Ne ka hasar o ka kriz!..
13 ARALIK 2012
Pazar günü bütün gazetelerde tam sayfa bir ilan. Başlık: “Kamuoyuna!”…
Bu tür ilanlar iki yanı keskin kılıç gibidir, nereden nasıl kesecekleri belli olmaz. İletişim aracı olarak çok dikkatli, zamanında ve yerinde kullanılmaları gerekir. Aksi takdirde bu ilanlar tam tersi etki yaratabilir; insanların aklında “Acaba mı?” sorusu yaratır ve de o ilanı verenleri, tüm paydaşlarıyla birlikte krizin tam göbeğine çekebilirler…
Full Akaryakıt AŞ ve Ar şirketleri Grubu adına Mahmut Arslan Bey’in imzasıyla yayınlanan o ilanda özetle deniyor ki, “Son günlerde bazı basın organlarında çıkan ve şahsımız ile ortağı olduğumuz şirketleri terör örgütü PKK ile finans kaynağı olarak ilişkilendiren haber ve yorumları kaygıyla ve üzülerek izliyoruz. Şahsımız ve şirketlerimizin PKK ile hiçbir bağı ve ilişkisi mevcut olmadığı gibi, iddiaların aksine şahsımız ve şirketimiz PKK tarafından sürekli tehdit almış, ev ve arabalarımız da bombalanmıştır…”
Belli ki arkadaşlar çok rahatsız olmuşlar o haberlerden. Anlıyorum… Allah herkesi kuru iftiradan korusun. Ancak bu tür iletişim saldırıları ile baş etmenin yolu, gazetelere tam sayfa ilan verip olaydan tamamen habersiz olanları da bilgi sahibi kılmak mıdır, bunu iki defa düşünmekte yarar olabilir.
Burada tek kriter vardır. O da hasar… Ortada ciddiye alınması gereken (itibara ya da işe) bir hasar yoksa, sadece sübjektif hoşnutsuzluktan dolayı, pireyi makineli tüfekle tarayarak öldürmeye kalkmak, işi gereksiz yere aleyhimize büyütmek anlamına gelebilir…
Yaşadıklarını tahmin edebileceğimiz ve kendisi adına üzüntü duyduğumuz Mahmut Arslan Bey’e geçmiş olsun dileklerimizi iletirken, iletişimi tüm yıla yayılmış anlamlı ve stratejik bir şekilde yürütmenin (reklamıyla, PR’ıyla, digital iletişimiyle) itibarı ve işlerin ekonomik başarısını ‘algı boyutunda’ daha iyi koruyacağını belirtmeden de geçmeyelim.
Benzer bir çerçevede bir geçmiş olsun da tabii ki köşe yazarımız Sayın Hilal Kaplan Hanımefendiye…
Sözünü ettikleri, kamuoyu nezdinde ciddi bir etkisi olduğundan şüphe ettiğim bir mecranın kendisiyle ilgili başlattığı tezvirat kampanyasının etkisini sanki biraz abartmış. Dünkü yazısında ayrıntılı bir yanıt vermiş. Hem uğradığı haksız saldırı nedeniyle; hem de bir medya mensubunun bile (siz sokaktaki vatandaşı düşünün) mesnetsiz ithamlar karşısında zaman zaman çaresizlik duyabileceği gerçeği ile karşılaşmış olmasından üzüntü duyduk.
Sadece o mu tepki koymuş duruma? Hayır, Ali Bayramoğlu kardeşimiz de birkaç gün önce yazısında aynı yayın organından söz etmiş, Hilal Hanım’la ilgili yazılan akıl almaz karalamaları telin etmişti…
Ali Bey’i de anlıyorum… Yalnız yazılanlardan ve o tezvirattan Ali Bey’i okuyana kadar örneğin benim hiç haberim olmamıştı. Sadece benim mi? Hayır. Çeşitli ‘mahallelerden’ arkadaşlara sordum. Onlar da o ağır ithamlardan ancak ‘savunma’ olarak algılanan ‘karşı taarruzla’ haberdar olmuşlar …
Kamuoyuna duyuru ilanları için geçerli olan yaklaşım burada da gidilmesi gereken yola işaret eder. Eğer hasar yoksa susmak en doğru yoldur. Varsa da hasarın büyüklüğü oranında tepki verilir. 1-2 şiddetinde bir hasara 7-8 şiddetinde tepki verilirse, neredeyse aradaki fark kadar kendimize hasar verebilir, bir de en önemlisi üstüne üstlük bize zarar vermeye çalışan kaynağın iletişimini onun adına yapmış oluruz…
ABD, ABD’cileri yalnız bıraktı…
Dün İbrahim Karagül bizim gazetede çok önemli bir konuya değinmiş. Ne kadar üzerinde dursak azdır… İbrahim Bey, ABD’de istihbarat kuruluşlarını bünyesinde toplayan Ulusal İstihbarat Konseyi’nin 5 yılda bir hazırladığı raporların sonuncusu olan “Küresel Trendler 2030: Alternatif Dünyalar” dan söz etmiş…
Karagül, raporda 2030 yılına kadar dünyayı değiştirecek dört büyük eğilimden (‘Bireysel güçlenme, gücün yayılması, demografik düzen, artan gıda ve enerji ihtiyacı’) özellikle de “Dünyanın ağırlık merkezinin Doğu’ya kaymasının” ana eksende ele alındığına vurgu yapmış...
Biz de “Batı –bu arada CHP de- maneviyatını yitiriyor!” diye boşuna bağırmıyormuşuz demek ki…
Berlin Duvarı’nın yıkılmasından bu yana ABD’den başka alternatif dünyalara pek alışık olmayan gezegenimiz, aşağı yukarı son 10 yıldır tektonik kaymalar yaşarcasına “Amerika Sonrası”nın tüm med-cezirlerine göğüs germe gerçeği ile karşı karşıya...
Raporun öngörülerinden biri de 2030 yılında Çin'in Amerika'yı geride bırakarak dünyanın en büyük ekonomisi olacağı yolundaki tespit... Tespit hemen aksiyon önerisini de beraberinde sunmuş. Ulusal İstihbarat Konseyi, en iyi senaryo olarak ABD’ye, Çin ile birlikte hareket etmesini, küresel problemler karşısında işbirliğine gitmesini tavsiye etmiş.
Karagül’ün de yazısında vurgu yaptığı dört eğilimin merkezinde yatan mesele, şu son 10 yıldır tartışılan ve “Amerika Sonrası Dünya” başlığında ifadesini bulan “1750'den bu yana devam eden Batı'nın yükselişi”nin patinaj yapmaya başlamasıdır.
Bu mesele, dünya açısından tüm algıları, örneğin ‘modernizm ya da post-modernizm’ kavramlarının algılanışını, tümüyle değiştirecek önemde büyük bir düşünsel çalkantının ilk işaretlerini, ‘okumayı’ bilenlere açıkça sunuyor…
Hep birlikte olup bitenlere bakacak olursak, modernizmin sunduğu ‘gelişmişlik’ ölçülerini de tartışabilecek noktada bulunduğumuzu tespit edebiliriz. Eğer küreselleşme gerçeğiyle birlikte üstünlük çok karmaşık siyasetlerin egemen olduğu Asya’ya doğru kaymaya başladıysa, modernizmin sunduğu Batı kriterleri olmadan da bir ülkenin pekala gelişebileceği gerçeğiyle karşı karşıyayız demektir. Koskoca Çin, Batı’nın dayattığı evrensel değerlerle mi bugünlere geldi dersiniz?
NPQ dergisinin editörü Nathan Gardels, iki üç sene kadar önce “Batı-dışı ve laiklik sonrası” ve yeni bir tür modernizmden söz ederken, Türkiye’yi de bu yeni dünyanın içinde çok önemli bir aktör olarak gördüğünü ifade ediyordu.
Halit Refiğ’in sadece “Tek Umut Türkiye” adlı kitabında değil, neredeyse tüm makalelerinde, bu raporda yazılanların ve ötesinin, yıllar öncesinden ifade edilmiş olduğu, meraklısı tarafından kolaylıkla ortaya çıkarılabilir. O zamanlar Refiğ’in analizlerine burun kıvıran ‘Batıcı aydınlarımız’ -ki bunlar Türkiye’de kendilerini işgal altında bir ülkede yaşamaya mahkum edilmiş psikozuna kaptırmışlardır- bu kez o Batı aynı şeyleri söylemeye başlayınca, fena halde yalnızlık hissine kapılmış olabilirler... Birden bire herkesten çok bu kez de aşırı ‘Doğucu’ kesilirlerse hiş şaşmamak gerekse de (aslında her türden ‘cı’lık, ‘cu’luk insana terstir), onlara acımalı ve kendilerini anlamaya çalışmalıyız…
Anlaşılan o ki, ışığın Doğu’dan yükseldiği idrak edilmeye başlanır başlanmaz evrenselliğin de, modernizmin de vaatlerinin altüst olduğu daha net görülür hale geldi. Çin, komünizmle de Konfüçyüs’le de çoktan barıştı... Her kültür kendi topraklarından gücünü alıp kapılarını dünyaya açmak durumunda... “Suriye’den bize ne?” diye özetlenen bakış açısı sahipleri başta olmak üzere herkes, Amerikan istihbaratçılarının ‘alternatif dünyalar’ tespitini ve aksiyon önerilerini ciddiye almak durumunda...
Bu tür ilanlar iki yanı keskin kılıç gibidir, nereden nasıl kesecekleri belli olmaz. İletişim aracı olarak çok dikkatli, zamanında ve yerinde kullanılmaları gerekir. Aksi takdirde bu ilanlar tam tersi etki yaratabilir; insanların aklında “Acaba mı?” sorusu yaratır ve de o ilanı verenleri, tüm paydaşlarıyla birlikte krizin tam göbeğine çekebilirler…
Full Akaryakıt AŞ ve Ar şirketleri Grubu adına Mahmut Arslan Bey’in imzasıyla yayınlanan o ilanda özetle deniyor ki, “Son günlerde bazı basın organlarında çıkan ve şahsımız ile ortağı olduğumuz şirketleri terör örgütü PKK ile finans kaynağı olarak ilişkilendiren haber ve yorumları kaygıyla ve üzülerek izliyoruz. Şahsımız ve şirketlerimizin PKK ile hiçbir bağı ve ilişkisi mevcut olmadığı gibi, iddiaların aksine şahsımız ve şirketimiz PKK tarafından sürekli tehdit almış, ev ve arabalarımız da bombalanmıştır…”
Belli ki arkadaşlar çok rahatsız olmuşlar o haberlerden. Anlıyorum… Allah herkesi kuru iftiradan korusun. Ancak bu tür iletişim saldırıları ile baş etmenin yolu, gazetelere tam sayfa ilan verip olaydan tamamen habersiz olanları da bilgi sahibi kılmak mıdır, bunu iki defa düşünmekte yarar olabilir.
Burada tek kriter vardır. O da hasar… Ortada ciddiye alınması gereken (itibara ya da işe) bir hasar yoksa, sadece sübjektif hoşnutsuzluktan dolayı, pireyi makineli tüfekle tarayarak öldürmeye kalkmak, işi gereksiz yere aleyhimize büyütmek anlamına gelebilir…
Yaşadıklarını tahmin edebileceğimiz ve kendisi adına üzüntü duyduğumuz Mahmut Arslan Bey’e geçmiş olsun dileklerimizi iletirken, iletişimi tüm yıla yayılmış anlamlı ve stratejik bir şekilde yürütmenin (reklamıyla, PR’ıyla, digital iletişimiyle) itibarı ve işlerin ekonomik başarısını ‘algı boyutunda’ daha iyi koruyacağını belirtmeden de geçmeyelim.
Benzer bir çerçevede bir geçmiş olsun da tabii ki köşe yazarımız Sayın Hilal Kaplan Hanımefendiye…
Sözünü ettikleri, kamuoyu nezdinde ciddi bir etkisi olduğundan şüphe ettiğim bir mecranın kendisiyle ilgili başlattığı tezvirat kampanyasının etkisini sanki biraz abartmış. Dünkü yazısında ayrıntılı bir yanıt vermiş. Hem uğradığı haksız saldırı nedeniyle; hem de bir medya mensubunun bile (siz sokaktaki vatandaşı düşünün) mesnetsiz ithamlar karşısında zaman zaman çaresizlik duyabileceği gerçeği ile karşılaşmış olmasından üzüntü duyduk.
Sadece o mu tepki koymuş duruma? Hayır, Ali Bayramoğlu kardeşimiz de birkaç gün önce yazısında aynı yayın organından söz etmiş, Hilal Hanım’la ilgili yazılan akıl almaz karalamaları telin etmişti…
Ali Bey’i de anlıyorum… Yalnız yazılanlardan ve o tezvirattan Ali Bey’i okuyana kadar örneğin benim hiç haberim olmamıştı. Sadece benim mi? Hayır. Çeşitli ‘mahallelerden’ arkadaşlara sordum. Onlar da o ağır ithamlardan ancak ‘savunma’ olarak algılanan ‘karşı taarruzla’ haberdar olmuşlar …
Kamuoyuna duyuru ilanları için geçerli olan yaklaşım burada da gidilmesi gereken yola işaret eder. Eğer hasar yoksa susmak en doğru yoldur. Varsa da hasarın büyüklüğü oranında tepki verilir. 1-2 şiddetinde bir hasara 7-8 şiddetinde tepki verilirse, neredeyse aradaki fark kadar kendimize hasar verebilir, bir de en önemlisi üstüne üstlük bize zarar vermeye çalışan kaynağın iletişimini onun adına yapmış oluruz…
ABD, ABD’cileri yalnız bıraktı…
Dün İbrahim Karagül bizim gazetede çok önemli bir konuya değinmiş. Ne kadar üzerinde dursak azdır… İbrahim Bey, ABD’de istihbarat kuruluşlarını bünyesinde toplayan Ulusal İstihbarat Konseyi’nin 5 yılda bir hazırladığı raporların sonuncusu olan “Küresel Trendler 2030: Alternatif Dünyalar” dan söz etmiş…
Karagül, raporda 2030 yılına kadar dünyayı değiştirecek dört büyük eğilimden (‘Bireysel güçlenme, gücün yayılması, demografik düzen, artan gıda ve enerji ihtiyacı’) özellikle de “Dünyanın ağırlık merkezinin Doğu’ya kaymasının” ana eksende ele alındığına vurgu yapmış...
Biz de “Batı –bu arada CHP de- maneviyatını yitiriyor!” diye boşuna bağırmıyormuşuz demek ki…
Berlin Duvarı’nın yıkılmasından bu yana ABD’den başka alternatif dünyalara pek alışık olmayan gezegenimiz, aşağı yukarı son 10 yıldır tektonik kaymalar yaşarcasına “Amerika Sonrası”nın tüm med-cezirlerine göğüs germe gerçeği ile karşı karşıya...
Raporun öngörülerinden biri de 2030 yılında Çin'in Amerika'yı geride bırakarak dünyanın en büyük ekonomisi olacağı yolundaki tespit... Tespit hemen aksiyon önerisini de beraberinde sunmuş. Ulusal İstihbarat Konseyi, en iyi senaryo olarak ABD’ye, Çin ile birlikte hareket etmesini, küresel problemler karşısında işbirliğine gitmesini tavsiye etmiş.
Karagül’ün de yazısında vurgu yaptığı dört eğilimin merkezinde yatan mesele, şu son 10 yıldır tartışılan ve “Amerika Sonrası Dünya” başlığında ifadesini bulan “1750'den bu yana devam eden Batı'nın yükselişi”nin patinaj yapmaya başlamasıdır.
Bu mesele, dünya açısından tüm algıları, örneğin ‘modernizm ya da post-modernizm’ kavramlarının algılanışını, tümüyle değiştirecek önemde büyük bir düşünsel çalkantının ilk işaretlerini, ‘okumayı’ bilenlere açıkça sunuyor…
Hep birlikte olup bitenlere bakacak olursak, modernizmin sunduğu ‘gelişmişlik’ ölçülerini de tartışabilecek noktada bulunduğumuzu tespit edebiliriz. Eğer küreselleşme gerçeğiyle birlikte üstünlük çok karmaşık siyasetlerin egemen olduğu Asya’ya doğru kaymaya başladıysa, modernizmin sunduğu Batı kriterleri olmadan da bir ülkenin pekala gelişebileceği gerçeğiyle karşı karşıyayız demektir. Koskoca Çin, Batı’nın dayattığı evrensel değerlerle mi bugünlere geldi dersiniz?
NPQ dergisinin editörü Nathan Gardels, iki üç sene kadar önce “Batı-dışı ve laiklik sonrası” ve yeni bir tür modernizmden söz ederken, Türkiye’yi de bu yeni dünyanın içinde çok önemli bir aktör olarak gördüğünü ifade ediyordu.
Halit Refiğ’in sadece “Tek Umut Türkiye” adlı kitabında değil, neredeyse tüm makalelerinde, bu raporda yazılanların ve ötesinin, yıllar öncesinden ifade edilmiş olduğu, meraklısı tarafından kolaylıkla ortaya çıkarılabilir. O zamanlar Refiğ’in analizlerine burun kıvıran ‘Batıcı aydınlarımız’ -ki bunlar Türkiye’de kendilerini işgal altında bir ülkede yaşamaya mahkum edilmiş psikozuna kaptırmışlardır- bu kez o Batı aynı şeyleri söylemeye başlayınca, fena halde yalnızlık hissine kapılmış olabilirler... Birden bire herkesten çok bu kez de aşırı ‘Doğucu’ kesilirlerse hiş şaşmamak gerekse de (aslında her türden ‘cı’lık, ‘cu’luk insana terstir), onlara acımalı ve kendilerini anlamaya çalışmalıyız…
Anlaşılan o ki, ışığın Doğu’dan yükseldiği idrak edilmeye başlanır başlanmaz evrenselliğin de, modernizmin de vaatlerinin altüst olduğu daha net görülür hale geldi. Çin, komünizmle de Konfüçyüs’le de çoktan barıştı... Her kültür kendi topraklarından gücünü alıp kapılarını dünyaya açmak durumunda... “Suriye’den bize ne?” diye özetlenen bakış açısı sahipleri başta olmak üzere herkes, Amerikan istihbaratçılarının ‘alternatif dünyalar’ tespitini ve aksiyon önerilerini ciddiye almak durumunda...