‘Gizliliğin sonu’ paniği…
04 EYLÜL 2014
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kıbrıs dönüşünde bir grup gazeteciyle yaptığı sohbette dinleme skandallarına dair soruyu yanıtlarken, “Uydu dışında dünyanın fiber optik ağlarla örüldüğünü” hatırlatıp, bu işi yapanlara karşı tedbir alındığı oranda güçlü olunacağını söylemiş. “Elimiz kolumuz bağlı duramayız” demiş.
Dün bizim gazetede okuduğumuz siber güvenlik uzmanlarının değerlendirmelerinden de anladığımıza göre bu işin cılkı çıkmış durumda. Warwick Üniversitesi Siyaset ve Uluslar arası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Richard Aldrich’e göre NSA, İsrail’i bile dinliyor ve İbranice dil bilimcilere yorumlatıyormuş. Aldrich’in şu tespiti özellikle önemli: WikiLeaks ve NSA’in eski çalışanı Snowden’ın ifşa ettiği bilgilerle artık ‘gizliliğin sonu’ paniği yaşanıyormuş. Dolayısıyla her ne kadar Merkel, Obama’ya “Bizi nasıl dinlersiniz?’” diye çıkışıyor olup; iş Türkiye’nin dinlenmesine geldiğinde bir Alman hükümet yetkilisinin buyurduğu gibi ‘Bu olayda ideolojik bir motivasyon yok; bizi yanlış anlamayın’ denilebiliyorsa gerçekten de standartlar da, etik kodlar da birbirinin içinde kaynayıp gitmiş demektir.
Artık ‘dinlemeler’ hem telekulaklar hem de mağdurlar açısından meşrulaştırılmıştır. Asıl panik, profesörün de dediği gibi ‘Gizliliğin sonu’dur.
Bu çerçeveden bakılarak akıl yürütmeye kalktığımızda bizim yıllardır iç işlerimize yoğunlaşmış olan istihbarat teşkilatımızın ‘zamanın ruhu’na uygun olarak dışarıyı da daha çok gündemine almasının bir gereklilik ve yanı sıra zorunluluk haline geldiği tartışma götürmeyecek biçimde ayan beyan ortadadır. Paralel Yapı’nın elinde çok yüksek teknolojinin bulunmadığını ve bu nedenle dinlemelerin teknik kısmından sorumlu tutulamayacağını söyleyenler de dahil olmak üzere, bu ‘gizliliğin sonu paniği’nde bizim istihbaratçıların da öküzün altında buzağı aramadıklarını, yapması gerekeni yapmaya çalıştığını bilmeyenimiz kaldı mı?
Dünyanın belli başlı büyük şirketlerinin lokomotif gücüyle rotasını çizen rekabetçi silah endüstrileri için Türkiye’nin hep ‘savunma’da kalmasının gerekliliği ve zorunluluğunu bilenler, bizim istihbarat kuruluşlarımızın ‘içeri’nin yanı sıra ‘dışarı’yla da ağırlıklı olarak uğraşmaya başlamasının ne anlama geldiğini bir an için düşünmenizi tavsiye edebilir miyim? Fiber optik ağlarla Türkiye’yi dinleyenlere karşı ‘Elimiz kolumuz bağlı duracak değiliz ya’ diyen ve istihbaratı, dış merkezlerle irtibatlı yapılanmaların peşine düşmeye yönlendiren Cumhurbaşkanı’nın risk alma kabiliyetinin de dokuz seçim boyunca halktan aldığı güven desteğiyle geliştiğini görebilmek çok mu zor bir analiz gerektirmektedir?
Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok
Erich Maria Remarque’ın ünlü eserini CHP bağlamında kimbilir kaçıncı kez burada anıyoruz.
Bir an için 19 Ağustos tarihli Yeni Şafak’ta yazdığım ‘Bir Erzurum Hamamı Hikayesi’ başlıklı yazıyı bugüne tekrar koymayı düşündüm. Hani şu suyu bir türlü ısınamayan hamamın hikayesi… Tüm yöneticilerin de tellakların da değiştirilmesine rağmen ısınamayan hamam… Havlucu çocuğun tavsiyesiyle olayı inceleyen mimarın “Yahu bu binanın altından buz gibi soğuk yer altı suları geçiyor; neyi değiştirirseniz değiştirin temeli değiştirmedikçe burayı ısıtamazsınız” dediği hamam…
Yarın CHP Kurultayı var. Rahmetli babamın aklını, gönlünü ve de hizmetlerini sunduğu aile yadigârı CHP’nin. Babamın yıllarından bu yana her şey değişti ama CHP değişmedi. Bu Kurultay’dan sonra da değişmeyecek. Mimarın dediği gibi temeli değiştirmedikçe, alttan akan soğuk suları engellemedikçe, CHP’nin iktidarın güçlü adayı olması ne yazık ki uzun yıllar daha mümkün olmayacak.
Ruhun ve aklın tekâmülü için: Lucy!
Benim şahsi web sitemde hayatımı zenginleştiren bazı kitaplar, müzikler ve filmlerin listesi vardır. Ne yazık ki sayıları çok değildir. Sanatın tek amacının ‘yaşama sanatına hizmet etmek’ olduğuna, izlenen her sanat eserinin eğer bireysel ve toplumsal yaşamımızı daha esenlikli kılmamıza hizmet edecek bir duygu tekâmülüne neden olmuyorsa kaldırıp ‘tüketim araçları’nın yanına konmasına inanan biri olarak ancak tek tük sanat ve edebiyat eserlerini özenle o listelere yerleştiririm. İki tanesini de bu hafta sonu ekledim:
Birincisi bir müzik projesi: Hearts of Space : Universe 5
Mutlaka dinleyin. Mistik müziğin kılcal damarlarında dolanın, keyfini çıkarın. Bana da dua edin.
Bir duayı da Luc Besson hak ediyordu. Hani Leon filminin (Sevginin Gücü) yönetmeni… Bizlere iyi ile kötünün, güzelle çirkinin, ruhun tekâmülü içinde nasıl eriyebildiğini göstermişti. Aynı yönetmen Lucy adıyla bana sorarsanız Her’den sonra bu yılın en muhteşem filmini çekmiş.
Bazı az gelişmiş ruhların ve de beyinlerin sadece içerik ve biçimine bakarak, bir şiddet, macera, bilimkurgu filmi olarak belleklerde yer edeceğini zannettikleri Lucy, son yıllarda Tarkovski’den (Bkz: Kurban) sonra izlediğim en derinlikli felsefi soyutlamalardan biri. İzleyin; ya bana söver ya da dua edersiniz. Ortasında buluşabileceğimizi zannetmiyorum.
Dün bizim gazetede okuduğumuz siber güvenlik uzmanlarının değerlendirmelerinden de anladığımıza göre bu işin cılkı çıkmış durumda. Warwick Üniversitesi Siyaset ve Uluslar arası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Richard Aldrich’e göre NSA, İsrail’i bile dinliyor ve İbranice dil bilimcilere yorumlatıyormuş. Aldrich’in şu tespiti özellikle önemli: WikiLeaks ve NSA’in eski çalışanı Snowden’ın ifşa ettiği bilgilerle artık ‘gizliliğin sonu’ paniği yaşanıyormuş. Dolayısıyla her ne kadar Merkel, Obama’ya “Bizi nasıl dinlersiniz?’” diye çıkışıyor olup; iş Türkiye’nin dinlenmesine geldiğinde bir Alman hükümet yetkilisinin buyurduğu gibi ‘Bu olayda ideolojik bir motivasyon yok; bizi yanlış anlamayın’ denilebiliyorsa gerçekten de standartlar da, etik kodlar da birbirinin içinde kaynayıp gitmiş demektir.
Artık ‘dinlemeler’ hem telekulaklar hem de mağdurlar açısından meşrulaştırılmıştır. Asıl panik, profesörün de dediği gibi ‘Gizliliğin sonu’dur.
Bu çerçeveden bakılarak akıl yürütmeye kalktığımızda bizim yıllardır iç işlerimize yoğunlaşmış olan istihbarat teşkilatımızın ‘zamanın ruhu’na uygun olarak dışarıyı da daha çok gündemine almasının bir gereklilik ve yanı sıra zorunluluk haline geldiği tartışma götürmeyecek biçimde ayan beyan ortadadır. Paralel Yapı’nın elinde çok yüksek teknolojinin bulunmadığını ve bu nedenle dinlemelerin teknik kısmından sorumlu tutulamayacağını söyleyenler de dahil olmak üzere, bu ‘gizliliğin sonu paniği’nde bizim istihbaratçıların da öküzün altında buzağı aramadıklarını, yapması gerekeni yapmaya çalıştığını bilmeyenimiz kaldı mı?
Dünyanın belli başlı büyük şirketlerinin lokomotif gücüyle rotasını çizen rekabetçi silah endüstrileri için Türkiye’nin hep ‘savunma’da kalmasının gerekliliği ve zorunluluğunu bilenler, bizim istihbarat kuruluşlarımızın ‘içeri’nin yanı sıra ‘dışarı’yla da ağırlıklı olarak uğraşmaya başlamasının ne anlama geldiğini bir an için düşünmenizi tavsiye edebilir miyim? Fiber optik ağlarla Türkiye’yi dinleyenlere karşı ‘Elimiz kolumuz bağlı duracak değiliz ya’ diyen ve istihbaratı, dış merkezlerle irtibatlı yapılanmaların peşine düşmeye yönlendiren Cumhurbaşkanı’nın risk alma kabiliyetinin de dokuz seçim boyunca halktan aldığı güven desteğiyle geliştiğini görebilmek çok mu zor bir analiz gerektirmektedir?
Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok
Erich Maria Remarque’ın ünlü eserini CHP bağlamında kimbilir kaçıncı kez burada anıyoruz.
Bir an için 19 Ağustos tarihli Yeni Şafak’ta yazdığım ‘Bir Erzurum Hamamı Hikayesi’ başlıklı yazıyı bugüne tekrar koymayı düşündüm. Hani şu suyu bir türlü ısınamayan hamamın hikayesi… Tüm yöneticilerin de tellakların da değiştirilmesine rağmen ısınamayan hamam… Havlucu çocuğun tavsiyesiyle olayı inceleyen mimarın “Yahu bu binanın altından buz gibi soğuk yer altı suları geçiyor; neyi değiştirirseniz değiştirin temeli değiştirmedikçe burayı ısıtamazsınız” dediği hamam…
Yarın CHP Kurultayı var. Rahmetli babamın aklını, gönlünü ve de hizmetlerini sunduğu aile yadigârı CHP’nin. Babamın yıllarından bu yana her şey değişti ama CHP değişmedi. Bu Kurultay’dan sonra da değişmeyecek. Mimarın dediği gibi temeli değiştirmedikçe, alttan akan soğuk suları engellemedikçe, CHP’nin iktidarın güçlü adayı olması ne yazık ki uzun yıllar daha mümkün olmayacak.
Ruhun ve aklın tekâmülü için: Lucy!
Benim şahsi web sitemde hayatımı zenginleştiren bazı kitaplar, müzikler ve filmlerin listesi vardır. Ne yazık ki sayıları çok değildir. Sanatın tek amacının ‘yaşama sanatına hizmet etmek’ olduğuna, izlenen her sanat eserinin eğer bireysel ve toplumsal yaşamımızı daha esenlikli kılmamıza hizmet edecek bir duygu tekâmülüne neden olmuyorsa kaldırıp ‘tüketim araçları’nın yanına konmasına inanan biri olarak ancak tek tük sanat ve edebiyat eserlerini özenle o listelere yerleştiririm. İki tanesini de bu hafta sonu ekledim:
Birincisi bir müzik projesi: Hearts of Space : Universe 5
Mutlaka dinleyin. Mistik müziğin kılcal damarlarında dolanın, keyfini çıkarın. Bana da dua edin.
Bir duayı da Luc Besson hak ediyordu. Hani Leon filminin (Sevginin Gücü) yönetmeni… Bizlere iyi ile kötünün, güzelle çirkinin, ruhun tekâmülü içinde nasıl eriyebildiğini göstermişti. Aynı yönetmen Lucy adıyla bana sorarsanız Her’den sonra bu yılın en muhteşem filmini çekmiş.
Bazı az gelişmiş ruhların ve de beyinlerin sadece içerik ve biçimine bakarak, bir şiddet, macera, bilimkurgu filmi olarak belleklerde yer edeceğini zannettikleri Lucy, son yıllarda Tarkovski’den (Bkz: Kurban) sonra izlediğim en derinlikli felsefi soyutlamalardan biri. İzleyin; ya bana söver ya da dua edersiniz. Ortasında buluşabileceğimizi zannetmiyorum.