“Yok’luk bilgileri yok ve sabırsızlar.”
18 ARALIK 2012
Pazar günkü Yenişafak Pazar ekinde, Merve Sena Kılıç’ın “XYZ Kuşağı” başlıklı yazısını okumayanlarınız varsa internetten hemen edinmelerinde büyük yarar var. Kendi dünyalarımız, çocuklarımız ve gelecek kuşaklar adına ‘Gelmekte ve girmekte olanı” görebilmek için bu yazıdaki tespitler üzerine düşünmeye ihtiyacımız var. Özellikle İngilizce alfabede “Y” harfinin okunuşuyla “Why” sorusu arasında parallellik kurularak adı konulmuş, sürekli “Neden?” diye soran bir kuşak bu “Y Generation”
“Ya bu gençliği anlamaya çalışacaksınız, ya da bu gençlik sizi önüne katıp götürecek...” diye yazmıştım daha önceleri.. İşte Merve Sena kardeşimizin hazırladığı özellikler listesine göre, “en yaşlısı 29 ve en genci de 10 yaşında” olan “Y Kuşağı”nın bence en önemli özelliklerinden biri şu: “Yok’luk bilgileri yok ve sabırsızlar” Bu kuşak hakkında bilebildiklerimiz özetle şöyle:
a) Türkiye'de yaşayan 71.517.100 kişinin yüzde 25'i bu kuşaktan... b) Internet ve çok kanallı televizyon ile birlikte büyüdüler. İnterneti tanıyıp hemen adapte oldular c) Sadakat duyguları zayıf. d) Para için çalışmak istemiyorlar, kendi işlerini yapmayı özgürleşmenin bir adımı olarak benimsiyorlar. e) Hemen yönetici olmak istiyorlar. f) Hangi şirkette çalıştıkları değil, şirketin sağladığı imkânlar daha önemli. g) Yüksek otorite karşısında çok rahatsız oluyorlar. h) Kendi fikirlerine çok önem veriyorlar ve fikirlerinin mutlak sorulmasını istiyorlar.
Şimdi, bu özelliklerin üzerine, okul çağındaki gençlerin yüzde 99′unun iki günde bir dijital oyun oynadığını ve eğitmenlerinin de yüzde 75′inin bu oyunları hiç oynamamış olduğu gerçeğini ekleyin...
Y Kuşağı’nın kendilerinden önceki kuşaklarla aralarındaki bilgi ve iletişim uçurumunu aklımızda bir yerlere kaydettikten sonra 2030 yılı için gezegenimize ABD’li istihbarat örgütlerinin biçtiği ‘gelecek tasarımı’nı da bir kez daha hatırlayalım. Değişen dünya dinamikleri ile birlikte üstünlüğün Doğu’ya kayıyor olması tespitiyle bugüne kadar bildiğimiz “modernizm” ya da “post-modernizm” kavramlarının altüst oluşunu da göz önünde bulunduralım. Değişen dünyamız koşullarının “tatmin olmayan” bu kuşak üzerindeki muhtemel etkilerini de hesaba katalım...
Hollywood filmleri de, düşünce adamları da ABD’nin maneviyatını aradığına vurgu yaparken, “yok’luk bilgileri olmayan” bu sabırsız ama bir o kadar da meraklı, öğrenmeye aç bu kuşakla nasıl baş edebileceğimizi biliyor muyuz?
Ben “bu gençlikte iş var!” diyenlerdenim. Değişmeyi kabullendiğimiz takdirde... Değişimin olumlu-olumsuz yönlerini hatırlatarak, “Nasıl bir değişim? Nereye doğru bir değişim?” diyerek niyet okumaya hazırlıklı, kararını baştan vermiş, alışılmış sorularını tekrarlayacak olanların, bu kuşakla aralarında bir köprü kurabileceklerine dair herhangi bir umudum da yok. Kendimizin değişebileceğine inanıyorsak, bu gençlerle aynı yollarda yürüyebileceğiz.
“Biz yokluk biliriz ve sabırlıyız.” Diyenler arasında, sırasıyla ‘tasvir, açıklama, anlama, anlamlandırma’yı bilenler, ‘yönlendirme’ konusunda adım atma şansına sahip olabilecekler.
Ayşe Arman’ı takdir etmek...
Herkes gibi ben de subjektif bakıştan payına düşeni almış biriyim. Kafamda çeşitli filtreler çalışıyor. Ayşe Arman’la ilgili her konuda “kan içip kızılcık şerbeti içtim” halleri içindeysem eğer, bunda babası ve annesiyle İsviçre’de öğrencilik yıllarımızda çok yakın ahbaplığımın, dolayısıyla bir ölçüde kendisini ‘elime doğmuş’ gibi hissediyor oluşumun etkisi çoktur. Bu subjektif bakışımın ardında yanlışlarını, sergilediği doğrularla birlikte değerlendirme arzum, büyük enerji, kabiliyet ve çalışkanlığına duyduğum saygı da vardır. Belki de kadın olmadığım için onun başarısını ve üstün gazetecilik kabiliyetini kıskanmam ve fıtratıma uymasa da takdir ederim. Sevmek ve beğenmek arasındaki fark gibi...
Ayşe Arman’ın aynı sektörde iki ayrı inşaat firmasının reklamlarında rol almasını yadırgamadığımı söylersem yalan olur. Ama her iki reklama da çok yakıştığını söylemeden geçemem. Söylemeden geçemeyeceklerim arasında şunlar da var:
Ayşe her iki kampanyada da sanki o sitelerde yerleşip oturacakmış gibi bir tavır izlemese daha iyi olurmuş. Keşke her iki kampanyanın arasına daha uzun bir zaman ağırlığı koysaymış.
Her ne kadar her iki kampanyanın hangi markaları öne çıkardığını hatırlayamasam da Ayşe’nin o güzelim fotoğraflarının aynı kolaylıkla unutulmayacağını da belirteyim. Çekici olmanın, güzelliğin çok ötesinde ayrıcalıklı bir duruş ifade edebildiğini o fotoğraflarda Ayşe bir kez daha göstermiş. Yaptığı her şeyi beğenmesem de seni seviyor ve takdir ediyorum Ayşecim....
İletişimin gücü adına...
Arkeoloji alanında Türkiye, Kültür Bakanlığı aracılığı ile ‘Herkesin heykeli kendine’ diyerek, eserlerin ait olduğu topraklara döndürülmesi konusunda dünyaya öncülük yaparken, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı da, 47 ülkeden 1335 Türk bilim insanına ulaşılabilecek bir veri tabanı hazırlığı yapmış. TÜBİTAK aracılığı ile dünyanın yedi iklim dört bucağındaki üniversiteler, firmalar ve araştırma merkezlerinde çalışan bilim insanlarımızla iletişim sağlayabilme çabası, bir “bilim diasporası” oluşturma yolunda çok önemli bir adım. Bu veri tabanının yüzde 37’si teknoloji, yüzde 27’si doğa bilimleri ve yüzde 18’i de sosyal bilimler alanında faaliyet gösteriyormuş. Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün, “beyin göçü”yle dünyanın çeşitli merkezlerine dağılmış bulunan bilim insanlarının “beyin gücü”ne dönüşebilecek bir network ile değerlendirileceğini söylemiş. Ulaşılan bilim insanları ülkelerinin kendilerini ilk kez aradıklarını ifade ediyor ve heyecanlanıyorlarmış.
Ben kendimi bildim bileli “beyin göçü”nden şikayet ettiğimizi işitir dururum. Bu göçün bir güç olarak değerlendirilebileceğini de yıllardır işittim. Nihayet bir veri tabanımız olmuş ve onlarla haberleşilmeye de başlanmış. İletişimin gücü adına ben de heyecanlandım ve onurlandım...
“Ya bu gençliği anlamaya çalışacaksınız, ya da bu gençlik sizi önüne katıp götürecek...” diye yazmıştım daha önceleri.. İşte Merve Sena kardeşimizin hazırladığı özellikler listesine göre, “en yaşlısı 29 ve en genci de 10 yaşında” olan “Y Kuşağı”nın bence en önemli özelliklerinden biri şu: “Yok’luk bilgileri yok ve sabırsızlar” Bu kuşak hakkında bilebildiklerimiz özetle şöyle:
a) Türkiye'de yaşayan 71.517.100 kişinin yüzde 25'i bu kuşaktan... b) Internet ve çok kanallı televizyon ile birlikte büyüdüler. İnterneti tanıyıp hemen adapte oldular c) Sadakat duyguları zayıf. d) Para için çalışmak istemiyorlar, kendi işlerini yapmayı özgürleşmenin bir adımı olarak benimsiyorlar. e) Hemen yönetici olmak istiyorlar. f) Hangi şirkette çalıştıkları değil, şirketin sağladığı imkânlar daha önemli. g) Yüksek otorite karşısında çok rahatsız oluyorlar. h) Kendi fikirlerine çok önem veriyorlar ve fikirlerinin mutlak sorulmasını istiyorlar.
Şimdi, bu özelliklerin üzerine, okul çağındaki gençlerin yüzde 99′unun iki günde bir dijital oyun oynadığını ve eğitmenlerinin de yüzde 75′inin bu oyunları hiç oynamamış olduğu gerçeğini ekleyin...
Y Kuşağı’nın kendilerinden önceki kuşaklarla aralarındaki bilgi ve iletişim uçurumunu aklımızda bir yerlere kaydettikten sonra 2030 yılı için gezegenimize ABD’li istihbarat örgütlerinin biçtiği ‘gelecek tasarımı’nı da bir kez daha hatırlayalım. Değişen dünya dinamikleri ile birlikte üstünlüğün Doğu’ya kayıyor olması tespitiyle bugüne kadar bildiğimiz “modernizm” ya da “post-modernizm” kavramlarının altüst oluşunu da göz önünde bulunduralım. Değişen dünyamız koşullarının “tatmin olmayan” bu kuşak üzerindeki muhtemel etkilerini de hesaba katalım...
Hollywood filmleri de, düşünce adamları da ABD’nin maneviyatını aradığına vurgu yaparken, “yok’luk bilgileri olmayan” bu sabırsız ama bir o kadar da meraklı, öğrenmeye aç bu kuşakla nasıl baş edebileceğimizi biliyor muyuz?
Ben “bu gençlikte iş var!” diyenlerdenim. Değişmeyi kabullendiğimiz takdirde... Değişimin olumlu-olumsuz yönlerini hatırlatarak, “Nasıl bir değişim? Nereye doğru bir değişim?” diyerek niyet okumaya hazırlıklı, kararını baştan vermiş, alışılmış sorularını tekrarlayacak olanların, bu kuşakla aralarında bir köprü kurabileceklerine dair herhangi bir umudum da yok. Kendimizin değişebileceğine inanıyorsak, bu gençlerle aynı yollarda yürüyebileceğiz.
“Biz yokluk biliriz ve sabırlıyız.” Diyenler arasında, sırasıyla ‘tasvir, açıklama, anlama, anlamlandırma’yı bilenler, ‘yönlendirme’ konusunda adım atma şansına sahip olabilecekler.
Ayşe Arman’ı takdir etmek...
Herkes gibi ben de subjektif bakıştan payına düşeni almış biriyim. Kafamda çeşitli filtreler çalışıyor. Ayşe Arman’la ilgili her konuda “kan içip kızılcık şerbeti içtim” halleri içindeysem eğer, bunda babası ve annesiyle İsviçre’de öğrencilik yıllarımızda çok yakın ahbaplığımın, dolayısıyla bir ölçüde kendisini ‘elime doğmuş’ gibi hissediyor oluşumun etkisi çoktur. Bu subjektif bakışımın ardında yanlışlarını, sergilediği doğrularla birlikte değerlendirme arzum, büyük enerji, kabiliyet ve çalışkanlığına duyduğum saygı da vardır. Belki de kadın olmadığım için onun başarısını ve üstün gazetecilik kabiliyetini kıskanmam ve fıtratıma uymasa da takdir ederim. Sevmek ve beğenmek arasındaki fark gibi...
Ayşe Arman’ın aynı sektörde iki ayrı inşaat firmasının reklamlarında rol almasını yadırgamadığımı söylersem yalan olur. Ama her iki reklama da çok yakıştığını söylemeden geçemem. Söylemeden geçemeyeceklerim arasında şunlar da var:
Ayşe her iki kampanyada da sanki o sitelerde yerleşip oturacakmış gibi bir tavır izlemese daha iyi olurmuş. Keşke her iki kampanyanın arasına daha uzun bir zaman ağırlığı koysaymış.
Her ne kadar her iki kampanyanın hangi markaları öne çıkardığını hatırlayamasam da Ayşe’nin o güzelim fotoğraflarının aynı kolaylıkla unutulmayacağını da belirteyim. Çekici olmanın, güzelliğin çok ötesinde ayrıcalıklı bir duruş ifade edebildiğini o fotoğraflarda Ayşe bir kez daha göstermiş. Yaptığı her şeyi beğenmesem de seni seviyor ve takdir ediyorum Ayşecim....
İletişimin gücü adına...
Arkeoloji alanında Türkiye, Kültür Bakanlığı aracılığı ile ‘Herkesin heykeli kendine’ diyerek, eserlerin ait olduğu topraklara döndürülmesi konusunda dünyaya öncülük yaparken, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı da, 47 ülkeden 1335 Türk bilim insanına ulaşılabilecek bir veri tabanı hazırlığı yapmış. TÜBİTAK aracılığı ile dünyanın yedi iklim dört bucağındaki üniversiteler, firmalar ve araştırma merkezlerinde çalışan bilim insanlarımızla iletişim sağlayabilme çabası, bir “bilim diasporası” oluşturma yolunda çok önemli bir adım. Bu veri tabanının yüzde 37’si teknoloji, yüzde 27’si doğa bilimleri ve yüzde 18’i de sosyal bilimler alanında faaliyet gösteriyormuş. Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün, “beyin göçü”yle dünyanın çeşitli merkezlerine dağılmış bulunan bilim insanlarının “beyin gücü”ne dönüşebilecek bir network ile değerlendirileceğini söylemiş. Ulaşılan bilim insanları ülkelerinin kendilerini ilk kez aradıklarını ifade ediyor ve heyecanlanıyorlarmış.
Ben kendimi bildim bileli “beyin göçü”nden şikayet ettiğimizi işitir dururum. Bu göçün bir güç olarak değerlendirilebileceğini de yıllardır işittim. Nihayet bir veri tabanımız olmuş ve onlarla haberleşilmeye de başlanmış. İletişimin gücü adına ben de heyecanlandım ve onurlandım...