‘Vatan size minnettardır’
16 HAZİRAN 2012
Özellikle 28 Şubat sürecinden sonra ve de iki binli yılların başlangıcında ilk sırada ‘Ülker’ olmak üzere pek çok ürünün, sırf sahipleri AK Parti’ye yakın duruyor diye boykot edildiğini herhalde unutanımız yoktur. Öte yanda da “Boynuzlu ürünleri almayın” kampanyalarını hatırlamayanınız…
Bir zamanlar ticarette Ülker ile Eti kutuplaşmasında simgeleşen rekabet, Türk ekonomisinin içinden geçtiği iyileştirici evrelerin de etkisiyle ‘katiyen satın almam!’ inadını zaman içinde törpüledi.
Bu inatlaşmadaki keskin iddiaların zayıflamasında, taraflar arasındaki geçişkenliğin artmasının da rolü çok büyük olmalı. İki binli yıllardaki büyük dönüşüm CHP’yi yenilenme ihtiyacı ile karşı karşıya bırakırken, muhafazakâr Müslüman kesimini de ‘dindarlık’la ‘dincilik’ arasındaki ince çizgiyi algılamak ve algılatmak durumunda bıraktı. Kendilerini ‘taraf’ hissedenler, birbirlerine ‘inanç’ ve ‘yaşam tarzı’ kapılarını açmaya başladılar.
Eti Şirketler Grubu Onursal Başkanı Firuz Kanatlı Bey’in imzası ile gazetelerde tam sayfa yayınlanan başsağlığı mesajını tam da bu düşüncelerle okudum. Elbette rahmetli Sabri Ülker ile Firuz Bey arasındaki dostluk ilişkisi, bu yazının ilk paragrafındaki tespitlerden çok ötelerde bir yerlerde ve tamamen duygulara yaslanan bir temel üzerinde inşa edilmiştir. Ancak yine de bu dostluğun, siyasi, sosyolojik, ekonomik ve tamamen psikolojik göstergelerle çok yakından bağı olan meşhur ‘karpuz sendromu’ çıktılarından çok uzaklarda olduğunu söylemek de mümkün değildir. Çelişkiye rağmen tesis edilen ‘dostluklar’ın ‘tadından yenmez’ olduğunu gayet iyi bilenlerden biri Firuz Bey’in izniyle ben de tekrarlamak isterim: “Sabri Bey, huzur içinde uyuyun. Vatan size minnettardır.’
‘Kitap değil yazar okuyun’
Hilmi Yavuz, Zaman gazetesindeki köşe yazısında Ahmet Hamdi Tanpınar’ın vefatından sonra kütüphanesinde kalan kitaplarının listesini ‘fevkalâde zayıf’ bulduğunu yazmış. Üstad, ‘Üşenmedim, oturup saydım’ diyor. Tanpınar'ın yabancı dilde 371, telif olarak 178 ve tercüme olarak da 19 olmak üzere toplam 568 kitabı varmış... Az mı çok mu bilemedim.
Hemen gözümün önüne seksenli yılların Karacan Yayınları’ndaki toplantı odamız ve bu odada edebiyatın bir başka üstadı Attilâ İlhan’ın danışmanlığındaki Sanat Olayı dergisinin aylık içerik belirleme sohbetleri geldi. Evindeki, ‘duvarlardan duvarlara uzanan’ hiç de azımsanmayacak sayıdaki kitabını kendisi adına kurulacak olan Vakfa bırakan rahmetli Attila İlhan diyordu ki:
“Kitap değil, yazar okuyun.”
Yazarlarım olmuştur sayesinde... Yazardan yazara dolanıp, malûmatfuruşluk temelinde uzmanlaşmaktan çok, ‘derinleşme’nin en iyi yollarından biri olarak alıp, cebime koymuştum bu tavsiyeyi... Tıpkı yazarlarım gibi zamanla yönetmenlerim de oldu. Bir filmiyle temas kurabildiğim yönetmenin diğer tüm filmlerini ders çalışır gibi seyrettiysem, özüyle akrabalık kurabildiğim bir yazarın diğer kitaplarını arkeolojik kazı yapar gibi iz sürerek bulup getirttiysem, tüm bu ‘derinleşme’ arzumda rahmetlinin öğüdünün büyük payı büyüktür.
Şimdiler de biz, ‘Sinema Muhabbetleri’ çalışmasında arkadaşlara, ‘Film değil, yönetmen seyredin’ diyoruz... Her iki üstadın kulakları çınlasın…
Nerede kaldı mahremiyet?
Hani aşk da iman da gizli olurdu. Mahremimizdi… Kim bu mahrem dünyanın kapılarını bu kadar açtı?.. Ve neden?
TV’de bir tartışma. Konu: Evlilik öncesi ilişki… Buna ‘hayır’ diyenlerdenseniz. ‘evet’ diyenlere tuhaf gözle bakanlardan olup olmadığınızı sorun kendinize. Ancak, ‘evet’ diye yanıt verenlerdenseniz, ‘hayır’ diyenlere tuhaf gözle bakanlardan olup olmadığınızı sorgulayın... Ne tuhaf değil mi? Meğerse bir TV programında flört’e dair sıradan bir soru sorulmasının bile ‘insan onuru’yla ilişkilendirilebileceği bir günü de görecekmişiz. Erkin Korayca bir ‘Fesuphanallah’ çekmek iyi gelebilir...
Bir ‘Fesuphanallah’ da dün Ayşe Arman kardeşimin sayfasındaki okur mektubuna… Daha doğrusu mektubu ve yanıtı tetikleyen ortama. İpek Ü. Hanım yazmış: “…Oral ve anal seks, Yargıtay’ın verdiği karara göre artık tecavüz, hayvanlarla ilişki, sado-mazo, ölülerle ilişki gibi doğal olmayan yoldan yapılan cinsel ilişki sayılıyor ve internetten bu tür filmler indirmek/izlemek veya CD’lerini bulundurmak 1-4 yıla kadar hapis cezası gerektiren bir suç oldu. Sonunda gerçekten yatak odamıza kadar girdiler! Lütfen bu konu hakkında bir farkındalık yaratın...”
Ayşe’nin verdiği yanıt daha da ilginç: “Sevgili İpek. Ben de senin gibi düşünüyorum. Önümüzdeki günlerde, bu konuda yapılmış bir röportaj okuyacaksın. Bundan sonra iktidarın, devletin, hukuk sisteminin yatak odamızdaki hangi hareketlere de karışacağını merak ediyoruz! Sanırım çocuk yapmak için birleşmek dışında, her şey “doğal olmayan sevişme” sayılıyor! Pardon, onlar “sevişme” de diyemiyor, “cinsel ilişki!” Dünyada milyonlarca insan bir kalemde “sapık” sayılacak öyle mi... Boşveeer... Haz hakkımız elimizden alınamaz! Bu konuda yorumlarını göndermek isteyenlere de sütunum açıktır...” Çoğu kişinin düşünüp de söyleyemediğini Ayşe yazmış… Cesaret… Korkanlar köle, korkmayanlar efendi olurmuş hani… Ayşe ‘efendi’ kızdır…
Bir zamanlar ticarette Ülker ile Eti kutuplaşmasında simgeleşen rekabet, Türk ekonomisinin içinden geçtiği iyileştirici evrelerin de etkisiyle ‘katiyen satın almam!’ inadını zaman içinde törpüledi.
Bu inatlaşmadaki keskin iddiaların zayıflamasında, taraflar arasındaki geçişkenliğin artmasının da rolü çok büyük olmalı. İki binli yıllardaki büyük dönüşüm CHP’yi yenilenme ihtiyacı ile karşı karşıya bırakırken, muhafazakâr Müslüman kesimini de ‘dindarlık’la ‘dincilik’ arasındaki ince çizgiyi algılamak ve algılatmak durumunda bıraktı. Kendilerini ‘taraf’ hissedenler, birbirlerine ‘inanç’ ve ‘yaşam tarzı’ kapılarını açmaya başladılar.
Eti Şirketler Grubu Onursal Başkanı Firuz Kanatlı Bey’in imzası ile gazetelerde tam sayfa yayınlanan başsağlığı mesajını tam da bu düşüncelerle okudum. Elbette rahmetli Sabri Ülker ile Firuz Bey arasındaki dostluk ilişkisi, bu yazının ilk paragrafındaki tespitlerden çok ötelerde bir yerlerde ve tamamen duygulara yaslanan bir temel üzerinde inşa edilmiştir. Ancak yine de bu dostluğun, siyasi, sosyolojik, ekonomik ve tamamen psikolojik göstergelerle çok yakından bağı olan meşhur ‘karpuz sendromu’ çıktılarından çok uzaklarda olduğunu söylemek de mümkün değildir. Çelişkiye rağmen tesis edilen ‘dostluklar’ın ‘tadından yenmez’ olduğunu gayet iyi bilenlerden biri Firuz Bey’in izniyle ben de tekrarlamak isterim: “Sabri Bey, huzur içinde uyuyun. Vatan size minnettardır.’
‘Kitap değil yazar okuyun’
Hilmi Yavuz, Zaman gazetesindeki köşe yazısında Ahmet Hamdi Tanpınar’ın vefatından sonra kütüphanesinde kalan kitaplarının listesini ‘fevkalâde zayıf’ bulduğunu yazmış. Üstad, ‘Üşenmedim, oturup saydım’ diyor. Tanpınar'ın yabancı dilde 371, telif olarak 178 ve tercüme olarak da 19 olmak üzere toplam 568 kitabı varmış... Az mı çok mu bilemedim.
Hemen gözümün önüne seksenli yılların Karacan Yayınları’ndaki toplantı odamız ve bu odada edebiyatın bir başka üstadı Attilâ İlhan’ın danışmanlığındaki Sanat Olayı dergisinin aylık içerik belirleme sohbetleri geldi. Evindeki, ‘duvarlardan duvarlara uzanan’ hiç de azımsanmayacak sayıdaki kitabını kendisi adına kurulacak olan Vakfa bırakan rahmetli Attila İlhan diyordu ki:
“Kitap değil, yazar okuyun.”
Yazarlarım olmuştur sayesinde... Yazardan yazara dolanıp, malûmatfuruşluk temelinde uzmanlaşmaktan çok, ‘derinleşme’nin en iyi yollarından biri olarak alıp, cebime koymuştum bu tavsiyeyi... Tıpkı yazarlarım gibi zamanla yönetmenlerim de oldu. Bir filmiyle temas kurabildiğim yönetmenin diğer tüm filmlerini ders çalışır gibi seyrettiysem, özüyle akrabalık kurabildiğim bir yazarın diğer kitaplarını arkeolojik kazı yapar gibi iz sürerek bulup getirttiysem, tüm bu ‘derinleşme’ arzumda rahmetlinin öğüdünün büyük payı büyüktür.
Şimdiler de biz, ‘Sinema Muhabbetleri’ çalışmasında arkadaşlara, ‘Film değil, yönetmen seyredin’ diyoruz... Her iki üstadın kulakları çınlasın…
Nerede kaldı mahremiyet?
Hani aşk da iman da gizli olurdu. Mahremimizdi… Kim bu mahrem dünyanın kapılarını bu kadar açtı?.. Ve neden?
TV’de bir tartışma. Konu: Evlilik öncesi ilişki… Buna ‘hayır’ diyenlerdenseniz. ‘evet’ diyenlere tuhaf gözle bakanlardan olup olmadığınızı sorun kendinize. Ancak, ‘evet’ diye yanıt verenlerdenseniz, ‘hayır’ diyenlere tuhaf gözle bakanlardan olup olmadığınızı sorgulayın... Ne tuhaf değil mi? Meğerse bir TV programında flört’e dair sıradan bir soru sorulmasının bile ‘insan onuru’yla ilişkilendirilebileceği bir günü de görecekmişiz. Erkin Korayca bir ‘Fesuphanallah’ çekmek iyi gelebilir...
Bir ‘Fesuphanallah’ da dün Ayşe Arman kardeşimin sayfasındaki okur mektubuna… Daha doğrusu mektubu ve yanıtı tetikleyen ortama. İpek Ü. Hanım yazmış: “…Oral ve anal seks, Yargıtay’ın verdiği karara göre artık tecavüz, hayvanlarla ilişki, sado-mazo, ölülerle ilişki gibi doğal olmayan yoldan yapılan cinsel ilişki sayılıyor ve internetten bu tür filmler indirmek/izlemek veya CD’lerini bulundurmak 1-4 yıla kadar hapis cezası gerektiren bir suç oldu. Sonunda gerçekten yatak odamıza kadar girdiler! Lütfen bu konu hakkında bir farkındalık yaratın...”
Ayşe’nin verdiği yanıt daha da ilginç: “Sevgili İpek. Ben de senin gibi düşünüyorum. Önümüzdeki günlerde, bu konuda yapılmış bir röportaj okuyacaksın. Bundan sonra iktidarın, devletin, hukuk sisteminin yatak odamızdaki hangi hareketlere de karışacağını merak ediyoruz! Sanırım çocuk yapmak için birleşmek dışında, her şey “doğal olmayan sevişme” sayılıyor! Pardon, onlar “sevişme” de diyemiyor, “cinsel ilişki!” Dünyada milyonlarca insan bir kalemde “sapık” sayılacak öyle mi... Boşveeer... Haz hakkımız elimizden alınamaz! Bu konuda yorumlarını göndermek isteyenlere de sütunum açıktır...” Çoğu kişinin düşünüp de söyleyemediğini Ayşe yazmış… Cesaret… Korkanlar köle, korkmayanlar efendi olurmuş hani… Ayşe ‘efendi’ kızdır…