Odaklanamamak kader olmamalı
09 EYLÜL 2006
İstanbul Kadın Kuaförleri ve Manikürcüler Odası tarafından iki yıl önce düzenlenen Türkiye’nin en sağlıklı ve en güzel ayakları araştırmasında üçüncü gelen Ebru Akel’in sunuculuk yaptığı bir gecede giydiği elbise haber konusu oldu. Değeri 3.500 Euro olduğu ileri sürülen ve daha önce de David Beckham’in karısı Victoria tarafından giyildiği de belirlenen tasarım, Cavalli imzasını taşıyormuş...
Sana ne bundan kardeşim, diyebilirsiniz...
Bana şundan ne: Eğer publicity (medyada görünürlük) ile etkili iletişim birbirine karıştırılırsa, zaman, para ve emek kaybına neden oluyor. Bu da tam bizim ilgi odağımızda yer alıyor..
O zaman ne yapmak gerekir? Ebru Hanım’ın oturup kendi kendisine şu soruyu sorması gerek: Son bir yıldır benimle ilgili medyada hangi haberler çıktı? Bunların ortak yanı neydi? Ben bu ortak yanda altı çizildiği içerikle mutabık mıyım ve böyle mi anılmak istiyorum?
Ebru Hanım’ın en güçlü yanı aynı zamanda en zayıf yanını oluşturuyor: Fazla konuda yetenek. Sunuculuk, film oyunculuğu, dizi oyunculuğu, şarkıcılık, tiyatroculuk vb.. Yok, yok..
Bu gibi durumlarda çok kolay odak kayabilir. Ve odak kayınca da bu yetenekler çarpan değil bölen etkisi yapmaya başlar, bu da iş sonuçlarını etkiler. Yani Ebru Hanım günün birinde kendi kendine şu soruyu sormaya başlar: “O kadar çalışıyorum, neden yeterince para kazanamıyorum?”.. Bundan bir sonraki soru daha dramatik olacaktır: “Önümde kaç sene kadlı ki.. Acele etmem lazım..”
Oysa Ebru Hanım sadece yetenekli değil aynı zamanda marka vaadini bakışlarına mükemmel yansıtmasını bile son derece çekici bir hanım. Bana sorarsanız Jenifer Lopez’e fark atmaması için hiç bir neden yok. Ama olsun. Bu odaklanama meselesi, iş sonucuna ulaşmada en büyük etkenlerden biridir. Her telden çalmasıyla Ahmet Hakan’ın Mustafa Keser’e benzettiği Ferhat Göçer de büyük yetenektir. Ama stratejik konumlanmasını doğru yapmazsa, onu da benzer bir kader, yani sıradanlık bekleyebilir...
Kanyon’a yemekten tam puan
Nihayet kısmet oldu Kanyon’a gittik. Bir taşla birkaç kuş vurmak üzere.
Bir: Perakende sektörü ülkenin atar damarı; Kanyon da bu damarı besleyen en önemli yan damarlardan. Perakende sektörü biz İstanbul’da yokken ne yapmış bir bakalım dedik. İki: Sinemalarının çok medeni olduğunu duymuştuk. Nedir diğerlerinden farkı, onu görelim dedik. Üç: Yemek yeme olanakları da fast food’dan çok daha ilerideymiş; bir de onu denemek istedik.
Kanyon hedeflediği tüketici kitlesini bulmuş aslında. Hem SES (sosyo-ekonomik statü) grubu hem de yaşam stili açısından Türk tüketicisinin kremasını yakalamış. Beyaz Türklerin bu türünden o kadar çok bulunmuyor. Yani etraf bir cuma akşamı olmasına rağmen pek bir tenhaydı. Orada yüksek volümde satış nasıl olacak? Zor!..
Sinemalar (9 adet) gerçekten çok medeni; fakat panik anında oralarda olmak istemem. Büyük felaket olur. Seyircinin çıkışı çok dar. Bu arada Fedai (The Sentinel) düş kırıklığı yarattı. Belki bendeki Michael Douglas – Kiefer Sutherland beklentisi çok yüksekti. Ondan olabilir.
Gelelim yemeklere.. İşte bu konuda benden tam puan aldı Kanyon.. Gözünüz kapalı gidin. Hiçbir şey almasanız bile, nefis yemekler yer çıkarsınız.
Zararın neresinden dönülse kârdır
Üç hafta kadar önce şöyle demişiz: “Ankara’da havaalanından kente, kentten havaalanına akın akın giden binlerce insan, her gün Recep Tayyip Erdoğan Bulvarı’ndan geçecek ve geçerken söylenecek... ‘İnsan hayattayken kendisini böyle pohpohlatır mı?..’
İletişimde en büyük zararı, hedef kitlenin kültür ve değerlerine ters düştüğünüzde görürsünüz.. İsmet Paşa fotoğrafını Türk parasının üstüne koydurdu diye, ölene kadar eleştirilmişti. Bizim halkımız aile büyüğünün resmini bile vefat etmeden büyütüp baş köşeye asmaz, asanı da yadırgar.”
Anakara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in dahiyane fikri tartışıladursun, o sırada Torbalı’da ikinci bir kriz uç verdi. Meydandaki heykel grubunda Atatürk heykelinin yanındakilerin belediye başkanı ve eşi olduğu iddia edildi. Başkan önce reddetti sonra kaldırttı heykelleri. Fakat boşluk oluşmuştu. İşte o boşluğa bu sefer Başbakan’ın heykelinin dikilmesi önerildi.
Al başına belayı..
Bu kadar zırvaya tahammül edememiş olmalı ki, nihayet Başbakanlık’dan Akif Beki duruma müdahale etti: “Sayın Başbakan cadde, sokak va parklara adının verilmesini uygun görmemektedir!” İçimden dedim ki, “Akl-ı selim galip geldi!”
Ama o ne?.. Anakara belediyesinin yetkilileri israrlı: “Başbakanlık açıklamasında ‘Bulvar’ denmemiş. Biz, bizim bulvarın adını değiştirmeyiz!”
Helal olsun bunlara yahu! Başbakanı yıpratma konusunda bayağı iddialılar yani..
Coca-Cola da galip!
Her şey İsviçre maçından sonra başladı. Kimilerine göre kendi ayağımıza sıktık kurşunu. Kimileri, “Ucuz atlattık bu ceza bir şey değil ki”, dedi karar için. İşin maddi yanının dışında akıllarda yer alan soru ‘seyircisiz maç nasıl olacak?’ idi.. Üstelik seyircisiz oynamak motivasyon adına bir risk belki de bir tehdit iken..
Çarşamba gecesi ekrandaki görüntü bunun iletişim açısından nasıl bir fırsata ve avantaja dönüştürülebileceğini gösterdi. Maçın sonucu kadar Coca Cola’nın Frankfurt Comerzbank Arena Stadı’ndaki net ve anlamlı mesajıydı: “Seni yalnız bırakır mıyız sandın?”. İşin TV’deki kampanya anonsu da çok etkileyiciydi..
Yirmi bin seyirci var -mış gibi gösterme fikrinin ilk olmadığı söyleniyor. İngiliz takımı Aston Villa’nın stadını yenilerken kale arkası tribününe yerleştirdiği görüntülerde benzer bir atmosfer yaratılmaya çalışılmış.. Olsun. Kimin ilk yaptığı değil etki önemli.. Coca-Cola’nın ajasından çıkan ilk fikrin devamını kale arkaları için getiren İddia ve Petrol Ofisi’ni de kutlamak lazım.
Bizim değerlerimizde, zor zamanda yanında olma, yalnız bırakmama, destek olma yok mudur? İşte uzunca bir süre unutulmayacak ders niteliğinde bir ‘algılama yönetimi’ örneği size...
Sana ne bundan kardeşim, diyebilirsiniz...
Bana şundan ne: Eğer publicity (medyada görünürlük) ile etkili iletişim birbirine karıştırılırsa, zaman, para ve emek kaybına neden oluyor. Bu da tam bizim ilgi odağımızda yer alıyor..
O zaman ne yapmak gerekir? Ebru Hanım’ın oturup kendi kendisine şu soruyu sorması gerek: Son bir yıldır benimle ilgili medyada hangi haberler çıktı? Bunların ortak yanı neydi? Ben bu ortak yanda altı çizildiği içerikle mutabık mıyım ve böyle mi anılmak istiyorum?
Ebru Hanım’ın en güçlü yanı aynı zamanda en zayıf yanını oluşturuyor: Fazla konuda yetenek. Sunuculuk, film oyunculuğu, dizi oyunculuğu, şarkıcılık, tiyatroculuk vb.. Yok, yok..
Bu gibi durumlarda çok kolay odak kayabilir. Ve odak kayınca da bu yetenekler çarpan değil bölen etkisi yapmaya başlar, bu da iş sonuçlarını etkiler. Yani Ebru Hanım günün birinde kendi kendine şu soruyu sormaya başlar: “O kadar çalışıyorum, neden yeterince para kazanamıyorum?”.. Bundan bir sonraki soru daha dramatik olacaktır: “Önümde kaç sene kadlı ki.. Acele etmem lazım..”
Oysa Ebru Hanım sadece yetenekli değil aynı zamanda marka vaadini bakışlarına mükemmel yansıtmasını bile son derece çekici bir hanım. Bana sorarsanız Jenifer Lopez’e fark atmaması için hiç bir neden yok. Ama olsun. Bu odaklanama meselesi, iş sonucuna ulaşmada en büyük etkenlerden biridir. Her telden çalmasıyla Ahmet Hakan’ın Mustafa Keser’e benzettiği Ferhat Göçer de büyük yetenektir. Ama stratejik konumlanmasını doğru yapmazsa, onu da benzer bir kader, yani sıradanlık bekleyebilir...
Kanyon’a yemekten tam puan
Nihayet kısmet oldu Kanyon’a gittik. Bir taşla birkaç kuş vurmak üzere.
Bir: Perakende sektörü ülkenin atar damarı; Kanyon da bu damarı besleyen en önemli yan damarlardan. Perakende sektörü biz İstanbul’da yokken ne yapmış bir bakalım dedik. İki: Sinemalarının çok medeni olduğunu duymuştuk. Nedir diğerlerinden farkı, onu görelim dedik. Üç: Yemek yeme olanakları da fast food’dan çok daha ilerideymiş; bir de onu denemek istedik.
Kanyon hedeflediği tüketici kitlesini bulmuş aslında. Hem SES (sosyo-ekonomik statü) grubu hem de yaşam stili açısından Türk tüketicisinin kremasını yakalamış. Beyaz Türklerin bu türünden o kadar çok bulunmuyor. Yani etraf bir cuma akşamı olmasına rağmen pek bir tenhaydı. Orada yüksek volümde satış nasıl olacak? Zor!..
Sinemalar (9 adet) gerçekten çok medeni; fakat panik anında oralarda olmak istemem. Büyük felaket olur. Seyircinin çıkışı çok dar. Bu arada Fedai (The Sentinel) düş kırıklığı yarattı. Belki bendeki Michael Douglas – Kiefer Sutherland beklentisi çok yüksekti. Ondan olabilir.
Gelelim yemeklere.. İşte bu konuda benden tam puan aldı Kanyon.. Gözünüz kapalı gidin. Hiçbir şey almasanız bile, nefis yemekler yer çıkarsınız.
Zararın neresinden dönülse kârdır
Üç hafta kadar önce şöyle demişiz: “Ankara’da havaalanından kente, kentten havaalanına akın akın giden binlerce insan, her gün Recep Tayyip Erdoğan Bulvarı’ndan geçecek ve geçerken söylenecek... ‘İnsan hayattayken kendisini böyle pohpohlatır mı?..’
İletişimde en büyük zararı, hedef kitlenin kültür ve değerlerine ters düştüğünüzde görürsünüz.. İsmet Paşa fotoğrafını Türk parasının üstüne koydurdu diye, ölene kadar eleştirilmişti. Bizim halkımız aile büyüğünün resmini bile vefat etmeden büyütüp baş köşeye asmaz, asanı da yadırgar.”
Anakara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in dahiyane fikri tartışıladursun, o sırada Torbalı’da ikinci bir kriz uç verdi. Meydandaki heykel grubunda Atatürk heykelinin yanındakilerin belediye başkanı ve eşi olduğu iddia edildi. Başkan önce reddetti sonra kaldırttı heykelleri. Fakat boşluk oluşmuştu. İşte o boşluğa bu sefer Başbakan’ın heykelinin dikilmesi önerildi.
Al başına belayı..
Bu kadar zırvaya tahammül edememiş olmalı ki, nihayet Başbakanlık’dan Akif Beki duruma müdahale etti: “Sayın Başbakan cadde, sokak va parklara adının verilmesini uygun görmemektedir!” İçimden dedim ki, “Akl-ı selim galip geldi!”
Ama o ne?.. Anakara belediyesinin yetkilileri israrlı: “Başbakanlık açıklamasında ‘Bulvar’ denmemiş. Biz, bizim bulvarın adını değiştirmeyiz!”
Helal olsun bunlara yahu! Başbakanı yıpratma konusunda bayağı iddialılar yani..
Coca-Cola da galip!
Her şey İsviçre maçından sonra başladı. Kimilerine göre kendi ayağımıza sıktık kurşunu. Kimileri, “Ucuz atlattık bu ceza bir şey değil ki”, dedi karar için. İşin maddi yanının dışında akıllarda yer alan soru ‘seyircisiz maç nasıl olacak?’ idi.. Üstelik seyircisiz oynamak motivasyon adına bir risk belki de bir tehdit iken..
Çarşamba gecesi ekrandaki görüntü bunun iletişim açısından nasıl bir fırsata ve avantaja dönüştürülebileceğini gösterdi. Maçın sonucu kadar Coca Cola’nın Frankfurt Comerzbank Arena Stadı’ndaki net ve anlamlı mesajıydı: “Seni yalnız bırakır mıyız sandın?”. İşin TV’deki kampanya anonsu da çok etkileyiciydi..
Yirmi bin seyirci var -mış gibi gösterme fikrinin ilk olmadığı söyleniyor. İngiliz takımı Aston Villa’nın stadını yenilerken kale arkası tribününe yerleştirdiği görüntülerde benzer bir atmosfer yaratılmaya çalışılmış.. Olsun. Kimin ilk yaptığı değil etki önemli.. Coca-Cola’nın ajasından çıkan ilk fikrin devamını kale arkaları için getiren İddia ve Petrol Ofisi’ni de kutlamak lazım.
Bizim değerlerimizde, zor zamanda yanında olma, yalnız bırakmama, destek olma yok mudur? İşte uzunca bir süre unutulmayacak ders niteliğinde bir ‘algılama yönetimi’ örneği size...