Olup biteni alık alık seyrediyoruz
03.08.2013 - Yeni Şafak Gazetesi
Bir insanın bilgisayarıyla olan ilişkisinin bile röntgeninin çekildiği bir dönemi dünya tarihinde bugüne kadar ilk kez ve bu kadar çarpıcı bir biçimde yaşıyoruz. Eski CIA çalışanı Edward Snowden, Batı'nın Fransız İhtilali'nin dünyaya sunduğu 'Kardeşlik, eşitlik, özgürlük' vaadlerinden başlayarak 'Amerikan rüyası'yla sürdürdüğü ve Avrupa Birliği'yle zirveye taşıdığı tüm modernist ve ardından da post-modernist 'cennet hayalleri'ni, sabundan bir köpük balonu gibi havada uçuşurken patlatmış, ortadan kaldırmıştır.
Tabi ki ilk darbeyi Snowden'dan önce WikiLeaks adı ile tarihe geçen Julian Assange vurmuştu. (Assange da, kendisinden önceki şu iki ismi yâd etmeden geçmiyor: WikiLeaks tarafından yayınlanan yazışmaları sızdıran Amerikalı er Bradley Manning ve 1971'de Vietnam Savaşı'na ilişkin Pentagon yazışmalarını sızdıran Daniel Ellsberg)
Dünyadaki tüm e-posta yazışmalarını Google, Yahoo gibi siteler üzerinden inceleyebiliyor ve bir insanın internetteki tüm aktivitelerinin dökümünü çıkarabiliyorlar. Dört dörtlük bir röntgencilik.
Ne diyor Snowden?
'Eğer bana bir kişisel e-posta adresi verirsen, oturduğum yerden seni, muhasebecini, bir federal yargıcı hatta Başkan'ı bile izleyebilirim…'
Ulusal Güvenlik Ajansı'nın (NSA) kullandığı casus program yazılımıyla ilgili sunumda yer alan haritayı gördüyseniz, izlemelerin ve deşifrasyonun en yoğun olduğu bölgeleri gösteren kırmızı noktaların özellikle Avrupa ve Ortadoğu'da ve bir de Türkiye'de yoğunlaştığını da mutlaka fark etmişsinizdir. O kırmızı noktalar nerede çoğalıyorsa oraların insanlarından bir ses çıkması beklenir değil mi? O ses çıkmıyor. Hepimiz olup biteni alık alık seyrediyoruz.
Peki ya Batı, Batılılığı'na halel getiren bu gelişmeler karşısında ne yapıyor? Malum, Almanya'da Yeşiller Partisi ve Korsanlar Partisi'nin öncülüğünde 40 şehirde protesto gösterileri düzenlendi. Alman basınından ülkelerinin özgürlük değerlerinin tehdit edildiğine vurgu yapan açıklamalar okuduk. Almanya Dışişleri Bakanlığı, bu türden tehditlere karşı önlem olarak 'Siber Dışişleri Sorumlusu' adı altında yeni bir görev alanı oluşturmuş. Bu arada Alman Bilim Adamları Birliği de, nükleer silahlarla mücadele eden organizasyonlarla ortak bir açıklama yapıp, bir kurum ya da devlet için çalışanların tanık oldukları olumsuz bir olayı kamuoyuna açıklayanlara verilen 'Whistleblower Ödülü'ne bu yıl Snowden'u lâyık gördüklerini bildirmişler.
Batı için ne tür çanların çaldığını mevcut medya gündemleriyle anlayabilmek kolay değil elbette. Ancak unutulmasın ki, 11 Eylül sonrasının öfkeyle raydan çıkan Amerikası, zaman içinde üzerine üzerine gelen Anti-Amerikanizm salvolarıyla 'yumuşak güç / akıllı güç' stratejileri sayesinde baş edebilmişti. Obama'yı icat ettirecek kadar yaratıcı bir 'akıllı güç', yeni bir Amerikan aleyhtarlığı dalgasını üzerine çekmemek içindir ki, Ortadoğu'da bizzat var olmak yerine uzaktan kumandayla 'tavşana kaç tazıya tut!', ya da zaman zaman 'arabulucuk' tuşlarına basarak, çok kutuplu dünyada yerini sağlamlaştırmaya çalışmakla yetiniyor.
Şanssız olduklarını söyleyebilir miyiz? Hayır. Çok şanslılar. Onlara katılmasak da onları anlamak mümkün. Biz Amerikalı olsak beklide biz de benzer stratejileri uygulayabilirdik. Assange da, Snowden da vız geliyor onlara. Haritalarında kırmızı noktalara buladıkları yerlerde herkesin özel hayatının dibine kadar içindeler ve kimse halinden şikayetçi değil.
'Akıllı Güç' kavramını ortaya atarak, 'Daha Akıllı Daha Güvenli Bir Amerika' (A Smarter More Secure America) başlıklı raporu hazırlayan Joseph S. Nye Jr'a çok şey borçlu olmalılar. Oluşturulan ' Akıllı Güç Kurulu'ndan da söz ettiği makalesini arayıp bulduğumda, ilk paragrafıyla bile ne kadar çok şey söylediğinin farkına vardım:
'Dışişleri Bakanlığı koltuğuna seçilmesi dolayısıyla yaptığı konuşmada Hillary Clinton şöyle demişti: 'Amerika en yakıcı sorunlarını kendi başına çözemez, dünya da kendi sorunlarını Amerika olmadan çözemez... Biz, 'akıllı güç' denen, elimizdeki tüm araçları kullanabilmemize olanak veren yaklaşımı benimsemeliyiz.' (Bakınız: http://www.digitalnpq.org/archive/2009spring/02nye.html)
Türkiye bugünlere sadece aklıyla değil ruhuyla da geldi. Batı'nın bir türlü anlamadığı ve her zaman şaşırdığı da bu durum zaten.
Bizde laubalilik gitmez
İnanılır gibi değil... Bir gazete şu manşeti atmış: 'Sıkıysa bu hareketi Tayyip'e yap'. Hangi hareketi? Fotoğrafta iki üniversiteli basketçi kızı, Obama'nın arkasından tavşan kulak işareti yaparken görüyoruz. Altta yorum:'Eğer yaparsan; korumalar döver. Polis gözaltına alıp 4 gün sorgular. Savcı dava açar. Hakim hapse atar. Hayatın kayar!..'
Amerika'ya benzemeyi bir matah sanan, ne kadar batı kültür ve değerlerinin hayranı medyacı varsa bu fotoğraftan yola çıkıp bizim Başbakan'a vurmayı bir siyasi iletişim marifeti gibi gördüler.
Başkanına kulak takılmasına gösterilen hoşgörü konusunda Amerika'ya benzeyeceksek diğer konularda da benzemeliyiz. Mesela okulların saat kulesine çıkıp öğrencileri tarayan psikopatlar konusunda…Mesela annesinin silahını alıp sınıf basan öğrenciler konusunda…Seri katiller konusunda…Zencilere yapılan zulüm konusunda…Mesela dünya enerji üretim ve yollarını kontrol etmek için binlerce kilometre uzaklıktaki ülkeleri basıp milyonlarca insanı öldürmek konusunda…
Bunlara intihar oranlarını, çocuk tacizini, her türden sapıklığı ve sapkınlığı da ekleyebiliriz.
Öyle ya Amerikan hayranlığının sınırı nereye kadar olacak?
Bizim kültür ve değerlerimizde yaşça ve mevkice büyük olanlara bu türden bir laubalilik yapılmaz. Bizim ortak ruhi şekillenmemize özen göstermedikçe de bu halktan oy alınmaz, iktidara gelinmez. Arkasından kafasına tavşan kulağı işareti yapılmasını hoş görecek, hatta bununla övünecek lider arayanlar o liderlerle ancak müzmin muhalefet görevini sürdürmeye devam ederler.
Çilek'ten 5 marka dersi
'Türkiye'den marka çıkmaz diyenleri'' yanıltmak istercesine büyük çabalar harcayan çok sayıda şirket var. Tabiî ki başta THY. Diğer ülkelerde şubeler açmak ve buralarda başarılı satış rakamlarına ulaşmak, marka olmanın kriterlerinin başında hiç çekinmeden Mavi, Derimod, Kiğılı, LC Waikiki, Damat Tween, Colins, Koton, Sarar, Adil Işık, Gizia, Avva, Süvari, Ramsey, Silk&Cashmere gibi markalar da sıralamak mümkün. Tabiî ki daha gidilecek çok yol var. Ancak son 10 yıla bakıldığında bu alanda büyük atılımlar yapıldığını görmezden gelmek perakende sektöründeki pek çok yatırımcıya haksızlık olur. Çilek Mobilya da güçlü bir marka olma yolunda ilerleyen firmalardan biri.
'Çilek'le Çok Kolay' sloganı etrafında oluşturdukları son iki reklam filmi üzerine sohbet etmek için Uluslararası Satış Direktörü ve Yönetim Kurulu Üyesi Talha Çilek Bey'le bir araya geldiğimizde markanın serüvenini daha yakından tanıma fırsatı bulduk.
Bu hikayeden pek çok yatırımcı için çıkarılacak ders var:
1. Ders: Marka olmak için sabırlı ve dirayetli olacaksın.
2. Ders: Çin'in bütün çayını verseler yine de 'yapmayacaklarınla' değer kazandığını bileceksin.
3. Ders: Satış yapmak ve geçici rekabet şansı elde etmek adına kaliteden ve 'malzemeden' çalmayı aklından bile geçirmeyeceksin.
4. Ders: Ben bu işi kıvırdım, diye düşünüp her alana yayılmaya, ilgili-ilgisiz her konuya yatırım yapmaya kalkmayacaksın.
5. Ders: İletişimini düzenli ve sistematik bir şekilde yöneteceksin. (İletişim hiç tatil yapmaz.)
Talha Bey, keşke perakendede pazarlama iletişimi dersi bağlamında Çilek'in hikayesini çeşitli platformlarda anlatsa. Keşke (kendisine de söylediğim gibi) son derece etkili ve şirin olan fakat sadece batı kültürleri etkisindeki gençleri hedefledikleri izlenimini yaratan reklam filmlerine şarkıcılığa öykünen kız ile Karayip Korsanları'na öykünen oğlanın yanına bir de 'bizden', 'ecnebi' olmayan bir çocuk dahil etse… Hem etkiyi artırmış hem de Çilek'in marka ruhuna daha uygun bir konumlama elde etmiş olmaz mı?
Bir insanın bilgisayarıyla olan ilişkisinin bile röntgeninin çekildiği bir dönemi dünya tarihinde bugüne kadar ilk kez ve bu kadar çarpıcı bir biçimde yaşıyoruz. Eski CIA çalışanı Edward Snowden, Batı'nın Fransız İhtilali'nin dünyaya sunduğu 'Kardeşlik, eşitlik, özgürlük' vaadlerinden başlayarak 'Amerikan rüyası'yla sürdürdüğü ve Avrupa Birliği'yle zirveye taşıdığı tüm modernist ve ardından da post-modernist 'cennet hayalleri'ni, sabundan bir köpük balonu gibi havada uçuşurken patlatmış, ortadan kaldırmıştır.
Tabi ki ilk darbeyi Snowden'dan önce WikiLeaks adı ile tarihe geçen Julian Assange vurmuştu. (Assange da, kendisinden önceki şu iki ismi yâd etmeden geçmiyor: WikiLeaks tarafından yayınlanan yazışmaları sızdıran Amerikalı er Bradley Manning ve 1971'de Vietnam Savaşı'na ilişkin Pentagon yazışmalarını sızdıran Daniel Ellsberg)
Dünyadaki tüm e-posta yazışmalarını Google, Yahoo gibi siteler üzerinden inceleyebiliyor ve bir insanın internetteki tüm aktivitelerinin dökümünü çıkarabiliyorlar. Dört dörtlük bir röntgencilik.
Ne diyor Snowden?
'Eğer bana bir kişisel e-posta adresi verirsen, oturduğum yerden seni, muhasebecini, bir federal yargıcı hatta Başkan'ı bile izleyebilirim…'
Ulusal Güvenlik Ajansı'nın (NSA) kullandığı casus program yazılımıyla ilgili sunumda yer alan haritayı gördüyseniz, izlemelerin ve deşifrasyonun en yoğun olduğu bölgeleri gösteren kırmızı noktaların özellikle Avrupa ve Ortadoğu'da ve bir de Türkiye'de yoğunlaştığını da mutlaka fark etmişsinizdir. O kırmızı noktalar nerede çoğalıyorsa oraların insanlarından bir ses çıkması beklenir değil mi? O ses çıkmıyor. Hepimiz olup biteni alık alık seyrediyoruz.
Peki ya Batı, Batılılığı'na halel getiren bu gelişmeler karşısında ne yapıyor? Malum, Almanya'da Yeşiller Partisi ve Korsanlar Partisi'nin öncülüğünde 40 şehirde protesto gösterileri düzenlendi. Alman basınından ülkelerinin özgürlük değerlerinin tehdit edildiğine vurgu yapan açıklamalar okuduk. Almanya Dışişleri Bakanlığı, bu türden tehditlere karşı önlem olarak 'Siber Dışişleri Sorumlusu' adı altında yeni bir görev alanı oluşturmuş. Bu arada Alman Bilim Adamları Birliği de, nükleer silahlarla mücadele eden organizasyonlarla ortak bir açıklama yapıp, bir kurum ya da devlet için çalışanların tanık oldukları olumsuz bir olayı kamuoyuna açıklayanlara verilen 'Whistleblower Ödülü'ne bu yıl Snowden'u lâyık gördüklerini bildirmişler.
Batı için ne tür çanların çaldığını mevcut medya gündemleriyle anlayabilmek kolay değil elbette. Ancak unutulmasın ki, 11 Eylül sonrasının öfkeyle raydan çıkan Amerikası, zaman içinde üzerine üzerine gelen Anti-Amerikanizm salvolarıyla 'yumuşak güç / akıllı güç' stratejileri sayesinde baş edebilmişti. Obama'yı icat ettirecek kadar yaratıcı bir 'akıllı güç', yeni bir Amerikan aleyhtarlığı dalgasını üzerine çekmemek içindir ki, Ortadoğu'da bizzat var olmak yerine uzaktan kumandayla 'tavşana kaç tazıya tut!', ya da zaman zaman 'arabulucuk' tuşlarına basarak, çok kutuplu dünyada yerini sağlamlaştırmaya çalışmakla yetiniyor.
Şanssız olduklarını söyleyebilir miyiz? Hayır. Çok şanslılar. Onlara katılmasak da onları anlamak mümkün. Biz Amerikalı olsak beklide biz de benzer stratejileri uygulayabilirdik. Assange da, Snowden da vız geliyor onlara. Haritalarında kırmızı noktalara buladıkları yerlerde herkesin özel hayatının dibine kadar içindeler ve kimse halinden şikayetçi değil.
'Akıllı Güç' kavramını ortaya atarak, 'Daha Akıllı Daha Güvenli Bir Amerika' (A Smarter More Secure America) başlıklı raporu hazırlayan Joseph S. Nye Jr'a çok şey borçlu olmalılar. Oluşturulan ' Akıllı Güç Kurulu'ndan da söz ettiği makalesini arayıp bulduğumda, ilk paragrafıyla bile ne kadar çok şey söylediğinin farkına vardım:
'Dışişleri Bakanlığı koltuğuna seçilmesi dolayısıyla yaptığı konuşmada Hillary Clinton şöyle demişti: 'Amerika en yakıcı sorunlarını kendi başına çözemez, dünya da kendi sorunlarını Amerika olmadan çözemez... Biz, 'akıllı güç' denen, elimizdeki tüm araçları kullanabilmemize olanak veren yaklaşımı benimsemeliyiz.' (Bakınız: http://www.digitalnpq.org/archive/2009spring/02nye.html)
Türkiye bugünlere sadece aklıyla değil ruhuyla da geldi. Batı'nın bir türlü anlamadığı ve her zaman şaşırdığı da bu durum zaten.
Bizde laubalilik gitmez
İnanılır gibi değil... Bir gazete şu manşeti atmış: 'Sıkıysa bu hareketi Tayyip'e yap'. Hangi hareketi? Fotoğrafta iki üniversiteli basketçi kızı, Obama'nın arkasından tavşan kulak işareti yaparken görüyoruz. Altta yorum:'Eğer yaparsan; korumalar döver. Polis gözaltına alıp 4 gün sorgular. Savcı dava açar. Hakim hapse atar. Hayatın kayar!..'
Amerika'ya benzemeyi bir matah sanan, ne kadar batı kültür ve değerlerinin hayranı medyacı varsa bu fotoğraftan yola çıkıp bizim Başbakan'a vurmayı bir siyasi iletişim marifeti gibi gördüler.
Başkanına kulak takılmasına gösterilen hoşgörü konusunda Amerika'ya benzeyeceksek diğer konularda da benzemeliyiz. Mesela okulların saat kulesine çıkıp öğrencileri tarayan psikopatlar konusunda…Mesela annesinin silahını alıp sınıf basan öğrenciler konusunda…Seri katiller konusunda…Zencilere yapılan zulüm konusunda…Mesela dünya enerji üretim ve yollarını kontrol etmek için binlerce kilometre uzaklıktaki ülkeleri basıp milyonlarca insanı öldürmek konusunda…
Bunlara intihar oranlarını, çocuk tacizini, her türden sapıklığı ve sapkınlığı da ekleyebiliriz.
Öyle ya Amerikan hayranlığının sınırı nereye kadar olacak?
Bizim kültür ve değerlerimizde yaşça ve mevkice büyük olanlara bu türden bir laubalilik yapılmaz. Bizim ortak ruhi şekillenmemize özen göstermedikçe de bu halktan oy alınmaz, iktidara gelinmez. Arkasından kafasına tavşan kulağı işareti yapılmasını hoş görecek, hatta bununla övünecek lider arayanlar o liderlerle ancak müzmin muhalefet görevini sürdürmeye devam ederler.
Çilek'ten 5 marka dersi
'Türkiye'den marka çıkmaz diyenleri'' yanıltmak istercesine büyük çabalar harcayan çok sayıda şirket var. Tabiî ki başta THY. Diğer ülkelerde şubeler açmak ve buralarda başarılı satış rakamlarına ulaşmak, marka olmanın kriterlerinin başında hiç çekinmeden Mavi, Derimod, Kiğılı, LC Waikiki, Damat Tween, Colins, Koton, Sarar, Adil Işık, Gizia, Avva, Süvari, Ramsey, Silk&Cashmere gibi markalar da sıralamak mümkün. Tabiî ki daha gidilecek çok yol var. Ancak son 10 yıla bakıldığında bu alanda büyük atılımlar yapıldığını görmezden gelmek perakende sektöründeki pek çok yatırımcıya haksızlık olur. Çilek Mobilya da güçlü bir marka olma yolunda ilerleyen firmalardan biri.
'Çilek'le Çok Kolay' sloganı etrafında oluşturdukları son iki reklam filmi üzerine sohbet etmek için Uluslararası Satış Direktörü ve Yönetim Kurulu Üyesi Talha Çilek Bey'le bir araya geldiğimizde markanın serüvenini daha yakından tanıma fırsatı bulduk.
Bu hikayeden pek çok yatırımcı için çıkarılacak ders var:
1. Ders: Marka olmak için sabırlı ve dirayetli olacaksın.
2. Ders: Çin'in bütün çayını verseler yine de 'yapmayacaklarınla' değer kazandığını bileceksin.
3. Ders: Satış yapmak ve geçici rekabet şansı elde etmek adına kaliteden ve 'malzemeden' çalmayı aklından bile geçirmeyeceksin.
4. Ders: Ben bu işi kıvırdım, diye düşünüp her alana yayılmaya, ilgili-ilgisiz her konuya yatırım yapmaya kalkmayacaksın.
5. Ders: İletişimini düzenli ve sistematik bir şekilde yöneteceksin. (İletişim hiç tatil yapmaz.)
Talha Bey, keşke perakendede pazarlama iletişimi dersi bağlamında Çilek'in hikayesini çeşitli platformlarda anlatsa. Keşke (kendisine de söylediğim gibi) son derece etkili ve şirin olan fakat sadece batı kültürleri etkisindeki gençleri hedefledikleri izlenimini yaratan reklam filmlerine şarkıcılığa öykünen kız ile Karayip Korsanları'na öykünen oğlanın yanına bir de 'bizden', 'ecnebi' olmayan bir çocuk dahil etse… Hem etkiyi artırmış hem de Çilek'in marka ruhuna daha uygun bir konumlama elde etmiş olmaz mı?