‘Yeni Türkiye’ konseptinin 3 ayağı
14 aĞUSTOS 2014 YENİ ŞAFAK
Fikre fikirle karşılık vermek yerine dalgasını geçmek ve önce bu yolla meseleyi gözden düşürmeye çalışmak müzmin muhalif gevezelerin harika bir vakit doldurma yöntemidir. Hiçbir işe de yaramaz.Hem aykırılığın cazip "duruş"undan hem de tenis masasına bir çarpıp bir zıplayan pingpong topu misali "laf yetiştirme"nin görünürdeki "çalışkanlığı"ndan(!) sonuna kadar istifade etmeye yarar belki. Benzerleriyle biraraya geldiklerinde "Vasatların şiddetli muhalefeti"ni oluşturular (Einstein). Ziya Paşa"nın sözünü ettiği "Acezenin ittifakı"dır bu ve kısa vadede hakikaten korkulabilir. Uzun vadede ne olur peki?
Türkiye"de son on küsur yıldır gördüklerimiz olur.
"Yeni Türkiye" konsepti de, sırtında yumurta küfesi taşımadan konuşanlarla, bir iş, ilişki ve iletişim stratejisi dâhilinde kelâm edenler arasındaki farkı zamanla gösterecektir; ancak henüz "vaat" olsa da, bu hedefin payandalarını anlatmakta gecikilmemelidir.
Malum, "Büyük Fikir"i oluşturan stratejiye dair konseptler ve bu konsept halkalarının birbirleriyle olan bağları çerçevesinde, oniki yıllık iktidar tarafından bugüne kadar "siyasi iletişim"in en çarpıcı örnekleri uygulanageldi. "Öncesi, sırası ve sonrası" dikkatle gözetilerek stratejiye uygun aksiyonların iletişimi yapıldı ve bu süreçlendirme sayesindedir ki, aksayanlar net olarak zaman içinde kendini gösterebildi ve krize dönüşmeden önlemleri alınabildi.
Bugüne kadar hiçbir liderin söz vermek şöyle dursun, taziye mesajlarından öte ağzından tek laf çıkmadığı, ülkenin bir numaralı derdine, (ne derdi, kanayan yarasına) çözüm bulacağız diyenlerin Türkiye"si "Yeni" değil de nedir? Tayyip Erdoğan"ın Kürtlerle Türkleri birbirine yakınlaştıran "Yumuşama Politikası"nın (Detant) Türkiye"ye sağladığı oksijen ve yenilenme görmezden gelinebilir mi?
Bu hedefe kilitlenen Erdoğan"ın, iktidarının, gücünün sürekliliğine karşı tehdit algısı oluşturanları etkisiz kılmak istemesi yadırganabilir mi? Kendisine muhalif olanların, "Diktatör" ithamını özenle seçmelerinin bir nedeni de, "Çözüm Süreci"nin içselleştirilmesinin sonuçlarını şimdiden görmelerinden başka bir şey değildir.
"Çözüm Süreci"nin tüm adımlarıyla işleyebildiği ve dağlardan, dolayısıyla terörden yakasını kurtarmış bir fikriyatın siyaset hayatımızda etkin olabileceği bir ülke, hepimiz için "Yeni"dir ve bu büyük yenilenmenin içimizdekilerden başlayarak dışımızdaki hangi merkezlerin korkulu rüyası olduğunu bilmeyenimiz yoktur.
Bize kalırsa, 2015 Haziran seçimlerinde "Yeni Türkiye" kavramının hemen yarından iletişiminin süreçlendirilmesine başlanması ve özellikle şu üç payandasına vurgu yapılması gerekmektedir:
Bir: Olmazsa olmaz koşul olarak ilk sıraya, "ekonomide istikrarın sürdürülebilirliği"ni koymak.Buradaki hedeflerin ve edinimlerin iletişimini güçlü şekilde yapmak...
İki: Liberalizmin önünü tıkayan ne varsa onu ortadan kaldıracak bir "demokrasi zemini"nde, "Yeni Türkiye" yürüyüşünün ilk adımları atılabilir. Bu yürüyüş sadece istikrarına kavuşturulmuş bir ekonomi zemininde olmaz. Çözüm süreci, Anayasa değişikliği dahil tüm kanallardan oksijen geçebilmesi, her alanda demokrasiye işlerlik kazandırılmasıyla sağlanabilir. Ekonomi, liberalizm ve demokrasiyle soluk alır ancak.
Üç: AK Parti"nin başarısını sağlayan "alt yapı" meselelerini "üst yapı"da manalandıracak, işin özüne ruhunu katacak temel alan "Milli kültür meselesi"dir. Yani milli kültür (popüler kültür değil) ancak devletin özenli koruması altında gelişebilir ve kuşaklar arası bağlantının kopmaması da böylelikle sağlanabiir... Mustafa Kemal Atatürk"ün "Devletin temeli milli kültürdür" ifadesi, özellikle işin ruhuna temas etmesi nedeniyle "vecize olsun diye söylenmiş vecizeler"den hemen ayrışır. Bakın tarihe, Mısıra, Eski Yunan"a... Nerede bir devlet yıkılmışsa, orada onun kültürü de yıkılmıştır ve yeni kuşaklara müzeler dışında pek bir şey kalmamıştır. Ya da tersi. Kültür ve değerler nerede tefessüh etmişse, ordaki devlet de yok olup gitmiştir... Eski Mısır"la bugünkü Mısır"ın, eski Yunan"la bugünkü Yunan"ın ne alakası vardır?.. "Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar olacaktır" sözünün arkasındaki hakikati, devlet ve milli kültür arasındaki dolaysız ilişkide aramak yerinde olur...
Milli kültür politikasının hâlâ netleşememesi 12 yıllık AK Parti iktidarının en zayıf halkasıdır. Sayın Erdoğan"ın "Ben mimar değilim ama benim biraz estetik zevkim var" yaklaşımıyla böylesine devasa ve ciddi bir "temel yönetim alanı" yürütülemez. Hele de devletin başı pozisyonundan...
Bir şekilde estetik zevki olmayanımız var mı?.. Oysa şahısların değil devletin, tabii ki milletin iradesi ve emri altındaki devletin, "güzellik ve beğeni"yi de içine alan, ayrıca sektörleri de oluşan pek çok kültürle yakın temas içindeki alanda (Mimari, felsefe, tiyatro, sinema, resim, edebiyat, ilim, irfan – sadece şiir değil) neyin üzerine titrenmesi gerektiğini netleştiren, örnek ve önder olacak politikalara ihtiyacı var. Milli kültür politikalarına...
"Milli kültür" dediğimizde Salı akşamı A Haber"deki "Memleket Meselesi" Programında birlikte konuk olduğumuz Abdullah Kurt"un ifadesiyle bütün bir Anadolu ve Mezopotamya kültürlerinden söz ediyoruz. Milli denildiği zaman "Seçilmiş Cumhurbaşkanı" Tayyip Erdoğan"ın Balkon Konuşması"nda altını çizdiği kimliklerin tümünü, birlikteliğini anlıyoruz elbette... Bu, Türkiye"deki tüm vatandaşların ait oldukları kökenlerin kültürlerinin de dâhil olduğu bir büyük kültür politikaları stratejisidir... Çünkü millet tanımını yaparken Sayın Erdoğan bu kültürlerin sahiplerinin hepsini içine koyuyor. Bu kültürlerin devlet eliyle sahiplenilmesi, desteklenmesi gerekir; bu ruh, popüler kültürün kendi akışına, kendiliğindenciliğine bırakılamaz. Milli kültür süreçlerini devlet yönetir ve bu anlamda örnek ve önder olur. Sağlıkta olduğu gibi... Eğitimde olduğu gibi, savunmada olduğu gibi. "Yeni Türkiye"nin uzun bir süredir ihmal edilmiş bu önderliğe çok büyük ihtiyacı vardır. Bu alan oy getirmez, seçim kazandırmaz, ancak itibar getirir, ülkenin geleceğine yatırımı sağlar ve birinci ve ikinci maddedeki edinimleri bir arada tutarak içeride ve dışarıda algısını güçlendirir... Yeni devlet başkanının bu üç maddeyi hayata geçirecek gücü, cesaret ve vizyonu mebzul miktarda vardır.
Türkiye algısı, bu üçüncü koşul yerine getirilmediğinde, özüyle ruhuyla kendini ifade edemeyeceği için yenilenemeyecektir.
Türkiye"de son on küsur yıldır gördüklerimiz olur.
"Yeni Türkiye" konsepti de, sırtında yumurta küfesi taşımadan konuşanlarla, bir iş, ilişki ve iletişim stratejisi dâhilinde kelâm edenler arasındaki farkı zamanla gösterecektir; ancak henüz "vaat" olsa da, bu hedefin payandalarını anlatmakta gecikilmemelidir.
Malum, "Büyük Fikir"i oluşturan stratejiye dair konseptler ve bu konsept halkalarının birbirleriyle olan bağları çerçevesinde, oniki yıllık iktidar tarafından bugüne kadar "siyasi iletişim"in en çarpıcı örnekleri uygulanageldi. "Öncesi, sırası ve sonrası" dikkatle gözetilerek stratejiye uygun aksiyonların iletişimi yapıldı ve bu süreçlendirme sayesindedir ki, aksayanlar net olarak zaman içinde kendini gösterebildi ve krize dönüşmeden önlemleri alınabildi.
Bugüne kadar hiçbir liderin söz vermek şöyle dursun, taziye mesajlarından öte ağzından tek laf çıkmadığı, ülkenin bir numaralı derdine, (ne derdi, kanayan yarasına) çözüm bulacağız diyenlerin Türkiye"si "Yeni" değil de nedir? Tayyip Erdoğan"ın Kürtlerle Türkleri birbirine yakınlaştıran "Yumuşama Politikası"nın (Detant) Türkiye"ye sağladığı oksijen ve yenilenme görmezden gelinebilir mi?
Bu hedefe kilitlenen Erdoğan"ın, iktidarının, gücünün sürekliliğine karşı tehdit algısı oluşturanları etkisiz kılmak istemesi yadırganabilir mi? Kendisine muhalif olanların, "Diktatör" ithamını özenle seçmelerinin bir nedeni de, "Çözüm Süreci"nin içselleştirilmesinin sonuçlarını şimdiden görmelerinden başka bir şey değildir.
"Çözüm Süreci"nin tüm adımlarıyla işleyebildiği ve dağlardan, dolayısıyla terörden yakasını kurtarmış bir fikriyatın siyaset hayatımızda etkin olabileceği bir ülke, hepimiz için "Yeni"dir ve bu büyük yenilenmenin içimizdekilerden başlayarak dışımızdaki hangi merkezlerin korkulu rüyası olduğunu bilmeyenimiz yoktur.
Bize kalırsa, 2015 Haziran seçimlerinde "Yeni Türkiye" kavramının hemen yarından iletişiminin süreçlendirilmesine başlanması ve özellikle şu üç payandasına vurgu yapılması gerekmektedir:
Bir: Olmazsa olmaz koşul olarak ilk sıraya, "ekonomide istikrarın sürdürülebilirliği"ni koymak.Buradaki hedeflerin ve edinimlerin iletişimini güçlü şekilde yapmak...
İki: Liberalizmin önünü tıkayan ne varsa onu ortadan kaldıracak bir "demokrasi zemini"nde, "Yeni Türkiye" yürüyüşünün ilk adımları atılabilir. Bu yürüyüş sadece istikrarına kavuşturulmuş bir ekonomi zemininde olmaz. Çözüm süreci, Anayasa değişikliği dahil tüm kanallardan oksijen geçebilmesi, her alanda demokrasiye işlerlik kazandırılmasıyla sağlanabilir. Ekonomi, liberalizm ve demokrasiyle soluk alır ancak.
Üç: AK Parti"nin başarısını sağlayan "alt yapı" meselelerini "üst yapı"da manalandıracak, işin özüne ruhunu katacak temel alan "Milli kültür meselesi"dir. Yani milli kültür (popüler kültür değil) ancak devletin özenli koruması altında gelişebilir ve kuşaklar arası bağlantının kopmaması da böylelikle sağlanabiir... Mustafa Kemal Atatürk"ün "Devletin temeli milli kültürdür" ifadesi, özellikle işin ruhuna temas etmesi nedeniyle "vecize olsun diye söylenmiş vecizeler"den hemen ayrışır. Bakın tarihe, Mısıra, Eski Yunan"a... Nerede bir devlet yıkılmışsa, orada onun kültürü de yıkılmıştır ve yeni kuşaklara müzeler dışında pek bir şey kalmamıştır. Ya da tersi. Kültür ve değerler nerede tefessüh etmişse, ordaki devlet de yok olup gitmiştir... Eski Mısır"la bugünkü Mısır"ın, eski Yunan"la bugünkü Yunan"ın ne alakası vardır?.. "Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar olacaktır" sözünün arkasındaki hakikati, devlet ve milli kültür arasındaki dolaysız ilişkide aramak yerinde olur...
Milli kültür politikasının hâlâ netleşememesi 12 yıllık AK Parti iktidarının en zayıf halkasıdır. Sayın Erdoğan"ın "Ben mimar değilim ama benim biraz estetik zevkim var" yaklaşımıyla böylesine devasa ve ciddi bir "temel yönetim alanı" yürütülemez. Hele de devletin başı pozisyonundan...
Bir şekilde estetik zevki olmayanımız var mı?.. Oysa şahısların değil devletin, tabii ki milletin iradesi ve emri altındaki devletin, "güzellik ve beğeni"yi de içine alan, ayrıca sektörleri de oluşan pek çok kültürle yakın temas içindeki alanda (Mimari, felsefe, tiyatro, sinema, resim, edebiyat, ilim, irfan – sadece şiir değil) neyin üzerine titrenmesi gerektiğini netleştiren, örnek ve önder olacak politikalara ihtiyacı var. Milli kültür politikalarına...
"Milli kültür" dediğimizde Salı akşamı A Haber"deki "Memleket Meselesi" Programında birlikte konuk olduğumuz Abdullah Kurt"un ifadesiyle bütün bir Anadolu ve Mezopotamya kültürlerinden söz ediyoruz. Milli denildiği zaman "Seçilmiş Cumhurbaşkanı" Tayyip Erdoğan"ın Balkon Konuşması"nda altını çizdiği kimliklerin tümünü, birlikteliğini anlıyoruz elbette... Bu, Türkiye"deki tüm vatandaşların ait oldukları kökenlerin kültürlerinin de dâhil olduğu bir büyük kültür politikaları stratejisidir... Çünkü millet tanımını yaparken Sayın Erdoğan bu kültürlerin sahiplerinin hepsini içine koyuyor. Bu kültürlerin devlet eliyle sahiplenilmesi, desteklenmesi gerekir; bu ruh, popüler kültürün kendi akışına, kendiliğindenciliğine bırakılamaz. Milli kültür süreçlerini devlet yönetir ve bu anlamda örnek ve önder olur. Sağlıkta olduğu gibi... Eğitimde olduğu gibi, savunmada olduğu gibi. "Yeni Türkiye"nin uzun bir süredir ihmal edilmiş bu önderliğe çok büyük ihtiyacı vardır. Bu alan oy getirmez, seçim kazandırmaz, ancak itibar getirir, ülkenin geleceğine yatırımı sağlar ve birinci ve ikinci maddedeki edinimleri bir arada tutarak içeride ve dışarıda algısını güçlendirir... Yeni devlet başkanının bu üç maddeyi hayata geçirecek gücü, cesaret ve vizyonu mebzul miktarda vardır.
Türkiye algısı, bu üçüncü koşul yerine getirilmediğinde, özüyle ruhuyla kendini ifade edemeyeceği için yenilenemeyecektir.