‘Vaat’ ile ‘düş kırıklığı’ düz orantılıdır…
15 HAZİRAN 2008
Hemen önden bir dip not: Aşağıda, sözünü edeceğim reklam ajansıyla herhangi bir alıp veremediğim yoktur. Tam tersine, bugüne kadar pek çok işini yere göğe koyamayıp, hem burada hem de Akşam gazetesindeki köşemde öve öve bitirememişimdir. Ama bilirim, reklamcı arkadaşlar burunlarından kıl aldırmayı pek sevmezler. Överken sorun yoktur; ancak eleştirdiniz mi, öküz altında buzağı arama işi hemen devreye girer… “Yahu kardeşim bu adamın bizimle alıp veremediği ne var?..” falan… Onun için evvel emirde uyarayım: Lütfen bir lokma eleştirdim diye, beni derginin patroniçesine falan şikayet edip ekmeğimle (!) oynamaya kalkmasın kimse…
Gelelim sadede…
Türk gibi başlayıp, İsviçreli gibi sürdürüp, İngiliz gibi bitirmek… Zor iştir…
Marka vaadi müthişti. Dibine kadar inovasyon… Alabildiğine sosyal sorumluluk; 12’den vuran ‘itibar yönetimi’… Marketing Türkiye’de çıkan bir haberden duydum ki, TBWA\İstanbul, pornografik öğelerle dolu olduğu iddia edilen sitesinde, birbirinden seksi kızlar insanları ateşli bir geceye davet ediyormuş...
Kullanıcı daveti kabul edip, kızların üzerine tıkladığında hareketli bir müzik eşliğinde kızlar yavaş yavaş soyunmaya başlıyormuş. İşin sonunda internet kullanıcılarını komik bir sürpriz bekliyormuş. Kızlar “Küresel ısınmaya karşı önlemini al” yazılı bir pankart çıkarıyor ve acilen önlem almazsak ateşli gecelerin gerçekten çok yakında olduğunu söylüyorlarmış.
Bitmedi dahası var: Her yıl çevreye yaydığı karbondioksit miktarını hesaplayan ve aynı oranda ağaç diken TBWA\İstanbul, araştırma sonuçlarına bakıp, küresel ısınmaya karşı Türk erkeklerinin kadınlara oranla daha duyarsız olduğunu tespit etmiş. Bu provokatif projenin nedeni buymuş.
TBWA\İstanbul, sitenin tanıtımını belirli gazetelerde yer alan canlı sohbet hattı ilanlarının yanına onlar gibi pornografik ilanlar vererek yapmış.
Burada biraz şaşırdığımı itiraf etmeliyim. Çünkü bir anda hedef kitleler birbirlerine girdi gibi geldi bana… Segmentasyon problemi mi vardı yoksa?..
Bu arada (0212) 444 0 759 nolu bir ateşli sohbet hattı da açılmış. Radyo mecrasında 0900’lü telefon hatlarının jargonunu kullanarak teaser radyo spotları da oluşturulmuş. ‘Viral’ bir film hazırlayarak Youtube’a yerleştirmişler. İstanbul’un çeşitli semtlerine pornografik posterler asılması, iki kızın makyaj ve kostümle hayat kadınına dönüştürülmesi, kızların, Maslak ve Harbiye’de otostop çekip, duran arabalara daha önceden hazırlanan ateşli broşürleri dağıtarak insanları www.simsicakgeceler.com’a yönlendirmeleri işin cabası...
Çok müthiş değil mi? Entegre iletişim ve itibar yönetimi için daha iyisi, “Şamda kayısı!”…
Bir ara bizim Bahçeşehir Üniversitesindeki son sınıf öğrencilerine ödev olarak vermeyi bile düşündüm. Sonra şeytan dürttü…
Önce ben bir bakayım dedim. Aaa! O da ne? Telefon çalışmıyor. Sürekli olarak hattın bozuk olduğu mesajını, sinyalini veriyor.
Hemen web sitesine döndüm. 25 Mayıs günü sayfalarına girip bir bakayım, dedim. www.simsicakgeceler.com’u tıkladım…Tık yok… Yok yanlış. Bir garip müzik var. Kıpkırmızı zemin. Üstte sitenin adı falan, altta: “Geçici olarak servis dışıdır!”…
Biraz bekledim. Oraya buraya bir açıklama verirler, diye… 8 Haziranda bir daha girdim siteye. Belki düzeltmişlerdir, umuduyla… Evet, mesajı değiştirmişler. Sayfadan müzik dahil her şeyi kaldırmışlar. Sadece kırmızı zemin var. Bir de yeni not: “simsicakgeceler.com servis dışıdır...”
İletişim adına verilecek son mesajlar… Birincisi de ikincisi de. Gerçekten ‘geçici’ ise, hangi tarihte tekrar devreye gireceğini söylemezseniz, belirsizlik yaratırsınız; o da itibar kaybına yol açar… “Servis dışıdır” ise itibarın doğrudan hançerlenmesidir…
Haydi, kızları, posterleri, afişleri, sloganları görmedik. www.tbwa-istanbul.com’da da tek satır bir açıklama olmaz mı?..
Sadece iletişimde değil, ilişki yönetiminde de vaat ne kadar yüksekse, düş kırıklığı da o oranda yüksektir…
PR açısından son yılların en çarpıcı işlerinden biri olacak bir proje ancak böyle harcanır… Umarız bu yazı yayınlanana kadar TBWA\İstanbul duruma el koyar ve kampanyaya ‘restart’ verir… Hedef kitleyi kendi sosyal paydaşları çerçevesinde tuttukları, olayı anlamakta güçlük çekecek olan halk kesimine yaymadıkları sürece, mükemmel bir iletişim çalışması olacağına en ufak tereddüdüm yok…
Amma balık hafızalıyız…
Aslında pek geriye dönüp bakmayız. Özellikle futbol yazarları ve finansçıların belli zaman aralıklarında ne dediklerini karşılaştırmak son derece eğlenceli olabilir. Bazen öyle kesin konuşurlar, öyle çabuk çakılırlar ki, demeyin gitsin… “Eylül’de ekonomi çöker!”, “Hayır Şubat’ta çökecek!”, “Bu cari açığı hiçbir ekonomi kaldıramaz, kaldı ki bizimki…”, “Stumpf bitmiştir. Top mop oynayamaz.” , “Derwall çok yaşlı. Hiçbir şey yapamaz”… “Bu Fener yürüye yürüye şampiyon olur, Avrupa’da final oynar!”
Daha neler… Biri araştırsa, ne eğlenceli sonuçlar çıkar aslında…
Notlarımı karıştırırken o e-postayı gördüm. 9 Eylül 2007 tarihinde 22.30’da gelmiş. Aynen aşağıya alıyorum:
“BÜYÜK TÜRKİYE LOBİSİ… Tevfik Diker, Orhan Tunç, Hakan Ertaş, Adnan Yüksel, N. Şafak Vural, Vedat Çelikbaş, Abdülkadir Oruç, Ali Fuat Özel, Mehmet Ünal, Nihat Alpaslan, Şükrü Eroğlu, Mehmet Aypek, Nuri Yılmaz, Hakan Özbekle, Kemal Güngördü, Şuayip Gazi Ulusoy, Necat Sancak, Ergün Yalın, Şerafettin Çıkar, Hasan İşgörener, bir araya gelerek Büyük Türkiye Lobisi’ni kurduk.
Lobi, milli birlik ve beraberlik içinde kalınarak ve toprak bütünlüğü korunarak ülkemizin siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel alanda büyümesine katkıda bulunanlara destek olmak için faaliyete geçmiştir.
Lobi, hürriyetçi, çağdaş demokrat, düşünce ve ifade özgürlüğünden yana, yenilikçi, değişimci, reformcu, sosyal adaletçi, kalkınmacı, hamleci, milliyetçi, muhafazakâr, inançlara saygılı, mağdur ve mazlumların yanında, yolsuzlukla-yoksullukla - yasaklarla mücadeleci, lâik ve Atatürk’e samimi bağlı olan kişilerden oluşmaktadır.
Lobi, Büyük Türkiye’nin gerçekleşmesine katkısı olan ve olacağına inanılan, kişi, kurum, kuruluş, oluşum ve siyasi partileri yurt içinde ve dışında desteklemek için lobi faaliyetlerinde bulunmak için çalışmalara başlamıştır.
Lobi, 17 Kasım 2007’de yapılacak DP Büyük Kongresi’nde adı Genel Başkan adayları arasında geçen ATO Başkanı Sinan Aygün için lobi çalışmalarında bulunmak kararı almıştır.
Lobi'nin Genel Koordinatörlüğünü 19-20'nci Dönem Milletvekili Tevfik Diker (0 532 264 5095) ile Arş. Gazeteci, Yazar Orhan Tunç (0 533 966 0311) yürütmektedir. Lobiye katılmak için Tevfik Diker ile temasa geçilebilir.
Lobi ile ilgili çalışmaları www.buyukturkiyelobisi.com’dan takip edebilirsiniz.”
Web sitesine boşuna bakmayın bir şey yok… Ortada pek bilgi de yok. Büyük Türkiye Lobisi sırra kadem basmış sanki.
Sinan Aygün Bey’i ilgi ve takdirle izlerim aslında. Tabii biraz da eğlenerek… Kendisi de eğlenir sanki… Bakın, bir sorun kendinize. Her şehirde bir Ticaret Odası vardır. Niçin en çok ATO’yu ve onun sevimli başkanını bilirsiniz?..
Aygün, sansasyon meraklısı medyayı, burunlarına halka takıp peşinden dolaştırmayı o kadar iyi bilir ki… “Mafya babası olmasalardı hangi mesleği yaparlardı” türünden sorgulamalar da dahil, hiçbir derinliğinin olmadığını kendisinin de pek iyi bildiği araştırmalarla dilediği zaman gündem oluşturmayı başarır…
Sinan Aygün her zaman medyada görünme (publicity) ustası olmuştur. Kedi Köpek Güzellik Yarışması Jüri Başkanlığı; Ecevit’in vesayet altına alınması için dava dilekçesi vermesi; Annan Planı’nın basın toplantısına hamallar getirtip, yan yana konursa kaç kilometre, üst üste konursa kaç metre olacağını anlatması; TBMM bahçesine milli futbolcuların heykellerinin dikilmesini önermesi; El Kaide’nin bir ‘marka’ gibi davrandığını söylemesi, Sars virüsünün Türkiye için bir fırsat olduğunu tespit etmesi; Türkiye’nin ekonomisini düzeltmesi için 20-25 aileden kurtulması gerektiğini açıklaması; borcun yiğidi bozacağı hatta travesti yapacağını iddia etmesi; vb…
Türkiye’de medyada araştırmacı gazeteci nasılsa az… Bağır çağır, vaat et; sonra sus. Kafanı kuma göm. Sonra çık tekrar konuş… Kimse nasılsa “Kardeşim bizimle ne oynuyorsun?” demez… O yüzden bu ülke çok Sinan Aygün, bol miktarda Büyük Türkiye Lobisi kaldırır… Biz dilediğimiz kadar yırtınalım. Tutarlılık, Yaratıcılık, Süreklilik kavramlarını İngilizce’den simgeleyen üç C’den biri eksik olursa bu iş olmaz diye…
Demek ki, bir güzel yiyoruz, o zaman “Yıkıl Sezar…”
Sabun köpüğünden tatmin olmayanların işi zor
Honda’nın kurumsal filmini görmedinizse mutlaka bulup izleyin. Google’a ‘Honda skydiving’ yazın ve karşınıza çıkan ilk sonuca tıklayın. O sizi Reuters’in ilgili sayfasına götürecektir… İzleyin çünkü şu sıra gündemde ve insanlar bu reklamı tartışıyor.
Bunun bir tür ‘canlı reklam’ olduğu iddia ediliyor. Ben şahsen anlayamadım, nesi canlı. Profesyonel paraşütçüler uçaktan atlayıp havada düşerken sırayla tek tek Honda’yı oluşturan harfleri yazıyorlar. Önce H’yı, sonra O’yu vs… Bunu da kamera ile tespit edip ajanslara dağıtmışlar.
Sporcular bu işi yaparken, “Bizim menajer iyi ki Volkswagen ile anlaşmamış” diye düşünmüşlerdir. Honda yazmak bile zordu. Volkswagen yazana kadar on kere yere gelmiş olurlardı herhalde…
Bu işin publicity’den (medyada görünürlük) başka işe yaramayacağı kesin. Honda’nın tanınma sorunu mu var ki?.. Çünkü reklamda hangi mesajın veya vaadin işlendiğini en azından ben anlayamadım. Bir iletişim aksiyonunda eğer adam gibi, hedefe kilitlenmiş bir mesaj yoksa o zaman o reklam her şeye hizmet edebilir, ama satın alma davranışını etkilemez, itibara dönüşmez…
Sevgili Güneri Civaoğlu, bu tür işlere örnek olarak şöyle derdi: “Eşeğin birini helikopterle yukarı çıkarıp Boğaziçi köprüsünün ayaklarından birinin üstüne koyalım. Sonra fotoğrafını çekip birinci sayfadan verelim. Altına da yazalım: ‘Bu eşeğin orada ne işi var?’ İlgi çekmez mi?”
Çekmez olur mu? Sabun köpüğü gibi çeker yalnız. Sonra arda ne kalır?..
Önemli mi, arda ne kaldığı?... Eğer yanıtınız ‘Evet!’ ise, sizin bu dünyada işiniz zor demektir…
Beğenmediklerimiz de ‘doğru’ olabilir!
Okurlarımızdan Ramazan Sarıbaş, belli ki ya kitabımızı okumuş, ya da konferanslarımızdan birini izlemiş; amacı kelam etmek kadar bizim de damarımıza basmak. Demiş ki:
“Ekte görseli bulunan Mavi Jeans reklamına outdoor uygulamalarda rastlıyorum. Sizden öğrendiğimiz bilgiler doğrultusunda bu reklam oyuncular arasındaki bağ itibariyle hedef kitlenin değerleriyle uyumlu değil ve ‘Kafana Göre’ mesajı kafa karıştırıyor. Kafamıza göre olan nedir? Reklam hakkında sizin de düşüncelerinizi merak ediyorum.”
Tam sazanlık soru yani…
Bir: Hangi hedef kitlenin değerleriyle uyumlu değil? Eğer Mavi Jeans bu afişleri, onun üzerinde simgelenen gençlerin bulunduğu muhitlerde kullanıyorsa hiçbir sorun yok… Muhafazakâr gençler o muhitlere giderlerse, sorun çıkmaz mı? Hayır çıkmaz. Çünkü o muhafazakâr gençler o muhitlere gittiklerinde, hot-mini giyen kadınlara da, kadınlar gibi giyinen erkeklere de, sokakta öpüşen gençlere de ses çıkarmıyorlar. Reaksiyonları, olay ‘kendi mahallelerinde’ geçerse, ortaya çıkabilir…
İki: İletişimde kültür ve değerler genellikle birbirine karıştırılabilir. Buradaki de daha çok bir kültür meselesidir. Çünkü İslamiyet özü itibariyle cinselliğe Hıristiyan Batı’dan çok daha büyük özgürlük ve tolerans sınırları içinde bakar. Kültürel çatışma noktaları ise, iletişimde dikkat çekmek için sık sık başvurulan araçlardan biridir…
Üç: Her zaman söylediğimiz gibi aslolan iletişim hedefidir. Mavi Jeans’e sorarsanız, bu kampanyalarla istediklerini elde etmişlerdir. O zaman bize kelam ederken iki kere düşünmek düşer…
Ha, bu arada reklamları beğendiniz mi, diye sorarsanız; o zaman yanıtım koca bir hayırdır… O başka… Her fırsatta ifade ettiğim gibi, benim görüşüme göre, pazarlama iletişimi milli bir meseledir, evrensel değil… Elin adamına gel bana reklam yap dersen, o da aklına ilk geleni yapar: Bunlar Osmanlıdır. Osmanlı sarık takardı… Sararız blucinleri mankenlerin kafasına, olur biter…
Buna rağmen, bu söylediklerimiz yapılan işin ‘yanlış’ olduğunu göstermez…
Gelelim sadede…
Türk gibi başlayıp, İsviçreli gibi sürdürüp, İngiliz gibi bitirmek… Zor iştir…
Marka vaadi müthişti. Dibine kadar inovasyon… Alabildiğine sosyal sorumluluk; 12’den vuran ‘itibar yönetimi’… Marketing Türkiye’de çıkan bir haberden duydum ki, TBWA\İstanbul, pornografik öğelerle dolu olduğu iddia edilen sitesinde, birbirinden seksi kızlar insanları ateşli bir geceye davet ediyormuş...
Kullanıcı daveti kabul edip, kızların üzerine tıkladığında hareketli bir müzik eşliğinde kızlar yavaş yavaş soyunmaya başlıyormuş. İşin sonunda internet kullanıcılarını komik bir sürpriz bekliyormuş. Kızlar “Küresel ısınmaya karşı önlemini al” yazılı bir pankart çıkarıyor ve acilen önlem almazsak ateşli gecelerin gerçekten çok yakında olduğunu söylüyorlarmış.
Bitmedi dahası var: Her yıl çevreye yaydığı karbondioksit miktarını hesaplayan ve aynı oranda ağaç diken TBWA\İstanbul, araştırma sonuçlarına bakıp, küresel ısınmaya karşı Türk erkeklerinin kadınlara oranla daha duyarsız olduğunu tespit etmiş. Bu provokatif projenin nedeni buymuş.
TBWA\İstanbul, sitenin tanıtımını belirli gazetelerde yer alan canlı sohbet hattı ilanlarının yanına onlar gibi pornografik ilanlar vererek yapmış.
Burada biraz şaşırdığımı itiraf etmeliyim. Çünkü bir anda hedef kitleler birbirlerine girdi gibi geldi bana… Segmentasyon problemi mi vardı yoksa?..
Bu arada (0212) 444 0 759 nolu bir ateşli sohbet hattı da açılmış. Radyo mecrasında 0900’lü telefon hatlarının jargonunu kullanarak teaser radyo spotları da oluşturulmuş. ‘Viral’ bir film hazırlayarak Youtube’a yerleştirmişler. İstanbul’un çeşitli semtlerine pornografik posterler asılması, iki kızın makyaj ve kostümle hayat kadınına dönüştürülmesi, kızların, Maslak ve Harbiye’de otostop çekip, duran arabalara daha önceden hazırlanan ateşli broşürleri dağıtarak insanları www.simsicakgeceler.com’a yönlendirmeleri işin cabası...
Çok müthiş değil mi? Entegre iletişim ve itibar yönetimi için daha iyisi, “Şamda kayısı!”…
Bir ara bizim Bahçeşehir Üniversitesindeki son sınıf öğrencilerine ödev olarak vermeyi bile düşündüm. Sonra şeytan dürttü…
Önce ben bir bakayım dedim. Aaa! O da ne? Telefon çalışmıyor. Sürekli olarak hattın bozuk olduğu mesajını, sinyalini veriyor.
Hemen web sitesine döndüm. 25 Mayıs günü sayfalarına girip bir bakayım, dedim. www.simsicakgeceler.com’u tıkladım…Tık yok… Yok yanlış. Bir garip müzik var. Kıpkırmızı zemin. Üstte sitenin adı falan, altta: “Geçici olarak servis dışıdır!”…
Biraz bekledim. Oraya buraya bir açıklama verirler, diye… 8 Haziranda bir daha girdim siteye. Belki düzeltmişlerdir, umuduyla… Evet, mesajı değiştirmişler. Sayfadan müzik dahil her şeyi kaldırmışlar. Sadece kırmızı zemin var. Bir de yeni not: “simsicakgeceler.com servis dışıdır...”
İletişim adına verilecek son mesajlar… Birincisi de ikincisi de. Gerçekten ‘geçici’ ise, hangi tarihte tekrar devreye gireceğini söylemezseniz, belirsizlik yaratırsınız; o da itibar kaybına yol açar… “Servis dışıdır” ise itibarın doğrudan hançerlenmesidir…
Haydi, kızları, posterleri, afişleri, sloganları görmedik. www.tbwa-istanbul.com’da da tek satır bir açıklama olmaz mı?..
Sadece iletişimde değil, ilişki yönetiminde de vaat ne kadar yüksekse, düş kırıklığı da o oranda yüksektir…
PR açısından son yılların en çarpıcı işlerinden biri olacak bir proje ancak böyle harcanır… Umarız bu yazı yayınlanana kadar TBWA\İstanbul duruma el koyar ve kampanyaya ‘restart’ verir… Hedef kitleyi kendi sosyal paydaşları çerçevesinde tuttukları, olayı anlamakta güçlük çekecek olan halk kesimine yaymadıkları sürece, mükemmel bir iletişim çalışması olacağına en ufak tereddüdüm yok…
Amma balık hafızalıyız…
Aslında pek geriye dönüp bakmayız. Özellikle futbol yazarları ve finansçıların belli zaman aralıklarında ne dediklerini karşılaştırmak son derece eğlenceli olabilir. Bazen öyle kesin konuşurlar, öyle çabuk çakılırlar ki, demeyin gitsin… “Eylül’de ekonomi çöker!”, “Hayır Şubat’ta çökecek!”, “Bu cari açığı hiçbir ekonomi kaldıramaz, kaldı ki bizimki…”, “Stumpf bitmiştir. Top mop oynayamaz.” , “Derwall çok yaşlı. Hiçbir şey yapamaz”… “Bu Fener yürüye yürüye şampiyon olur, Avrupa’da final oynar!”
Daha neler… Biri araştırsa, ne eğlenceli sonuçlar çıkar aslında…
Notlarımı karıştırırken o e-postayı gördüm. 9 Eylül 2007 tarihinde 22.30’da gelmiş. Aynen aşağıya alıyorum:
“BÜYÜK TÜRKİYE LOBİSİ… Tevfik Diker, Orhan Tunç, Hakan Ertaş, Adnan Yüksel, N. Şafak Vural, Vedat Çelikbaş, Abdülkadir Oruç, Ali Fuat Özel, Mehmet Ünal, Nihat Alpaslan, Şükrü Eroğlu, Mehmet Aypek, Nuri Yılmaz, Hakan Özbekle, Kemal Güngördü, Şuayip Gazi Ulusoy, Necat Sancak, Ergün Yalın, Şerafettin Çıkar, Hasan İşgörener, bir araya gelerek Büyük Türkiye Lobisi’ni kurduk.
Lobi, milli birlik ve beraberlik içinde kalınarak ve toprak bütünlüğü korunarak ülkemizin siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel alanda büyümesine katkıda bulunanlara destek olmak için faaliyete geçmiştir.
Lobi, hürriyetçi, çağdaş demokrat, düşünce ve ifade özgürlüğünden yana, yenilikçi, değişimci, reformcu, sosyal adaletçi, kalkınmacı, hamleci, milliyetçi, muhafazakâr, inançlara saygılı, mağdur ve mazlumların yanında, yolsuzlukla-yoksullukla - yasaklarla mücadeleci, lâik ve Atatürk’e samimi bağlı olan kişilerden oluşmaktadır.
Lobi, Büyük Türkiye’nin gerçekleşmesine katkısı olan ve olacağına inanılan, kişi, kurum, kuruluş, oluşum ve siyasi partileri yurt içinde ve dışında desteklemek için lobi faaliyetlerinde bulunmak için çalışmalara başlamıştır.
Lobi, 17 Kasım 2007’de yapılacak DP Büyük Kongresi’nde adı Genel Başkan adayları arasında geçen ATO Başkanı Sinan Aygün için lobi çalışmalarında bulunmak kararı almıştır.
Lobi'nin Genel Koordinatörlüğünü 19-20'nci Dönem Milletvekili Tevfik Diker (0 532 264 5095) ile Arş. Gazeteci, Yazar Orhan Tunç (0 533 966 0311) yürütmektedir. Lobiye katılmak için Tevfik Diker ile temasa geçilebilir.
Lobi ile ilgili çalışmaları www.buyukturkiyelobisi.com’dan takip edebilirsiniz.”
Web sitesine boşuna bakmayın bir şey yok… Ortada pek bilgi de yok. Büyük Türkiye Lobisi sırra kadem basmış sanki.
Sinan Aygün Bey’i ilgi ve takdirle izlerim aslında. Tabii biraz da eğlenerek… Kendisi de eğlenir sanki… Bakın, bir sorun kendinize. Her şehirde bir Ticaret Odası vardır. Niçin en çok ATO’yu ve onun sevimli başkanını bilirsiniz?..
Aygün, sansasyon meraklısı medyayı, burunlarına halka takıp peşinden dolaştırmayı o kadar iyi bilir ki… “Mafya babası olmasalardı hangi mesleği yaparlardı” türünden sorgulamalar da dahil, hiçbir derinliğinin olmadığını kendisinin de pek iyi bildiği araştırmalarla dilediği zaman gündem oluşturmayı başarır…
Sinan Aygün her zaman medyada görünme (publicity) ustası olmuştur. Kedi Köpek Güzellik Yarışması Jüri Başkanlığı; Ecevit’in vesayet altına alınması için dava dilekçesi vermesi; Annan Planı’nın basın toplantısına hamallar getirtip, yan yana konursa kaç kilometre, üst üste konursa kaç metre olacağını anlatması; TBMM bahçesine milli futbolcuların heykellerinin dikilmesini önermesi; El Kaide’nin bir ‘marka’ gibi davrandığını söylemesi, Sars virüsünün Türkiye için bir fırsat olduğunu tespit etmesi; Türkiye’nin ekonomisini düzeltmesi için 20-25 aileden kurtulması gerektiğini açıklaması; borcun yiğidi bozacağı hatta travesti yapacağını iddia etmesi; vb…
Türkiye’de medyada araştırmacı gazeteci nasılsa az… Bağır çağır, vaat et; sonra sus. Kafanı kuma göm. Sonra çık tekrar konuş… Kimse nasılsa “Kardeşim bizimle ne oynuyorsun?” demez… O yüzden bu ülke çok Sinan Aygün, bol miktarda Büyük Türkiye Lobisi kaldırır… Biz dilediğimiz kadar yırtınalım. Tutarlılık, Yaratıcılık, Süreklilik kavramlarını İngilizce’den simgeleyen üç C’den biri eksik olursa bu iş olmaz diye…
Demek ki, bir güzel yiyoruz, o zaman “Yıkıl Sezar…”
Sabun köpüğünden tatmin olmayanların işi zor
Honda’nın kurumsal filmini görmedinizse mutlaka bulup izleyin. Google’a ‘Honda skydiving’ yazın ve karşınıza çıkan ilk sonuca tıklayın. O sizi Reuters’in ilgili sayfasına götürecektir… İzleyin çünkü şu sıra gündemde ve insanlar bu reklamı tartışıyor.
Bunun bir tür ‘canlı reklam’ olduğu iddia ediliyor. Ben şahsen anlayamadım, nesi canlı. Profesyonel paraşütçüler uçaktan atlayıp havada düşerken sırayla tek tek Honda’yı oluşturan harfleri yazıyorlar. Önce H’yı, sonra O’yu vs… Bunu da kamera ile tespit edip ajanslara dağıtmışlar.
Sporcular bu işi yaparken, “Bizim menajer iyi ki Volkswagen ile anlaşmamış” diye düşünmüşlerdir. Honda yazmak bile zordu. Volkswagen yazana kadar on kere yere gelmiş olurlardı herhalde…
Bu işin publicity’den (medyada görünürlük) başka işe yaramayacağı kesin. Honda’nın tanınma sorunu mu var ki?.. Çünkü reklamda hangi mesajın veya vaadin işlendiğini en azından ben anlayamadım. Bir iletişim aksiyonunda eğer adam gibi, hedefe kilitlenmiş bir mesaj yoksa o zaman o reklam her şeye hizmet edebilir, ama satın alma davranışını etkilemez, itibara dönüşmez…
Sevgili Güneri Civaoğlu, bu tür işlere örnek olarak şöyle derdi: “Eşeğin birini helikopterle yukarı çıkarıp Boğaziçi köprüsünün ayaklarından birinin üstüne koyalım. Sonra fotoğrafını çekip birinci sayfadan verelim. Altına da yazalım: ‘Bu eşeğin orada ne işi var?’ İlgi çekmez mi?”
Çekmez olur mu? Sabun köpüğü gibi çeker yalnız. Sonra arda ne kalır?..
Önemli mi, arda ne kaldığı?... Eğer yanıtınız ‘Evet!’ ise, sizin bu dünyada işiniz zor demektir…
Beğenmediklerimiz de ‘doğru’ olabilir!
Okurlarımızdan Ramazan Sarıbaş, belli ki ya kitabımızı okumuş, ya da konferanslarımızdan birini izlemiş; amacı kelam etmek kadar bizim de damarımıza basmak. Demiş ki:
“Ekte görseli bulunan Mavi Jeans reklamına outdoor uygulamalarda rastlıyorum. Sizden öğrendiğimiz bilgiler doğrultusunda bu reklam oyuncular arasındaki bağ itibariyle hedef kitlenin değerleriyle uyumlu değil ve ‘Kafana Göre’ mesajı kafa karıştırıyor. Kafamıza göre olan nedir? Reklam hakkında sizin de düşüncelerinizi merak ediyorum.”
Tam sazanlık soru yani…
Bir: Hangi hedef kitlenin değerleriyle uyumlu değil? Eğer Mavi Jeans bu afişleri, onun üzerinde simgelenen gençlerin bulunduğu muhitlerde kullanıyorsa hiçbir sorun yok… Muhafazakâr gençler o muhitlere giderlerse, sorun çıkmaz mı? Hayır çıkmaz. Çünkü o muhafazakâr gençler o muhitlere gittiklerinde, hot-mini giyen kadınlara da, kadınlar gibi giyinen erkeklere de, sokakta öpüşen gençlere de ses çıkarmıyorlar. Reaksiyonları, olay ‘kendi mahallelerinde’ geçerse, ortaya çıkabilir…
İki: İletişimde kültür ve değerler genellikle birbirine karıştırılabilir. Buradaki de daha çok bir kültür meselesidir. Çünkü İslamiyet özü itibariyle cinselliğe Hıristiyan Batı’dan çok daha büyük özgürlük ve tolerans sınırları içinde bakar. Kültürel çatışma noktaları ise, iletişimde dikkat çekmek için sık sık başvurulan araçlardan biridir…
Üç: Her zaman söylediğimiz gibi aslolan iletişim hedefidir. Mavi Jeans’e sorarsanız, bu kampanyalarla istediklerini elde etmişlerdir. O zaman bize kelam ederken iki kere düşünmek düşer…
Ha, bu arada reklamları beğendiniz mi, diye sorarsanız; o zaman yanıtım koca bir hayırdır… O başka… Her fırsatta ifade ettiğim gibi, benim görüşüme göre, pazarlama iletişimi milli bir meseledir, evrensel değil… Elin adamına gel bana reklam yap dersen, o da aklına ilk geleni yapar: Bunlar Osmanlıdır. Osmanlı sarık takardı… Sararız blucinleri mankenlerin kafasına, olur biter…
Buna rağmen, bu söylediklerimiz yapılan işin ‘yanlış’ olduğunu göstermez…