Oyun bu kadar açık oynanırken...
15.03.2014 Yeni Şafak
'Türkiye ile Amerika ilişkileri gözden geçirilmeden ülkemiz hakkında yapılmış her değerlendirme eksiktir.'Rahmetli Halit Refiğ'in bu tespitini hatırlatacak o kadar çok 'uyarıcı' nitelikte haber var ki medyada. 'Gezi Democracy Movement' imzasıyla New York Times gazetesinde yayınlanan tam sayfalık ilanda 'Berkin Elvan için adalet yok!' (No justice for Berkin Elvan!) deniliyor. 'Çocuk ve masumiyet' olarak kamu vicdanımızın belleğinde yerini alan o yavrucağın adının New York Times'da 'kullanılması'ndan duyulması gereken hicabı bir zafer gibi hissedenler için ne söylenebilir ki? Kampanya aracılığı ile toplanan 59 bin Dolarlık bir 'dış destek ilanı'nın hangi stratejilerin aksiyonu olduğu artık gizlenmiyor bile.
New York Times ilanının ardındaki yabancı ve yerli zihniyetin seslendirdiği, on küsur yıllık AK Parti hükümeti ve özellikle Başbakan'ın şahsı hakkındaki 'kanaat ve özet analizleri', hızlıca hatırlamakta yarar var:
'ABD, 2002 seçimlerinde AK Parti'nin iktidara gelmesini destekledi. Çünkü bölgedeki çıkarlarına hem demokratik hem 'ilerlemeci Müslüman' bir 'role model' hüviyeti taşıyan AK Parti ve Başkanı, AB vizyonu ve demokrasiye olan ihtiyaçları vurgulamaları ile çok uygun düşüyordu.
Ancak sonrasında, 'güç sarhoşluğu' ortaya çıktı. Başbakan bu role sığmak istemedi. Ardı ardına ataklarla kabuğunu kırmaya ve kontrolden çıkmaya başladı. Tezkere için Meclis'ten hayır çıkmasına neden olarak ABD'ye 20 milyar Dolarlık hasar verme, Davos'ta 'one minute' çıkışı, Filistin ve Gazze için haddini aşan (!) mücadele, Marmara gemisiyle İsrail'e kafa tutma, Afrika ülkelerine yardım kampanyaları, Suriye'de üstlendiği rolü abartma, Mısır'da açık açık taraf olma, tüm İslam ülkelerine racon kesme ve ayar verme gibi girişimler, ABD'yi iyice rahatsız etti...
Bu hamlelerinin toplamı kendisine üst üste üç seçimde başarı sağlasa da, ABD kararını vermişti: AK Parti'ye evet, ama Erdoğan'a hayır!.. Bir yalnız bırakılma da monarşi ile yönetilen Müslüman ülkelerinden geldi. Demokrasi havariliği hiç hoşlarına gitmiyordu.
Bunun üzerine son bir kulak çekme operasyonu yapıldı. 16 Mayıs 2013 tarihindeki, ABD Başkanlarının geleneklerinde az rastlanacak derecede uzun süren Obama-Erdoğan görüşmesi, sızan haberlere göre hiç de hoşsohbet bir toplantı olmamıştı. Bu netameli görüşmenin ardından 24 Mayıs'ta yine Obama'nın aracılığıyla İsrail'den beklenen özür telefonu geliverdi. Ancak Haziran'daki Gezi olayları, ardından Temmuz'da Mısır'daki protestolar ve Mursi'nin devrilmesi, sonrasında da Suriye'deki yalnızlaştırma politikaları Başbakan Erdoğan'ın gücünü sarsmak için araç olarak kullanıldı.
Pensilvanya'dan verilen destekle de yargının ele geçirilmesi ve sıkıştırma taktikleri devreye alındı ve artık kendisi için sona doğru geri sayma başlayabilirdi... ABD kontrolü dışına çıkmaya yeltenen Menderes ve Özal nasıl 'çizilmişlerse', belki aynı akıbet düşünülmese de, Erdoğan'dan bir şekilde vazgeçilmişti. Üstü çizilmişti... İpi çekilmişti...'
Yukarıdaki tespitleri yapanlardan Anglosakson eğitimli olanların Başbakan için 'Dead man walking!', 'Game over!' gibi daha da dramatik deyimler kullanmasına da sıkça tanık olduk.
Batı basınında çıkan haberler de, yukarıda özetlemeye çalıştığımız bakış açısını birebir doğrular mahiyetteydi. Bu haberlere ara sıra Başbakan aleyhine yürütülen kampanyaları, aralarında ünlülerin bulunduğu toplu beyanatları, tam sayfa ilanları da ekleyebiliriz. Bir de tabii 'Başbakan'ın sahalara dönüp toparlayabilmek için takatinin kalmayacağı' 15 – 25 Mart arasında çok daha çarpıcı görüntülü kayıtların ortalığa döküleceği iddialarını da...
AK Parti kurmayları bu zihniyet ve aksiyonlarının kaynağı olan ana stratejilere karşı yapılması gerekenler üzerine çalışıyorlardır herhalde. Bizim aklımızın erdiğini sandığımız, işin iletişim boyutunda ise tarafsız, hatta AK Parti'ye yakın araştırma şirketlerinin ortaya koyduğu bir gerçeğin üzerine gidilmesinin hayati önem taşımakta olduğuna biz burada işaret edip duruyoruz.
Tüm yanlı yansız araştırmaların gösterdiği gibi halkın %70'den fazlası yolsuzluk iddialarının doğru oluğuna inanmaktadır. Görünen o ki, yukarıda özetlediğimiz aksiyonların da ortaya koyduğu niyetin aleniliğine rağmen 'darbe, çete, örgüt' söylemi bu %70'ler oranını aşağı çekmeye yetmemektedir. Gerginlik politikası da bu oranı azaltmamakta; tapelerin sahte, kayıtların montaj olduğunu söylemek de, iknada başarıyı garantilememektedir. Öte yandan AK Parti'nin oyları buna rağmen düşmemektedir. (İlginç bir analiz için Bkz. http://goo.gl/VzmWnm)
Bir kez daha Türkiye üzerine oyun oynamak isteyen dünya güçleri ve onların ecnebi-yerli yandaşları ile ülkenin kendi iç dinamikleri arasında kıyasıya bir mücadele veriliyor. Bir de arafta duran, ortadaki güçler var... Kanımızca bu mücadelenin sonucunu da ortada duran bu güçler belirleyecek.
Türkiye'de 'red ve kabul kutuplaşması' yerine bu iki duyguyu aynı anda yaşayanların sayısının çok artması, iki ayrı bahçenin insanlarının arasındaki etkileşimin hayata yansıyan olumlu sonuçları, diğer yandan Barış Süreci'yle ortaya çıkan huzurun işaretleri, bugünkü 'kutuplaştırma' çabalarının başlıca nedenleri arasında sayılabilir mi? O halde oyuna gelmemenin yolu 'detant'dan (yumuşama, gerginliği azaltma) geçiyor olabilir mi?.. Bu yazıyı da sıkça tekrarladığımız tespitle bitirelim: 'Tek ihtiyaç, gerilime son verilmesi ve sosyal barışın yeniden tesisidir...'
New York Times ilanının ardındaki yabancı ve yerli zihniyetin seslendirdiği, on küsur yıllık AK Parti hükümeti ve özellikle Başbakan'ın şahsı hakkındaki 'kanaat ve özet analizleri', hızlıca hatırlamakta yarar var:
'ABD, 2002 seçimlerinde AK Parti'nin iktidara gelmesini destekledi. Çünkü bölgedeki çıkarlarına hem demokratik hem 'ilerlemeci Müslüman' bir 'role model' hüviyeti taşıyan AK Parti ve Başkanı, AB vizyonu ve demokrasiye olan ihtiyaçları vurgulamaları ile çok uygun düşüyordu.
Ancak sonrasında, 'güç sarhoşluğu' ortaya çıktı. Başbakan bu role sığmak istemedi. Ardı ardına ataklarla kabuğunu kırmaya ve kontrolden çıkmaya başladı. Tezkere için Meclis'ten hayır çıkmasına neden olarak ABD'ye 20 milyar Dolarlık hasar verme, Davos'ta 'one minute' çıkışı, Filistin ve Gazze için haddini aşan (!) mücadele, Marmara gemisiyle İsrail'e kafa tutma, Afrika ülkelerine yardım kampanyaları, Suriye'de üstlendiği rolü abartma, Mısır'da açık açık taraf olma, tüm İslam ülkelerine racon kesme ve ayar verme gibi girişimler, ABD'yi iyice rahatsız etti...
Bu hamlelerinin toplamı kendisine üst üste üç seçimde başarı sağlasa da, ABD kararını vermişti: AK Parti'ye evet, ama Erdoğan'a hayır!.. Bir yalnız bırakılma da monarşi ile yönetilen Müslüman ülkelerinden geldi. Demokrasi havariliği hiç hoşlarına gitmiyordu.
Bunun üzerine son bir kulak çekme operasyonu yapıldı. 16 Mayıs 2013 tarihindeki, ABD Başkanlarının geleneklerinde az rastlanacak derecede uzun süren Obama-Erdoğan görüşmesi, sızan haberlere göre hiç de hoşsohbet bir toplantı olmamıştı. Bu netameli görüşmenin ardından 24 Mayıs'ta yine Obama'nın aracılığıyla İsrail'den beklenen özür telefonu geliverdi. Ancak Haziran'daki Gezi olayları, ardından Temmuz'da Mısır'daki protestolar ve Mursi'nin devrilmesi, sonrasında da Suriye'deki yalnızlaştırma politikaları Başbakan Erdoğan'ın gücünü sarsmak için araç olarak kullanıldı.
Pensilvanya'dan verilen destekle de yargının ele geçirilmesi ve sıkıştırma taktikleri devreye alındı ve artık kendisi için sona doğru geri sayma başlayabilirdi... ABD kontrolü dışına çıkmaya yeltenen Menderes ve Özal nasıl 'çizilmişlerse', belki aynı akıbet düşünülmese de, Erdoğan'dan bir şekilde vazgeçilmişti. Üstü çizilmişti... İpi çekilmişti...'
Yukarıdaki tespitleri yapanlardan Anglosakson eğitimli olanların Başbakan için 'Dead man walking!', 'Game over!' gibi daha da dramatik deyimler kullanmasına da sıkça tanık olduk.
Batı basınında çıkan haberler de, yukarıda özetlemeye çalıştığımız bakış açısını birebir doğrular mahiyetteydi. Bu haberlere ara sıra Başbakan aleyhine yürütülen kampanyaları, aralarında ünlülerin bulunduğu toplu beyanatları, tam sayfa ilanları da ekleyebiliriz. Bir de tabii 'Başbakan'ın sahalara dönüp toparlayabilmek için takatinin kalmayacağı' 15 – 25 Mart arasında çok daha çarpıcı görüntülü kayıtların ortalığa döküleceği iddialarını da...
AK Parti kurmayları bu zihniyet ve aksiyonlarının kaynağı olan ana stratejilere karşı yapılması gerekenler üzerine çalışıyorlardır herhalde. Bizim aklımızın erdiğini sandığımız, işin iletişim boyutunda ise tarafsız, hatta AK Parti'ye yakın araştırma şirketlerinin ortaya koyduğu bir gerçeğin üzerine gidilmesinin hayati önem taşımakta olduğuna biz burada işaret edip duruyoruz.
Tüm yanlı yansız araştırmaların gösterdiği gibi halkın %70'den fazlası yolsuzluk iddialarının doğru oluğuna inanmaktadır. Görünen o ki, yukarıda özetlediğimiz aksiyonların da ortaya koyduğu niyetin aleniliğine rağmen 'darbe, çete, örgüt' söylemi bu %70'ler oranını aşağı çekmeye yetmemektedir. Gerginlik politikası da bu oranı azaltmamakta; tapelerin sahte, kayıtların montaj olduğunu söylemek de, iknada başarıyı garantilememektedir. Öte yandan AK Parti'nin oyları buna rağmen düşmemektedir. (İlginç bir analiz için Bkz. http://goo.gl/VzmWnm)
Bir kez daha Türkiye üzerine oyun oynamak isteyen dünya güçleri ve onların ecnebi-yerli yandaşları ile ülkenin kendi iç dinamikleri arasında kıyasıya bir mücadele veriliyor. Bir de arafta duran, ortadaki güçler var... Kanımızca bu mücadelenin sonucunu da ortada duran bu güçler belirleyecek.
Türkiye'de 'red ve kabul kutuplaşması' yerine bu iki duyguyu aynı anda yaşayanların sayısının çok artması, iki ayrı bahçenin insanlarının arasındaki etkileşimin hayata yansıyan olumlu sonuçları, diğer yandan Barış Süreci'yle ortaya çıkan huzurun işaretleri, bugünkü 'kutuplaştırma' çabalarının başlıca nedenleri arasında sayılabilir mi? O halde oyuna gelmemenin yolu 'detant'dan (yumuşama, gerginliği azaltma) geçiyor olabilir mi?.. Bu yazıyı da sıkça tekrarladığımız tespitle bitirelim: 'Tek ihtiyaç, gerilime son verilmesi ve sosyal barışın yeniden tesisidir...'