‘Ecnebi Türk Aydınları’ yine zor durumda..
20 ŞUBAT 2012
Başbakan’ın tam da “İnançlı, muhafazakâr, demokrat (Modern – Dindar) gençler yetiştireceğiz” sözü üzerine gelmez mi şu Sean Stone işi... Bazıları için ‘keyifsiz’ bir durum yani… Referanslarını Batı’dan alan ve Batı’nın o arkadaşların beklentisinin tam tersine Doğu’ya, İslam’a hayranlığıyla karşılaşınca apışıp kalan ecnebi Türk aydını arkadaşlarımız yine zor durumda.
Baktım etraf yıkılmıyor. Biraz endişelendim doğrusu. Öyle ya, neredeyse ilkokuldan bu yana Tevfik Fikret’in oğlu Haluk’un nasıl Hıristiyanlığı seçip papaz olduğu haberleriyle büyümedik mi? Tam tersi olduğunda işin doğası gereği olayın daha da büyütülmesi beklenmez mi?..
ABD sinemasının iddialı entelektüeli, büyük yönetmeni, ‘Midnight Express’in senaryosunda bir İslam ülkesini abarta abarta yerden yere çalan Oliver Stone gibi simge bir ismin oğlu Sean Stone, hem de ABD’nin bir numaralı düşman ilan ettiği İran’da kelime-i şahadet getirip Müslüman olmuş, kameraların karşısına geçip göstere göstere bir de namaz kılmış.
Olay bir iki küçük haberle geçiştirildi. Ben de şaşırdım doğrusu. Fazla tezahürat yok bizim cenahta… Sean, belgesel çekiyormuş. Acaba rahat çalışmak için, ya da sansasyon, reklam adına bir numara olarak ‘mış’ gibi mi davrandı arkadaş?.. Batı’nın iki yüzünden hangisinin öne çıkacağını kestirmek zordur bazen…
‘Şiraze’nin sözlük (TDK) karşılığı şöyle: “Ciltçilikte kitabın yapraklarını düzgün tutan bağ”… O yerinden oynadı mı, kitap dağılır. Eskiler, kontrolden çıkma eğilimi gösteren durumları ‘Şirazesinden çıktı’ diye tanımlarlar. Hafiften bıkkınlık içeren bir ses tonuyla, ‘bırak dağınık kalsın’ türünden durumları da betimler bu deyiş...
Postmodern dünyada ekonomiden ahlâka pek çok alanda şirazeden nasıl çıkıldığına tanık olacağımız bir dolu haberle çarpışıyoruz. ‘Dönüşümün’ kaçınılmazıdır, şirazenin bir miktar oynaması…
Doğal olarak da tuhaflıklar diz boyu... ‘Okumasını’ bilenler ‘Usta bir yazar gibi bilerek’ yaşıyorlar, ‘Bir çocuk gibi şaşarak’ değil…
Bu postmodern dünyanın temel sorununun ‘derinlik’ duygusunu kaybedip ‘sığlığa’ yelken açmak olduğu aşikâr. Beni Sean Stone hikâyesine balıklama ‘atlamaktan’ alıkoyan işte bu sığlığa kurban gitme endişesidir.
The Newyorker’dan Raffi Khatchadourian’ın WikiLeaks’ın sahibi ve internet aktivisti olarak tanınan Julian Assange ile ilgili muhteşem değerlendirmesini Taraf gazetesinde okurken rastladığım şu paragraf, sözünü etmeye çalıştığım ‘sığlık’ meselesine açıklık getirmiyor mu? Assange, Khatchadourian’a iki yıl kadar önce şöyle demiş:
“Eğer birlikte takıldığın insanlardan daha zekiysen, ki ergenlik çağımdayken ben böyleydim, iki şey olur: Öncelikle çok büyük bir ego geliştirirsin. İkinci olarak ise her şeyin, üzerinde biraz kafa yorarak çözülebileceğini düşünürsün. Ancak ideolojiler her şeyin nasıl işlediğini anlamak için fazla basittir.”
Ben’in vicdani zekâdan yoksun bencilliği, pragmatik bir sığlıkla buluştuğunda neler olabileceğini hayal etmektense, dünya görüşlerindeki derinliğin peşinde koşmak arzusunda olanlara zaman ayırmakta yarar var....
‘Derinlik’, sığlığı kapsayacak kadar büyük ve etkili olduğunda dünyamız belki de biraz daha huzur bulabilir.
Kaş yaparken göz her an çıkabilir…
Bir davet aldık geçen hafta… Sinpaş, Morinho’yu getiriyormuş. Bizi de çağırıyorlar. “İşte!” dedim, “PR böyle olur. Adam reklam filminde asık suratlı. Kadınları hedeflemiyor. Kilit mesaj inandırıcı değil, diyorlardı. Bu etkinlik tüm eleştirileri unutturur…”
Tam böyle diyorduk ki, davete icabet etmeden önce ilgilileri arayıp durumu bir kontrol edelim, dedik. Yanıt şuydu: “Biz de sizi arayacaktık. Davet iptal edildi…” Erteleme bile değilmiş, tümden iptal...
Kaş yaparken göz böyle çıkar, kendi ayağına böyle ateş edilir…
Bu arada Arçelik’i kutluyoruz yeni reklam atağı için… Çeliknaz son derece yerinde bir buluş. Yaşar’ın sesi reklamın tonuna nasıl da birebir denk düşmüş. Yumuşak, klas... Düğün tangosu da öyle… Sadece küçük bir sorun var mı, acaba? Bir ‘Yeni dönem’den söz ediliyor. Vaat büyük… Beklenti de öyle… En küçük tatminsizlikte, “Bu muymuş, bunların Yeni Dönemi?” dedirtme ihimali yüksek. Neymiş ‘Yenilikler’; yakında duyacağız herhalde. Arası fazla açılmamalı…
Baktım etraf yıkılmıyor. Biraz endişelendim doğrusu. Öyle ya, neredeyse ilkokuldan bu yana Tevfik Fikret’in oğlu Haluk’un nasıl Hıristiyanlığı seçip papaz olduğu haberleriyle büyümedik mi? Tam tersi olduğunda işin doğası gereği olayın daha da büyütülmesi beklenmez mi?..
ABD sinemasının iddialı entelektüeli, büyük yönetmeni, ‘Midnight Express’in senaryosunda bir İslam ülkesini abarta abarta yerden yere çalan Oliver Stone gibi simge bir ismin oğlu Sean Stone, hem de ABD’nin bir numaralı düşman ilan ettiği İran’da kelime-i şahadet getirip Müslüman olmuş, kameraların karşısına geçip göstere göstere bir de namaz kılmış.
Olay bir iki küçük haberle geçiştirildi. Ben de şaşırdım doğrusu. Fazla tezahürat yok bizim cenahta… Sean, belgesel çekiyormuş. Acaba rahat çalışmak için, ya da sansasyon, reklam adına bir numara olarak ‘mış’ gibi mi davrandı arkadaş?.. Batı’nın iki yüzünden hangisinin öne çıkacağını kestirmek zordur bazen…
‘Şiraze’nin sözlük (TDK) karşılığı şöyle: “Ciltçilikte kitabın yapraklarını düzgün tutan bağ”… O yerinden oynadı mı, kitap dağılır. Eskiler, kontrolden çıkma eğilimi gösteren durumları ‘Şirazesinden çıktı’ diye tanımlarlar. Hafiften bıkkınlık içeren bir ses tonuyla, ‘bırak dağınık kalsın’ türünden durumları da betimler bu deyiş...
Postmodern dünyada ekonomiden ahlâka pek çok alanda şirazeden nasıl çıkıldığına tanık olacağımız bir dolu haberle çarpışıyoruz. ‘Dönüşümün’ kaçınılmazıdır, şirazenin bir miktar oynaması…
Doğal olarak da tuhaflıklar diz boyu... ‘Okumasını’ bilenler ‘Usta bir yazar gibi bilerek’ yaşıyorlar, ‘Bir çocuk gibi şaşarak’ değil…
Bu postmodern dünyanın temel sorununun ‘derinlik’ duygusunu kaybedip ‘sığlığa’ yelken açmak olduğu aşikâr. Beni Sean Stone hikâyesine balıklama ‘atlamaktan’ alıkoyan işte bu sığlığa kurban gitme endişesidir.
The Newyorker’dan Raffi Khatchadourian’ın WikiLeaks’ın sahibi ve internet aktivisti olarak tanınan Julian Assange ile ilgili muhteşem değerlendirmesini Taraf gazetesinde okurken rastladığım şu paragraf, sözünü etmeye çalıştığım ‘sığlık’ meselesine açıklık getirmiyor mu? Assange, Khatchadourian’a iki yıl kadar önce şöyle demiş:
“Eğer birlikte takıldığın insanlardan daha zekiysen, ki ergenlik çağımdayken ben böyleydim, iki şey olur: Öncelikle çok büyük bir ego geliştirirsin. İkinci olarak ise her şeyin, üzerinde biraz kafa yorarak çözülebileceğini düşünürsün. Ancak ideolojiler her şeyin nasıl işlediğini anlamak için fazla basittir.”
Ben’in vicdani zekâdan yoksun bencilliği, pragmatik bir sığlıkla buluştuğunda neler olabileceğini hayal etmektense, dünya görüşlerindeki derinliğin peşinde koşmak arzusunda olanlara zaman ayırmakta yarar var....
‘Derinlik’, sığlığı kapsayacak kadar büyük ve etkili olduğunda dünyamız belki de biraz daha huzur bulabilir.
Kaş yaparken göz her an çıkabilir…
Bir davet aldık geçen hafta… Sinpaş, Morinho’yu getiriyormuş. Bizi de çağırıyorlar. “İşte!” dedim, “PR böyle olur. Adam reklam filminde asık suratlı. Kadınları hedeflemiyor. Kilit mesaj inandırıcı değil, diyorlardı. Bu etkinlik tüm eleştirileri unutturur…”
Tam böyle diyorduk ki, davete icabet etmeden önce ilgilileri arayıp durumu bir kontrol edelim, dedik. Yanıt şuydu: “Biz de sizi arayacaktık. Davet iptal edildi…” Erteleme bile değilmiş, tümden iptal...
Kaş yaparken göz böyle çıkar, kendi ayağına böyle ateş edilir…
Bu arada Arçelik’i kutluyoruz yeni reklam atağı için… Çeliknaz son derece yerinde bir buluş. Yaşar’ın sesi reklamın tonuna nasıl da birebir denk düşmüş. Yumuşak, klas... Düğün tangosu da öyle… Sadece küçük bir sorun var mı, acaba? Bir ‘Yeni dönem’den söz ediliyor. Vaat büyük… Beklenti de öyle… En küçük tatminsizlikte, “Bu muymuş, bunların Yeni Dönemi?” dedirtme ihimali yüksek. Neymiş ‘Yenilikler’; yakında duyacağız herhalde. Arası fazla açılmamalı…