KSS tam da PR’ın işidir...
01 oCAK 2008
Bazı dostları kırmayı, kızdırmayı göze almıştık. Öyle de oldu.
TEMA Vakfı Kaynak Geliştirme ve Halkla İlişkiler Bölüm Başkanı Yeşim Beyla Hanım geçen sayıda yazdıklarımıza içerlemiş. Biraz da abartmış sanki. Konunun kırılma, üzülme dışında bir ilke ve iletişim uygulama meselesi olduğu için enine boyuna ele alınması gerektiğini düşünüyorum.
Önce Marketing Türkiye’nin 15 Aralık sayısında ne yazdığımızı özetle hatırlayalım.
Yeşim Hanım 9 Aralık Pazar günü Sabah gazetesi ekine yaptığı açıklamada demişti ki: “Şirketlerin çevre projelerine yaklaşımları, başlarda imaj ve PR çalışmalarından ibaretti. Ancak sponsorluk yerine oluşturduğumuz proje ortaklığı çalışmaları ve koyduğumuz işbirliği kriterleriyle kurumları bu yaklaşımdan kendi adımıza vazgeçirdik.”
Bunlardan ve devamında söylediklerinden şu sonuç çıkıyordu: “PR (Halkla İlişkiler) kötü bir şeydir. Bize destek olmak isteyenleri bu kötü alışkanlıktan vazgeçirdik; PR’ın (halkla ilişkilerin) yerine koyduğumuz işbirliği kriterleriyle proje ortaklığı çalışmalarını getirdik”…
Şöyle bitirmişim o yazıyı: “Bu açıklama TEMA’nın (unvanı) Halkla İlişkiler Bölüm Başkanı (olan) Yeşim kardeşime yakışmamış… Umarım Yeşim Hanım, benim anladığım şekilde bir şeyler demek istememiştir… Bir küçük açıklama gönderirse, gelecek sayıda bu sayfada yayınlarız…”
Yeşim Hanımdan yanıt var
Yeşim Hanım 19 Aralık günü uzunca bir yanıt iletti. Biraz kısaltarak aşağıya alıyorum:
“Dün (18.12.2007) öğlen saatlerinden itibaren çalan telefonlarla arayan arkadaşlarım hep aynı kelimelerle söze başladılar: ‘Yeşim; Marketing Türkiye’de bir yazı var; sakın üzülme Ali Bey konuyu yanlış anlayarak seninle ilgili bir yazı yazmış, bizim de anladığımız şekli ile açıklamanı gönder.’
Hepsinin ‘üzülme’ derken kastettiği hem STK’larda Halkla İlişkiler çalışmaları hem de mesleğimizin geleceği için verdiğim gönüllü mücadelede hiç olmayacak bir duruma düşmüş olmamdı.
Üzülme, demek kolay ama gerçekte olmuyor tabii ki. Gün boyu dolaştığım 4. firmadaki toplantıdan çıkıp dergiyi elim titreyerek aldım, içindekinden hiç değilse haberim var, diye kendimi avutarak metroda okuduğumda göz yaşlarıma engel olamadım.
Yapacak bir şey yok. Mesleğin tam tabiri ile duayeni, hepimizin örnek aldığı Sn. Ali Saydam’ın yazısına bu şekilde konu olmak durumu, kelimenin tam anlamıyla kötünün kötüsü.
Vakfa girmeden yandaki parkta biraz oturdum ve düşündüm. Hep kriz iletişimi değil mi idi Sn. Ali Saydam’ın sürekli bizi eğitmeye çalıştığı. Her zaman hizmet ettiğimiz kurumlar, kamuoyu önündeki kişiler mi krize girerdi? Hayır, biz halkla ilişkiler uzmanlarının da başına gelebilirdi ve yaşadığım buydu...”
22 yıllık PR’cı
“1985 yılında halkla ilişkiler mesleğine gönül verdim. 1990’da o zamanki adıyla HİD’e üye oldum ve 17 yıldır işimi büyük bir sevgi ve tutku ile yapıyorum.
Yedi yıl önce katıldığım TEMA ailesinde Halkla İlişkiler Bölümünü (gerçek ismi ile ) doğru stratejilere dayandırarak kurmak için büyük mücadele verdim.
Bir diğer mücadelem de sizin ifadenizle bindiği dalı kesen kurumlarla oldu.
Sürekli aldığımız talepler şöyleydi:
* Bir müşterimiz Kurumsal Sosyal Sorumluluk Projesi istiyor, ne projeleriniz var?
* Hizmet verdiğimiz firmamızın imajına katkıda bulunacak bir projeye destek vermek istiyoruz, sizinle ne yapabiliriz?
* Müşterilerimize yılbaşında hediye yerine fidan sertifikası göndereceğiz, logonuzu ürünlerimize koymak istiyoruz.
* 50 fidan dikimi yaptık ve web sitemize ‘TEMA’nın destekçisiyiz’ yazmak istiyoruz.
* Ürünlerimiz çevre dostu, bu imajı yerleştirmek için logonuzu bize verin, ürün satılsın, çevre korunsun...
Bir gün yine böyle arayıp ‘Hangi Kurumsal Sosyal Sorumluluk Projeleriniz var, dosya gönderir misiniz?’ diye soran bir firmaya:
‘Bugün çıkanlar yeni bitti, yarın 12.00 gibi ararsanız yeni çıkanlar arasından bir seçim yaparız’ dediğimi ve ertesi gün 12.00’de aradıklarında kamera şakası yapıyorlar diye düşündüğümü dün gibi hatırlıyorum.”
“KSS ilkeleri”
“Bunun ardından:
* Kurumsal Sosyal Sorumluluk nedir?
* Bu konuda hangi kriterlere göre ve kurumlara özel nasıl projeler hazırlanır?
* Konu ve işbirliği yapılacak STK nasıl belirlenir?
* Atıklarını kontrolsüzce doğaya bırakan bir kurum, eğitim vb. projelere destek verebilirken neden bir çevre projesine destek veremez?
* Bir STK, topluma sorumluluğu doğrultusunda katkıda bulunmak yerine, imaj ve PR’ını artırmak için, neden ‘sözde’ çevre projelerini desteklememeli?
* Özellikle çevre projelerini destekleyen kurumlar, bu destekle neden satış rakamlarını artırmayı hedeflememeli?
* Çevre projelerine destek verilmesi yerine proje ortağı olarak kurumun iç ve dış bütün bileşenlerinin neden birlikte sahada çalışması gerekir?
... gibi, temel konulardan oluşan çok uzun bir eğitim ve yaklaşım değiştirme sürecini başlattık.
Bu süreçte yukarıda sıraladığım gereklilikler yerine gelmedikçe işbirliği yapmadık. Bindiği dalı kesen kurumlar ise, elde etmek istedikleri tek şey imaj ve PR katkısı olduğundan, yanlış projelerle yollarına devam ettiler.”
Sabah örneği
“Tesisinizde çıkan atıkları en yakın nehre verirken imaj ve PR katkısı için fidan dikimi yapmak yanlış PR’dır. Sizin yanlış anlamanıza neden olduğum ifadem budur.
Çevre konusundaki Kurumsal Sosyal Sorumluluk Projelerine verilecek desteğe imaj ve PR olarak yaklaşan kurumlar, kısa vadede kazanç elde ettiklerini düşünebilirler ama uzun vadede sabun köpüğü gibi sönerler, kalıcı izler bırakmazlar.
Bugüne kadar içinde olduğum en önemli projelerimizden biri, her zaman ‘doğru proje doğru PR’dan ödün vermeyen şahsınız ve şirketinizle yaptığımız ‘Sabah gazetesi-TEMA’ işbirliğidir.
İlk görüşmelerimizde teklif, Sabah gazetesi satışlarından %1’lik desteğin vakfımıza aktarılması ve bu bağışı istediğimiz gibi değerlendirmemizdi. Oysa, yapılan işbirliğinin başarıya ulaşması için gazetenin yazarı, okuru ve çalışanının katılımı ile somut sonuçların alınabileceği bir projede bu bağışın değerlendirilmesi gerekiyordu. Örneğin, Kırsal Kalkınma Projesi gibi... O zaman halkla ilişkiler faaliyetleri de süreklilik kazanabilirdi. Bunun gibi 4 yıl boyunca o proje kapsamındaki tüm çalışmalara yapmaya çalıştığım katkıyı benim anlatmam doğru olmaz. Ama o projedeki ekip arkadaşlarım Sabah’tan Esra ve Bersay’dan Gülden Hanımlara sormanızı önerebilirim ancak.
Elimden geldiği, dilim döndüğünce sizlerden aldığım öğretiler doğrultusunda açıklamaya çalıştım. Takdir sizindir. Çok kötü bir durumda kaldım, ama her şeyin ilacı zaman. Geçince gönül kırıklığım azalacak, bir gün Sayın Ali Saydam beni okudu ve hakkımda yorum yaptı diye yine de mutlu olacağım. Tüm destek ve katkılarınız için teşekkür ediyor, iyi çalışmalar diliyorum. Saygılarımla, Yeşim Beyla...”
Tam konuyu kapatmak üzereyken...
Gel de için parçalanmasın...
Benimkisi eşekliğin dik alası.
Sana ne kardeşim... İletişim polisi misin sen?.. Belli ki, Yeşim Hanım tüm iyi niyetle bazı kavramları yerli yerinde kullanamamış. “İmaj ve PR peşinde olanlar” yerine “KSS ile ticari sponsorluğu birbirine karıştıranlar” deseydi, sesini çıkaracak mıydın? Hayır... O halde bu ne eleştirisi...
Tam da böyle düşünüp Sayın Beyla’da özür dileyerek konuyu kapatmaya hazırlanırken, bu kez 23 Aralık Pazar günü Hürriyet’in İK ekinde Beyla’nın bir başka röportajına rastlamaz mıyım? Bakın bu kez ne demiş Yeşim Hanım?
“Ajanslar KSS projesi yapmazlar. KSS projeleri STK’lar, devlet ve kurum kuruluşları arasında yapılır. Bunları yaparken bir organizasyon şirketine ihtiyaç vardır. Ajanslar, kurumla STK’nın işbirliği halinde yaptığı KSS projelerinin tanıtımı, ölçülmesi, değerlendirilmesi aşamasında destek verebilirler.”
Ben Yeşim Hanımdan her zaman özür dilerim. Hem de bin kere. Yüksünmem yani. Onu kırmak, mesleğine bu kadar emek vermiş, bu kadar iyi niyetli bir iletişimciyi üzmek, en son isteyeceğim şeydir. Ancak görüşüne kesinlikle katılmadığımı da belirtmeliyim.
Yeşim Hanıma katılmak demek, içinde STK ve devlet olmayan iletişim projelerinin Kurumsal Sosyal Sorumluluk ile alakası olmadığını peşinen teslim etmek demektir. PR ajanslarının KSS projelerini hayata geçirmek için STK’lardan ve devletten talimat beklemeleri gerektiğini kabullenmek demektir.
O zaman da şu projelerin birer KSS çalışması olmadığını ilan etmemiz gerekir: Aygaz’ın kendisine pek çok KSS ödülü getirmiş olan 1998'den bu yana yürüttüğü 'Aygaz Ev Kazalarına Karşı Uyarıyor' projesi; Opet’in 2004 IPRA Sosyal Sorumluluk ödülünü kazanmış olan ‘Temiz Tuvalet’ ve Altın Pusula ödülünü almış olan ‘Yeşil Yol’ kampanyası; yine IPRA Golden World Award ödülünü bu kez 2005 yılında alan Unilever’in ‘Klazomenai’ projesi ve Türkiye Halkla İlişkiler Derneği’nin (www.tuhid.org) her yıl verdiği Altın Pusula’da KSS dalında ödüle layık görülmüş, içinde STK ve/veya devletin olmadığı pek çok kampanya ile ödül almamış son derece etkili PR projeleri... Bunların hepsi mi kötü ‘imaj ve PR’ işidir? Olur mu hiç, sevgili Yeşim Hanım?
Kavramlar önemli mi? Çok önemli... Unutmayalım ki, “Düşüncelerimizin sınırları, dilimizin sınırları kadardır”... O zaman KSS ve PR ilişkisini doğru eksene oturtmak gerekir. Ben PR ajanslarının KSS projelerinde sadece organizasyon, tanıtım, ölçümleme ve değerlendirme işinden sorumlu olmaları gerektiği iddiasını ajanslara yapılmış ciddi bir haksızlık olarak görüyorum.
Ancak yine de bir an için durmakta yarar var. TÜHİD’in, İDA’nın (İletişim Danışmanlığı Şirketleri Derneği), iletişim fakülteleri hocalarının bu konuda yol göstermesi (racon kesmesi) daha doğru olmaz mı?.. Belki de ben yanılıyorum... Kim bilir?..
TEMA Vakfı Kaynak Geliştirme ve Halkla İlişkiler Bölüm Başkanı Yeşim Beyla Hanım geçen sayıda yazdıklarımıza içerlemiş. Biraz da abartmış sanki. Konunun kırılma, üzülme dışında bir ilke ve iletişim uygulama meselesi olduğu için enine boyuna ele alınması gerektiğini düşünüyorum.
Önce Marketing Türkiye’nin 15 Aralık sayısında ne yazdığımızı özetle hatırlayalım.
Yeşim Hanım 9 Aralık Pazar günü Sabah gazetesi ekine yaptığı açıklamada demişti ki: “Şirketlerin çevre projelerine yaklaşımları, başlarda imaj ve PR çalışmalarından ibaretti. Ancak sponsorluk yerine oluşturduğumuz proje ortaklığı çalışmaları ve koyduğumuz işbirliği kriterleriyle kurumları bu yaklaşımdan kendi adımıza vazgeçirdik.”
Bunlardan ve devamında söylediklerinden şu sonuç çıkıyordu: “PR (Halkla İlişkiler) kötü bir şeydir. Bize destek olmak isteyenleri bu kötü alışkanlıktan vazgeçirdik; PR’ın (halkla ilişkilerin) yerine koyduğumuz işbirliği kriterleriyle proje ortaklığı çalışmalarını getirdik”…
Şöyle bitirmişim o yazıyı: “Bu açıklama TEMA’nın (unvanı) Halkla İlişkiler Bölüm Başkanı (olan) Yeşim kardeşime yakışmamış… Umarım Yeşim Hanım, benim anladığım şekilde bir şeyler demek istememiştir… Bir küçük açıklama gönderirse, gelecek sayıda bu sayfada yayınlarız…”
Yeşim Hanımdan yanıt var
Yeşim Hanım 19 Aralık günü uzunca bir yanıt iletti. Biraz kısaltarak aşağıya alıyorum:
“Dün (18.12.2007) öğlen saatlerinden itibaren çalan telefonlarla arayan arkadaşlarım hep aynı kelimelerle söze başladılar: ‘Yeşim; Marketing Türkiye’de bir yazı var; sakın üzülme Ali Bey konuyu yanlış anlayarak seninle ilgili bir yazı yazmış, bizim de anladığımız şekli ile açıklamanı gönder.’
Hepsinin ‘üzülme’ derken kastettiği hem STK’larda Halkla İlişkiler çalışmaları hem de mesleğimizin geleceği için verdiğim gönüllü mücadelede hiç olmayacak bir duruma düşmüş olmamdı.
Üzülme, demek kolay ama gerçekte olmuyor tabii ki. Gün boyu dolaştığım 4. firmadaki toplantıdan çıkıp dergiyi elim titreyerek aldım, içindekinden hiç değilse haberim var, diye kendimi avutarak metroda okuduğumda göz yaşlarıma engel olamadım.
Yapacak bir şey yok. Mesleğin tam tabiri ile duayeni, hepimizin örnek aldığı Sn. Ali Saydam’ın yazısına bu şekilde konu olmak durumu, kelimenin tam anlamıyla kötünün kötüsü.
Vakfa girmeden yandaki parkta biraz oturdum ve düşündüm. Hep kriz iletişimi değil mi idi Sn. Ali Saydam’ın sürekli bizi eğitmeye çalıştığı. Her zaman hizmet ettiğimiz kurumlar, kamuoyu önündeki kişiler mi krize girerdi? Hayır, biz halkla ilişkiler uzmanlarının da başına gelebilirdi ve yaşadığım buydu...”
22 yıllık PR’cı
“1985 yılında halkla ilişkiler mesleğine gönül verdim. 1990’da o zamanki adıyla HİD’e üye oldum ve 17 yıldır işimi büyük bir sevgi ve tutku ile yapıyorum.
Yedi yıl önce katıldığım TEMA ailesinde Halkla İlişkiler Bölümünü (gerçek ismi ile ) doğru stratejilere dayandırarak kurmak için büyük mücadele verdim.
Bir diğer mücadelem de sizin ifadenizle bindiği dalı kesen kurumlarla oldu.
Sürekli aldığımız talepler şöyleydi:
* Bir müşterimiz Kurumsal Sosyal Sorumluluk Projesi istiyor, ne projeleriniz var?
* Hizmet verdiğimiz firmamızın imajına katkıda bulunacak bir projeye destek vermek istiyoruz, sizinle ne yapabiliriz?
* Müşterilerimize yılbaşında hediye yerine fidan sertifikası göndereceğiz, logonuzu ürünlerimize koymak istiyoruz.
* 50 fidan dikimi yaptık ve web sitemize ‘TEMA’nın destekçisiyiz’ yazmak istiyoruz.
* Ürünlerimiz çevre dostu, bu imajı yerleştirmek için logonuzu bize verin, ürün satılsın, çevre korunsun...
Bir gün yine böyle arayıp ‘Hangi Kurumsal Sosyal Sorumluluk Projeleriniz var, dosya gönderir misiniz?’ diye soran bir firmaya:
‘Bugün çıkanlar yeni bitti, yarın 12.00 gibi ararsanız yeni çıkanlar arasından bir seçim yaparız’ dediğimi ve ertesi gün 12.00’de aradıklarında kamera şakası yapıyorlar diye düşündüğümü dün gibi hatırlıyorum.”
“KSS ilkeleri”
“Bunun ardından:
* Kurumsal Sosyal Sorumluluk nedir?
* Bu konuda hangi kriterlere göre ve kurumlara özel nasıl projeler hazırlanır?
* Konu ve işbirliği yapılacak STK nasıl belirlenir?
* Atıklarını kontrolsüzce doğaya bırakan bir kurum, eğitim vb. projelere destek verebilirken neden bir çevre projesine destek veremez?
* Bir STK, topluma sorumluluğu doğrultusunda katkıda bulunmak yerine, imaj ve PR’ını artırmak için, neden ‘sözde’ çevre projelerini desteklememeli?
* Özellikle çevre projelerini destekleyen kurumlar, bu destekle neden satış rakamlarını artırmayı hedeflememeli?
* Çevre projelerine destek verilmesi yerine proje ortağı olarak kurumun iç ve dış bütün bileşenlerinin neden birlikte sahada çalışması gerekir?
... gibi, temel konulardan oluşan çok uzun bir eğitim ve yaklaşım değiştirme sürecini başlattık.
Bu süreçte yukarıda sıraladığım gereklilikler yerine gelmedikçe işbirliği yapmadık. Bindiği dalı kesen kurumlar ise, elde etmek istedikleri tek şey imaj ve PR katkısı olduğundan, yanlış projelerle yollarına devam ettiler.”
Sabah örneği
“Tesisinizde çıkan atıkları en yakın nehre verirken imaj ve PR katkısı için fidan dikimi yapmak yanlış PR’dır. Sizin yanlış anlamanıza neden olduğum ifadem budur.
Çevre konusundaki Kurumsal Sosyal Sorumluluk Projelerine verilecek desteğe imaj ve PR olarak yaklaşan kurumlar, kısa vadede kazanç elde ettiklerini düşünebilirler ama uzun vadede sabun köpüğü gibi sönerler, kalıcı izler bırakmazlar.
Bugüne kadar içinde olduğum en önemli projelerimizden biri, her zaman ‘doğru proje doğru PR’dan ödün vermeyen şahsınız ve şirketinizle yaptığımız ‘Sabah gazetesi-TEMA’ işbirliğidir.
İlk görüşmelerimizde teklif, Sabah gazetesi satışlarından %1’lik desteğin vakfımıza aktarılması ve bu bağışı istediğimiz gibi değerlendirmemizdi. Oysa, yapılan işbirliğinin başarıya ulaşması için gazetenin yazarı, okuru ve çalışanının katılımı ile somut sonuçların alınabileceği bir projede bu bağışın değerlendirilmesi gerekiyordu. Örneğin, Kırsal Kalkınma Projesi gibi... O zaman halkla ilişkiler faaliyetleri de süreklilik kazanabilirdi. Bunun gibi 4 yıl boyunca o proje kapsamındaki tüm çalışmalara yapmaya çalıştığım katkıyı benim anlatmam doğru olmaz. Ama o projedeki ekip arkadaşlarım Sabah’tan Esra ve Bersay’dan Gülden Hanımlara sormanızı önerebilirim ancak.
Elimden geldiği, dilim döndüğünce sizlerden aldığım öğretiler doğrultusunda açıklamaya çalıştım. Takdir sizindir. Çok kötü bir durumda kaldım, ama her şeyin ilacı zaman. Geçince gönül kırıklığım azalacak, bir gün Sayın Ali Saydam beni okudu ve hakkımda yorum yaptı diye yine de mutlu olacağım. Tüm destek ve katkılarınız için teşekkür ediyor, iyi çalışmalar diliyorum. Saygılarımla, Yeşim Beyla...”
Tam konuyu kapatmak üzereyken...
Gel de için parçalanmasın...
Benimkisi eşekliğin dik alası.
Sana ne kardeşim... İletişim polisi misin sen?.. Belli ki, Yeşim Hanım tüm iyi niyetle bazı kavramları yerli yerinde kullanamamış. “İmaj ve PR peşinde olanlar” yerine “KSS ile ticari sponsorluğu birbirine karıştıranlar” deseydi, sesini çıkaracak mıydın? Hayır... O halde bu ne eleştirisi...
Tam da böyle düşünüp Sayın Beyla’da özür dileyerek konuyu kapatmaya hazırlanırken, bu kez 23 Aralık Pazar günü Hürriyet’in İK ekinde Beyla’nın bir başka röportajına rastlamaz mıyım? Bakın bu kez ne demiş Yeşim Hanım?
“Ajanslar KSS projesi yapmazlar. KSS projeleri STK’lar, devlet ve kurum kuruluşları arasında yapılır. Bunları yaparken bir organizasyon şirketine ihtiyaç vardır. Ajanslar, kurumla STK’nın işbirliği halinde yaptığı KSS projelerinin tanıtımı, ölçülmesi, değerlendirilmesi aşamasında destek verebilirler.”
Ben Yeşim Hanımdan her zaman özür dilerim. Hem de bin kere. Yüksünmem yani. Onu kırmak, mesleğine bu kadar emek vermiş, bu kadar iyi niyetli bir iletişimciyi üzmek, en son isteyeceğim şeydir. Ancak görüşüne kesinlikle katılmadığımı da belirtmeliyim.
Yeşim Hanıma katılmak demek, içinde STK ve devlet olmayan iletişim projelerinin Kurumsal Sosyal Sorumluluk ile alakası olmadığını peşinen teslim etmek demektir. PR ajanslarının KSS projelerini hayata geçirmek için STK’lardan ve devletten talimat beklemeleri gerektiğini kabullenmek demektir.
O zaman da şu projelerin birer KSS çalışması olmadığını ilan etmemiz gerekir: Aygaz’ın kendisine pek çok KSS ödülü getirmiş olan 1998'den bu yana yürüttüğü 'Aygaz Ev Kazalarına Karşı Uyarıyor' projesi; Opet’in 2004 IPRA Sosyal Sorumluluk ödülünü kazanmış olan ‘Temiz Tuvalet’ ve Altın Pusula ödülünü almış olan ‘Yeşil Yol’ kampanyası; yine IPRA Golden World Award ödülünü bu kez 2005 yılında alan Unilever’in ‘Klazomenai’ projesi ve Türkiye Halkla İlişkiler Derneği’nin (www.tuhid.org) her yıl verdiği Altın Pusula’da KSS dalında ödüle layık görülmüş, içinde STK ve/veya devletin olmadığı pek çok kampanya ile ödül almamış son derece etkili PR projeleri... Bunların hepsi mi kötü ‘imaj ve PR’ işidir? Olur mu hiç, sevgili Yeşim Hanım?
Kavramlar önemli mi? Çok önemli... Unutmayalım ki, “Düşüncelerimizin sınırları, dilimizin sınırları kadardır”... O zaman KSS ve PR ilişkisini doğru eksene oturtmak gerekir. Ben PR ajanslarının KSS projelerinde sadece organizasyon, tanıtım, ölçümleme ve değerlendirme işinden sorumlu olmaları gerektiği iddiasını ajanslara yapılmış ciddi bir haksızlık olarak görüyorum.
Ancak yine de bir an için durmakta yarar var. TÜHİD’in, İDA’nın (İletişim Danışmanlığı Şirketleri Derneği), iletişim fakülteleri hocalarının bu konuda yol göstermesi (racon kesmesi) daha doğru olmaz mı?.. Belki de ben yanılıyorum... Kim bilir?..