Obama siyasi iletişimi bilmiyor muydu?..
15 KASIM 2008
ABD seçimlerini analiz etmekte tabii ki yarar var. Bu konuda pek telaş etmiyorum. Çok yakında bir dolu kitap çıkacaktır. İlginç değil mi; sanki yazmışlar kitapları hazırlamışlar. Beklemişler. Seçimin hemen ertesinde sapır sapır dökülmeye başladılar… Amazon’a girip bakın. Obama’nın başarı öyküleri üzerine kitaplardan geçilmiyor.
Risk almışlar demek ki; Obama kazanamasa onca kitap ellerinde patlayacakmış… No risk no win… Şimdi ‘kazanıyorlar’ işte…
Beni işin iletişim tekniğinden çok özü ilgilendiriyor. Duvar afişlerini nasıl yaptılar, sosyal medyayı nasıl kullandılar, bağışçıları nasıl organize ettiler, ‘Change’ (değişim) gibi son derece sıradan ve sevimsiz bir sloganı nasıl seçim stratejisi haline getirdiler; bunlar nasılsa yazılacak ve öğrenlecek. Hatta bizdeki ‘cinler’ hemen “Nasıl ‘copy & paste’ yaparız?” diye olaya teşne olacaklar… Beni işin ilişki boyu çok daha fazla ilgilendiriyor. Çünkü işin özü orada yatıyor. İletişim zırtapoz bir iş olarak değil, bir uzmanlık olarak görüp uzmanına bırakabilme ahlakı ve süreci… Obama ile kampanyayı yürüten iki delikanlının ilişkisi örneğin…
Bizde siyasi liderler de kadroları da her şeyi bilirler (!), iletişimi zaten bilirler. Eğer lider ille de uzmanlara biraz saygı gösterimesini emrederse, o zaman kerhen kabullenirler durumu ve o kadroları ilk fırsatta ‘yemek’ için ellerinden geleni arkalarına koymazlar…
Genelde bu kadrolar iletişim uzmanlarını, reklam ajansları ayaklarının arasında dolaşan ve liderlerle aralarına giren ‘müzahrefat’ olarak görürler…
Bugüne kadar pek çok siyasi liderle temasım oldu. Yukarıda çizdiğim tablonun dışında bir ilişki ve iş süreci ile karşılaşmadım açıkçası… İşte bu yüzden merak ediyorum; koskoca ABD’yi ve hatta dünyayı yönetmeye hazırlanan koskoca bir lider, iletişimden hiç mi anlamıyordu ya da salak mıydı ki, gidip siyasi geleceğini bir şirkete ve iki tane Danışman’a teslim etti ve seçimi kazandıktan sonra da hiçbir komplekse kapılmadan eşi, kızları ve başkan yardımcısı Joseph Biden’dan hemen sonra onlara şöyle teşekkür etti: “Onlara minnettarım. Bu ekip ABD tarihindeki en iyi seçim kampanyası ekibidir…”
Düşünün: Örneğin, Baykal kalkıyor ve diyor ki: “Serdar Erener ve Ali Taran’a minnettarım! Onlar olmasaydı bu seçim zaferini elde edemezdik!”
Düşünebiliyor musunuz? Ben düşünemiyorum… Neden?.. Çünkü bizde iletişim getiridği katma değeri gören, okuyan, anlayan, saygı duyan insan sayısı çok düşüktür…
Tabii bizdeki durum farklı… Barajı geçememe durumu da dahil bizde bütün liderler seçimlerden sonra bir ‘hüsnükuruntu’ analizi geliştirip aslında nasıl yenilmemiş olduklarını anlatmakla ‘maluller’dir… Kazananlar da kendilerinin ve sadece kendilerinin ne kadar muazzam olduklarını günde 10 defa kendilerine tekrarlayan yağdanlıklara inanmayı tercih ederler.
İşte bu nedenle Obama’nın iletişim danışmanları ve kampanya yöneticileriyle ilişkilerini nasıl düzenlediğini merak ediyorum.
İki David’den söz ediliyor. Zafer öncesi adları bile bilinmeyen iki siyasi iletişimci bugün iletişim dünyasında bir ‘fenomen’ olarak kutlanıyorlar…
David Plouffe, 41 yaşında. Seçim kampanyasını yönetmiş. Önseçimlerin ilk ayağının yapıldığı Iowa’daki sürpriz zaferin mimarı olrak görülüyor. Aslan vurmuş yani… Son dönemlerin en disiplinli seçim kampanyası olarak kabul edilen ve hayli uzun zaman süren proje boyunca dizginlerini elinde tutmuş. İşine kimse karıştırılmadan. Bakın etrafınıza bırakın ABD başkanlığını falan; küçücük şirketlerde iletişimle ilgili karar süreçlerine kaç kişi maydanoz oluyor?..
İkinci aslanı ise Eylül başında vurduğu söyleniyor. Anketlerde Obama neredeyse ilk kez Cumhuriyetçi John McCain’in gerisine düştüğünde, bu genç adam hem kendi sinirlerine hakim olmuş hem de tüm ekibin soğukkanlılığını kaybetmemesini sağlamış. Obama da buna müsaade etmiş. David Plouffe Obama yönetiminde büyük olasılıkla görev almayacakmış. Yani kariyer hırsı da yok ortada.
Gelelim ikinci David’e…
David Axelrod 52 yaşında. O da Obama’nın hemşerisi. Chicagolu. Siyasi iletişim danışmanı ve medya ilişkilerini yöneten bir şirketin patronu… Chicago Tribune gazetesinde yazarlık yapmış olan Axelrod, daha önce de pek çok siyasi için çalışmış. Bunların arasında aile dostları olan Hilary Clinton ve şu sıra Beyaz Saray Genel Sekreterliği görevine getirilmesi beklenen strateji uzmanı Rahm Emanuel de var. 2004’te Obama’ya Senato yolunu açan ve sonra da onu başkanlığa taşıyan stratejilerin altında onun imzası olduğu söyleniyor. David Plouffe ve diğer iki ortak birlikte çalıştıkları danışmanlık şirketinin adı ‘AKP&D Message and Media’… Emanuel ile birlikte Beyaz Saray’da görev alması bekleniyormuş.
Bizim siyasiler tavsiye: Taşra uyanıklığını, Obama’nın kampayasında kullanılan ‘numaraları’ kopyalayıp yapıştırmak üzere araştırmayı bir kenara bırakıp işini beşeri boyutunu öğrenmeye çalışsınlar… İşe David Axelrod’un Chicago Tribune’e verdiği röportajların videolarını izlemekle başlayabilirler… Sonrası onların yaratıcılığına ve ‘her şeyi bilme mecburiyetinden’ uzaklaşabilme hızına kalmış…
Reklam ajansı seçiminde kıstaslar değişiyor
Türk Telekom’un yaptığı son reklam ajansı konkurunu izliyor musunuz? Ben izliyorum. Size de tavsiye ederim. Kim katıldıi kim kazandı dedikodusunun ötesinde, dünyadaki ve Türkiye’deki gelişmeleri kavramakta yardımcı olacak ilginç bir süreç yönetiliyor orada.
Reklamcılar Derneğinin de desteği ile tespit ettikleri 12 ajansı ilk tura çağırmışlar. 12 reklam ajansından kendilerini tanıtmak üzere ikişer saatlik sunum istemişler. İletişim uygulamaları değil kendilerini ve bu arada tabii ki ‘Dünya Görüşlerini’ ifade etmelerini istemişler. Kurum içinden 15 kişilik seçici kurul önceden belirlenen kriterlere göre değerlendirme yapmış ve bir kısa liste oluşturmuş. Buna göre şu ajanslar ilk turda ipi göğüslemişler: ALICE/BBDO, LOWE, Medina Turgul DDB, Publicis Yorum, TBWA\İSTANBUL...
Kısa listeye kalanların her birine yaratıcı sunumlarındaki emeklerine için 10.000 YTL ödenecekmiş. Değerlendirmenin hangi kriterler üzerinden yapılacağı ve bu kriterlerin neler olduğu bütün ajanslara önceden bildirilmiş.
Kriterler ve hepsi birlikte 100’ü tamamlayan ağırlık puanları şöyle:
Kurumsal: 1. Son üç yıla ait ciro, profil, organizasyon ve ortaklık yapısı, uluslar arası bağlantıları (5 Puan) 2. Mevcut müşterileri (5 Puan) 3. Ajans vizyonu, felesefi ve değerleri (5 Puan) 4. Bağımsız finansal denetim (5 Puan).
Stratejik yetkinlikler: 1. Stratejik yetkinliklerine ilişkin örnekler (5 Puan) 2. Yaratıcı yaklaşım, yenilikçi düşünce ve uygulama (15 Puan) 3. Araştırma, ölçümleme ve değerlendirme araçları (5 Puan).
İnsan Kaynakları: Ajansın genel insan kaynakları yapısı (5 Puan) 2. TT ve TTNET için oluşturacağı ekibin niteliği (5 Puan) 3. TT ve TTNET ekip liderliği profili (5 Puan).
Müşteri odaklılık: Müşteri memnuniyeti politikaları (5 Puan) 2. TT ve TTNET için önerilen müşteri yönetim süreçleri (10 Puan) 3. TT ve TTNET için önerilen müşteri memnuniyeti başarı göstergesi (5 Puan).
Toplumsal: 1. Reklam sektörüne katkısı (5 Puan) 2. Sosyal sorumluluk politikaları ve ekolojik çevre duyarlılığı (5 Puan).
Diğer: 1. Önerilen interaktif ajans (5 Puan) 2. Önerilen çizgi altı ajans (5 Puan).
Bu kriterler birinci aşamanın sonunu belirlemiş. İkinci aşamada ise bu kez getirilen çözümler değerlendirilecekmiş…
Şimdi, akım bu yani… Şu maddelere özellikle dikkatinizi çekiyor ve çalıştığınız kuruluşları bu kriterler üzerinde değerlendirip yönetimlerinizi kendilerini, rekabetçi avantajlarını kaybetmemek için geleceğe hazırlamaları konusunda uyarmanızı öneriyorum:
1. Ajans vizyonu, felesefi ve değerleri (sadece para kazanmak, kârlılık esası üzerine kurulu ajansların dikkatine)
2. Bağımsız finansal denetim (kurumsal vatandaşlık yani)
3. Stratejik yetkinlik (sadece yaratıcılık değil yani)
4. Araştırma, ölçümleme, değerlendirme araçları (Ölçmüyorsan yapma, ilkesi yani… Yaratıcılık ölçülemez, diyenlerin işi giderek zorlaşıyor)
5. Müşteri odaklılık maddesinin tamamı (costumer relation ile client relation arasındaki farkı bilmeyen ajansların işi zor)
6. Reklam sektörüne katkısı, sosyal sorumluluk politikaları ve ekolojik çevre duyarlılığı (Ne alaka kardeşim, diyen ajanlar da yandı)
Toplayın bakın bu 6 başlık altındaki maddelerin puanlarını, göreceksiniz yolun yarısı ediyor… Daha yaratıcılık yok ortada… Değişim çoktan almış başını gitmiş. Müşteriye, “Bana parayı verirsiniz, brief’i de; sonra reklam filmini TV’de görürüsünüz!”, “Yaratıcılık, zeka, buluş önemlidir, gerisi –neredeyse- hiçbir şeydir zihniyeti yok olmuş gitmiş…
Ben bu gelişmeye yıllar önce dikkat çektiğimde, tekerine çomak soktuğumu düşünerek hayıflanan ve bizim genel yayın yönetmenini arayıp, “Bu adama niye yazdırıyorsunuz, yazdıklarını reklam verenler de okuyor” diye çemkiren reklam ajansı patronunun (adı bizde saklı) kulakları çınlasın…
Seda Sayan Marketing geliyor!..
Bizim şöhretlerin bireysel marka yönetiminde ve özellikle de marka genişlemesinde bir yerlere varabilmeleri zordur. Hatırlardadır; tartışma en çok ‘Hülya Avşar marka mıdır, değil midir’ çerçevesinde dönmüştü. Ben ‘hüsnükuruntu’ ve ‘temennilerden’ değil, gerçeklerden yola çıkmaktan yanaydım. Çok yetenekli ve şöhretli olmak başka şeydi; kapitalizmin en sofistike (karmaşık) ürünü olan ‘marka’ meselesinde iddialı olmak başka şey…
En önemlisi, bir organizasyon meselesiydi bu, şöhret meselesi değil. Aslanlar gibi bir kapitalist örgütlenme ve yönetim anlayışı gereksiniyordu.
Bana sorduklarında da, Türkiye’de bu konuya aday bir oluşuma pek rastlamadığımı söylüyordum…
Oysa şu sıra Seda Sayan olayını iyi izlemek gerekiyor. Sanki o cephede bir şeyler oluyor. Örneğin ‘Orkide hareketi’ne yakından bakılmalı. (www.sedasayanmarketing.com)... Amway, Avon vb gibi bir yapılanmanın işaretleri var… Yani ciddi bir oluşumun ilk adımlarının ufukta gözüktüğünü söyleyebiliriz.
Seda hanım ayrıca cep telefonu işine de girmiş. Şirketinin başına ‘Seda Sayan Marketing Yönetim Kurulu Başkan Vekili ve İcra Kurulu Başkanı’ sıfatı ile getirdiği anlaşılan Erdal Altınay’ın açıklaması ilginç, bir o kadar da iddialı: “Türkiye’de 15 milyon ev hanımı var. Bunların 2.5 milyonunun daha cep telefonu yok. Toplamda da 20 milyondan fazla kadın cep telefonu kullanıcısı olduğunu tahmin ediyoruz. Biz hem cep telefonu olmayan kadınlara uygun şartlarda cep telefonu sunacağız, hem de kadınları cep telefonu kullanımına özendirecek özel cep telefonu servislerini de beraberinde müşterimize ulaştıracağız.
GSM sektöründeki bu girişimimizin ilk müşterileri evlerinin ekonomisinin nasıl döndürüleceğini bilen kadınlar olacaktır. Sonrasında eşleri tarafından bilgilendirilen erkekler de SEDA MOBİL kullanıcıları olacaktır!”
Eğer Seda Sayan bu işi başarabilirse, yani örneğin bir Ophra Winfrey gibi markasıyla kazandığı, esas işiyle kazandığını fersah fersah aşarsa, o zaman bu olayı tüm diğer şöhretlerimiz ‘benchmark’ olarak alabilirler. Henüz paçaları sıvamak için çok erken. Dere henüz yok ortada…
Risk almışlar demek ki; Obama kazanamasa onca kitap ellerinde patlayacakmış… No risk no win… Şimdi ‘kazanıyorlar’ işte…
Beni işin iletişim tekniğinden çok özü ilgilendiriyor. Duvar afişlerini nasıl yaptılar, sosyal medyayı nasıl kullandılar, bağışçıları nasıl organize ettiler, ‘Change’ (değişim) gibi son derece sıradan ve sevimsiz bir sloganı nasıl seçim stratejisi haline getirdiler; bunlar nasılsa yazılacak ve öğrenlecek. Hatta bizdeki ‘cinler’ hemen “Nasıl ‘copy & paste’ yaparız?” diye olaya teşne olacaklar… Beni işin ilişki boyu çok daha fazla ilgilendiriyor. Çünkü işin özü orada yatıyor. İletişim zırtapoz bir iş olarak değil, bir uzmanlık olarak görüp uzmanına bırakabilme ahlakı ve süreci… Obama ile kampanyayı yürüten iki delikanlının ilişkisi örneğin…
Bizde siyasi liderler de kadroları da her şeyi bilirler (!), iletişimi zaten bilirler. Eğer lider ille de uzmanlara biraz saygı gösterimesini emrederse, o zaman kerhen kabullenirler durumu ve o kadroları ilk fırsatta ‘yemek’ için ellerinden geleni arkalarına koymazlar…
Genelde bu kadrolar iletişim uzmanlarını, reklam ajansları ayaklarının arasında dolaşan ve liderlerle aralarına giren ‘müzahrefat’ olarak görürler…
Bugüne kadar pek çok siyasi liderle temasım oldu. Yukarıda çizdiğim tablonun dışında bir ilişki ve iş süreci ile karşılaşmadım açıkçası… İşte bu yüzden merak ediyorum; koskoca ABD’yi ve hatta dünyayı yönetmeye hazırlanan koskoca bir lider, iletişimden hiç mi anlamıyordu ya da salak mıydı ki, gidip siyasi geleceğini bir şirkete ve iki tane Danışman’a teslim etti ve seçimi kazandıktan sonra da hiçbir komplekse kapılmadan eşi, kızları ve başkan yardımcısı Joseph Biden’dan hemen sonra onlara şöyle teşekkür etti: “Onlara minnettarım. Bu ekip ABD tarihindeki en iyi seçim kampanyası ekibidir…”
Düşünün: Örneğin, Baykal kalkıyor ve diyor ki: “Serdar Erener ve Ali Taran’a minnettarım! Onlar olmasaydı bu seçim zaferini elde edemezdik!”
Düşünebiliyor musunuz? Ben düşünemiyorum… Neden?.. Çünkü bizde iletişim getiridği katma değeri gören, okuyan, anlayan, saygı duyan insan sayısı çok düşüktür…
Tabii bizdeki durum farklı… Barajı geçememe durumu da dahil bizde bütün liderler seçimlerden sonra bir ‘hüsnükuruntu’ analizi geliştirip aslında nasıl yenilmemiş olduklarını anlatmakla ‘maluller’dir… Kazananlar da kendilerinin ve sadece kendilerinin ne kadar muazzam olduklarını günde 10 defa kendilerine tekrarlayan yağdanlıklara inanmayı tercih ederler.
İşte bu nedenle Obama’nın iletişim danışmanları ve kampanya yöneticileriyle ilişkilerini nasıl düzenlediğini merak ediyorum.
İki David’den söz ediliyor. Zafer öncesi adları bile bilinmeyen iki siyasi iletişimci bugün iletişim dünyasında bir ‘fenomen’ olarak kutlanıyorlar…
David Plouffe, 41 yaşında. Seçim kampanyasını yönetmiş. Önseçimlerin ilk ayağının yapıldığı Iowa’daki sürpriz zaferin mimarı olrak görülüyor. Aslan vurmuş yani… Son dönemlerin en disiplinli seçim kampanyası olarak kabul edilen ve hayli uzun zaman süren proje boyunca dizginlerini elinde tutmuş. İşine kimse karıştırılmadan. Bakın etrafınıza bırakın ABD başkanlığını falan; küçücük şirketlerde iletişimle ilgili karar süreçlerine kaç kişi maydanoz oluyor?..
İkinci aslanı ise Eylül başında vurduğu söyleniyor. Anketlerde Obama neredeyse ilk kez Cumhuriyetçi John McCain’in gerisine düştüğünde, bu genç adam hem kendi sinirlerine hakim olmuş hem de tüm ekibin soğukkanlılığını kaybetmemesini sağlamış. Obama da buna müsaade etmiş. David Plouffe Obama yönetiminde büyük olasılıkla görev almayacakmış. Yani kariyer hırsı da yok ortada.
Gelelim ikinci David’e…
David Axelrod 52 yaşında. O da Obama’nın hemşerisi. Chicagolu. Siyasi iletişim danışmanı ve medya ilişkilerini yöneten bir şirketin patronu… Chicago Tribune gazetesinde yazarlık yapmış olan Axelrod, daha önce de pek çok siyasi için çalışmış. Bunların arasında aile dostları olan Hilary Clinton ve şu sıra Beyaz Saray Genel Sekreterliği görevine getirilmesi beklenen strateji uzmanı Rahm Emanuel de var. 2004’te Obama’ya Senato yolunu açan ve sonra da onu başkanlığa taşıyan stratejilerin altında onun imzası olduğu söyleniyor. David Plouffe ve diğer iki ortak birlikte çalıştıkları danışmanlık şirketinin adı ‘AKP&D Message and Media’… Emanuel ile birlikte Beyaz Saray’da görev alması bekleniyormuş.
Bizim siyasiler tavsiye: Taşra uyanıklığını, Obama’nın kampayasında kullanılan ‘numaraları’ kopyalayıp yapıştırmak üzere araştırmayı bir kenara bırakıp işini beşeri boyutunu öğrenmeye çalışsınlar… İşe David Axelrod’un Chicago Tribune’e verdiği röportajların videolarını izlemekle başlayabilirler… Sonrası onların yaratıcılığına ve ‘her şeyi bilme mecburiyetinden’ uzaklaşabilme hızına kalmış…
Reklam ajansı seçiminde kıstaslar değişiyor
Türk Telekom’un yaptığı son reklam ajansı konkurunu izliyor musunuz? Ben izliyorum. Size de tavsiye ederim. Kim katıldıi kim kazandı dedikodusunun ötesinde, dünyadaki ve Türkiye’deki gelişmeleri kavramakta yardımcı olacak ilginç bir süreç yönetiliyor orada.
Reklamcılar Derneğinin de desteği ile tespit ettikleri 12 ajansı ilk tura çağırmışlar. 12 reklam ajansından kendilerini tanıtmak üzere ikişer saatlik sunum istemişler. İletişim uygulamaları değil kendilerini ve bu arada tabii ki ‘Dünya Görüşlerini’ ifade etmelerini istemişler. Kurum içinden 15 kişilik seçici kurul önceden belirlenen kriterlere göre değerlendirme yapmış ve bir kısa liste oluşturmuş. Buna göre şu ajanslar ilk turda ipi göğüslemişler: ALICE/BBDO, LOWE, Medina Turgul DDB, Publicis Yorum, TBWA\İSTANBUL...
Kısa listeye kalanların her birine yaratıcı sunumlarındaki emeklerine için 10.000 YTL ödenecekmiş. Değerlendirmenin hangi kriterler üzerinden yapılacağı ve bu kriterlerin neler olduğu bütün ajanslara önceden bildirilmiş.
Kriterler ve hepsi birlikte 100’ü tamamlayan ağırlık puanları şöyle:
Kurumsal: 1. Son üç yıla ait ciro, profil, organizasyon ve ortaklık yapısı, uluslar arası bağlantıları (5 Puan) 2. Mevcut müşterileri (5 Puan) 3. Ajans vizyonu, felesefi ve değerleri (5 Puan) 4. Bağımsız finansal denetim (5 Puan).
Stratejik yetkinlikler: 1. Stratejik yetkinliklerine ilişkin örnekler (5 Puan) 2. Yaratıcı yaklaşım, yenilikçi düşünce ve uygulama (15 Puan) 3. Araştırma, ölçümleme ve değerlendirme araçları (5 Puan).
İnsan Kaynakları: Ajansın genel insan kaynakları yapısı (5 Puan) 2. TT ve TTNET için oluşturacağı ekibin niteliği (5 Puan) 3. TT ve TTNET ekip liderliği profili (5 Puan).
Müşteri odaklılık: Müşteri memnuniyeti politikaları (5 Puan) 2. TT ve TTNET için önerilen müşteri yönetim süreçleri (10 Puan) 3. TT ve TTNET için önerilen müşteri memnuniyeti başarı göstergesi (5 Puan).
Toplumsal: 1. Reklam sektörüne katkısı (5 Puan) 2. Sosyal sorumluluk politikaları ve ekolojik çevre duyarlılığı (5 Puan).
Diğer: 1. Önerilen interaktif ajans (5 Puan) 2. Önerilen çizgi altı ajans (5 Puan).
Bu kriterler birinci aşamanın sonunu belirlemiş. İkinci aşamada ise bu kez getirilen çözümler değerlendirilecekmiş…
Şimdi, akım bu yani… Şu maddelere özellikle dikkatinizi çekiyor ve çalıştığınız kuruluşları bu kriterler üzerinde değerlendirip yönetimlerinizi kendilerini, rekabetçi avantajlarını kaybetmemek için geleceğe hazırlamaları konusunda uyarmanızı öneriyorum:
1. Ajans vizyonu, felesefi ve değerleri (sadece para kazanmak, kârlılık esası üzerine kurulu ajansların dikkatine)
2. Bağımsız finansal denetim (kurumsal vatandaşlık yani)
3. Stratejik yetkinlik (sadece yaratıcılık değil yani)
4. Araştırma, ölçümleme, değerlendirme araçları (Ölçmüyorsan yapma, ilkesi yani… Yaratıcılık ölçülemez, diyenlerin işi giderek zorlaşıyor)
5. Müşteri odaklılık maddesinin tamamı (costumer relation ile client relation arasındaki farkı bilmeyen ajansların işi zor)
6. Reklam sektörüne katkısı, sosyal sorumluluk politikaları ve ekolojik çevre duyarlılığı (Ne alaka kardeşim, diyen ajanlar da yandı)
Toplayın bakın bu 6 başlık altındaki maddelerin puanlarını, göreceksiniz yolun yarısı ediyor… Daha yaratıcılık yok ortada… Değişim çoktan almış başını gitmiş. Müşteriye, “Bana parayı verirsiniz, brief’i de; sonra reklam filmini TV’de görürüsünüz!”, “Yaratıcılık, zeka, buluş önemlidir, gerisi –neredeyse- hiçbir şeydir zihniyeti yok olmuş gitmiş…
Ben bu gelişmeye yıllar önce dikkat çektiğimde, tekerine çomak soktuğumu düşünerek hayıflanan ve bizim genel yayın yönetmenini arayıp, “Bu adama niye yazdırıyorsunuz, yazdıklarını reklam verenler de okuyor” diye çemkiren reklam ajansı patronunun (adı bizde saklı) kulakları çınlasın…
Seda Sayan Marketing geliyor!..
Bizim şöhretlerin bireysel marka yönetiminde ve özellikle de marka genişlemesinde bir yerlere varabilmeleri zordur. Hatırlardadır; tartışma en çok ‘Hülya Avşar marka mıdır, değil midir’ çerçevesinde dönmüştü. Ben ‘hüsnükuruntu’ ve ‘temennilerden’ değil, gerçeklerden yola çıkmaktan yanaydım. Çok yetenekli ve şöhretli olmak başka şeydi; kapitalizmin en sofistike (karmaşık) ürünü olan ‘marka’ meselesinde iddialı olmak başka şey…
En önemlisi, bir organizasyon meselesiydi bu, şöhret meselesi değil. Aslanlar gibi bir kapitalist örgütlenme ve yönetim anlayışı gereksiniyordu.
Bana sorduklarında da, Türkiye’de bu konuya aday bir oluşuma pek rastlamadığımı söylüyordum…
Oysa şu sıra Seda Sayan olayını iyi izlemek gerekiyor. Sanki o cephede bir şeyler oluyor. Örneğin ‘Orkide hareketi’ne yakından bakılmalı. (www.sedasayanmarketing.com)... Amway, Avon vb gibi bir yapılanmanın işaretleri var… Yani ciddi bir oluşumun ilk adımlarının ufukta gözüktüğünü söyleyebiliriz.
Seda hanım ayrıca cep telefonu işine de girmiş. Şirketinin başına ‘Seda Sayan Marketing Yönetim Kurulu Başkan Vekili ve İcra Kurulu Başkanı’ sıfatı ile getirdiği anlaşılan Erdal Altınay’ın açıklaması ilginç, bir o kadar da iddialı: “Türkiye’de 15 milyon ev hanımı var. Bunların 2.5 milyonunun daha cep telefonu yok. Toplamda da 20 milyondan fazla kadın cep telefonu kullanıcısı olduğunu tahmin ediyoruz. Biz hem cep telefonu olmayan kadınlara uygun şartlarda cep telefonu sunacağız, hem de kadınları cep telefonu kullanımına özendirecek özel cep telefonu servislerini de beraberinde müşterimize ulaştıracağız.
GSM sektöründeki bu girişimimizin ilk müşterileri evlerinin ekonomisinin nasıl döndürüleceğini bilen kadınlar olacaktır. Sonrasında eşleri tarafından bilgilendirilen erkekler de SEDA MOBİL kullanıcıları olacaktır!”
Eğer Seda Sayan bu işi başarabilirse, yani örneğin bir Ophra Winfrey gibi markasıyla kazandığı, esas işiyle kazandığını fersah fersah aşarsa, o zaman bu olayı tüm diğer şöhretlerimiz ‘benchmark’ olarak alabilirler. Henüz paçaları sıvamak için çok erken. Dere henüz yok ortada…