Merkel'in mi, BMW'nin mi krizi daha büyük?
19.10.2013 - Yeni Şafak Gazetesi
Seçimlerin ardından Merkel'in partisine (CDU) BMW'nin büyük hissedarı Quant ailesinin 690 bin Euro'luk bağışının, Almanya'nın, AB'de egzoz gazlarına sınırlama getiren düzenlemeyi engellediği zamana denk gelmesi ortalığı karıştırdı. Tartışma, Alman kamuoyunun en güncel konularından biri haline geldi. 'Bu bir bağış mıdır, rüşvet midir?' sorusunun doğru yanıtı hiçbir zaman verilemeyecek olsa da, Alman kamu vicdanı ve dünya kamu oyu nezdinde Merkel algısı ciddi yara aldı.
Olayı oradan buradan okudum. Tatmin olmadım. Bir de fikirlerine son derece değer verdiğim Hamburglu meslektaşım ve aile dostumuz Christian Langer'e sordum…
'BMW'nin ciddi bir krizi olduğu söylenemez. Sanayinin siyasetle işbirliği çok eskidir Almanya'da. Herkes bilir' dedi Christian, sonra devam etti: 'Ancak Merkel'le ilgili büyük bir düş kırıklığı yaşanıyor. Sanki dürüstlüğün ve siyasi temizliğin abidesi yıkıldı'…
Olayın özü değil belki ama içeriği şöyle:
Avrupa Birliği, Almanya itiraz etti diye, otomobil üreticilerinin km başına karbondioksit emisyon oranını 95 grama indirmesi kararını ertelemiş. 2020 yılına kadar geçerli olacak bu erteleme kararı, Quant ailesinin bağışından sonra alınmış...
BMW'nin büyük hissedarı Quandt ailesi, egzoz yasasını engellemek için CDU'ya bağış yaptıysa, ki öyle gözüküyor belki kendi ülkesinde değil ancak 'siyaset – iş dünyası içiçeliğinin' yoğun ve legal yaşandığı ABD dışındaki ülkelerde ciddi bir krizle boğuşacak demektir. Hele de çevre ve doğa meselelerine aşırı duyarlı, rüşvet ve suiistimalin vakayı adliyeden olmadığı ülkelerde…
Aslında konunun rahatsız eden kısmı asla içeriği değil. 'İnsan bu… Çiğ süt emmiş… Yapar…' der geçersiniz… Can sıkıcı olan işin arka planı… Batı'nın sık sık rastladığımız, hadi onların dilinde söyleyelim 'hypocrisy'si, yani ikiyüzlülüğü… Dünyaya etik dersi veren; demokrasi, dürüstlük öğretmeye kalkan; çevreye duyarlı olmayan kuruluşlara kredi verilmesini bile istemeyen, ürünlerini doğa dostu olarak pazarlayan 'gelişmiş' Hıristiyan Batı'nın iki yüzlülüğü ve bu iki yüzlülüğe prim veren gelişmemiş ülke aydınlarının aşağılık kompleksi insanı çileden çıkarıyor…
Bir başka can sıkıcı konu da, olayın 'lobicilik' ya da 'kamu ilişkileri' kavramlarıyla ifade edilmesi. Kamu ilişkilerinde para pul dönmez… Dönerse, ona rüşvet denir, 'ilişki yönetimi' falan değil. Bizim bildiğimiz lobicilikte, akıl, bilgi, fikir yoluyla kanun yapıcıları ve karar vericileri etkilemek ve sunulan kapsamlı araştırma ve bilgiye dayalı raporlarla herkesin kazançlı çıkacağı doğru çözümlerin bulunmasına katma değer getirmek ve bu yolu açacak güven ilişkilerini ahlâki ilkelerden sapmadan tesis etmektir… Gayrisi laf-ı güzaftır…
Bu işe gönül koymuşlara yazık!..
İnsanın içi cız ediyor… Yerel falan değil CNN gibi hayli ciddi bir kanal yayınlıyor dünyaya 50. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali'ni. Müthiş bir emek zahmet var arkasında besbelli. Uğraşılmış, didinilmiş; bayağı eli düzgün bir organizasyon çıkarılmış ortaya… Çekim kalitesi de iyiydi. Peki ya katılanların kıyafetleri, hal ve tavırları…
Giyim kuşam bir simgedir… O olaya, davete, organizasyona duyulan saygının simgesidir… Arkadaşlarının çocuklarının sünnet düğünlerinde bile giymeyecekleri hırtı pırtı ile Türkiye'nin ve Antalya'nın kent markasına inanılmaz katma değer getirebilecek bu büyük olaya kendilerini atanların, neden böyle yaptıklarını gerçekten merak ediyorum. Çünkü aynı kişiler yurt dışında bir festivale aynı pespayelikte katılmıyorlar. Hele sahneye davet edilme olasılıkları varsa, ya lâciler, siyahlar çekiliyor ya da doğrudan smokinler, tuvaletler… Antalya'ya gelince hırtı pırtı... Ne anlıyorsunuz siz bu işten Allah aşkına?..
Bir tek kişi smokinle gelmişti geceye… O da Antalya Belediye Başkanı Prof. Dr. Mustafa Akaydın. Oraya gelenler ve TV izleyicileri sormadılar mı acaba, Başkan niye göğsü baskılı tişört, yırtık blucin ve lastik ayakkabıyla çıkmadı sahneye?..
Başka şeyleri de sormalıyız aslında. Bu festival popüler, yani ticari sinemanın ödüllendirildiği bir festival. Popüler sinema da star demektir… Nerede starlar?.. Kendi işine saygısı olan her starın koşarak gelmesi gereken bu festivalde yoklar... Beğenmedikleri, yıllarca horladıkları Yeşilçam starlarından bir iki tanesi dışında kim vardı orada? Eleştiri tercihini kullanmaya kalktığımızda hep şu denmiyor mu?.. 'Ödül alan kişi ve filmleri bir Allahın kulu hatırlamıyor. Sanki 'İlk filmler' ya da 'Genç sinemacılar' festivali… Başta Oscar, dünyada ödül alan filmler 'iş yaparlar'…Halktan bu kadar kopuk bir ödül sistemi olur mu?'
O zaman şunu mu demeliyiz, biz de; 'Koyun bunun adını 'Antalya Sanat ve Genç Sinemacılar Festivali'… Onun yanısıra bir de bizim gibi sıradan insanlara hitap eden, her şeyden anlayan Supermen ve Superwoman'lardan kurulu jüriler yerine, Oscar'da olduğu gibi yönetmenlerin yönetmenleri, kameramanların kameramanları, senaryo yazarlarının senaryo yazarlarını seçtiği vb bir jüri sistemiyle çalışan bir yapı kurun, siz eleştirilerden kurtulun, biz de boşuna hayıflanıp durmayalım.'
Bir kentin markasına katkı sağlamak; ödülü takdir edenin, ödülü alanın, değerlendirme yapanın da görevi... Sadece bu etkinliği yapanların değil...
Bıkmadan, usanmadan yıllardan beri bir sinema festivalini sürdürülebilir kılmış ve bu işe gönül koymuş insanlara yazık…
Seçimlerin ardından Merkel'in partisine (CDU) BMW'nin büyük hissedarı Quant ailesinin 690 bin Euro'luk bağışının, Almanya'nın, AB'de egzoz gazlarına sınırlama getiren düzenlemeyi engellediği zamana denk gelmesi ortalığı karıştırdı. Tartışma, Alman kamuoyunun en güncel konularından biri haline geldi. 'Bu bir bağış mıdır, rüşvet midir?' sorusunun doğru yanıtı hiçbir zaman verilemeyecek olsa da, Alman kamu vicdanı ve dünya kamu oyu nezdinde Merkel algısı ciddi yara aldı.
Olayı oradan buradan okudum. Tatmin olmadım. Bir de fikirlerine son derece değer verdiğim Hamburglu meslektaşım ve aile dostumuz Christian Langer'e sordum…
'BMW'nin ciddi bir krizi olduğu söylenemez. Sanayinin siyasetle işbirliği çok eskidir Almanya'da. Herkes bilir' dedi Christian, sonra devam etti: 'Ancak Merkel'le ilgili büyük bir düş kırıklığı yaşanıyor. Sanki dürüstlüğün ve siyasi temizliğin abidesi yıkıldı'…
Olayın özü değil belki ama içeriği şöyle:
Avrupa Birliği, Almanya itiraz etti diye, otomobil üreticilerinin km başına karbondioksit emisyon oranını 95 grama indirmesi kararını ertelemiş. 2020 yılına kadar geçerli olacak bu erteleme kararı, Quant ailesinin bağışından sonra alınmış...
BMW'nin büyük hissedarı Quandt ailesi, egzoz yasasını engellemek için CDU'ya bağış yaptıysa, ki öyle gözüküyor belki kendi ülkesinde değil ancak 'siyaset – iş dünyası içiçeliğinin' yoğun ve legal yaşandığı ABD dışındaki ülkelerde ciddi bir krizle boğuşacak demektir. Hele de çevre ve doğa meselelerine aşırı duyarlı, rüşvet ve suiistimalin vakayı adliyeden olmadığı ülkelerde…
Aslında konunun rahatsız eden kısmı asla içeriği değil. 'İnsan bu… Çiğ süt emmiş… Yapar…' der geçersiniz… Can sıkıcı olan işin arka planı… Batı'nın sık sık rastladığımız, hadi onların dilinde söyleyelim 'hypocrisy'si, yani ikiyüzlülüğü… Dünyaya etik dersi veren; demokrasi, dürüstlük öğretmeye kalkan; çevreye duyarlı olmayan kuruluşlara kredi verilmesini bile istemeyen, ürünlerini doğa dostu olarak pazarlayan 'gelişmiş' Hıristiyan Batı'nın iki yüzlülüğü ve bu iki yüzlülüğe prim veren gelişmemiş ülke aydınlarının aşağılık kompleksi insanı çileden çıkarıyor…
Bir başka can sıkıcı konu da, olayın 'lobicilik' ya da 'kamu ilişkileri' kavramlarıyla ifade edilmesi. Kamu ilişkilerinde para pul dönmez… Dönerse, ona rüşvet denir, 'ilişki yönetimi' falan değil. Bizim bildiğimiz lobicilikte, akıl, bilgi, fikir yoluyla kanun yapıcıları ve karar vericileri etkilemek ve sunulan kapsamlı araştırma ve bilgiye dayalı raporlarla herkesin kazançlı çıkacağı doğru çözümlerin bulunmasına katma değer getirmek ve bu yolu açacak güven ilişkilerini ahlâki ilkelerden sapmadan tesis etmektir… Gayrisi laf-ı güzaftır…
Bu işe gönül koymuşlara yazık!..
İnsanın içi cız ediyor… Yerel falan değil CNN gibi hayli ciddi bir kanal yayınlıyor dünyaya 50. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali'ni. Müthiş bir emek zahmet var arkasında besbelli. Uğraşılmış, didinilmiş; bayağı eli düzgün bir organizasyon çıkarılmış ortaya… Çekim kalitesi de iyiydi. Peki ya katılanların kıyafetleri, hal ve tavırları…
Giyim kuşam bir simgedir… O olaya, davete, organizasyona duyulan saygının simgesidir… Arkadaşlarının çocuklarının sünnet düğünlerinde bile giymeyecekleri hırtı pırtı ile Türkiye'nin ve Antalya'nın kent markasına inanılmaz katma değer getirebilecek bu büyük olaya kendilerini atanların, neden böyle yaptıklarını gerçekten merak ediyorum. Çünkü aynı kişiler yurt dışında bir festivale aynı pespayelikte katılmıyorlar. Hele sahneye davet edilme olasılıkları varsa, ya lâciler, siyahlar çekiliyor ya da doğrudan smokinler, tuvaletler… Antalya'ya gelince hırtı pırtı... Ne anlıyorsunuz siz bu işten Allah aşkına?..
Bir tek kişi smokinle gelmişti geceye… O da Antalya Belediye Başkanı Prof. Dr. Mustafa Akaydın. Oraya gelenler ve TV izleyicileri sormadılar mı acaba, Başkan niye göğsü baskılı tişört, yırtık blucin ve lastik ayakkabıyla çıkmadı sahneye?..
Başka şeyleri de sormalıyız aslında. Bu festival popüler, yani ticari sinemanın ödüllendirildiği bir festival. Popüler sinema da star demektir… Nerede starlar?.. Kendi işine saygısı olan her starın koşarak gelmesi gereken bu festivalde yoklar... Beğenmedikleri, yıllarca horladıkları Yeşilçam starlarından bir iki tanesi dışında kim vardı orada? Eleştiri tercihini kullanmaya kalktığımızda hep şu denmiyor mu?.. 'Ödül alan kişi ve filmleri bir Allahın kulu hatırlamıyor. Sanki 'İlk filmler' ya da 'Genç sinemacılar' festivali… Başta Oscar, dünyada ödül alan filmler 'iş yaparlar'…Halktan bu kadar kopuk bir ödül sistemi olur mu?'
O zaman şunu mu demeliyiz, biz de; 'Koyun bunun adını 'Antalya Sanat ve Genç Sinemacılar Festivali'… Onun yanısıra bir de bizim gibi sıradan insanlara hitap eden, her şeyden anlayan Supermen ve Superwoman'lardan kurulu jüriler yerine, Oscar'da olduğu gibi yönetmenlerin yönetmenleri, kameramanların kameramanları, senaryo yazarlarının senaryo yazarlarını seçtiği vb bir jüri sistemiyle çalışan bir yapı kurun, siz eleştirilerden kurtulun, biz de boşuna hayıflanıp durmayalım.'
Bir kentin markasına katkı sağlamak; ödülü takdir edenin, ödülü alanın, değerlendirme yapanın da görevi... Sadece bu etkinliği yapanların değil...
Bıkmadan, usanmadan yıllardan beri bir sinema festivalini sürdürülebilir kılmış ve bu işe gönül koymuş insanlara yazık…