Marketingist marka olmayı başarmış
01 EKİM 2006
Bugün son günü. Ben Cuma günü Marketingist’deydim. Beylikdüzü’nde, Tüyap’ta. İnovasyon ve Yaratıcılık üzerine bir konferans verdim. Bu iki kavramın içerikleri üzerine konuşmak tabii ki benim haddim değil. Ben daha çok bu iki kavramın iletişim dünyasındaki karşılıkları üzerinde durdum. Büyükçe bir salondu. Doldu taştı... İnsanlar merdivenlere, yerlere oturdu. Son derece sempatik, cin gibi bir izleyici topluluğuydu...
Ben önce kalabalığı üstüme alındım. Sonra baktım ki, Marketingist bu yıl zaten dolup taşıyor. Pek çok konferansta yer bulmak zor. Standlar bu yıl çok daha büyük bir özenle hazırlanmış. Özellikle promosyon eşyaları satanların bulunduğu bölüm çok renkli ve ‘buluşçu’...
Rahmetli Vehbi Koç ile iki kez karşılaşmıştık. İkisinde de bana aynı soruyu sormuştu. Ben de bu çok yalın fakat çok önemli soruyu Marketingist’in mimar ve mühendisleri, Erdem Özel (Tifaş) ve Günseli Ocakoğlu’na sordum: Para kazanıyor musunuz?
“Hayır, henüz değil!” dediler, “Ama bu yıl tünelin ucu iyice göründü. En azından başa baş noktasını yakaladık ve Marketingist bir marka haline geldi. Seneye kazanacağız!”...
Bu yıl görünen manzara son derece umut vericiydi. Bugün hâlâ şansınız var. Gidin uluslararası standartta bir etkinlik görün.
Bildiğiniz gibi değil...
Biraz da kendi reklamımızı yapalım mı? Sevgili dostum, iki gözüm ve kültür ve değerlerle ilgili pek çok alanda ‘anlaşamama konusunda anlaştığımız’ program ortağım Özlem Gürses ile ekranlara döndük. (Edaya bakın... Nasıl ama?) Oysa Özlem’in döndüğü falan yok tabii. O zaten sürekli ekranlarda. Dönen benim. Yani bizim ‘Bildiğin Gibi Değil’ adlı rating rekorları kıran program Habertürk’te ikinci yılında da devam ediyor. Yeni yayın dönemi ilk programı Cuma akşamı canlı yayınlandı. Tekrarı bugün 12.00’de...
Konuğumuz, Türkiye Kalite Derneği (Kalder) Başkanı Çetin Nuhoğlu. Nuhoğlu’nun aynı zamanda Uluslararası Nakliyeciler Derneği (UND) ve TOBB Sektör Meclisi, TIRSAN Yönetim Kurulu Başkanlıkları da var.
Nuhoğlu iki konuya vurgu yaptı: 22 Kasım’daki Kalite Kongresi ve üç ayda bir açıklanan Türkiye Müşteri Memnuniyeti Endeksi (TMME). Kongrede kesin sonuçları açıklanacak olan Kalite ödülünde bu yıl finalde 4 aday varmış. Bence 4’ü de şampiyon: Bilim İlaç, Kütahya Porselen, Soyak, TNT Express... İlaç sektörü itibar konusunda kan kaybederken Bilim İlaç’ın, son mini ekonomik kriz emlak sektörünü sallarken Soyak’ın ipi göğüslemeleri çok anlamlı. Dört başarılı kuruluşun temsilcileriyle konuştum. Toplam Kalite Yönetimi’nin eskimediğini, tersine ekonomik başarılarını bir ölçüde TKY’ye borçlu olduklarını söylüyorlar.
Nuhoğlu TMME konusunda da çok heyecanlıydı. Yakın gelecekte bu endeksin şirketlerin de, yöneticilerin de performans değerlendirilmesinde çok etkili olacağını söylüyor ve ABD’den ithal ettikleri modelin güvenirliğine çok inanıyor.
Bu arada ekonomi dünyasında ilginç bir marka liginin oluştuğu kesin. Müşteri memnuniyeti savaşları bence herkese yarayacak. Her şeyden önce de müşterilere...
Kiğılı ‘koydu mu, oturtmuş’...
Geçen yıl perakende günlerinde çok eğlenmiş; çok öğrenmiştik... Hasbelkader bir oturumu da ben yönetmiştim. Tartışma konusu üç sistemden hangisi ile büyümenin daha sağlıklı olduğu idi: Frenchising, Münhasır Bayilik, Kendi Mağaza Sistemi...
Bir de benim, liseden ağabeyim Abdullah Kiğılı’nın hoşgörüsüne sığınarak, kendimce bir ad verdiğim sistemi vardı: Koydum mu, oturturum! Kiğılı, üretimden çok satış ve kontrol odaklı, yakın takip anlayışına dayalı bu sistemle büyümüştü. Taşın altına elini koyuyordu ve geleceğe yatırım yapmaktan, öz kaynaklarını devreye sokmaktan çekinmiyordu. Dünyada da başarıya ulaşmış bir modelin Abdullahçası denebilirdi...
Geçen hafta Abdullah Kiğılı strateji ve sisteminin bir uzantısı olarak devreye soktuğu lojistik merkezini gezdirdi bize. Onbinlerce metre kare kapalı alan. Hammadde bitmiş ürün oraya geliyor ve oradan dağılıyor. Lojistik yapıyı da, 90 küsur mağazanın durumunu da anlık olarak bilgisayarından izliyor. Dokunmatik bir program yaptırmış. Hatalı bir tuşa basma şansını bile sıfırlamış.
Giyim sektörü Kiğılı’nın girişimlerini çok konuşacak.
Birazcık tolerans...
Böyle bir şey beni hiç rahatsız etmezdi. Ama izleyici öyle demeyebiliyor. Marka vaadi ile uygulama arasında sürekli tutarlılık ve bağlantı arıyor. Elçiye zeval olmaz. ATV’deki dostların dikkatine, okurların tartışmasına sunmakla yetinelim. Gülen Alkurt yazmış. Diyor ki: “24 Eylül ATV'nin akşam haberlerinde aynen şu tabir kullanılmıştır: 'Ramazanın ilk günü inanan insanlar camileri doldurdu'... Haberleri Korcan Karar sunuyordu. Bu haberin çarpıklığına köşenizde değinmenizi, ...bu haberin ATV kanalına çok puan kaybettirdiğini, ...camiye gitmeyenlerin inançsız olarak lanse edilmesinin ATV'nin haddi olmadığını özellikle vurgulamanızı rica ederim.”
Dedim ya, Sayın Alkurt bence biraz abartmış. Kanalı izlemem falan da demiş. İletişim hatalarında, özellikle ilişkilerde; sevdiklerinizi bile eleştirmeden şu üç soruyu sormanız lazım: 1. Sürekli mi? 2. Sistematik mi? 3. Düzeltilmiyor mu? İlk ikisine evet, üçüncü soruya hayır diyorsanız; o zaman yapacak bir şey yok. Bu hale gelen ilişkilere son vermek sağlıklıdır. Fakat tersi söz konusu ise bu üç sorudan birinde bile bir ümit ışığı varsa, o zaman biraz daha toleranslı olmayı öğrenmeliyiz.
Ben önce kalabalığı üstüme alındım. Sonra baktım ki, Marketingist bu yıl zaten dolup taşıyor. Pek çok konferansta yer bulmak zor. Standlar bu yıl çok daha büyük bir özenle hazırlanmış. Özellikle promosyon eşyaları satanların bulunduğu bölüm çok renkli ve ‘buluşçu’...
Rahmetli Vehbi Koç ile iki kez karşılaşmıştık. İkisinde de bana aynı soruyu sormuştu. Ben de bu çok yalın fakat çok önemli soruyu Marketingist’in mimar ve mühendisleri, Erdem Özel (Tifaş) ve Günseli Ocakoğlu’na sordum: Para kazanıyor musunuz?
“Hayır, henüz değil!” dediler, “Ama bu yıl tünelin ucu iyice göründü. En azından başa baş noktasını yakaladık ve Marketingist bir marka haline geldi. Seneye kazanacağız!”...
Bu yıl görünen manzara son derece umut vericiydi. Bugün hâlâ şansınız var. Gidin uluslararası standartta bir etkinlik görün.
Bildiğiniz gibi değil...
Biraz da kendi reklamımızı yapalım mı? Sevgili dostum, iki gözüm ve kültür ve değerlerle ilgili pek çok alanda ‘anlaşamama konusunda anlaştığımız’ program ortağım Özlem Gürses ile ekranlara döndük. (Edaya bakın... Nasıl ama?) Oysa Özlem’in döndüğü falan yok tabii. O zaten sürekli ekranlarda. Dönen benim. Yani bizim ‘Bildiğin Gibi Değil’ adlı rating rekorları kıran program Habertürk’te ikinci yılında da devam ediyor. Yeni yayın dönemi ilk programı Cuma akşamı canlı yayınlandı. Tekrarı bugün 12.00’de...
Konuğumuz, Türkiye Kalite Derneği (Kalder) Başkanı Çetin Nuhoğlu. Nuhoğlu’nun aynı zamanda Uluslararası Nakliyeciler Derneği (UND) ve TOBB Sektör Meclisi, TIRSAN Yönetim Kurulu Başkanlıkları da var.
Nuhoğlu iki konuya vurgu yaptı: 22 Kasım’daki Kalite Kongresi ve üç ayda bir açıklanan Türkiye Müşteri Memnuniyeti Endeksi (TMME). Kongrede kesin sonuçları açıklanacak olan Kalite ödülünde bu yıl finalde 4 aday varmış. Bence 4’ü de şampiyon: Bilim İlaç, Kütahya Porselen, Soyak, TNT Express... İlaç sektörü itibar konusunda kan kaybederken Bilim İlaç’ın, son mini ekonomik kriz emlak sektörünü sallarken Soyak’ın ipi göğüslemeleri çok anlamlı. Dört başarılı kuruluşun temsilcileriyle konuştum. Toplam Kalite Yönetimi’nin eskimediğini, tersine ekonomik başarılarını bir ölçüde TKY’ye borçlu olduklarını söylüyorlar.
Nuhoğlu TMME konusunda da çok heyecanlıydı. Yakın gelecekte bu endeksin şirketlerin de, yöneticilerin de performans değerlendirilmesinde çok etkili olacağını söylüyor ve ABD’den ithal ettikleri modelin güvenirliğine çok inanıyor.
Bu arada ekonomi dünyasında ilginç bir marka liginin oluştuğu kesin. Müşteri memnuniyeti savaşları bence herkese yarayacak. Her şeyden önce de müşterilere...
Kiğılı ‘koydu mu, oturtmuş’...
Geçen yıl perakende günlerinde çok eğlenmiş; çok öğrenmiştik... Hasbelkader bir oturumu da ben yönetmiştim. Tartışma konusu üç sistemden hangisi ile büyümenin daha sağlıklı olduğu idi: Frenchising, Münhasır Bayilik, Kendi Mağaza Sistemi...
Bir de benim, liseden ağabeyim Abdullah Kiğılı’nın hoşgörüsüne sığınarak, kendimce bir ad verdiğim sistemi vardı: Koydum mu, oturturum! Kiğılı, üretimden çok satış ve kontrol odaklı, yakın takip anlayışına dayalı bu sistemle büyümüştü. Taşın altına elini koyuyordu ve geleceğe yatırım yapmaktan, öz kaynaklarını devreye sokmaktan çekinmiyordu. Dünyada da başarıya ulaşmış bir modelin Abdullahçası denebilirdi...
Geçen hafta Abdullah Kiğılı strateji ve sisteminin bir uzantısı olarak devreye soktuğu lojistik merkezini gezdirdi bize. Onbinlerce metre kare kapalı alan. Hammadde bitmiş ürün oraya geliyor ve oradan dağılıyor. Lojistik yapıyı da, 90 küsur mağazanın durumunu da anlık olarak bilgisayarından izliyor. Dokunmatik bir program yaptırmış. Hatalı bir tuşa basma şansını bile sıfırlamış.
Giyim sektörü Kiğılı’nın girişimlerini çok konuşacak.
Birazcık tolerans...
Böyle bir şey beni hiç rahatsız etmezdi. Ama izleyici öyle demeyebiliyor. Marka vaadi ile uygulama arasında sürekli tutarlılık ve bağlantı arıyor. Elçiye zeval olmaz. ATV’deki dostların dikkatine, okurların tartışmasına sunmakla yetinelim. Gülen Alkurt yazmış. Diyor ki: “24 Eylül ATV'nin akşam haberlerinde aynen şu tabir kullanılmıştır: 'Ramazanın ilk günü inanan insanlar camileri doldurdu'... Haberleri Korcan Karar sunuyordu. Bu haberin çarpıklığına köşenizde değinmenizi, ...bu haberin ATV kanalına çok puan kaybettirdiğini, ...camiye gitmeyenlerin inançsız olarak lanse edilmesinin ATV'nin haddi olmadığını özellikle vurgulamanızı rica ederim.”
Dedim ya, Sayın Alkurt bence biraz abartmış. Kanalı izlemem falan da demiş. İletişim hatalarında, özellikle ilişkilerde; sevdiklerinizi bile eleştirmeden şu üç soruyu sormanız lazım: 1. Sürekli mi? 2. Sistematik mi? 3. Düzeltilmiyor mu? İlk ikisine evet, üçüncü soruya hayır diyorsanız; o zaman yapacak bir şey yok. Bu hale gelen ilişkilere son vermek sağlıklıdır. Fakat tersi söz konusu ise bu üç sorudan birinde bile bir ümit ışığı varsa, o zaman biraz daha toleranslı olmayı öğrenmeliyiz.