'Patates baskı' algısı
01 TEMMUZ 2014 YENİ ŞAFAK
ATO Kongre Merkezi'ndeki büyük toplantı AK Parti'nin tarihinde önemli bir anı olarak kayda geçecek. İlgimiz ve mesleğimiz itibarıyla bizim açımızdan, siyasi iletişim konusunda da bir 'benchmark' (kıyaslama, nirengi) noktası olarak kayıtlara geçecek.
Büyük umutlarla samanlıkta toplu iğne ararcasına aylarca derinlemesine istişareler sonucu bulunmuş olan anamuhalefet adayı Ekmel Bey'in 'lansman'ını Türkiye'deki demokratik dengeler adına üzülerek (güçlü demokrasi = güçlü muhalefet) izledikten sonra bugünkü AK Parti şöleninin nasıl olacağını tahmin etmek daha da kolaylaşmıştı.
Bu şölen bir 'benchmark'tır çünkü; ilk kez yapılan bir seçimle ilgili olarak ilk kez bir çıta konmaktadır ve bu çıta öyle bir yüksekliğe konmaktadır ki, bundan sonraki Cumhurbaşkanılığı seçimlerinde adayların işi çok daha zor olacaktır.
Söylem (Vaad ve güven) olmadan siyasi iletişim olmaz. Siyasi söylemin ise en büyük özelliği, jenerik yani sıradan, yani herkesin dile getirebileceği ifadelerden oluşmamasıdır. Ekmel Bey'in bu bağlamda da yaklaşımını gözden geçirmesinde yarar vardır.
Bir dostumuzun deyişiyle 'patates baskı' algısı veren vasatlığın siyasi iletişimde yeri yoktur. Burada da 'benchmark', Sayın Başbakan'ın retorik yaklaşımıdır. 'Büyük Fikir', 'Büyük Teşkilat', 'Büyük Lider' üçlemesi, sadece genel değil, her türden seçim için geçerlidir.
Beğenirsiniz beğenmezsiniz, seversiniz sevmezsiniz, oy verirsiniz vermezsiniz ama birazcık da olsa 'siyasi iletişim'i kendinize mesele ediniyorsanız, oniki yılda onuncu seçim zaferine hazırlanan Recep Tayyip Erdoğan'ın bozduğu ezberleri, koyduğu çıtaları, hele de bugünkü lansman toplantısını dikkatle incelemek ve ilim irfan penceresinden bakıp değerlendirerek kendinize dersler çıkarmak durumundasınız. Gerçeğiyle, patates baskısı arasındaki farkı görüp kabullenmek, sonrasına dair söyleyeceklerinizin değerini artırır da onun için.
Mesut Özil'in bir de vakti olsaymış
Bizim medya nihayet Mesut Özil'in Türkten çok Alman olduğunu kabul etti. Fazlaca da üstüne gitmiyor. Hatırlarsınız Bayern'li futbolcu Mehmet Scholl'e takmışlardı 'Sen Türksün' diye. Adamcağız da tepinip durmuştu: 'Ben Almanım!'. Bizim medya da diretiyordu: 'Yok canım, sen Türksün'...
Bir Türkiye-Almanya maçı için İstanbul'a geldiğinde Mehmet'i ve anasını yıllar önce terk edip Türkiye'ye dönmüş olan babasını kolundan tutup havaalanına getirmişlerdi de adam, 'Oğlum!' diye Mehmet Scholl'a seyirtmiş; Alman futbolcu da oralı dahi olmamıştı. Oysa Google'da künyesine baksalar hemen göreceklerdi:
'Babası Hermann Scholl, annesi Hella Scholl. (Biyolojik babası Ergin Yüksel, ilk eşi Susanne Pfannendörfer, ikinci eşi Jessica Scholl. Çocukları: Lucas ve Polli)'
Allah aşkına bu arkadaşın neresi Türk olabilirdi ki?
Benzer bir yaklaşımı Mesut Özil konusunda da sergiledik: Sen Türksün! Fakat bu kez onu kısmen rahat bıraktık. Çünkü Mesut Müslüman olduğunu hiçbir zaman inkâr etmedi. Almanlara kimliğini kabul ettirdi, markasını da başarıyla yönetti.
Der Spiegel 30 Haziran tarihli son sayısında Mesut Özil için diyor ki:
'Facebook'taki en popüler Alman futbolcu'
Facebook ve Twitter'da 20 milyon takipçisi varmış. Gana maçından sonra 'Amma yoğun bir maçtı! Bir şeyler yazmak için gücüm kalmadı' diye attığı tweet, 170 bin kişi tarafından 'like' edilmiş. (Amma Türkçe ha!)
Bu sosyal medya başarısı Özil'e sadece şöhret değil para da getiriyormuş. Adidas ile 2020 yılına kadar sürecek olan anlaşmasından 20 milyon Euro'cuk alıyormuş. Buna sosyal medyada tavsiye ettiği ürünler için aldığı milyonlarca Euro dahil değilmiş. Örneğin Mesut Özil bir süre önce kız arkadaşı Grace'in adını Adidas ayakkabısının üzerine yazmış, cep telefonuyla fotoğrafını çekip Facebook'a koymuş. 6 milyon kişi bu fotoğrafa bakmış. Menajeri Roland Eitel, 'Mesut çok daha fazla para kazanabilirdi; ama ne yazık ki vakti yok' diye hayıflanıyormuş.
Bireysel şöhretle bireysel marka arasındaki farkı en yalın şekliyle şöyle anlatırız:
Bireysel marka sahibi, kendi uğraşı olan alan dışında en az kendi mesleğinden kazandığı kadar gelir elde eder. Örneğin Jennifer Lopez filmlerden ve şarkıcılığından aldığı paranın çok daha fazlasını kendi adını taşıyan parfümden ve reklamdan sağlamaktadır. Türkiye'deki bireysel şöhretlerimizin neden bireysel marka olamadıklarını da bu vesileyle bir kez daha ifade etmiş olalım...
Büyük umutlarla samanlıkta toplu iğne ararcasına aylarca derinlemesine istişareler sonucu bulunmuş olan anamuhalefet adayı Ekmel Bey'in 'lansman'ını Türkiye'deki demokratik dengeler adına üzülerek (güçlü demokrasi = güçlü muhalefet) izledikten sonra bugünkü AK Parti şöleninin nasıl olacağını tahmin etmek daha da kolaylaşmıştı.
Bu şölen bir 'benchmark'tır çünkü; ilk kez yapılan bir seçimle ilgili olarak ilk kez bir çıta konmaktadır ve bu çıta öyle bir yüksekliğe konmaktadır ki, bundan sonraki Cumhurbaşkanılığı seçimlerinde adayların işi çok daha zor olacaktır.
Söylem (Vaad ve güven) olmadan siyasi iletişim olmaz. Siyasi söylemin ise en büyük özelliği, jenerik yani sıradan, yani herkesin dile getirebileceği ifadelerden oluşmamasıdır. Ekmel Bey'in bu bağlamda da yaklaşımını gözden geçirmesinde yarar vardır.
Bir dostumuzun deyişiyle 'patates baskı' algısı veren vasatlığın siyasi iletişimde yeri yoktur. Burada da 'benchmark', Sayın Başbakan'ın retorik yaklaşımıdır. 'Büyük Fikir', 'Büyük Teşkilat', 'Büyük Lider' üçlemesi, sadece genel değil, her türden seçim için geçerlidir.
Beğenirsiniz beğenmezsiniz, seversiniz sevmezsiniz, oy verirsiniz vermezsiniz ama birazcık da olsa 'siyasi iletişim'i kendinize mesele ediniyorsanız, oniki yılda onuncu seçim zaferine hazırlanan Recep Tayyip Erdoğan'ın bozduğu ezberleri, koyduğu çıtaları, hele de bugünkü lansman toplantısını dikkatle incelemek ve ilim irfan penceresinden bakıp değerlendirerek kendinize dersler çıkarmak durumundasınız. Gerçeğiyle, patates baskısı arasındaki farkı görüp kabullenmek, sonrasına dair söyleyeceklerinizin değerini artırır da onun için.
Mesut Özil'in bir de vakti olsaymış
Bizim medya nihayet Mesut Özil'in Türkten çok Alman olduğunu kabul etti. Fazlaca da üstüne gitmiyor. Hatırlarsınız Bayern'li futbolcu Mehmet Scholl'e takmışlardı 'Sen Türksün' diye. Adamcağız da tepinip durmuştu: 'Ben Almanım!'. Bizim medya da diretiyordu: 'Yok canım, sen Türksün'...
Bir Türkiye-Almanya maçı için İstanbul'a geldiğinde Mehmet'i ve anasını yıllar önce terk edip Türkiye'ye dönmüş olan babasını kolundan tutup havaalanına getirmişlerdi de adam, 'Oğlum!' diye Mehmet Scholl'a seyirtmiş; Alman futbolcu da oralı dahi olmamıştı. Oysa Google'da künyesine baksalar hemen göreceklerdi:
'Babası Hermann Scholl, annesi Hella Scholl. (Biyolojik babası Ergin Yüksel, ilk eşi Susanne Pfannendörfer, ikinci eşi Jessica Scholl. Çocukları: Lucas ve Polli)'
Allah aşkına bu arkadaşın neresi Türk olabilirdi ki?
Benzer bir yaklaşımı Mesut Özil konusunda da sergiledik: Sen Türksün! Fakat bu kez onu kısmen rahat bıraktık. Çünkü Mesut Müslüman olduğunu hiçbir zaman inkâr etmedi. Almanlara kimliğini kabul ettirdi, markasını da başarıyla yönetti.
Der Spiegel 30 Haziran tarihli son sayısında Mesut Özil için diyor ki:
'Facebook'taki en popüler Alman futbolcu'
Facebook ve Twitter'da 20 milyon takipçisi varmış. Gana maçından sonra 'Amma yoğun bir maçtı! Bir şeyler yazmak için gücüm kalmadı' diye attığı tweet, 170 bin kişi tarafından 'like' edilmiş. (Amma Türkçe ha!)
Bu sosyal medya başarısı Özil'e sadece şöhret değil para da getiriyormuş. Adidas ile 2020 yılına kadar sürecek olan anlaşmasından 20 milyon Euro'cuk alıyormuş. Buna sosyal medyada tavsiye ettiği ürünler için aldığı milyonlarca Euro dahil değilmiş. Örneğin Mesut Özil bir süre önce kız arkadaşı Grace'in adını Adidas ayakkabısının üzerine yazmış, cep telefonuyla fotoğrafını çekip Facebook'a koymuş. 6 milyon kişi bu fotoğrafa bakmış. Menajeri Roland Eitel, 'Mesut çok daha fazla para kazanabilirdi; ama ne yazık ki vakti yok' diye hayıflanıyormuş.
Bireysel şöhretle bireysel marka arasındaki farkı en yalın şekliyle şöyle anlatırız:
Bireysel marka sahibi, kendi uğraşı olan alan dışında en az kendi mesleğinden kazandığı kadar gelir elde eder. Örneğin Jennifer Lopez filmlerden ve şarkıcılığından aldığı paranın çok daha fazlasını kendi adını taşıyan parfümden ve reklamdan sağlamaktadır. Türkiye'deki bireysel şöhretlerimizin neden bireysel marka olamadıklarını da bu vesileyle bir kez daha ifade etmiş olalım...