''Kurumsal vatandaşlık'' nedir?
28.12.2013 - Yeni Şafak Gazetesi
Salı günü Cüneyt Özdemir'in sorularını yanıtlarken 'Kurumsal vatandaşlık' kavramının altını ısrarla çizmeye çalışmıştım ki program sonrasında bir dostumuzun uyarısıyla şu gerçeğin farkına varıverdim. 'Kurumsal Vatandaşlık' dediğimizde muradımızın ne olduğunu anlamayanların sayısı hayli kabarık olabilirmiş!
İletişim ve iş dünyasının en temel kavramlarından biri olduğu için herkes tarafından anlaşıldığını düşünmüş olmalıyım. Meğerse uluslararası standartlara ayarlı yaşayabilmekle eş anlamlı ve basbayağı özünde iç huzurunun yattığı bu meselenin henüz kavramı bile oturmamış. Cüneyt de benim gibi düşünmüş olmalı ki, 'Şu 'kurumsal vatandaşlık' konusunu biraz deşsek? Vatandaşın kurumsallaşması mı? Şirket sahibi olması mı? Nedir?' diye sormadı.
Geç kalmış sayılmayız. Söz uçar yazı kalır.
İstisnasız tüm kurumların ve kurum g,ibi hareket etmek durumunda olan kişilerin kendilerini bir öz denetimden geçirmelerine katkı sağlayabilmesi için 'Kurumsal vatandaşlık' nedir'i, dilimiz döndüğünce özetlemeye çalışalım:
Vergisini ödeyip de adını gizleyenler ya da itibarlarına yönelik bazı ithamlarla karşı karşıya geldiklerinde bile gerçeği izah eden bir açıklama yapmaktan çekinen, 'Bizi bilen zaten biliyor. Aman neme lazım ortaya çıkmayayım' diye köşe bucak saklananların 'Kurumsal Vatandaşlık' denilen en doğal 'itibar göstergesi'nden bir an önce haberdar olmaları lazım. Öyle hava atmakla, kurumla, kibirle alâkası olmayan bir 'itibar' payandasıdır bu ve her eve lazımdır.
Marketing Türkiye dergisinin1 Eylül 2001 tarihli sayısında madde madde yazarak açıkladığımız 'Kurumsal Vatandaşlık' bahsini bu köşede 'en basite indirgeyerek' tekrarlayalım. Söylemeye bile gerek yok, bu bahsin olmazsa olmazı vergilerin, SGK kesintilerinin düzenli ve olması gerektiği miktarlarda ödenmesidir. 'Kurumsal vatandaşlık'ın diğer 'hayata dair' kriterlerini sıralayalım:
1. Şeffaf ve açık muhasebe sistemine sahip olmak. Bu, lâfla olmaz. Yeminli mali müşavir denetimi dışında iç ve dış olmak üzere, belgelenmiş iki denetim hizmeti daha almak... Şeffaflıkla açıklık arasındaki farkı kavramak.
2. Çalışanların bordrolarında brüt maaşlarını netlerine göre göstermek ve SGK ödemesini onun üzerinden yapmak.
3. Çalışanların ücretlerini bordroda düşük gösterip, üstünü 'zarf'la ödeyip, zarfla ödenen kısım gelir hanesinde kalacağından bu sefer fazla vergi ödenmesi söz konusu olacağı için, sağdan soldan fatura bulup farkı kapatmaya çalışmamak.
4. Stajyerler dahil kimseyi sigortasız çalıştırmamak. Stajyerlere en az asgari ücretin üçte birini, yemek ve yol parasını ödemek, onları yetiştirmeyi bir sorumluluk olarak görmek.
5. Ulusal ve uluslar arası meslek kuruluşlarına üye olmak ve bunların ortaya koyduğu etik kodları hayata geçirmeyi kabullenmek.
6. Birleşmiş Milletler'in (BM) Küresel İlkeler Sözleşmesini (Global Compact) imzalamak ve imzaladığınız sözleşmedeki ilkelerle ile ilgili her yıl gelişim raporunu BM'ye sunmak ve bunu sürdürmek.
7. Kurumsallaşma süreçlerini hızla geliştirmek; kurumsal hafıza, bireysel gelişim ve kariyer olanaklarını hedefleyen performans değerlendirme sistemini zenginleştirmek ve 5 kurumsal süreçte uluslar arası standartları yakalamak üzere yola çıkılmak: a. Finansal süreçler, b. İlişki süreçleri, c. İletişim süreçleri, d. Yapısal süreçler, e. Üretim süreçleri.
8. Bunlar bize lüks hangi şirkette varmış ki, dememek. Çünkü pek çok şirkette var. Bakının etrafınıza göreceksiniz.
'Bizi bilen biliyor.' diyerek rehavete kapılan ve ahbap çavuş muhabbeti dediğimiz 'ilişki yönetimi'nde ısrar edip, 'itibar yönetimi'ni devreye sokma konusunda adımını atmaya üşenenler, gün gelip kendilerini anlatmak isteseler de 'anlatamama' riskiyle karşı karşıya kalabiliyorlar.
Unutmayalım, 'Kurumsal vatandaşlık'tan teknik puanlar alınır, 'İtibar Yönetimi'nden de artistik. Birincisi yoksa ikincisi hiçbir işe yaramaz.
İyi ki 'onlar' var..
'Ortak ruhi şekillenme' kavramını dilime pelesenk ettiğimden bu yana duyduğum en güzel örneklerden birini sizinle paylaşmak istedim. Bizim ecnebi aydınlarımızın ağzının suyunun aktığı hangi gelişmiş Hıristiyan Batı ülkesinde böyle bir duygu bütünlüğü vardır ve bu duygu bütünlüğü insanın hayatını hangi ortak gelişim noktasında, nasıl etkiler? Bu sorunun yanıtını bilmeden ne ülkemiz insanını okumak mümkündür, ne de siyasi ve ekonomik iletişimi yönetmek… Bakın Twitter'deki bir hesapta ne tür diyaloglara dikkat çekmişler:
'Misafirler gitsin, ben sana göstericem!'
'Anne yemek ne zamana olur? / Piştiği zaman'.
'Kimseye beddua etme evladım. Günah.'
'18 yaşına gelmiş olman demek, artık bizim çocuğumuz değilsin anlamına gelmez.'
'O bi şey yemez teyzesi, yok yok zahmet etme, çay da sevmez :) Yok teyzesi kek de sevmez :)'
'Bi pazar da annecim kahvaltı hazır, deyip uyandırın. Ahh ahhh!'
'Oğlum uyudun mu / Evet / İyi o zaman.'
'Anne ya, biz arkadaşlarlan yılbaşında park ormana gidelim diyoruz size ayıp olmazsa. /ah kızııım öyle ormana mormana gitmeyin evladım..'
'Hadi sofrayaaa / Anne ben yemicem tokum. /Ne demek tokum? / Yemiycem işte istemiyorum. / Ne demek yemiycem işte istemiyorum?'
'Para babanda, tabii onu daha çok seveceksiniz..'
'Aloo evladım 'dur bak sana kimi veriyorum. (Teyze, hala, amca tüm sülaleyle konuşmak zorunda kaldı.)'
'Bu unutkanlıkla kendini nasıl kaybetmiyorsun, hayret!'
'Nasıl geçti sınavın? / Kötü. / Aç gittin ondan.'
'Artık bir işe gir çalış be evladım. Ama sigortası olsun, mutlaka sigorta yapsınlar. Sigortalı bir işe gir.'
'Seni görünce valla ben üşüyorum... Ayakların da mı çıplak...Aaaa!!!??'
'Aynısı pazarda 10 Lira!'
'Babası kılıklı!'
Twitter'daki '@Anne Klasikleri' hesabında yazan her kimse, bize annelerimizin, çevrelerine saçtıkları bitmez tükenmez özveri duyguları ve enerjileriyle bu topraklardaki yapıcı, birleştirici bir tutkal vazifesi gördüklerini de hatırlamamıza vesile oluyor. İnsanın içi ısınıyor. Kültür ve değerleri buluşturan, sürdürülebilir kılan şefkat, mizah duygusu, güven; ne ararsanız var… Bu sıcaklığa hele de şu günlerde ne kadar çok ihtiyacımız var…
Salı günü Cüneyt Özdemir'in sorularını yanıtlarken 'Kurumsal vatandaşlık' kavramının altını ısrarla çizmeye çalışmıştım ki program sonrasında bir dostumuzun uyarısıyla şu gerçeğin farkına varıverdim. 'Kurumsal Vatandaşlık' dediğimizde muradımızın ne olduğunu anlamayanların sayısı hayli kabarık olabilirmiş!
İletişim ve iş dünyasının en temel kavramlarından biri olduğu için herkes tarafından anlaşıldığını düşünmüş olmalıyım. Meğerse uluslararası standartlara ayarlı yaşayabilmekle eş anlamlı ve basbayağı özünde iç huzurunun yattığı bu meselenin henüz kavramı bile oturmamış. Cüneyt de benim gibi düşünmüş olmalı ki, 'Şu 'kurumsal vatandaşlık' konusunu biraz deşsek? Vatandaşın kurumsallaşması mı? Şirket sahibi olması mı? Nedir?' diye sormadı.
Geç kalmış sayılmayız. Söz uçar yazı kalır.
İstisnasız tüm kurumların ve kurum g,ibi hareket etmek durumunda olan kişilerin kendilerini bir öz denetimden geçirmelerine katkı sağlayabilmesi için 'Kurumsal vatandaşlık' nedir'i, dilimiz döndüğünce özetlemeye çalışalım:
Vergisini ödeyip de adını gizleyenler ya da itibarlarına yönelik bazı ithamlarla karşı karşıya geldiklerinde bile gerçeği izah eden bir açıklama yapmaktan çekinen, 'Bizi bilen zaten biliyor. Aman neme lazım ortaya çıkmayayım' diye köşe bucak saklananların 'Kurumsal Vatandaşlık' denilen en doğal 'itibar göstergesi'nden bir an önce haberdar olmaları lazım. Öyle hava atmakla, kurumla, kibirle alâkası olmayan bir 'itibar' payandasıdır bu ve her eve lazımdır.
Marketing Türkiye dergisinin1 Eylül 2001 tarihli sayısında madde madde yazarak açıkladığımız 'Kurumsal Vatandaşlık' bahsini bu köşede 'en basite indirgeyerek' tekrarlayalım. Söylemeye bile gerek yok, bu bahsin olmazsa olmazı vergilerin, SGK kesintilerinin düzenli ve olması gerektiği miktarlarda ödenmesidir. 'Kurumsal vatandaşlık'ın diğer 'hayata dair' kriterlerini sıralayalım:
1. Şeffaf ve açık muhasebe sistemine sahip olmak. Bu, lâfla olmaz. Yeminli mali müşavir denetimi dışında iç ve dış olmak üzere, belgelenmiş iki denetim hizmeti daha almak... Şeffaflıkla açıklık arasındaki farkı kavramak.
2. Çalışanların bordrolarında brüt maaşlarını netlerine göre göstermek ve SGK ödemesini onun üzerinden yapmak.
3. Çalışanların ücretlerini bordroda düşük gösterip, üstünü 'zarf'la ödeyip, zarfla ödenen kısım gelir hanesinde kalacağından bu sefer fazla vergi ödenmesi söz konusu olacağı için, sağdan soldan fatura bulup farkı kapatmaya çalışmamak.
4. Stajyerler dahil kimseyi sigortasız çalıştırmamak. Stajyerlere en az asgari ücretin üçte birini, yemek ve yol parasını ödemek, onları yetiştirmeyi bir sorumluluk olarak görmek.
5. Ulusal ve uluslar arası meslek kuruluşlarına üye olmak ve bunların ortaya koyduğu etik kodları hayata geçirmeyi kabullenmek.
6. Birleşmiş Milletler'in (BM) Küresel İlkeler Sözleşmesini (Global Compact) imzalamak ve imzaladığınız sözleşmedeki ilkelerle ile ilgili her yıl gelişim raporunu BM'ye sunmak ve bunu sürdürmek.
7. Kurumsallaşma süreçlerini hızla geliştirmek; kurumsal hafıza, bireysel gelişim ve kariyer olanaklarını hedefleyen performans değerlendirme sistemini zenginleştirmek ve 5 kurumsal süreçte uluslar arası standartları yakalamak üzere yola çıkılmak: a. Finansal süreçler, b. İlişki süreçleri, c. İletişim süreçleri, d. Yapısal süreçler, e. Üretim süreçleri.
8. Bunlar bize lüks hangi şirkette varmış ki, dememek. Çünkü pek çok şirkette var. Bakının etrafınıza göreceksiniz.
'Bizi bilen biliyor.' diyerek rehavete kapılan ve ahbap çavuş muhabbeti dediğimiz 'ilişki yönetimi'nde ısrar edip, 'itibar yönetimi'ni devreye sokma konusunda adımını atmaya üşenenler, gün gelip kendilerini anlatmak isteseler de 'anlatamama' riskiyle karşı karşıya kalabiliyorlar.
Unutmayalım, 'Kurumsal vatandaşlık'tan teknik puanlar alınır, 'İtibar Yönetimi'nden de artistik. Birincisi yoksa ikincisi hiçbir işe yaramaz.
İyi ki 'onlar' var..
'Ortak ruhi şekillenme' kavramını dilime pelesenk ettiğimden bu yana duyduğum en güzel örneklerden birini sizinle paylaşmak istedim. Bizim ecnebi aydınlarımızın ağzının suyunun aktığı hangi gelişmiş Hıristiyan Batı ülkesinde böyle bir duygu bütünlüğü vardır ve bu duygu bütünlüğü insanın hayatını hangi ortak gelişim noktasında, nasıl etkiler? Bu sorunun yanıtını bilmeden ne ülkemiz insanını okumak mümkündür, ne de siyasi ve ekonomik iletişimi yönetmek… Bakın Twitter'deki bir hesapta ne tür diyaloglara dikkat çekmişler:
'Misafirler gitsin, ben sana göstericem!'
'Anne yemek ne zamana olur? / Piştiği zaman'.
'Kimseye beddua etme evladım. Günah.'
'18 yaşına gelmiş olman demek, artık bizim çocuğumuz değilsin anlamına gelmez.'
'O bi şey yemez teyzesi, yok yok zahmet etme, çay da sevmez :) Yok teyzesi kek de sevmez :)'
'Bi pazar da annecim kahvaltı hazır, deyip uyandırın. Ahh ahhh!'
'Oğlum uyudun mu / Evet / İyi o zaman.'
'Anne ya, biz arkadaşlarlan yılbaşında park ormana gidelim diyoruz size ayıp olmazsa. /ah kızııım öyle ormana mormana gitmeyin evladım..'
'Hadi sofrayaaa / Anne ben yemicem tokum. /Ne demek tokum? / Yemiycem işte istemiyorum. / Ne demek yemiycem işte istemiyorum?'
'Para babanda, tabii onu daha çok seveceksiniz..'
'Aloo evladım 'dur bak sana kimi veriyorum. (Teyze, hala, amca tüm sülaleyle konuşmak zorunda kaldı.)'
'Bu unutkanlıkla kendini nasıl kaybetmiyorsun, hayret!'
'Nasıl geçti sınavın? / Kötü. / Aç gittin ondan.'
'Artık bir işe gir çalış be evladım. Ama sigortası olsun, mutlaka sigorta yapsınlar. Sigortalı bir işe gir.'
'Seni görünce valla ben üşüyorum... Ayakların da mı çıplak...Aaaa!!!??'
'Aynısı pazarda 10 Lira!'
'Babası kılıklı!'
Twitter'daki '@Anne Klasikleri' hesabında yazan her kimse, bize annelerimizin, çevrelerine saçtıkları bitmez tükenmez özveri duyguları ve enerjileriyle bu topraklardaki yapıcı, birleştirici bir tutkal vazifesi gördüklerini de hatırlamamıza vesile oluyor. İnsanın içi ısınıyor. Kültür ve değerleri buluşturan, sürdürülebilir kılan şefkat, mizah duygusu, güven; ne ararsanız var… Bu sıcaklığa hele de şu günlerde ne kadar çok ihtiyacımız var…