Meryem Natascha gibi yapsaydı...
15 eYLÜL 2006
İki ayrı ülke, iki ayrı kültür, iki ayrı genç kız. İkisi de yaşamlarının bir döneminde akıllara durgunluk verecek taciz ve şiddete maruz kalmışlar. İkisinin de vücutlarındaki yaralar belki kapanacak; ama ruhlarındaki yaraların kapanması zor.. Meryem 24 yaşında.. Natascha 18’inde.. Meryem Natascha’dan daha az ‘esarette’ kalmış. Ama daha çok zulüm görmüş..
İçeriği pek o kadar değil ama fenomeni itibariyle birbirine hayli yakın bu iki olayda konunun medyaya yansıma ve yansıtılma süreçleri ne kadar farklı değil mi?
Natascha olayında bir ekip çalışması var sanki.. Uluslararası bir PR ajansı, menajerlik kuruluşu, hukuk servisi, mali işler danışmanlık şirketi devrede. İlk anından itibaren kimseye yüzü gösterilmedi. Ta ki, aradan zaman geçip (geçirilip) merak artırılıp tek bir kanala milyon YTL’lere röportaj verilene kadar.. O da servis edilmek üzere ve sınırlı bilgi ile..
Dinlenmek üzere annesiyle çıkacağı seyahate hemen sponsor bulundu. Üstüne para alınacak. Film, TV, roman, dizi, röportaj gazete, dergi TV telifleri derken Natascha’nın kendisini, çevresini ve yedi ceddini geçindirecek maddi olanak sağlandı. Kaçıran adamın mal varlığına el konulmak üzere. İşin ‘business’ (iş) boyutu böyle sürüp gidiyor.. Gideceği okullar, kuracağı vakıf, bunların gelirleri, bağışları, yardımları, sponsorları belli.
Bu arada Natascha’nın yaptığı açıklamaların bir sınırı var. Yani herkes henüz her ayrıntıyı bilmiyor. Günahına girmeyelim ama, işin tamamı, oyun, aldatmaca (fake) olsa, ancak bu kadar olur. Bunlar bilir bu tür işleri aslında. Bir keresinde de Stern dergisi vasıtasıyla “Hitler’in cilt cilt el yazması hatıralarını bulduk!” diye ortaya çıkmışlardı..
Gelelim bizim fukara Meryem’e.. Kime sorsanız her şeyi adlı adınca anlatır size.. Ayrıntısı bu kadar bilinen hangi olay var yakın tarihimizde? Önüne gelen daldı kızın yanına. Hergün gazetelerde, TV’lerde. Yakında haber değerini tamamen yitirecek. Kızcağız bu arada inliyor,“Adam yakında hapisten çıkar beni doğrar”diye.. Kimin umrunda?.. Aile maddi durumu iyi değil.. Perişan olmalarına bir başkasının ağına düşmelerine çeyrek var..
İşte size iki ülke iki ayrı iletişim kültürü.. Natascha’nın yaptığını bizim Meryem yapsaydı, ne yapardı bizim medya o Meryem’e.. Doğduğuna ikinci kez pişman etmez miydi?
Onun için diğer alanları bilemem ama iletişimde ‘Batı taklitçiliği’ hiç çalışmaz..
Bu yazı saklanır Sadece liseden ağabeyim ve yakın dostum olduğu için değil, önemli bulduğum ve belge niteliğinde olduğu için Deniz Gökçe'nin dünkü yazısını, altında verdiği tabloyu ve Mehmet Barlas'tan yaptığı alıntıyı kestim, cüzdanımın içine koydum. Tavsiye ediyorum, siz de dönüp bir daha okuyun o analizi. Özellikle de son üç paragrafı. Bizde ekonomi ve finans analizi yapanlar pek kendilerini bağlayıcı laf etmezler. Genelde karınlarından konuşurlar. Deniz öyle değildir. Korkmaz. Söyler görüşünü. Dünkü yazısı da öyle. Barlas'tan yaptığı alıntı da. Özet ve çarpıcı. Özellikle de muhalefet okumalı. İktidara şuursuzca saldırmadan önce.. Doğru ekonomik politikalar geliştirme adına. Bana 'Yanlış o araştırmalar!' diye e-posta gönderen muhalefet milletvekilleri okumalı. Ben size tadımlık son iki paragrafı aktarayım, yine gerisini bilirsiniz... 'Türkiye İstatistik Kurumu'nun açıkladığı verilere göre, sektörel bazda bu yılın altı ayında en yüksek büyüme, sabit fiyatlarla yüzde 19.3 ile inşaatta yaşanmış. Bu dönemde tarım yüzde 1.3, sanayi yüzde 7.7, ticaret sektörü de yüzde 7.2 büyümüş (bu sayılar reel büyüme hızı, katkılar değil). Galiba işin özü şöyle algılanmalı. Ne derseniz deyin, ne kadar karamsar olursanız olun ve 'istediğiniz kadar uyuyun', Türkiye'nin bugünü dününden daima daha iyi olmuştur. Tuvalette ve sofrada geçirdiğiniz zamanlarda da ülkenize güvenin. Çünkü birileri çalışıyor ve Türkiye başarıyor.'
Hem akıllı, hem ‘duygulu’ bina!
Akıllı (!) ve güvenli binaların girişinde karşılaştığım muamele yüzünden çoğu zaman isyanın eşiğine gelirim. Bazen o anda binayı terk etmek gelir içimden. Kontrolden geçerken ‘Acaba ötecek miyim?” diye endişelere düşerim. Bana kendimi potansiyel terörist gibi hissettiren güvenlikçilerle göz göze geldiğim zaman gerilirim?..
Bir iş yerine gelen kişiyle ilişki ve iletişime ilk geçilen yer, o standart sorgulamaların yapıldığı, kayıtların tutulduğu bir tür karşılama ya da resepsiyon görevi gören tezgâh değil mi? Orada sinirlerini bozduğunuz biriyle ilişkilerinizi yukarıda nasıl geliştireceksiniz?..
Akıllı binaların büyük bir kısmı iletişim özürlü ve ruhsuz bir izlenim bırakırlar. Aslında sorun akılda, teknolojide değildir.. Asıl sorun, yaptığı işten nefret eden, ‘Ben bu işi yapacak kadın (ya da adam) mıyım yahu’ diye içinden söylenip, bir kader kurbanı gibi orada sürüne sürüne çalıştığı izlenimini yaratan ‘zavallıyı’ orada çalıştıranlardadır..
Bu binalara girerken kapıdaki davranışa puan veriyor, puanları bir yerde tutuyorum. Bir sıralama oluşturdum. Tamamlanınca kuvvetli ve zayıf yönleriyle yazacağım. İş Bankası Blokları, IBM, Polaris Plaza üst sıralarda yer alıyordu. Fakat Sun Plaza birinci sıraya oturdu. Kapısından sinirlerim ayağa kalkmadan, hatta ‘keyifle’ geçtiğim en akıllı bina şimdilik o..
Oysa kullandıkları teknik, olumsuz algılanmaya çok açık. Ziyaretçilerin fotoğrafı çekiliyor, çalışanların kimliği gözün retinasından okunuyor. Asansörlerin içinde kat düğmesi yok. Nereye çıkacağınız bilgisi önden hafızaya verildiği için asansör çıkacağınız yere götürüyor sizi. Bu arada diğerlerinde bütün kayıt işlemi ne hikmetse her gelişinizde tekrarlanırken, Sun Plaza’da sonraki gelişinizde kimlik bile göstermenize gerek kalmıyor.. Tabii esas belirleyen faktör, süreç değil.. Bütün bu işi yapan, binayı duygulu kılan kapıdaki sempatik hanımefendi. Onu kim işe aldı, kim eğittiyse kutluyorum.. Web siteleri de fena değil. Ama eksik. Örneğin ‘haberler’ ve ‘fotoğraf albümü’ sekmeleri var, fakat kendileri yok.. Yakışmamış.
İçeriği pek o kadar değil ama fenomeni itibariyle birbirine hayli yakın bu iki olayda konunun medyaya yansıma ve yansıtılma süreçleri ne kadar farklı değil mi?
Natascha olayında bir ekip çalışması var sanki.. Uluslararası bir PR ajansı, menajerlik kuruluşu, hukuk servisi, mali işler danışmanlık şirketi devrede. İlk anından itibaren kimseye yüzü gösterilmedi. Ta ki, aradan zaman geçip (geçirilip) merak artırılıp tek bir kanala milyon YTL’lere röportaj verilene kadar.. O da servis edilmek üzere ve sınırlı bilgi ile..
Dinlenmek üzere annesiyle çıkacağı seyahate hemen sponsor bulundu. Üstüne para alınacak. Film, TV, roman, dizi, röportaj gazete, dergi TV telifleri derken Natascha’nın kendisini, çevresini ve yedi ceddini geçindirecek maddi olanak sağlandı. Kaçıran adamın mal varlığına el konulmak üzere. İşin ‘business’ (iş) boyutu böyle sürüp gidiyor.. Gideceği okullar, kuracağı vakıf, bunların gelirleri, bağışları, yardımları, sponsorları belli.
Bu arada Natascha’nın yaptığı açıklamaların bir sınırı var. Yani herkes henüz her ayrıntıyı bilmiyor. Günahına girmeyelim ama, işin tamamı, oyun, aldatmaca (fake) olsa, ancak bu kadar olur. Bunlar bilir bu tür işleri aslında. Bir keresinde de Stern dergisi vasıtasıyla “Hitler’in cilt cilt el yazması hatıralarını bulduk!” diye ortaya çıkmışlardı..
Gelelim bizim fukara Meryem’e.. Kime sorsanız her şeyi adlı adınca anlatır size.. Ayrıntısı bu kadar bilinen hangi olay var yakın tarihimizde? Önüne gelen daldı kızın yanına. Hergün gazetelerde, TV’lerde. Yakında haber değerini tamamen yitirecek. Kızcağız bu arada inliyor,“Adam yakında hapisten çıkar beni doğrar”diye.. Kimin umrunda?.. Aile maddi durumu iyi değil.. Perişan olmalarına bir başkasının ağına düşmelerine çeyrek var..
İşte size iki ülke iki ayrı iletişim kültürü.. Natascha’nın yaptığını bizim Meryem yapsaydı, ne yapardı bizim medya o Meryem’e.. Doğduğuna ikinci kez pişman etmez miydi?
Onun için diğer alanları bilemem ama iletişimde ‘Batı taklitçiliği’ hiç çalışmaz..
Bu yazı saklanır Sadece liseden ağabeyim ve yakın dostum olduğu için değil, önemli bulduğum ve belge niteliğinde olduğu için Deniz Gökçe'nin dünkü yazısını, altında verdiği tabloyu ve Mehmet Barlas'tan yaptığı alıntıyı kestim, cüzdanımın içine koydum. Tavsiye ediyorum, siz de dönüp bir daha okuyun o analizi. Özellikle de son üç paragrafı. Bizde ekonomi ve finans analizi yapanlar pek kendilerini bağlayıcı laf etmezler. Genelde karınlarından konuşurlar. Deniz öyle değildir. Korkmaz. Söyler görüşünü. Dünkü yazısı da öyle. Barlas'tan yaptığı alıntı da. Özet ve çarpıcı. Özellikle de muhalefet okumalı. İktidara şuursuzca saldırmadan önce.. Doğru ekonomik politikalar geliştirme adına. Bana 'Yanlış o araştırmalar!' diye e-posta gönderen muhalefet milletvekilleri okumalı. Ben size tadımlık son iki paragrafı aktarayım, yine gerisini bilirsiniz... 'Türkiye İstatistik Kurumu'nun açıkladığı verilere göre, sektörel bazda bu yılın altı ayında en yüksek büyüme, sabit fiyatlarla yüzde 19.3 ile inşaatta yaşanmış. Bu dönemde tarım yüzde 1.3, sanayi yüzde 7.7, ticaret sektörü de yüzde 7.2 büyümüş (bu sayılar reel büyüme hızı, katkılar değil). Galiba işin özü şöyle algılanmalı. Ne derseniz deyin, ne kadar karamsar olursanız olun ve 'istediğiniz kadar uyuyun', Türkiye'nin bugünü dününden daima daha iyi olmuştur. Tuvalette ve sofrada geçirdiğiniz zamanlarda da ülkenize güvenin. Çünkü birileri çalışıyor ve Türkiye başarıyor.'
Hem akıllı, hem ‘duygulu’ bina!
Akıllı (!) ve güvenli binaların girişinde karşılaştığım muamele yüzünden çoğu zaman isyanın eşiğine gelirim. Bazen o anda binayı terk etmek gelir içimden. Kontrolden geçerken ‘Acaba ötecek miyim?” diye endişelere düşerim. Bana kendimi potansiyel terörist gibi hissettiren güvenlikçilerle göz göze geldiğim zaman gerilirim?..
Bir iş yerine gelen kişiyle ilişki ve iletişime ilk geçilen yer, o standart sorgulamaların yapıldığı, kayıtların tutulduğu bir tür karşılama ya da resepsiyon görevi gören tezgâh değil mi? Orada sinirlerini bozduğunuz biriyle ilişkilerinizi yukarıda nasıl geliştireceksiniz?..
Akıllı binaların büyük bir kısmı iletişim özürlü ve ruhsuz bir izlenim bırakırlar. Aslında sorun akılda, teknolojide değildir.. Asıl sorun, yaptığı işten nefret eden, ‘Ben bu işi yapacak kadın (ya da adam) mıyım yahu’ diye içinden söylenip, bir kader kurbanı gibi orada sürüne sürüne çalıştığı izlenimini yaratan ‘zavallıyı’ orada çalıştıranlardadır..
Bu binalara girerken kapıdaki davranışa puan veriyor, puanları bir yerde tutuyorum. Bir sıralama oluşturdum. Tamamlanınca kuvvetli ve zayıf yönleriyle yazacağım. İş Bankası Blokları, IBM, Polaris Plaza üst sıralarda yer alıyordu. Fakat Sun Plaza birinci sıraya oturdu. Kapısından sinirlerim ayağa kalkmadan, hatta ‘keyifle’ geçtiğim en akıllı bina şimdilik o..
Oysa kullandıkları teknik, olumsuz algılanmaya çok açık. Ziyaretçilerin fotoğrafı çekiliyor, çalışanların kimliği gözün retinasından okunuyor. Asansörlerin içinde kat düğmesi yok. Nereye çıkacağınız bilgisi önden hafızaya verildiği için asansör çıkacağınız yere götürüyor sizi. Bu arada diğerlerinde bütün kayıt işlemi ne hikmetse her gelişinizde tekrarlanırken, Sun Plaza’da sonraki gelişinizde kimlik bile göstermenize gerek kalmıyor.. Tabii esas belirleyen faktör, süreç değil.. Bütün bu işi yapan, binayı duygulu kılan kapıdaki sempatik hanımefendi. Onu kim işe aldı, kim eğittiyse kutluyorum.. Web siteleri de fena değil. Ama eksik. Örneğin ‘haberler’ ve ‘fotoğraf albümü’ sekmeleri var, fakat kendileri yok.. Yakışmamış.