Önceliğimiz 'günü kurtarma' olursa...
27.02.2014 Yeni Şafak
'Adayların kültür-sanat alanlarındaki vaadleri ne?'
Doğan Hızlan, Salı günkü yazısında bu sorunun peşine düşmüştü. 'Belediye hizmetlerinin rutin olanlarının dışında kültürel yükümlülükleri için planları var mı? Bu alandaki vaadlerini öğrenebilir miyiz?' diye soruyordu. Sonra da oyunu kime vereceğini şöyle açıklıyordu:
'Ben İstanbul'a bir kütüphane yaptıracağım. Ben İstanbul'a bir konser salonu yaptıracağım. Ben İstanbul'a bir opera salonu yaptıracağım', diyene...
Siyasetin birbiri ardına çalkalanarak gelen ardçı depremlerinin ortalığı birbirine kattığı bugünkü gibi netameli dönemlerde kültürden, mimariden, canlılığın sürdürülmesinden, çevreden, hayvan haklarından falan söz edenlere bir tuhaf bakılır oldu bizim memleketimizde.
'Ne kültürü, ne sanatı kardeşim! Senin Türkiye'de olup bitenlerden haberin yok mu? Keyfin yerinde galiba.'
Oysa ki, 'kültür, sanat, felsefe' gibi uzun vadede hayatiyet arz eden deve dişi gibi konular, kısa vadede önemsiz addedilip ertelendikçe ne oluyor dersiniz? Biricik olan 'İnsan'ı ertelemiş oluyorsunuz. Oysa istisnasız her insan biriciktir ve o'nun üzerine felsefe, sanat kadar başkaca da 'çok düşünen' disiplin yoktur. İnsan başlıbaşına bir kıymettir ve aynı zamanda insan insanın huzurudur. 'İncir çekirdeğini doldurmayacak' sandığımız hayata dair tüm konular, eğitimin, kültürün içinden geçtiği zaman kavrayış gücü yüksek, bilgili, duyarlı ve irfan zeminine yaklaşan bir toplum adına siyaset yapar hale gelmenin imtiyazına erişilebilir.
AK Parti'yi iktidar yapan 'maneviyat'ın, özellikle son yıllarda alt yapıdaki büyük hamlelerin gücü tarafından gölgelenmesine izin verilmesi ile bugünkü krizleri yaşamamıza sebep olan Cemaat- Hükümet arasındaki dev çelişkilerin önceden farkına varılamaması arasında doğrudan bir bağ olduğunu itiraf etmek abartı olmazdı.
Tekrarlandıkça anlamını daha iyi gösteren pratiklerin doğru okunamaması, konjonktür aktörlerinin bizdeki potansiyeli bizden daha iyi görmesi ve aleyhimize kullanması sonucunda gelinen noktada 'Öncelikler'i nasıl sıralamak gerekiyor?
Bu sorunun yanıtını verirken Başbakan'ın Seçim Beyannamesi'ni açıklarken üzerine basa basa ifade ettiği 5 maddenin (Katılımcı, Kültürel, Sosyal, Çevre dostu, Hizmet belediyeciliği) yerelde hakkıyla uygulanmasının taşıyacağı değerin farkında olunması gerekir. 'Yumuşak' (Soft) veya 'Akıllı' (Smart) tabir edilen konuların hayatımızdaki karşılıkları, başta 'vicdanlarda' olmak üzere sayılamayacak kadar çok yerde kendini gösterir... Ülkemizde bugüne kadar bu 5 alan, ne yazık ki sadece 3 büyük şehre mahsus ayrıcalıklar olarak görülmüş ve bu yaklaşım hiçbir siyasi iktidar tarafından ülkenin tümüne şamil kılabilecek bir siyasetin sağlam payandası kılınamamıştır.
Zihinleri karışmış, kalbi kırılmış ya da öfkelenmiş, kendisini kandırılmış hissetmiş günümüz insanının, yerel seçimler öncesinde sertleşen siyasi üsluptan rahatsızlık duyduğunu araştırmalar da ortaya koymakta.
Bir parti açısından 'Gündemi rakibin belirlemesi ve ona laf yetiştirmeye çalışmak', siyasi iletişim açısından en talihsiz durumlardan biridir. Bugünlerde gündemi Hükümet ve Cemaat çelişkisi belirliyor. AK Parti dışındaki partiler ise bu çelişkiden nemalanma peşinde. Sonuçta, sandıktaki oy pusulasının üzerinde amblemi olan tüm partiler, içlerinden bir tanesine, AK Parti'ye 'laf yetiştirmeye' çabalıyorlar.
Siyasi tarihimizde ilk kez böyle bir durumla karşılaşıyoruz. İktidar için yapılan yarışta hükümetin en ciddi rakibinin (!), iş oy vermeye geldiğinde kulvarda at koşturmayacağı bir seçim bu. Diğer yandan hem yasalara hem ahlâka aykırı yöntemlerin abartılı bir şekilde kullanıldığı bir seçim...
Bilinçli olarak oluşturulan 'müphemiyet kaosu'ndan çevremizde rahatsızlık duymayan kimse kalmadığına göre tüm tahriklere rağmen itidalini kaybetmeyenlerin, 'terbiyeden irfana giden yol'da yürüyenlerin şansı, habaset erbabından elbette çok daha fazla olacaktır. Terbiyeden irfana giden yol'un 'kültürel yükümlülükler'le direkt bağını en iyi siyasetçilerin ve belediye başkan adaylarının biliyor olması gerekir. Bu yol, enformasyon kirliliğinden uzak durmayı, üzerine atılan çamurlardan korunmaya çalışırken de vaadlerini, hedeflerini unutmamayı bilenler için... Diğer yol da bellidir: Kafası kesik tavuklar gibi 'Günü kurtarma' peşinde, ona buna laf yetiştirmek, öfkelenmek, bağırıp çağırmaktır.
Halledemediğimiz 'küçük'(!) meseleler
Kendi adımıza söyleyelim: Bozcaada'da geçen bu filmi izlememek olmazdı. İyi ki de izlemişiz. Son sekiz yılını adada geçirmiş 'Bir küçük Eylül meselesi var... Halledemedim' diye not düşen naif karikatürist gencin (Engin Akyürek), özgüvenli zengin kız Eylül'e (Farah Zeynep Abdullah) olan aşkının hüzünlü hikayesinden 'kendisiyle meselesi olan' herkesin çıkaracağı 'büyük' dersler var.
Senaristliğini ve yönetmenliğini yapmış olan Kerem Deren'i 'Bir Küçük Eylül Meselesi' adlı filmi nedeniyle, Farah Zeynep Abdullah'ı da o muhteşem oyunculuğu için özel olarak kutlamak lazım.
Eğer adalı, naif delikanlı gibi siz de halledemediğiniz bir mesele ile karşıkarşıyaysanız, siz siz olun sakın içinde bulunduğunuz durumu 'küçük' diyerek azımsamayın. Ya da filmin özgüvenli, zengin kızı gibi, hissetmediğinizden daha fazla bir yakınlığı kimseye göstermeyin; beklentiyi yükseltir ve sonra da gerçek zannettirdiğiniz ama gerçek olmayacak vaadleriniz nedeniyle karşınızdakini çok fazla üzebilirsiniz. Sonuçta bir 'küçük' Eylül meselesi 'büyük' bir acıya dönüşebilir.
İş ve iletişim dünyasında büyük üzüntü yaratan Shell&Turcas Kurumsal İletişim Müdiresi Yankı Özkan Yıldırım'ın kayınpederi tarafından canından edilmesi haberini okuduğumda nedense bu film geçti aklımdan. Beşeri duygularla, iyi niyetlerle aile büyüklerine yardım etmeye kalkışıp, bir 'küçük' meselenin 'büyük' sonuçları olabileceğini besbelli ki öncesinden fark edemeyen meslektaşımız için rahmet dileyelim. Eşine de sabır...
Einstein çoktan çözmüş 'Bir Küçük Eylül Meselesi'ni halledemeyen ruhların neden başının dertlerden kurtulamadığını:
'Büyük ruhlar her zaman vasat
düşünceli beyinlerin şiddetli muhalefetiyle karşılaşırlar.'
Doğan Hızlan, Salı günkü yazısında bu sorunun peşine düşmüştü. 'Belediye hizmetlerinin rutin olanlarının dışında kültürel yükümlülükleri için planları var mı? Bu alandaki vaadlerini öğrenebilir miyiz?' diye soruyordu. Sonra da oyunu kime vereceğini şöyle açıklıyordu:
'Ben İstanbul'a bir kütüphane yaptıracağım. Ben İstanbul'a bir konser salonu yaptıracağım. Ben İstanbul'a bir opera salonu yaptıracağım', diyene...
Siyasetin birbiri ardına çalkalanarak gelen ardçı depremlerinin ortalığı birbirine kattığı bugünkü gibi netameli dönemlerde kültürden, mimariden, canlılığın sürdürülmesinden, çevreden, hayvan haklarından falan söz edenlere bir tuhaf bakılır oldu bizim memleketimizde.
'Ne kültürü, ne sanatı kardeşim! Senin Türkiye'de olup bitenlerden haberin yok mu? Keyfin yerinde galiba.'
Oysa ki, 'kültür, sanat, felsefe' gibi uzun vadede hayatiyet arz eden deve dişi gibi konular, kısa vadede önemsiz addedilip ertelendikçe ne oluyor dersiniz? Biricik olan 'İnsan'ı ertelemiş oluyorsunuz. Oysa istisnasız her insan biriciktir ve o'nun üzerine felsefe, sanat kadar başkaca da 'çok düşünen' disiplin yoktur. İnsan başlıbaşına bir kıymettir ve aynı zamanda insan insanın huzurudur. 'İncir çekirdeğini doldurmayacak' sandığımız hayata dair tüm konular, eğitimin, kültürün içinden geçtiği zaman kavrayış gücü yüksek, bilgili, duyarlı ve irfan zeminine yaklaşan bir toplum adına siyaset yapar hale gelmenin imtiyazına erişilebilir.
AK Parti'yi iktidar yapan 'maneviyat'ın, özellikle son yıllarda alt yapıdaki büyük hamlelerin gücü tarafından gölgelenmesine izin verilmesi ile bugünkü krizleri yaşamamıza sebep olan Cemaat- Hükümet arasındaki dev çelişkilerin önceden farkına varılamaması arasında doğrudan bir bağ olduğunu itiraf etmek abartı olmazdı.
Tekrarlandıkça anlamını daha iyi gösteren pratiklerin doğru okunamaması, konjonktür aktörlerinin bizdeki potansiyeli bizden daha iyi görmesi ve aleyhimize kullanması sonucunda gelinen noktada 'Öncelikler'i nasıl sıralamak gerekiyor?
Bu sorunun yanıtını verirken Başbakan'ın Seçim Beyannamesi'ni açıklarken üzerine basa basa ifade ettiği 5 maddenin (Katılımcı, Kültürel, Sosyal, Çevre dostu, Hizmet belediyeciliği) yerelde hakkıyla uygulanmasının taşıyacağı değerin farkında olunması gerekir. 'Yumuşak' (Soft) veya 'Akıllı' (Smart) tabir edilen konuların hayatımızdaki karşılıkları, başta 'vicdanlarda' olmak üzere sayılamayacak kadar çok yerde kendini gösterir... Ülkemizde bugüne kadar bu 5 alan, ne yazık ki sadece 3 büyük şehre mahsus ayrıcalıklar olarak görülmüş ve bu yaklaşım hiçbir siyasi iktidar tarafından ülkenin tümüne şamil kılabilecek bir siyasetin sağlam payandası kılınamamıştır.
Zihinleri karışmış, kalbi kırılmış ya da öfkelenmiş, kendisini kandırılmış hissetmiş günümüz insanının, yerel seçimler öncesinde sertleşen siyasi üsluptan rahatsızlık duyduğunu araştırmalar da ortaya koymakta.
Bir parti açısından 'Gündemi rakibin belirlemesi ve ona laf yetiştirmeye çalışmak', siyasi iletişim açısından en talihsiz durumlardan biridir. Bugünlerde gündemi Hükümet ve Cemaat çelişkisi belirliyor. AK Parti dışındaki partiler ise bu çelişkiden nemalanma peşinde. Sonuçta, sandıktaki oy pusulasının üzerinde amblemi olan tüm partiler, içlerinden bir tanesine, AK Parti'ye 'laf yetiştirmeye' çabalıyorlar.
Siyasi tarihimizde ilk kez böyle bir durumla karşılaşıyoruz. İktidar için yapılan yarışta hükümetin en ciddi rakibinin (!), iş oy vermeye geldiğinde kulvarda at koşturmayacağı bir seçim bu. Diğer yandan hem yasalara hem ahlâka aykırı yöntemlerin abartılı bir şekilde kullanıldığı bir seçim...
Bilinçli olarak oluşturulan 'müphemiyet kaosu'ndan çevremizde rahatsızlık duymayan kimse kalmadığına göre tüm tahriklere rağmen itidalini kaybetmeyenlerin, 'terbiyeden irfana giden yol'da yürüyenlerin şansı, habaset erbabından elbette çok daha fazla olacaktır. Terbiyeden irfana giden yol'un 'kültürel yükümlülükler'le direkt bağını en iyi siyasetçilerin ve belediye başkan adaylarının biliyor olması gerekir. Bu yol, enformasyon kirliliğinden uzak durmayı, üzerine atılan çamurlardan korunmaya çalışırken de vaadlerini, hedeflerini unutmamayı bilenler için... Diğer yol da bellidir: Kafası kesik tavuklar gibi 'Günü kurtarma' peşinde, ona buna laf yetiştirmek, öfkelenmek, bağırıp çağırmaktır.
Halledemediğimiz 'küçük'(!) meseleler
Kendi adımıza söyleyelim: Bozcaada'da geçen bu filmi izlememek olmazdı. İyi ki de izlemişiz. Son sekiz yılını adada geçirmiş 'Bir küçük Eylül meselesi var... Halledemedim' diye not düşen naif karikatürist gencin (Engin Akyürek), özgüvenli zengin kız Eylül'e (Farah Zeynep Abdullah) olan aşkının hüzünlü hikayesinden 'kendisiyle meselesi olan' herkesin çıkaracağı 'büyük' dersler var.
Senaristliğini ve yönetmenliğini yapmış olan Kerem Deren'i 'Bir Küçük Eylül Meselesi' adlı filmi nedeniyle, Farah Zeynep Abdullah'ı da o muhteşem oyunculuğu için özel olarak kutlamak lazım.
Eğer adalı, naif delikanlı gibi siz de halledemediğiniz bir mesele ile karşıkarşıyaysanız, siz siz olun sakın içinde bulunduğunuz durumu 'küçük' diyerek azımsamayın. Ya da filmin özgüvenli, zengin kızı gibi, hissetmediğinizden daha fazla bir yakınlığı kimseye göstermeyin; beklentiyi yükseltir ve sonra da gerçek zannettirdiğiniz ama gerçek olmayacak vaadleriniz nedeniyle karşınızdakini çok fazla üzebilirsiniz. Sonuçta bir 'küçük' Eylül meselesi 'büyük' bir acıya dönüşebilir.
İş ve iletişim dünyasında büyük üzüntü yaratan Shell&Turcas Kurumsal İletişim Müdiresi Yankı Özkan Yıldırım'ın kayınpederi tarafından canından edilmesi haberini okuduğumda nedense bu film geçti aklımdan. Beşeri duygularla, iyi niyetlerle aile büyüklerine yardım etmeye kalkışıp, bir 'küçük' meselenin 'büyük' sonuçları olabileceğini besbelli ki öncesinden fark edemeyen meslektaşımız için rahmet dileyelim. Eşine de sabır...
Einstein çoktan çözmüş 'Bir Küçük Eylül Meselesi'ni halledemeyen ruhların neden başının dertlerden kurtulamadığını:
'Büyük ruhlar her zaman vasat
düşünceli beyinlerin şiddetli muhalefetiyle karşılaşırlar.'