatadan çökmüş olmalı. Çünkü Antalya’daki bütün çatılar çökmemiş. Tesco suçu rüzgara ya da binayı yapan mühendise atmakla kendini sıyıramaz. Sorumluluğu tamamen üstüne alması gerekir. Yoksa daha büyük hasar görür.
2. İletişim fakültesi birinci sınıf öğrencisi bilir ki, hasar ne kadar büyükse kriz iletişiminin dozajı da o kadar büyük olur. Çocuklarını kaybetmiş ya da yaralısı olan aileler elde çiçek ziyaret edilmez. Maddi manevi çok ciddi bir şekilde el taşın altına sokulur.
3. Bu kadar geç kalınmaz. Medyanın olayı veriş biçimi kontrolsüz bırakılmaz.
Umarız Tesco durumu toparlar...
Usta racon kesti: Konyalı makul!
Dün benim yazı uzun geldi. Kanyon – Konyalı yazısı bugüne kaldı. Bu arada minik bir gol yemiş olduk. Cengiz konuyu dün yazdı. Bizim yelkenden rüzgarı bir miktar aldı. Oysa Aydın Boysan Ağabeyi de yanıma alıp Cengiz Semercioğlu kardeşimi dize getirmiş olmanın tadını çıkaracaktım. Başka sefere.. TV’lerin bir yıllık performansı sonucu toplam ortalama ratingleri üzerine toto oynadık; bir takım elbisesine iddiaya girdik ya; o keyfi o zaman yaşarız...
Konyalı’nın fiyatları konusunda sevgili Cengiz Semercioğlu ile hemfikir değildik. Ben makul demiştim, o pahalı bulmuştu. Ben de onu ‘olayı’ yerinde izlemek üzere Konyalı’da bir akşam yemeğine davet ettim. Çarşamba akşamı oradaydık. Sadece küçük bir oyun hilesi yaptım ve kendisinin de iznini alarak bir usta davet ettim: Aydın Boysan... Kimsenin, onun keseceği racona itirazı olamazdı...
Amacıma ulaştığımı zannediyorum. Cengiz’i etki altına almayı başardık. Adam başına ortalama 45-48 YTL arası bitti gece. Ayrıca tüm yemekler –peynir tabağında beyaz peynirin eksik olması ve ısmarladığımız ilk üç Türk şarap markasının üçünün de henüz bulunmuyor olmasının dışında- Aydın ağabey dahil hepimizden geçer not aldı.
Meraklısına not: Bulunmayan ve Ramazandan sonra getirileceği söylenen o üç marka hangileriydi: Chateau Kalecik, Corvus Öküzgözü Boğazkere, Kayra Terra Öküzgözü Boğazkere, Sarafin Merlot 2005... Peki ne içildi: Kavaklıdere Ancyra 2005. Ortalama fiyata şarap tabii ki dahil değil.
Davulu yasaklayan yasaklayana
Ramazan davulcusu tartışması sonunda yasaklamaların da devreye girmesiyle kültürel bir çatışma noktasına doğru gidiyor. Bu kadar büyütmeseler iyiydi. İsteyen çaldırırdı, istemeyen sessiz geçerdi ramazan gecelerini. İş medyaya yansıdı. Bir süre sonra laik-anti laik muhabbeti bu konuyu da içine alıverir...
Duyduğumuza göre şu üç büyük belediye hem de ciddi ciddi açıklamalar yaparak yasak getirmiş: Bakırköy, Sarıyer, Üsküdar. Başka belediyeler de varmış yasaklayan. Allah’tan son iki belediye AK Partili; yoksa Bakırköy Belediye Başkanı Ateş Ünal Erzen yalnız kalacak, şimşekleri tek başına göğüslemek zorunda kalacaktı...
Çünkü kör ölür badem gözlü olur ya... Gece yarısı o davul sesinden pek çok kişi rahatsız olsa da, dijital radyosu ile müzik yayınıyla uyanmayı tercih etse de, geleneklere dokunuldu mu aslan kesiliriz biz..
Gerekçeler şöyle: 1. Oruç tutmayanlara saygısızlık oluyor. 2. Herkesin çalar saati var davula gerek yok. 3. Teknoloji çağında yaşıyoruz. Köyde de değiliz. İsteyen saatini, cep telefonunu kurar. 4. Ramazan davulları artık rahatsızlık veriyor. 5. Sahurdan çok önce başlıyorlar. Eline davul alan çalıyor. Küçük çocukları uyandırıyorlar; korkutuyorlar...
Bu beş gerekçe bu yıl mı devreye girdi?..
Bu arada davullu ya da davulsuz mübarek Ramazan ayının hepinize esenlik getirmesini diliyorum.
İş dünyasının uyanma zamanı
Yaz aylarında iş dünyasına yönelik büyük konferans ve zirveler pek yapılmaz. Eylül’ün ikinci haftası başlar bu işler. Ekim, Kasım, Aralık aylarında zirveye ulaşır... Ocak, Şubat aylarında tansiyon yine düşer. Okulların eğitim frekansıyla iş dünyasının etkinlik frekansı senkron gider bizde...
Her ne kadar havuz başlarında ya da teknelerde, dükkan sahiplerinin iddiasına göre Reina, Sortie gibi yerlerde bir çok iş üzerine el sıkışıldığı, yeni bağlantılar yakalandığı, asıl ilişki süreçlerinin bu tür yerlerde tesis edildiği iddia edilse de Haziran, Temmuz, Ağustos aylarında sadece deniz, güneş, kum turizmi olur, konferans turizmi değil...
Şu sıra hızlı bir dönemden geçiyoruz.
Bu etkinliklerin katılımcıları iki türlüdür. Bir: Silah zoruyla katılanlar... Bunlar şirketlerindeki yöneticilerinin tavsiyesi (zoru) üzerine giderler bu etkinliklere İki: Bireysel ve mesleki gelişimlerine önemli bir yatırım olarak görüp bu toplantıları aylar öncesinden not alanlar.
İşte benim lafım bu ikinci kategoridekilere. Bir de, son bir iki yıldır bu işlerde ilgilerinin azaldığını tespit ettiğim patron takımına... Bakın önümüzdeki bir kaç ay neler var: 3. Marketingist Pazarlama Fuar ve Konferansı (28 Eylül-1 Ekim), 14. Ulusal İnsan Yönetimi Kongresi (4-6 Ekim 2006), 25. İstanbul Kitap Fuarı ve içindeki konferanslar (28 Ekim-5 Kasım 2006), Marka-Müşteri İlişkileri Zirvesi (8-11 Kasım 2006), 5. Yönetim Zirvesi (16 Kasım 2006) , 6. Perakende Günleri (29-30 Kasım), Uluslararası Turizm Konferansı (20-26 Kasım 2006), 7. Pazarlama Zirvesi (7-8 Aralık 2006), 12. İnsan Kaynakları Zirvesi (13-14 Şubat 2007).
Rekabet giderek azıyor... Ayaklarınızın üzerinde durmak istiyorsanız, bilgi ve deneyimi tazelemek şart...