“Bilgiyi, sezginin süzgecinden geçirmek gerekir”…
01 AĞUSTOS 2008
İletişim mesleğine geçmeye hazırlanan, kendisini iletişim danışmanlığına yakın hisseden pek çok gence örnek oluşturabilecek bir yazışmayı buraya aktarmak istiyorum… Bir taşla üç kuş vurmak adına:
Bir: Bu sorunsalı tartışanlara örnek olması için.
İki: Bana benzer soruları yöneltenlere, “Gidin Marketing Türkiye’ye bakın” diyebilmek için.
Üç: Bireysel gelecek tasarımı ve uygulaması konusunda benchmark olacak bir vakayı bir kez de dergi sayfalarında tespit etmek için…
2007 sonbaharının ilk günleriydi. Bozcaada’da Otel Katina’nın nefis kafesinde oturmuş muhabbet ediyorduk.
Dört genç gelip oturdu yan masaya. Bir şekilde sohbet açıldı. Staj dönemindeydiler… Gelecekte neler yapabileceklerini tartışıyorlardı…
Şöyle dediğimizi hatırlıyorum: “On yıl sonra nerede olmak istediğinizi soyutlayın. Sonra bunun için 5 yıl sonra nerede olmanız gerektiğini bulun. Daha sonra 5 yıl sonraki hedef için gelecek yıl ne yapmak istediğinize; onun için de önümüzdeki aylarda nelerin gerçekleşmesi gerektiğine ve nihayet tüm bunlar için yarın ne yapacağınıza karar verin!”…
Bu tür ‘iskandilleri’ pek çok yerde pek çok gence atarım… Bazıları ucundan tutar… Bazıları salar gider… O sohbetteki gençlerin içinden de bir tanesi takılmış… İlk mail şöyleydi:
“Merhaba Ali Bey,
Ben Bozcaada'daki gençlerden D.'yim. Biliyorum e-mail adresinizi 10 yıl sonra nasıl bir yerde olduğumuzu, ne yaptığımızı öğrenmek için verdiniz ama ben 10 yıl bekleyemedim. Sizin için cumartesi günkü sohbet belki diğerlerinden nispeten farklı, ümit veren gençlerle yaptığınız güzel bir sohbetti ama bizim için-hele de benim için- çok önemliydi, belki de bir dönüm noktasıydı. Bana hayallerimi ve yapmak istediklerimi o kadar kuvvetli bir şekilde hatırlattınız ki… Cumartesi günkü sohbetten bazı cümleler bazı anlar gün içinde kısa kısa aklıma gelince yaptığım her neyse daha bir dört elle sarılıyorum. Farkedilmek ümit verici. Çok teşekkür ederiz.
Şöyle geri dönmüşüm D’ye:
“Sevgili D.
Üretim ilişkilerindeki ve pazar davranışlarındaki değişim bizi öyle bir hale getirdi ki, hep kendimizden dışarıya doğru yaşar, bakar hale geldik. Kendimizdeki, ailemizdeki güzellikler ve doğruları bıraktık, 'aranmaya' başladık. Oysa "Arayan bulamaz!"... İlgilendiysen bilirsin; Attilâ İlhan'ın dediği gibi bu hususta da Tanzimat'tır kırılma noktamız.
Teşekkür edecek bir şey yok. Ben sadece size ayna tutmaya çalıştım. Kendinizi, ailenizi daha çok değil ama daha iyi sevmeniz ve daha iyi anlamanız için...
Arkadaşlarına da iletmeyi, minik bir networking çalışması yürütmeyi istersen; çevremdeki arkadaşlara yolladığım, onların da bana gönderdiği 'okuma - izleme' önerilerini sizinle de paylaşırım. Hani bir yıllık staj süresinde kültürel anlamda 'horizontal' gelişmemizi de yönetecektik ya... :-))
Sevgiler
AliS
Not: Batı'yı anlama noktasında VIII. Henry önemli bir figürdür. Bu çerçevede Shakespeare'in aynı adlı eserini okumak ve filmini izlemek iyi gelir. Tabii şu filmler de süperdir: A man for all seasons, Anne Boleyn, Elizabeth 1, Anne Boleyn'in kız kardeşi üzerine şu sıra oynayan film ve yeni çıkan kitap... Asıl önerim bu çarşamba 22.15'de Digiturk'te gösterilecek olan The Tudors... O da aynı dönemi anlatır...
Neden bu dönem... Batı hayranlarını, batıyı şuursuzca göklere çıkarıp Osmanlıyı hile, desise ve ihanetler, cinayetler ülkesi gibi göstermeye çalıştıkları zaman 'yalnız bırakmamak' için... Bu çerçevede 'Kraliçe Margot' da iyi bir örnektir... Bu kez gelişmiş ve medeni (!) Fransız sarayından...
D’den yanıt uzun bir aradan sonra geldi:
“Merhaba Ali Hocam,
Çok uzun süredir size yazmak istiyorum aslında. Ama biraz da rahatsızlık vermemek adına kendimi tutuyordum ki paylaşmak istediğim şeyler artınca kendimi tutamadım. Bozcaada'daki sohbetimizin ve yazılarınızı 8-9 aydır takip ettiğim için artık sizi biraz da tanıyor olmanın verdiği güvenle bu e-maili yazıyorum size..
İş hayatının öyle bir temposu var ki, bir iş bittiğinde bir diğeri peşi sıra başladığı için ‘acaba yaptığım iş beni tatmin ediyor mu, hayattan beklentim bu mu’ diye durup düşünecek gücü bulamıyor insan. Hele bir de hayalleriniz güneye siz kuzeye gidiyor ve bunu da içten içe çok iyi biliyorsanız, eğer durup ben ne yapıyorum diye düşünürseniz, ipin üstünde çok hızlı koşan bir cambaz misali, durduğunuz anda dengenizin bozulup düşmesinden korkuyorsunuz.
Şunu netlikle görebiliyorum ki, bundan 10 yıl sonra, çalışkanlığım ve disiplinim sayesinde Türkiye standartlarında çok iyi bir maaşım ve de yüksek statülü bir işim olacak. Ama öğrenmek istediğim ya da öğretmek istediğim bilgiler bunlar olmayacak. Bu meslekte 5 yıl daha devam edersem, o kadar fazla bir emek vermiş olacağım ki, bir gün çantamı alıp ofisten çıkmak istediğimde aslında yapmak istediğim şeye emek harcamak için biraz geç olacak hem de bu kadar çok emek vermiş olduğum için mahsulünü görmek isteyeceğim. O yüzden radikal bir karar alacaksam ve eğitimini aldığım bölümden farklı bir yöne yöneleceksem tam zamanıdır diye düşünüyorum.
Ali Hocam, yaklaşık 8-9 sene önce Ayn Rand'ın "Atlas Vazgeçti" kitaplarını keşfetmiştim. Ayn Rand'ın savunduklarının hepsine katılmam mümkün değildi tabi ama yine de hayatımla ilgili kararlarımda, insanlara ve üretmeye bakışımda, çalışkanlığımda çok etkisi oldu. 10 kişi bir masada oturursunuz, nereye gitsek diye düşünürsünüz, kimseden fikir çıkmaz, siz de bir öneride bulunursunuz, birden herkes fikir sahibi olur ve oraya gitmemeyi savunur ama hala bir tek kişi bile çıkıp yeni bir öneri getirmez. İşte bu kitaplardan bu düzeni öğrendim ben aslında. Hayatta yapmak istediklerine inanmak ve kim ne derse desin bunların arkasında durabilmek, içinden gülümseyip bir gün onların da seni takip edebileceğini bilmek gerekiyor ne de olsa "Great love and great achievements involve great risks". İnsanın yapması gereken işin "yetenekli" olduğu konu olduğunu, ve hakikaten yetenekli olduğu işte çalışan insanın üretebileceğini öğrendim.
Tam da bu noktada Ali Hocam size 8 ay önce de sormuştum, o zaman ‘bir stajınızı bitirin’ demiştiniz.
Ben üzerime düşeni yaptım, stajımı bitiriyorum. Staj süresince yaptığım işe hayatım boyunca bu mesleği sürdürecekmişim gibi emek verdim, öğrenmeye çalıştım.
Şimdi soruyorum:
Benim mesleki birikimimde birinden iletişimci olur mu?
P.S. Milli takım 120+2 de golü attı. Havalara sıçradım. Yerime oturduğumda bu e-maili atacağımı biliyordum. Çünkü inancı gördüm, Kendi bildiği yolda dimdik yürüyen, geride kalanların kendisini takip edeceğini bilen Fatih Terim'i gördüm. Sabahtan beri telefonum durmuyor. Almanya'dan, İspanya'dan, Avusturya'dan, Çek Cumhuriyeti'nden arkadaşlarım e-mailler, mesajlar atıp Türk Milli Takımı'nın başarısını tebrik ediyorlar. "Gurur" hissettiklerimi tarif etmeye yetmiyor..
Biz ne demişiz arkadaşa:
“Hemen söyleyeyim, senden sadece iletişimci değil, çok şey olur... Ayrıca bizde pek olmasa da dünyada 'İş iletişimi' (Business Communication) bağlamında kariyer yapanların içinde senin meslekten gelenler neredeyse çoğunluktalar...
İnsanın kendini (değerlerini, kültürünü, yeteneklerini) keşfetmeye çalışması, tanıması, bunun bir 'emek, zahmet' ve 'istikrarlı değişim' meselesi olduğunu kavraması kolay iş değildir. Sen bunun için sağlam bir yola çıkmışsın... O nedenle gelecekten endişe duymana artık hiç bir neden yok, gibi geldi bana...
Eğer iletişimci olmaya niyetleneceksen sana tavsiyelerim şunlar olur:
1. Bersay'ın web sitesine gir iyice bak (www.bersay.com.tr).
2. Benim yazdığım "Algılama Yönetimi" adlı kitabı edin [http://www.ideefixe.com/Kitap/tanim.asp?sid=JXPGLMEV93NLNZPU5PPK], [http://www.hepsiburada.com/productdetails.aspx?categoryid=9993&productid=krota2], Buna ilaveten Salim Kadıbeşegil'in İtibar Yönetimi'ni [http://www.ideefixe.com/Kitap/tanim.asp?sid=LMG4KFPUDY7YPXWRY828] ve Arın Saydam'ın "Kurumsal İtibarınızdan Kaç Sıfır Atabilirsiniz" adlı kitabını okumanda yarar var [http://www.kobifinans.com.tr/tr/bilgi_merkezi/0206/8464/6]
2. Philip Kotler'in "Principles of Marketing" (Pazarlama İletişimi) adlı kitabını hatmet [http://www.ideefixe.com/Kitap/tanim.asp?sid=BLJ424F47Y5YLSS2E4XS], [http://www.garantialisveris.com/rotaline/str_prod.asp?storeID=577&productID=65519]
3. James Grunig'in Halkla İlişkilerde ve İletişim Yönetiminde Mükemmellik kitabını hazmet [http://www.kitapturk.com/V2/Pg/MetaDetail/Number/30781/Halkla_Iliskiler_ve_Iletisim_Yonetiminde_Mukemmellik.htm], Mümkünse İngilizcesinden oku, çünkü Türkçesi o kadar iyi değildir: [http://www.amazon.co.uk/Excellence-Relations-Communication-Management-Communications/dp/0805802274/ref=sr_1_1?ie=UTF8&s=books&qid=1214136917&sr=1-1],
4. Bu üçü olmazsa olmazlar. Bir de Clark L. Caywood'un sıkı bir kitabı vardır: Handbook of Strategic Public Relations & Integrated Communications [http://www.amazon.co.uk/Handbook-Strategic-Relations-Integrated-Communications/dp/0786311312/ref=sr_1_1?ie=UTF8&s=books&qid=1214136993&sr=1-1]
5. Bunları okuduktan sonra ilaveten Pazarlama İletişiminin Mekke'si sayılan Northwestern Üniversitesinin şu adreste bulunan Journal of Integrated Marketing Communications adlı dergisindeki makalelere de göz atabilirsin: [http://jimc.medill.northwestern.edu/JIMCWebsite/site.htm]
Şu 5 maddeyi devirdikten ve sıfırdan yeni bir mesleği hem kuramsal hem de uygulama odaklı bir yaklaşımla öğrenmeye karar vermenin ne tür bedelleri olabileceğini kafanda şöyle bir kestirdikten sonra görüşebilirsek, hem zaman kazanırız, hem de sohbetimiz ciddi derinlik kazanır...
Şimdi yanıtı okuyalım:
“E-mailinize gerçekten çok sevindim, teşekkür ederim. Herhalde yolum daha iyi aydınlatılamazdı. Fikir vermekle kalmayıp kendi kendime çalışıp öğrenmemi, bu konuda daha fazla bilgi sahibi olmamı sağlamak için kitaplar önermişsiniz.. Handbook of Strategic Public Relations and Integrated Communications'ı hemen istettim Google'dan. Northwestern'in websitesinden de makaleleri indirdim ve okumaya başladım bile.
Bu konuda birkaç kitap devirip(çalışıp) daha fazla fikir sahibi olduğuma inandığımda sizinle görüşmeyi çok isterim.”
Hemen arkasından bir e-posta daha gelmiş:
“Bu emaili, kitapları okumaya çoktan başladığımı söylemek için yazıyorum aslında. İşe sizin kitabınızla ve Northwestern makaleleriyle başladım. İngilizce makalelerle kitabınızı aynı anda okumanın ilginç olduğunu söyleyebilirim. İletişimde de diğer bilim alanlarındakine benzer teorik tartışmaların olduğunu görmek beni şaşırtmakla beraber bunları öğrenmek de son derece zevkli geliyor. Kitabınızı okurken şu an için en önemli çıkarımım ‘bu toprakları ve insanını tanımanın’ ne kadar önemli olduğu. Bunu başaramadan ölmek istemem işte. 18 yaşımda AFS ile ABD'ye gidip bir sene kaldığımdan beri aslında herşeyin "kişisel" olduğunu düşünürüm. Kişilere tek tek ulaşıp, onları kalplerinden yakalamayınca kitlelere hitap etmek mümkün değil sanırım. Öyle bir mesleğiniz var ki Ali Bey, mahsül alabilmek için, bilgiyi, sezginin süzgecinden geçirmek gerekiyor. Sezgi sahibi olabilmek içinse ‘farkındalık sahibi’ olmak lazım. Size özeniyorum ve sizinle karşılıklı bu konuları konuşmak için sabırsızlanıyorum.”..
Derinlik, değişim ve gelişim emek ister… Kendine bu emeği veren herkese dünyadaki tüm kapılar açılır.
‘İnsan Kıymetleri’(!) yöneticisi ne yapmalı?
Bu sütunlarda da tartışmıştık… ‘İnsan kaynak mıdır, yoksa kıymet mi?’ meselesi…
İnsan ‘para’ gibi, ‘zaman’ gibi, ‘hammadde’ gibi yönetilmesi gereken bir kaynak mıdır, yoksa ‘değerler’ gibi, ‘hedefler gibi’, ‘özel müşteri –client’ gibi, ‘hissedarlar’ gibi, ‘itibar’ gibi yönetilmesi gereken ‘kıymet -asset’ mi?..
Çünkü tüm diğer süreçlerin yönetimi, bu konudaki karar ve tutuma bağlıdır. Başta da ‘iç iletişim’ süreçleri…
İnsanı ‘kaynak’ olarak gören bakış açısının iç iletişim araçları olarak ortaya attığı etkinlik fikirleri başkadır, ‘kıymet’ olarak görenlerinki başka…
Önce birincisine güzel bir örnek verelim…
Hürriyet Gazetesi İK eki 13.07.2008. Sayfa 3: “Petrol Ofisi insan kaynaklarını yeniden yapılandırdı. Bu süreçte amaç dinamik, işlevsel, sonuç ve müşteri odaklı, açık iletişim tarzını belirlemiş ve stratejilerini hayata geçirebilen bir organizasyonel yapıya kavuşmaktı. Çalışan ilişkilerini güçlendirmek için açık ofis çalışma düzeni, açık kapı uygulaması, tüm çalışanların davet edildiği, iletişimi kuvvetlendirmek amacıyla açık iletişim toplantıları, belli periyotlarda CEO ile organize edilen öğle yemekleri, çalışanların CEO ile görüşlerini paylaşabileceği e-mail adresi uygulamaya geçti.”
Yazıda Petrol Ofisi İK Müdürü Nermin Mirza hanımla yapılmış geniş bir röportaj var… Mirza, ‘yeniden yapılanmayı’ anlatmış...
Soru: “Yaptığınız iç iletişim çalışmaları neler?”
Yanıt: “Çalışan ilişkilerimizi güçlendirmek, iç iletişimimizi geliştirmek için bir dizi uygulamamız var:
- Açık ofis çalışma düzeni; açık kapı uygulaması; gerek duyulduğunda yüzyüze görüşebilme imkanı
- Çalışana özel, samimi bir dille hazırladığımız, aylık PONews bültenimiz, bilgi panolarımız, özel günlerin kutlanılması (doğum günü mesajları, hizmet yılı doldurma mesajları ve yılbaşı kutlamaları) ve Sağlıklı Yaşam Eğitimleri kapsamında her ay yapılan sağlık konulu seminerler ve konuk sunucular.
- İK süreçlerine ait genel katılımlı bilgilendirme toplantıları ve gerektiğinde iş toplantılarında istenilen konuların paylaşılması imkanı
- Tüm çalışanların davet edildiği, yüzyüze yapılan iletişimi kuvvetlendirmek amacıyla yaptığımız açık iletişim adı verilen toplantılar, Genel Müdürlük ve diğer işyerlerinde çalışanlar arasında iletişimin kuvvetlendirilmesi amacıyla yapılan saha ziyaretleri.
- Belli periyotlarda CEO ile organize edilen öğle yemekleri, çalışanların CEO ile görüşlerini paylaşabileceği e-mail adresi
… 2008 senesi içerisinde yaklaşık 60 çalışanımız CEO’muz ile öğle yemeğinde buluştu.”
Herkese bu söyleşiyi internetten indirip tamamını okumasını öneririm. En azından tartışmanın bir parçası olmak adına…
Bizim görüşümüze göre bu söyleşide PO İK Direktörü Nermin Hanım tarafından dile getiren ‘iç iletişim’ uygulamaları, işin ‘kaynak anlayışıyla’ ele alındığı ve default (fabrika çıkışı) olarak kabul edilen yanıdır. Yani olmazsa olmazlardan söz etmiş Sayın Mirza. Teknik puanların alındığı örnekler vermiş… Buna araştırma dilinde Anglosaksonlar ‘Hygenics’ diyorlar… Steril alan yani…
Oysa ‘Kıymet anlayışında’ gerekli olan ‘artistik puanlardır’… Yukarıdaki örneklerle çalışanlar nezdinde yüz üzerinden en fazla 70-75 elde edersiniz. Çalışan tatminini yüze doğru tırmandırmak istiyorsanız, ‘Kıymet yönetimi anlayışına’ geçmeli; şu üç alana yatırım yapmalı, bu alanlarda sistemi güçlendirmeli, iletişimi oraya odaklamalısınız:
1. Çalışanlarda değişim konusunda katılım ve kararlılığı (commitment) artırmak;
2. Çalışanların iş süreçlerinde verimlilik ve kârlılığı artırmak adına entelektüel katma değer üretmesini sağlamak;
3. Çalışanlarnı etkililiğini artırmak…
Bu üç hedefe nasıl kilitlenileceği ve hangi tür ‘yeni’ iç iletişim araçlarının geliştirileceği ise bir inovasyon meselesidir…
Bowling, tavla turnuvası, paintball savaşları, liderlik ve teamwork eğitimleri, motivasyon-sadakat-performans üçgenini güçlendirecek faaliyetlerle 75 puanı aşmak da zordur, rekabet avantajı sağlamak da…
Bir: Bu sorunsalı tartışanlara örnek olması için.
İki: Bana benzer soruları yöneltenlere, “Gidin Marketing Türkiye’ye bakın” diyebilmek için.
Üç: Bireysel gelecek tasarımı ve uygulaması konusunda benchmark olacak bir vakayı bir kez de dergi sayfalarında tespit etmek için…
2007 sonbaharının ilk günleriydi. Bozcaada’da Otel Katina’nın nefis kafesinde oturmuş muhabbet ediyorduk.
Dört genç gelip oturdu yan masaya. Bir şekilde sohbet açıldı. Staj dönemindeydiler… Gelecekte neler yapabileceklerini tartışıyorlardı…
Şöyle dediğimizi hatırlıyorum: “On yıl sonra nerede olmak istediğinizi soyutlayın. Sonra bunun için 5 yıl sonra nerede olmanız gerektiğini bulun. Daha sonra 5 yıl sonraki hedef için gelecek yıl ne yapmak istediğinize; onun için de önümüzdeki aylarda nelerin gerçekleşmesi gerektiğine ve nihayet tüm bunlar için yarın ne yapacağınıza karar verin!”…
Bu tür ‘iskandilleri’ pek çok yerde pek çok gence atarım… Bazıları ucundan tutar… Bazıları salar gider… O sohbetteki gençlerin içinden de bir tanesi takılmış… İlk mail şöyleydi:
“Merhaba Ali Bey,
Ben Bozcaada'daki gençlerden D.'yim. Biliyorum e-mail adresinizi 10 yıl sonra nasıl bir yerde olduğumuzu, ne yaptığımızı öğrenmek için verdiniz ama ben 10 yıl bekleyemedim. Sizin için cumartesi günkü sohbet belki diğerlerinden nispeten farklı, ümit veren gençlerle yaptığınız güzel bir sohbetti ama bizim için-hele de benim için- çok önemliydi, belki de bir dönüm noktasıydı. Bana hayallerimi ve yapmak istediklerimi o kadar kuvvetli bir şekilde hatırlattınız ki… Cumartesi günkü sohbetten bazı cümleler bazı anlar gün içinde kısa kısa aklıma gelince yaptığım her neyse daha bir dört elle sarılıyorum. Farkedilmek ümit verici. Çok teşekkür ederiz.
Şöyle geri dönmüşüm D’ye:
“Sevgili D.
Üretim ilişkilerindeki ve pazar davranışlarındaki değişim bizi öyle bir hale getirdi ki, hep kendimizden dışarıya doğru yaşar, bakar hale geldik. Kendimizdeki, ailemizdeki güzellikler ve doğruları bıraktık, 'aranmaya' başladık. Oysa "Arayan bulamaz!"... İlgilendiysen bilirsin; Attilâ İlhan'ın dediği gibi bu hususta da Tanzimat'tır kırılma noktamız.
Teşekkür edecek bir şey yok. Ben sadece size ayna tutmaya çalıştım. Kendinizi, ailenizi daha çok değil ama daha iyi sevmeniz ve daha iyi anlamanız için...
Arkadaşlarına da iletmeyi, minik bir networking çalışması yürütmeyi istersen; çevremdeki arkadaşlara yolladığım, onların da bana gönderdiği 'okuma - izleme' önerilerini sizinle de paylaşırım. Hani bir yıllık staj süresinde kültürel anlamda 'horizontal' gelişmemizi de yönetecektik ya... :-))
Sevgiler
AliS
Not: Batı'yı anlama noktasında VIII. Henry önemli bir figürdür. Bu çerçevede Shakespeare'in aynı adlı eserini okumak ve filmini izlemek iyi gelir. Tabii şu filmler de süperdir: A man for all seasons, Anne Boleyn, Elizabeth 1, Anne Boleyn'in kız kardeşi üzerine şu sıra oynayan film ve yeni çıkan kitap... Asıl önerim bu çarşamba 22.15'de Digiturk'te gösterilecek olan The Tudors... O da aynı dönemi anlatır...
Neden bu dönem... Batı hayranlarını, batıyı şuursuzca göklere çıkarıp Osmanlıyı hile, desise ve ihanetler, cinayetler ülkesi gibi göstermeye çalıştıkları zaman 'yalnız bırakmamak' için... Bu çerçevede 'Kraliçe Margot' da iyi bir örnektir... Bu kez gelişmiş ve medeni (!) Fransız sarayından...
D’den yanıt uzun bir aradan sonra geldi:
“Merhaba Ali Hocam,
Çok uzun süredir size yazmak istiyorum aslında. Ama biraz da rahatsızlık vermemek adına kendimi tutuyordum ki paylaşmak istediğim şeyler artınca kendimi tutamadım. Bozcaada'daki sohbetimizin ve yazılarınızı 8-9 aydır takip ettiğim için artık sizi biraz da tanıyor olmanın verdiği güvenle bu e-maili yazıyorum size..
İş hayatının öyle bir temposu var ki, bir iş bittiğinde bir diğeri peşi sıra başladığı için ‘acaba yaptığım iş beni tatmin ediyor mu, hayattan beklentim bu mu’ diye durup düşünecek gücü bulamıyor insan. Hele bir de hayalleriniz güneye siz kuzeye gidiyor ve bunu da içten içe çok iyi biliyorsanız, eğer durup ben ne yapıyorum diye düşünürseniz, ipin üstünde çok hızlı koşan bir cambaz misali, durduğunuz anda dengenizin bozulup düşmesinden korkuyorsunuz.
Şunu netlikle görebiliyorum ki, bundan 10 yıl sonra, çalışkanlığım ve disiplinim sayesinde Türkiye standartlarında çok iyi bir maaşım ve de yüksek statülü bir işim olacak. Ama öğrenmek istediğim ya da öğretmek istediğim bilgiler bunlar olmayacak. Bu meslekte 5 yıl daha devam edersem, o kadar fazla bir emek vermiş olacağım ki, bir gün çantamı alıp ofisten çıkmak istediğimde aslında yapmak istediğim şeye emek harcamak için biraz geç olacak hem de bu kadar çok emek vermiş olduğum için mahsulünü görmek isteyeceğim. O yüzden radikal bir karar alacaksam ve eğitimini aldığım bölümden farklı bir yöne yöneleceksem tam zamanıdır diye düşünüyorum.
Ali Hocam, yaklaşık 8-9 sene önce Ayn Rand'ın "Atlas Vazgeçti" kitaplarını keşfetmiştim. Ayn Rand'ın savunduklarının hepsine katılmam mümkün değildi tabi ama yine de hayatımla ilgili kararlarımda, insanlara ve üretmeye bakışımda, çalışkanlığımda çok etkisi oldu. 10 kişi bir masada oturursunuz, nereye gitsek diye düşünürsünüz, kimseden fikir çıkmaz, siz de bir öneride bulunursunuz, birden herkes fikir sahibi olur ve oraya gitmemeyi savunur ama hala bir tek kişi bile çıkıp yeni bir öneri getirmez. İşte bu kitaplardan bu düzeni öğrendim ben aslında. Hayatta yapmak istediklerine inanmak ve kim ne derse desin bunların arkasında durabilmek, içinden gülümseyip bir gün onların da seni takip edebileceğini bilmek gerekiyor ne de olsa "Great love and great achievements involve great risks". İnsanın yapması gereken işin "yetenekli" olduğu konu olduğunu, ve hakikaten yetenekli olduğu işte çalışan insanın üretebileceğini öğrendim.
Tam da bu noktada Ali Hocam size 8 ay önce de sormuştum, o zaman ‘bir stajınızı bitirin’ demiştiniz.
Ben üzerime düşeni yaptım, stajımı bitiriyorum. Staj süresince yaptığım işe hayatım boyunca bu mesleği sürdürecekmişim gibi emek verdim, öğrenmeye çalıştım.
Şimdi soruyorum:
Benim mesleki birikimimde birinden iletişimci olur mu?
P.S. Milli takım 120+2 de golü attı. Havalara sıçradım. Yerime oturduğumda bu e-maili atacağımı biliyordum. Çünkü inancı gördüm, Kendi bildiği yolda dimdik yürüyen, geride kalanların kendisini takip edeceğini bilen Fatih Terim'i gördüm. Sabahtan beri telefonum durmuyor. Almanya'dan, İspanya'dan, Avusturya'dan, Çek Cumhuriyeti'nden arkadaşlarım e-mailler, mesajlar atıp Türk Milli Takımı'nın başarısını tebrik ediyorlar. "Gurur" hissettiklerimi tarif etmeye yetmiyor..
Biz ne demişiz arkadaşa:
“Hemen söyleyeyim, senden sadece iletişimci değil, çok şey olur... Ayrıca bizde pek olmasa da dünyada 'İş iletişimi' (Business Communication) bağlamında kariyer yapanların içinde senin meslekten gelenler neredeyse çoğunluktalar...
İnsanın kendini (değerlerini, kültürünü, yeteneklerini) keşfetmeye çalışması, tanıması, bunun bir 'emek, zahmet' ve 'istikrarlı değişim' meselesi olduğunu kavraması kolay iş değildir. Sen bunun için sağlam bir yola çıkmışsın... O nedenle gelecekten endişe duymana artık hiç bir neden yok, gibi geldi bana...
Eğer iletişimci olmaya niyetleneceksen sana tavsiyelerim şunlar olur:
1. Bersay'ın web sitesine gir iyice bak (www.bersay.com.tr).
2. Benim yazdığım "Algılama Yönetimi" adlı kitabı edin [http://www.ideefixe.com/Kitap/tanim.asp?sid=JXPGLMEV93NLNZPU5PPK], [http://www.hepsiburada.com/productdetails.aspx?categoryid=9993&productid=krota2], Buna ilaveten Salim Kadıbeşegil'in İtibar Yönetimi'ni [http://www.ideefixe.com/Kitap/tanim.asp?sid=LMG4KFPUDY7YPXWRY828] ve Arın Saydam'ın "Kurumsal İtibarınızdan Kaç Sıfır Atabilirsiniz" adlı kitabını okumanda yarar var [http://www.kobifinans.com.tr/tr/bilgi_merkezi/0206/8464/6]
2. Philip Kotler'in "Principles of Marketing" (Pazarlama İletişimi) adlı kitabını hatmet [http://www.ideefixe.com/Kitap/tanim.asp?sid=BLJ424F47Y5YLSS2E4XS], [http://www.garantialisveris.com/rotaline/str_prod.asp?storeID=577&productID=65519]
3. James Grunig'in Halkla İlişkilerde ve İletişim Yönetiminde Mükemmellik kitabını hazmet [http://www.kitapturk.com/V2/Pg/MetaDetail/Number/30781/Halkla_Iliskiler_ve_Iletisim_Yonetiminde_Mukemmellik.htm], Mümkünse İngilizcesinden oku, çünkü Türkçesi o kadar iyi değildir: [http://www.amazon.co.uk/Excellence-Relations-Communication-Management-Communications/dp/0805802274/ref=sr_1_1?ie=UTF8&s=books&qid=1214136917&sr=1-1],
4. Bu üçü olmazsa olmazlar. Bir de Clark L. Caywood'un sıkı bir kitabı vardır: Handbook of Strategic Public Relations & Integrated Communications [http://www.amazon.co.uk/Handbook-Strategic-Relations-Integrated-Communications/dp/0786311312/ref=sr_1_1?ie=UTF8&s=books&qid=1214136993&sr=1-1]
5. Bunları okuduktan sonra ilaveten Pazarlama İletişiminin Mekke'si sayılan Northwestern Üniversitesinin şu adreste bulunan Journal of Integrated Marketing Communications adlı dergisindeki makalelere de göz atabilirsin: [http://jimc.medill.northwestern.edu/JIMCWebsite/site.htm]
Şu 5 maddeyi devirdikten ve sıfırdan yeni bir mesleği hem kuramsal hem de uygulama odaklı bir yaklaşımla öğrenmeye karar vermenin ne tür bedelleri olabileceğini kafanda şöyle bir kestirdikten sonra görüşebilirsek, hem zaman kazanırız, hem de sohbetimiz ciddi derinlik kazanır...
Şimdi yanıtı okuyalım:
“E-mailinize gerçekten çok sevindim, teşekkür ederim. Herhalde yolum daha iyi aydınlatılamazdı. Fikir vermekle kalmayıp kendi kendime çalışıp öğrenmemi, bu konuda daha fazla bilgi sahibi olmamı sağlamak için kitaplar önermişsiniz.. Handbook of Strategic Public Relations and Integrated Communications'ı hemen istettim Google'dan. Northwestern'in websitesinden de makaleleri indirdim ve okumaya başladım bile.
Bu konuda birkaç kitap devirip(çalışıp) daha fazla fikir sahibi olduğuma inandığımda sizinle görüşmeyi çok isterim.”
Hemen arkasından bir e-posta daha gelmiş:
“Bu emaili, kitapları okumaya çoktan başladığımı söylemek için yazıyorum aslında. İşe sizin kitabınızla ve Northwestern makaleleriyle başladım. İngilizce makalelerle kitabınızı aynı anda okumanın ilginç olduğunu söyleyebilirim. İletişimde de diğer bilim alanlarındakine benzer teorik tartışmaların olduğunu görmek beni şaşırtmakla beraber bunları öğrenmek de son derece zevkli geliyor. Kitabınızı okurken şu an için en önemli çıkarımım ‘bu toprakları ve insanını tanımanın’ ne kadar önemli olduğu. Bunu başaramadan ölmek istemem işte. 18 yaşımda AFS ile ABD'ye gidip bir sene kaldığımdan beri aslında herşeyin "kişisel" olduğunu düşünürüm. Kişilere tek tek ulaşıp, onları kalplerinden yakalamayınca kitlelere hitap etmek mümkün değil sanırım. Öyle bir mesleğiniz var ki Ali Bey, mahsül alabilmek için, bilgiyi, sezginin süzgecinden geçirmek gerekiyor. Sezgi sahibi olabilmek içinse ‘farkındalık sahibi’ olmak lazım. Size özeniyorum ve sizinle karşılıklı bu konuları konuşmak için sabırsızlanıyorum.”..
Derinlik, değişim ve gelişim emek ister… Kendine bu emeği veren herkese dünyadaki tüm kapılar açılır.
‘İnsan Kıymetleri’(!) yöneticisi ne yapmalı?
Bu sütunlarda da tartışmıştık… ‘İnsan kaynak mıdır, yoksa kıymet mi?’ meselesi…
İnsan ‘para’ gibi, ‘zaman’ gibi, ‘hammadde’ gibi yönetilmesi gereken bir kaynak mıdır, yoksa ‘değerler’ gibi, ‘hedefler gibi’, ‘özel müşteri –client’ gibi, ‘hissedarlar’ gibi, ‘itibar’ gibi yönetilmesi gereken ‘kıymet -asset’ mi?..
Çünkü tüm diğer süreçlerin yönetimi, bu konudaki karar ve tutuma bağlıdır. Başta da ‘iç iletişim’ süreçleri…
İnsanı ‘kaynak’ olarak gören bakış açısının iç iletişim araçları olarak ortaya attığı etkinlik fikirleri başkadır, ‘kıymet’ olarak görenlerinki başka…
Önce birincisine güzel bir örnek verelim…
Hürriyet Gazetesi İK eki 13.07.2008. Sayfa 3: “Petrol Ofisi insan kaynaklarını yeniden yapılandırdı. Bu süreçte amaç dinamik, işlevsel, sonuç ve müşteri odaklı, açık iletişim tarzını belirlemiş ve stratejilerini hayata geçirebilen bir organizasyonel yapıya kavuşmaktı. Çalışan ilişkilerini güçlendirmek için açık ofis çalışma düzeni, açık kapı uygulaması, tüm çalışanların davet edildiği, iletişimi kuvvetlendirmek amacıyla açık iletişim toplantıları, belli periyotlarda CEO ile organize edilen öğle yemekleri, çalışanların CEO ile görüşlerini paylaşabileceği e-mail adresi uygulamaya geçti.”
Yazıda Petrol Ofisi İK Müdürü Nermin Mirza hanımla yapılmış geniş bir röportaj var… Mirza, ‘yeniden yapılanmayı’ anlatmış...
Soru: “Yaptığınız iç iletişim çalışmaları neler?”
Yanıt: “Çalışan ilişkilerimizi güçlendirmek, iç iletişimimizi geliştirmek için bir dizi uygulamamız var:
- Açık ofis çalışma düzeni; açık kapı uygulaması; gerek duyulduğunda yüzyüze görüşebilme imkanı
- Çalışana özel, samimi bir dille hazırladığımız, aylık PONews bültenimiz, bilgi panolarımız, özel günlerin kutlanılması (doğum günü mesajları, hizmet yılı doldurma mesajları ve yılbaşı kutlamaları) ve Sağlıklı Yaşam Eğitimleri kapsamında her ay yapılan sağlık konulu seminerler ve konuk sunucular.
- İK süreçlerine ait genel katılımlı bilgilendirme toplantıları ve gerektiğinde iş toplantılarında istenilen konuların paylaşılması imkanı
- Tüm çalışanların davet edildiği, yüzyüze yapılan iletişimi kuvvetlendirmek amacıyla yaptığımız açık iletişim adı verilen toplantılar, Genel Müdürlük ve diğer işyerlerinde çalışanlar arasında iletişimin kuvvetlendirilmesi amacıyla yapılan saha ziyaretleri.
- Belli periyotlarda CEO ile organize edilen öğle yemekleri, çalışanların CEO ile görüşlerini paylaşabileceği e-mail adresi
… 2008 senesi içerisinde yaklaşık 60 çalışanımız CEO’muz ile öğle yemeğinde buluştu.”
Herkese bu söyleşiyi internetten indirip tamamını okumasını öneririm. En azından tartışmanın bir parçası olmak adına…
Bizim görüşümüze göre bu söyleşide PO İK Direktörü Nermin Hanım tarafından dile getiren ‘iç iletişim’ uygulamaları, işin ‘kaynak anlayışıyla’ ele alındığı ve default (fabrika çıkışı) olarak kabul edilen yanıdır. Yani olmazsa olmazlardan söz etmiş Sayın Mirza. Teknik puanların alındığı örnekler vermiş… Buna araştırma dilinde Anglosaksonlar ‘Hygenics’ diyorlar… Steril alan yani…
Oysa ‘Kıymet anlayışında’ gerekli olan ‘artistik puanlardır’… Yukarıdaki örneklerle çalışanlar nezdinde yüz üzerinden en fazla 70-75 elde edersiniz. Çalışan tatminini yüze doğru tırmandırmak istiyorsanız, ‘Kıymet yönetimi anlayışına’ geçmeli; şu üç alana yatırım yapmalı, bu alanlarda sistemi güçlendirmeli, iletişimi oraya odaklamalısınız:
1. Çalışanlarda değişim konusunda katılım ve kararlılığı (commitment) artırmak;
2. Çalışanların iş süreçlerinde verimlilik ve kârlılığı artırmak adına entelektüel katma değer üretmesini sağlamak;
3. Çalışanlarnı etkililiğini artırmak…
Bu üç hedefe nasıl kilitlenileceği ve hangi tür ‘yeni’ iç iletişim araçlarının geliştirileceği ise bir inovasyon meselesidir…
Bowling, tavla turnuvası, paintball savaşları, liderlik ve teamwork eğitimleri, motivasyon-sadakat-performans üçgenini güçlendirecek faaliyetlerle 75 puanı aşmak da zordur, rekabet avantajı sağlamak da…