‘Oscar nere biz nere !’ denemez!..
01 mart 2016 yeni şafak
Bizim, hem de ahım şahım uluslararası diye anons ettiğimizAntalya Film Festivali'ni yıllardır organize edenler son Oscartörenini izlerken acaba ne düşündüler, çok merak ettim.
Festivalin, hele de Yeşilçam'ı her festivalde hem PR aracı olarak kullanmaktan hiç vaz geçmeksizin, hem de aynı Yeşilçam'ı aşağılayıp inkâr ettikten ve ticari sinemayı, yani halkın tercihlerini, yok saymayı bir matahmış gibi gördükten sonraki bir hal-i pürmelal resmini, festivalin web sitesindeki ilk açılış fotoğrafında görmek mümkündür. Tabii resimden hakikati 'okuyabilenler için'…
Bir göz atın lütfen…
Şahsen tanıma ve yaptıklarını takdirle izleme fırsatını bulduğumAntalya Belediye Başkanı Menderes Türel Bey'e ve onun dünya görüşüne hiç yakışmadığını kendisine de söyleme fırsatı bulduğum festivalin neresi Antalya'yı, ondan da önemlisi Türkiye'yi yansıtmaktadır; kentin ve ülkenin markasına hangi katma değeri getirmektedir? Ben o katma değeri göremiyorum. Gören beri gelsin…
“Oscar nere, biz nere?” denemez… Her şeyde kendimizi dünyayla kıyaslamaya hazırız da, iş sinemaya gelince mi, havlu atacağız?.. Uluslararası Antalya Film Festivali, uluslararası olmaya çabalamadan önce ulusal (millî) olmayı bilmedikçe, yani ülkeyi ve kenti temsil kabiliyetini ortaya koymadıkça, ben buradan dilim döndüğünce söylenip durmaya devam edeceğim.
Sadece iki hafta kadar önce demişiz ki:
“Beğenelim beğenmeyelim, tüm dünyaya Amerikan kültürünü, değerlerini, politikalarını, tarihini(!), yumuşak gücünü (soft power), ya da akıllı gücünü (smart power) ihraç ettiği için 'emperyal güçlerin bir aracı' olarak görülüp eleştirilse de, dünya sinemasının nabzı da, kalbi de, beyni de Hollywood'ta yaşar…
Belki ruhun zenginleşmesi söz konusu olduğunda Avrupa, özellikle İran ve Uzak Doğu sinemalarından söz edilebilir, ancak kapsama alanı, etki ve ticari boyutta ABD sinema sanayii ile başa çıkmak mümkün değildir. Uzun bir süre de kimsenin harcı olamayacak gibi gözükmektedir…
Hem ticarî, hem teknik anlamda, hem de dünyadaki eğilimleri belirleme konusunda nirengi noktası Hollywood'tur. Hollywood'un nirengi noktası neresidir? Onun eğilimleri nerede sergilenir? Hollywood'un zirvesi neresidir? Tabii ki yanıt, Oscar Ödülleri'dir…
Oscar Ödülleri'ne bakarak dahi ABD entelijansiyasının kendi ülkesini ve dünyayı nasıl yorumladığını ve gelecek tasarımlarını okumak mümkündür…”
Aynı şeyi Altın Portakal için söyleyebilir miyiz?
2-3 bin kişinin izlediği filmleri ödüllendiren, biraz daha utanmasalar diz altı, yanlarında bol şişik cepli şortlar içinde, parmak arası terlikle sahneye ödül almak için fırlayan gençleri topluma örnek olarak gösteren bu yapı, Fransızların César'ı ya da Cannes'ı ile bile kıyaslanamaz. Sonra kalkıp César'da ödül alan bir Fransız filmiyle, Türkiye'den oralara gitmiş birinin imzasını taşıyor diye, kıvanç duymaya çabalarız…
Popüler kültürü bu kadar aşağılamak, hiçbir siyasinin işine yaramaz. Bunun en tipik örneğini ABD siyasal iletişiminde görmek mümkündür.
Popüler starları seçim kampanyalarında kullandıkları gibi, ille bir yerden Beyaz Ev'i Oscar törenlerine sıkıştırırlar. Hatırlanacağı gibi,Argo adlı filmin ödülünü First Lady Michelle Obama anons etmişti.
Bu kez de Başkan Yardımcısı Joe Biden çıkmış sahneye…
Biden, Beyaz Saray'ın cinsel taciz kampanyasını desteklemek amacıylaLady Gaga'nın gerçekleştirdiği performansın anonsunu yapmış. Taciz ve tecavüz mağdurları da, Lady Gaga'ya sahnede eşlik etmişler. Müthiş bir PR stratejik yaklaşımı… (PR'ı “gazetelerde haberim çıksın” sananların kulakları çınlasın.)
Okullardaki cinsel tacize karşı Beyaz Saray tarafından başlatılan kampanyayı desteklemek için sahneye çıkıp Lady Gaga'yı anons edenBaşkan Yardımcısı ayakta alkışlanırken, bir de espri patlatmış: “Lütfen oturun. Burada en az yetenekli kişi benim!”
Uluslararası (!) Antalya Film Festivali'ne neden bizim Başbakanımız sahip çıkmaz? Öyle ya, popüler kültür siyasi iletişimin en önemli payandalarından biri değil midir?..
Hayır, Başbakan, hele de Cumhurbaşkanı semtine uğramaz Antalya Film Festivali'nin… Çünkü Festival'in dünya görüşü onlara terstir; onların fıtratı da halk genelinin kahir çoğunluğunun olduğu gibi Festival'e terstir… Ne acı…
Yukarıda ifade etmeye çalıştığımız gibi Oscar ödülleri bu yıl da ABD'nin ortak ruhi şekillenmesinin nereye doğru yönlendiğine işaret etti: Geçmişle hesaplaşma… Günah çıkartma… Bireysel özgürlüklerin sınır tanımazlığı… Vb.
Leonardo DiCaprio'nun teşekkür konuşması bu çerçevede de gereken işaret ışığını yakmış zaten:
“İklim değişikliği gerçek, şu anda yaşanıyor. Tüm türlerin karşısındaki en büyük tehdit. Birlikte çalışmalı ve büyük firmalar için değil tüm insanlık, yerliler ve bu değişiklikten en çok etkilenen milyarlarca insan için konuşan liderlere destek vermeliyiz. Çocuklarımızın çocukları için, sesi hırs politikası tarafından boğulmuş olanlar için. Bu muhteşem ödül için hepinize teşekkür ediyorum.”
Sanki küresel ısınma ve iklim değişikliğinin yıllardır bir numaralı müsebbibi ABD değilmiş gibi…
İletişim yönetimi böyle bir şey…
Festivalin, hele de Yeşilçam'ı her festivalde hem PR aracı olarak kullanmaktan hiç vaz geçmeksizin, hem de aynı Yeşilçam'ı aşağılayıp inkâr ettikten ve ticari sinemayı, yani halkın tercihlerini, yok saymayı bir matahmış gibi gördükten sonraki bir hal-i pürmelal resmini, festivalin web sitesindeki ilk açılış fotoğrafında görmek mümkündür. Tabii resimden hakikati 'okuyabilenler için'…
Bir göz atın lütfen…
Şahsen tanıma ve yaptıklarını takdirle izleme fırsatını bulduğumAntalya Belediye Başkanı Menderes Türel Bey'e ve onun dünya görüşüne hiç yakışmadığını kendisine de söyleme fırsatı bulduğum festivalin neresi Antalya'yı, ondan da önemlisi Türkiye'yi yansıtmaktadır; kentin ve ülkenin markasına hangi katma değeri getirmektedir? Ben o katma değeri göremiyorum. Gören beri gelsin…
“Oscar nere, biz nere?” denemez… Her şeyde kendimizi dünyayla kıyaslamaya hazırız da, iş sinemaya gelince mi, havlu atacağız?.. Uluslararası Antalya Film Festivali, uluslararası olmaya çabalamadan önce ulusal (millî) olmayı bilmedikçe, yani ülkeyi ve kenti temsil kabiliyetini ortaya koymadıkça, ben buradan dilim döndüğünce söylenip durmaya devam edeceğim.
Sadece iki hafta kadar önce demişiz ki:
“Beğenelim beğenmeyelim, tüm dünyaya Amerikan kültürünü, değerlerini, politikalarını, tarihini(!), yumuşak gücünü (soft power), ya da akıllı gücünü (smart power) ihraç ettiği için 'emperyal güçlerin bir aracı' olarak görülüp eleştirilse de, dünya sinemasının nabzı da, kalbi de, beyni de Hollywood'ta yaşar…
Belki ruhun zenginleşmesi söz konusu olduğunda Avrupa, özellikle İran ve Uzak Doğu sinemalarından söz edilebilir, ancak kapsama alanı, etki ve ticari boyutta ABD sinema sanayii ile başa çıkmak mümkün değildir. Uzun bir süre de kimsenin harcı olamayacak gibi gözükmektedir…
Hem ticarî, hem teknik anlamda, hem de dünyadaki eğilimleri belirleme konusunda nirengi noktası Hollywood'tur. Hollywood'un nirengi noktası neresidir? Onun eğilimleri nerede sergilenir? Hollywood'un zirvesi neresidir? Tabii ki yanıt, Oscar Ödülleri'dir…
Oscar Ödülleri'ne bakarak dahi ABD entelijansiyasının kendi ülkesini ve dünyayı nasıl yorumladığını ve gelecek tasarımlarını okumak mümkündür…”
Aynı şeyi Altın Portakal için söyleyebilir miyiz?
2-3 bin kişinin izlediği filmleri ödüllendiren, biraz daha utanmasalar diz altı, yanlarında bol şişik cepli şortlar içinde, parmak arası terlikle sahneye ödül almak için fırlayan gençleri topluma örnek olarak gösteren bu yapı, Fransızların César'ı ya da Cannes'ı ile bile kıyaslanamaz. Sonra kalkıp César'da ödül alan bir Fransız filmiyle, Türkiye'den oralara gitmiş birinin imzasını taşıyor diye, kıvanç duymaya çabalarız…
Popüler kültürü bu kadar aşağılamak, hiçbir siyasinin işine yaramaz. Bunun en tipik örneğini ABD siyasal iletişiminde görmek mümkündür.
Popüler starları seçim kampanyalarında kullandıkları gibi, ille bir yerden Beyaz Ev'i Oscar törenlerine sıkıştırırlar. Hatırlanacağı gibi,Argo adlı filmin ödülünü First Lady Michelle Obama anons etmişti.
Bu kez de Başkan Yardımcısı Joe Biden çıkmış sahneye…
Biden, Beyaz Saray'ın cinsel taciz kampanyasını desteklemek amacıylaLady Gaga'nın gerçekleştirdiği performansın anonsunu yapmış. Taciz ve tecavüz mağdurları da, Lady Gaga'ya sahnede eşlik etmişler. Müthiş bir PR stratejik yaklaşımı… (PR'ı “gazetelerde haberim çıksın” sananların kulakları çınlasın.)
Okullardaki cinsel tacize karşı Beyaz Saray tarafından başlatılan kampanyayı desteklemek için sahneye çıkıp Lady Gaga'yı anons edenBaşkan Yardımcısı ayakta alkışlanırken, bir de espri patlatmış: “Lütfen oturun. Burada en az yetenekli kişi benim!”
Uluslararası (!) Antalya Film Festivali'ne neden bizim Başbakanımız sahip çıkmaz? Öyle ya, popüler kültür siyasi iletişimin en önemli payandalarından biri değil midir?..
Hayır, Başbakan, hele de Cumhurbaşkanı semtine uğramaz Antalya Film Festivali'nin… Çünkü Festival'in dünya görüşü onlara terstir; onların fıtratı da halk genelinin kahir çoğunluğunun olduğu gibi Festival'e terstir… Ne acı…
Yukarıda ifade etmeye çalıştığımız gibi Oscar ödülleri bu yıl da ABD'nin ortak ruhi şekillenmesinin nereye doğru yönlendiğine işaret etti: Geçmişle hesaplaşma… Günah çıkartma… Bireysel özgürlüklerin sınır tanımazlığı… Vb.
Leonardo DiCaprio'nun teşekkür konuşması bu çerçevede de gereken işaret ışığını yakmış zaten:
“İklim değişikliği gerçek, şu anda yaşanıyor. Tüm türlerin karşısındaki en büyük tehdit. Birlikte çalışmalı ve büyük firmalar için değil tüm insanlık, yerliler ve bu değişiklikten en çok etkilenen milyarlarca insan için konuşan liderlere destek vermeliyiz. Çocuklarımızın çocukları için, sesi hırs politikası tarafından boğulmuş olanlar için. Bu muhteşem ödül için hepinize teşekkür ediyorum.”
Sanki küresel ısınma ve iklim değişikliğinin yıllardır bir numaralı müsebbibi ABD değilmiş gibi…
İletişim yönetimi böyle bir şey…