Nasıl heyecanlanmayayım?
12 Haziran 2009 Akşam Gazetesi
Önceki gün medyada siyaset dünyamızla ilgili çoktandır beklenen iki heyecan verici haber vardı. Heyecan vericiydi çünkü, çişimi tutmayı öğrendiğimden bu yana siyaset hayatımızda gözlemlemeye alışmış olduğum 'mitoz' bölünme türü siyasi parçalanmalar, tüm hızıyla devam ediyordu. Heyecan vericiydi çünkü, sol hareketlerin içinde bu mitoz bölünmenin hızına kimse erişemiyordu.
İşte o iki haber:
1- 'Rahşan Ecevit: DSP kısa sürede Ecevit çizgisinde bir yönetime kavuşmazsa, onun ilkelerine bağlı olanlar, Türkiye'yi AKP'den kurtaracak yeni oluşum için bir araya gelebilir'.
2- 'Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) İstanbul İl Başkanı Alper Taş, 'Parti içinde bir süredir yaşanan fikir ayrılığının fiiliyata dönüştüğünü ve ÖDP'yi oluşturan iki grubun ayrılacağını' söyledi'.
Aferin size! 61 tane siyasi parti var. Bence az! Şöyle 120'ye falan çıkarmalı sayıyı. Hiç unutmuyorum Anavatan Partisi, Yeni Demokrasi Hareketi'ne 3 milletvekilliği teklif etmişti. YDH'liler de -grup kuracaklar ya- 20 milletvekili istemişlerdi. Sonunda memleketteki sandık sayısından daha az oy aldılar. Yani ya yeterli sayıda partili sandık görevlisi bulamamışlardı ya da sandıkların başına koydukları adamları kendi partilerine oy vermemişlerdi.
Gelin de Rahşan Hanım'ın kurduracağı ve ÖDP'nin içinden çıkacak yeni partiye heyecanlanmayın! Ne için kurulur partiler? İktidara gelmek için. Bu iki yeni parti de herhalde bunun için kuruluyor! Heyecanım bu yüzdendir...
Naomi ve Türkiye'nin marka vaadi Türkiye markası yönetiliyor mu?
Pek çok kurum ve hatta kişi elinden geleni yapmaya çalışıyor; ancak koordineli, hedefli ve stratejik yaklaşımla yönetildiği söylenemez.
Türkiye markasının sahibi kimdir?
Halk değildir. Halk adına TBMM'dir diyebiliriz. Nasıl saraylara TBMM sahip çıkıyorsa, Türkiye markasına da o sahip çıkabilir... Onunla birlikte ve hatta bir adım önünde Cumhurbaşkanı sahip çıkarsa kaymaklı ekmek kadayıfı olur.
Türkiye'nin 'marka vaadi' nedir?
Önce ne olmadığını söyleyelim: Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın iletişim çalışmalarında kullandığı vaat değildir. O, turizm ürününün pazarlanması için kullanılan vaattir ve had safhada 'kırılgandır'... İki bomba bir savaş tehdidinde yerle bir olabilir.
Marka vaadi şart mıdır?
Şarttır. Güven ancak vaadin hayata geçirilmesiyle oluşur. Bu durum da satın alma davranışını tetikler.
Ülkenin marka vaadi nereden neşet eder?
O ülkede yaşayan milletin (milletlerin) kültüründen. Ki buna 'Milli kültür' denir. Atatürk'ün dediği gibi 'Devletin temeli de milli kültürdür!'... Marka vaadi güneş, kum, deniz ve yiyeceğe değil milli kültüre dayandırılır... O zaman örneğin IRA'nın tozunu attığı İngiltere'ye; ETA'nın at koşturduğu İspanya'ya; Kızıl Tugaylar'ın huzursuzluk yarattığı İtalya'ya; 17 Ekim'in bir dönem huzur muzur bırakmadığı Yunanistan'a turist uğramaz diye kimse endişe etmeye gerek duymaz...
Türkiye'de milli kültür konusunda bir mill” mutabakat var mıdır?
Hayır yoktur. O mutabakat milli kimlik konusunda da yoktur.
Bunu tesis etmeden, bu konuda anlaşmaya varmadan, buna uygun bir marka vaadi ve konumlandırması oluşturmadan ortaya bir konsept, yaklaşım koymak mümkün müdür?
Hayır değildir?
O zaman bir uyum ve koordinasyon değil; ortaya kaos çıkabilir...
Evet...
Bu milli kültür - marka vaadi - konsept üçgeni içindeki kaotik durumlara son günlerden bir örnek verebilir misiniz?
Tabii. Hemen verelim. Önce kısa bir kuramsal yaklaşım: İki marka yan yana gelince kuvvetli olan zayıfı yukarı; zayıf olan da kuvvetliyi aşağıya çeker... Örneğin Sayın Başbakan'ın Davos'ta yan yana geldiği markalarla ilişkisinde Türkiye markasının Ortadoğu ve ülke içinde ciddi puanlar alması gibi...
Peki, iki gün önce medyanın birinci sayfadan gördüğü fotoğraflı haberde olduğu gibi Türkiye markası ile Naomi Campbell'in markası yan yana gelince ne olur? Bunun yanıtını almak için internette herhangi bir arama motoruna bu hanım kızın adını yazıp, Campbell'in marka vaadine bir göz atmakta yarar olabilir... Kendisiyle ilgili en üst düzeyde iletişim girişimi hangi milli kültür vaadimizin, hangi konseptine uygundur; anlamak mümkün değildir... Bundan daha kaotik bir yaklaşım olamazdı herhalde...
Önceki gün medyada siyaset dünyamızla ilgili çoktandır beklenen iki heyecan verici haber vardı. Heyecan vericiydi çünkü, çişimi tutmayı öğrendiğimden bu yana siyaset hayatımızda gözlemlemeye alışmış olduğum 'mitoz' bölünme türü siyasi parçalanmalar, tüm hızıyla devam ediyordu. Heyecan vericiydi çünkü, sol hareketlerin içinde bu mitoz bölünmenin hızına kimse erişemiyordu.
İşte o iki haber:
1- 'Rahşan Ecevit: DSP kısa sürede Ecevit çizgisinde bir yönetime kavuşmazsa, onun ilkelerine bağlı olanlar, Türkiye'yi AKP'den kurtaracak yeni oluşum için bir araya gelebilir'.
2- 'Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) İstanbul İl Başkanı Alper Taş, 'Parti içinde bir süredir yaşanan fikir ayrılığının fiiliyata dönüştüğünü ve ÖDP'yi oluşturan iki grubun ayrılacağını' söyledi'.
Aferin size! 61 tane siyasi parti var. Bence az! Şöyle 120'ye falan çıkarmalı sayıyı. Hiç unutmuyorum Anavatan Partisi, Yeni Demokrasi Hareketi'ne 3 milletvekilliği teklif etmişti. YDH'liler de -grup kuracaklar ya- 20 milletvekili istemişlerdi. Sonunda memleketteki sandık sayısından daha az oy aldılar. Yani ya yeterli sayıda partili sandık görevlisi bulamamışlardı ya da sandıkların başına koydukları adamları kendi partilerine oy vermemişlerdi.
Gelin de Rahşan Hanım'ın kurduracağı ve ÖDP'nin içinden çıkacak yeni partiye heyecanlanmayın! Ne için kurulur partiler? İktidara gelmek için. Bu iki yeni parti de herhalde bunun için kuruluyor! Heyecanım bu yüzdendir...
Naomi ve Türkiye'nin marka vaadi Türkiye markası yönetiliyor mu?
Pek çok kurum ve hatta kişi elinden geleni yapmaya çalışıyor; ancak koordineli, hedefli ve stratejik yaklaşımla yönetildiği söylenemez.
Türkiye markasının sahibi kimdir?
Halk değildir. Halk adına TBMM'dir diyebiliriz. Nasıl saraylara TBMM sahip çıkıyorsa, Türkiye markasına da o sahip çıkabilir... Onunla birlikte ve hatta bir adım önünde Cumhurbaşkanı sahip çıkarsa kaymaklı ekmek kadayıfı olur.
Türkiye'nin 'marka vaadi' nedir?
Önce ne olmadığını söyleyelim: Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın iletişim çalışmalarında kullandığı vaat değildir. O, turizm ürününün pazarlanması için kullanılan vaattir ve had safhada 'kırılgandır'... İki bomba bir savaş tehdidinde yerle bir olabilir.
Marka vaadi şart mıdır?
Şarttır. Güven ancak vaadin hayata geçirilmesiyle oluşur. Bu durum da satın alma davranışını tetikler.
Ülkenin marka vaadi nereden neşet eder?
O ülkede yaşayan milletin (milletlerin) kültüründen. Ki buna 'Milli kültür' denir. Atatürk'ün dediği gibi 'Devletin temeli de milli kültürdür!'... Marka vaadi güneş, kum, deniz ve yiyeceğe değil milli kültüre dayandırılır... O zaman örneğin IRA'nın tozunu attığı İngiltere'ye; ETA'nın at koşturduğu İspanya'ya; Kızıl Tugaylar'ın huzursuzluk yarattığı İtalya'ya; 17 Ekim'in bir dönem huzur muzur bırakmadığı Yunanistan'a turist uğramaz diye kimse endişe etmeye gerek duymaz...
Türkiye'de milli kültür konusunda bir mill” mutabakat var mıdır?
Hayır yoktur. O mutabakat milli kimlik konusunda da yoktur.
Bunu tesis etmeden, bu konuda anlaşmaya varmadan, buna uygun bir marka vaadi ve konumlandırması oluşturmadan ortaya bir konsept, yaklaşım koymak mümkün müdür?
Hayır değildir?
O zaman bir uyum ve koordinasyon değil; ortaya kaos çıkabilir...
Evet...
Bu milli kültür - marka vaadi - konsept üçgeni içindeki kaotik durumlara son günlerden bir örnek verebilir misiniz?
Tabii. Hemen verelim. Önce kısa bir kuramsal yaklaşım: İki marka yan yana gelince kuvvetli olan zayıfı yukarı; zayıf olan da kuvvetliyi aşağıya çeker... Örneğin Sayın Başbakan'ın Davos'ta yan yana geldiği markalarla ilişkisinde Türkiye markasının Ortadoğu ve ülke içinde ciddi puanlar alması gibi...
Peki, iki gün önce medyanın birinci sayfadan gördüğü fotoğraflı haberde olduğu gibi Türkiye markası ile Naomi Campbell'in markası yan yana gelince ne olur? Bunun yanıtını almak için internette herhangi bir arama motoruna bu hanım kızın adını yazıp, Campbell'in marka vaadine bir göz atmakta yarar olabilir... Kendisiyle ilgili en üst düzeyde iletişim girişimi hangi milli kültür vaadimizin, hangi konseptine uygundur; anlamak mümkün değildir... Bundan daha kaotik bir yaklaşım olamazdı herhalde...