PR'ın panzehiri yine PR'dır
05 aĞUSTOS 2014 YENİ ŞAFAK
Der Spiegel, ikinci kez kapağından attığı provokatif manşetlerle Erdoğan'a saldırıyor. Gezi olayları sırasında da aynı taktik izlendi. Meraklısı, oturup aralarında Der Spiegel ve Wall Street Journal'ın bulunduğu pek çok Hıristiyan Batılı yayında Erdoğan aleyhinde çıkan yazıları derleyip toparlasa bir kitap olacak kadar çok 'niyeti baştan belli' yayıncılık örneği ortaya çıkarabilir.
Sadece Başbakan Erdoğan aleyhine de değil, örneğin gözlerine kadar siyah çarşafla kapalı kadını kapağa koyup, 'Der neue Feind: Islam' (Yeni düşman: İslam) diyen Der Spiegel haberinde olduğu gibi sonradan 'açıktan açığa menfaat diplomasisi'ne hizmet edecek pek çok argümanın ön hazırlığını yapan yayınların da sayısı hayli kabarıktır. Tam bir 'yengeç sepeti'...
Kendi niyetiyle Batı'nınki arasında 'Bu kadar mı olur? Tıpatıp!' dedirten uyumu bu türden manşetlerde gördüğünde 'İçimizdeki İrlandalılar'ın duyduğu sevincin, her seçim sonucunda 'Öff! Bıktım ya bu memleketten!' hüznüne dönüşmesinden kurtuluş yok galiba. Bu arkadaşlarımız, sevinip sevinip hüzünlenme modundan çıkamamakta, tekrarlardaki çıkmazın anlamını düşünme ihtiyacı hissetmedikleri için bu depresif ruh hallerinden 'inovatif' çözümler üretmeyi bile başaramamaktadırlar.
Der Spiegel, Türkçe ve Almanca olarak iki dilde verdiği eki nasıl sunuyor dersiniz? Almanya'daki Türklerin Almanca bilmediğini düşündükleri için değil, aralarındaki en büyük göçmen grubuna ve Türkiye'deki Der Spiegel okurlarına 'jest' olsun diye iki dilde basmışlar... Zarafeti görüyor musunuz?
Ayrıca WSJ ve Der Spiegel gibileri Erdoğan'a 'Cehenneme kadar yolun var', 'Despot', 'Yeni Sultan!' diye saldırırken, Türk halkının iyiliğini düşünüyorlar, değil mi? Ortada hamaset, gizli niyet falan da yok... (Allah rızası için yazıyı okuyun, o analizleri kaç kişi ile konuşarak yapmışlar bir bakın da şaşın)...
Bu arkadaşlar evrensel hukuk, insan hakları, barışı falan savunuyorlar değil mi? Tıpkı ABD askerlerinin Irak'a saldırırken ülkeye özgürlük, barış ve demokrasi, hatta kadınlara özgürlük getirmek istedikleri gibi... Uluslararası güçlerin yaptığı PR'a karşı biz sıfıra yakın bütçeli (Pentagon'un bu konudaki bütçesinin 12 milyar $ olduğu söylenir) fakat iyi niyetli bir 'Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü' ile savaşmaya çabalıyoruz... Ona da razıyız da bir de bizim şu Tanzimat'tan, tek parti döneminden kalma ecnebi aydınımız, sadece milletimizi ve devletimizi yalnız bırakmakla kalmayıp, Spiegel'den çok Spiegel'ci oluvermese...
Bu sayfada 'PR'ı aşağılamadan önce iki defa düşünün' dedikçe bazılarımızın midesi bulanıyor ve bu deve dişi sertliğindeki realiteyi hazmedemeyeceklerini bildiklerinden olsa gerek çiğnemeye bile kalkışmıyorlar. 'Ayyy iğrrrenç PR!' tutumuyla realiteyi tükürünce rahatlayacaklarını sanıyorlar...
Gerçeğin üzerinden yapılacak iletişimin ve beğenmediğiniz halkın irfanına sırtını yaslayarak oluşturulacak PR'ın, dolayısıyla akıllı gücün (smart power) Batı'nın maniplasyonlarını göğüsleyebilecek en önemli araç olduğunu anlamak bu kadar mı zordur?
Evet, Batılı güçler PR'ı özellikle yarım yüzyıldır, dünyayı parmaklarında döndürme hedefiyle eğlence endüstrisinin kuşatmasını da kullanarak, her türlü gerçekliği yamultarak uygulayagelmiş ve çıkardıkları savaşlar sayesinde de tarihi istedikleri gibi yazmışlardır.
Son çeyrek yüzyılda Batı eliyle üretilen 'İslamofobi' puzzle'nın parçalarını yerleştirebilmek adına, nihayetinde hangi boydan ve soydan inşa edildiğini, hangi renk ve lezzetle pişirildiğini tahmin etmek için çok büyük zekalar gerektirmeyen PR stratejilerinin, dünya ve özellikle 'mağdurlar' açısından çok olumsuz bir algıyla değerlendirildiği bir realitedir.
'PR'ın olumsuz algısı'nı değiştirmek ise, parmağın işaret ettiği yöne değil, bizzat parmağın ucuna bakanların zihinlerini çalıştırmasını sağlayabilmekten geçer. Bu da uzun vadeli başlıbaşına bir PR çalışmasıdır. Esas konuşması gerekenlerden, Türkiye'deki iletişim camiasından, sektörden ya da akademia'dan bu konuda hâlâ en ufak bir ses çıkmıyor; biz de ha bire yazıp duruyoruz.
Allahtan suya değil, gazeteye yazıyoruz.
Zaman en iyi ilaçtır.
Ajda Pekkan niye marka olamaz?
Popüler kültürümüzün en az 7 kuşaktır hayranlıkla izlediği, göz kamaştıran yıldız parlaklığı nedeniyle pek çok gafı affedilmiş, hata tolerans payı hayli yüksek Ajda Pekkan hanım bunca yıllık sahne serüveninde ilk defa ciddi bir majör hata yaptı.
Bir saat gecikerek çıktığı Açık Hava'daki konserini izleyenler, her zaman olduğu gibi şarkıların havasına kendilerini kaptırıp sanatçının saat kaçta sahne aldığını unutur ve sonuçta beklediklerine kavuşmuş olmanın rahatlamasıyla evlerine döneceklerini zannediyorlardı. Bu kez, hepsini şaşırtan bir olay oldu. Birbirlerine baktılar. Aralarında fısıldaştılar:
-Vallahi playback yapıyor!
Bizim seyirci bildiğiniz gibi aklınıza gelebilecek pek çok saçmalığı da, aykırılığı da tolere eder. Ancak mesele, 'var olma nedeni'ne gelip dayandığında, seyircinin, işin ehlinin yapacağı ve yapmayacaklarına dair sezgileri de bilgileri de en canlı haliyle devrededir. Sanatçı, sesiyle, varsa beste gücüyle, tüm performansı ile bir bütün olarak sahnededir ama icra eyleyen 'ses' ilk sırada, görüntüyü kaydeden gözden de etkin biçimde önce kulağa ulaşıverir.
Ancak Ajda Hanım, yine playback'den yararlanabilir ve sonuçta bu kadar da tepki çekmeyebilirdi. Nasıl?
Öncesinde gerçeği açık açık konuklarıyla paylaşsaydı...
Aldatılmayı sevmeyiz. Göz göre göre, işite işite... Açık açık...
Doğruyu söyleyin, canımızı alın...
Sadece Başbakan Erdoğan aleyhine de değil, örneğin gözlerine kadar siyah çarşafla kapalı kadını kapağa koyup, 'Der neue Feind: Islam' (Yeni düşman: İslam) diyen Der Spiegel haberinde olduğu gibi sonradan 'açıktan açığa menfaat diplomasisi'ne hizmet edecek pek çok argümanın ön hazırlığını yapan yayınların da sayısı hayli kabarıktır. Tam bir 'yengeç sepeti'...
Kendi niyetiyle Batı'nınki arasında 'Bu kadar mı olur? Tıpatıp!' dedirten uyumu bu türden manşetlerde gördüğünde 'İçimizdeki İrlandalılar'ın duyduğu sevincin, her seçim sonucunda 'Öff! Bıktım ya bu memleketten!' hüznüne dönüşmesinden kurtuluş yok galiba. Bu arkadaşlarımız, sevinip sevinip hüzünlenme modundan çıkamamakta, tekrarlardaki çıkmazın anlamını düşünme ihtiyacı hissetmedikleri için bu depresif ruh hallerinden 'inovatif' çözümler üretmeyi bile başaramamaktadırlar.
Der Spiegel, Türkçe ve Almanca olarak iki dilde verdiği eki nasıl sunuyor dersiniz? Almanya'daki Türklerin Almanca bilmediğini düşündükleri için değil, aralarındaki en büyük göçmen grubuna ve Türkiye'deki Der Spiegel okurlarına 'jest' olsun diye iki dilde basmışlar... Zarafeti görüyor musunuz?
Ayrıca WSJ ve Der Spiegel gibileri Erdoğan'a 'Cehenneme kadar yolun var', 'Despot', 'Yeni Sultan!' diye saldırırken, Türk halkının iyiliğini düşünüyorlar, değil mi? Ortada hamaset, gizli niyet falan da yok... (Allah rızası için yazıyı okuyun, o analizleri kaç kişi ile konuşarak yapmışlar bir bakın da şaşın)...
Bu arkadaşlar evrensel hukuk, insan hakları, barışı falan savunuyorlar değil mi? Tıpkı ABD askerlerinin Irak'a saldırırken ülkeye özgürlük, barış ve demokrasi, hatta kadınlara özgürlük getirmek istedikleri gibi... Uluslararası güçlerin yaptığı PR'a karşı biz sıfıra yakın bütçeli (Pentagon'un bu konudaki bütçesinin 12 milyar $ olduğu söylenir) fakat iyi niyetli bir 'Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü' ile savaşmaya çabalıyoruz... Ona da razıyız da bir de bizim şu Tanzimat'tan, tek parti döneminden kalma ecnebi aydınımız, sadece milletimizi ve devletimizi yalnız bırakmakla kalmayıp, Spiegel'den çok Spiegel'ci oluvermese...
Bu sayfada 'PR'ı aşağılamadan önce iki defa düşünün' dedikçe bazılarımızın midesi bulanıyor ve bu deve dişi sertliğindeki realiteyi hazmedemeyeceklerini bildiklerinden olsa gerek çiğnemeye bile kalkışmıyorlar. 'Ayyy iğrrrenç PR!' tutumuyla realiteyi tükürünce rahatlayacaklarını sanıyorlar...
Gerçeğin üzerinden yapılacak iletişimin ve beğenmediğiniz halkın irfanına sırtını yaslayarak oluşturulacak PR'ın, dolayısıyla akıllı gücün (smart power) Batı'nın maniplasyonlarını göğüsleyebilecek en önemli araç olduğunu anlamak bu kadar mı zordur?
Evet, Batılı güçler PR'ı özellikle yarım yüzyıldır, dünyayı parmaklarında döndürme hedefiyle eğlence endüstrisinin kuşatmasını da kullanarak, her türlü gerçekliği yamultarak uygulayagelmiş ve çıkardıkları savaşlar sayesinde de tarihi istedikleri gibi yazmışlardır.
Son çeyrek yüzyılda Batı eliyle üretilen 'İslamofobi' puzzle'nın parçalarını yerleştirebilmek adına, nihayetinde hangi boydan ve soydan inşa edildiğini, hangi renk ve lezzetle pişirildiğini tahmin etmek için çok büyük zekalar gerektirmeyen PR stratejilerinin, dünya ve özellikle 'mağdurlar' açısından çok olumsuz bir algıyla değerlendirildiği bir realitedir.
'PR'ın olumsuz algısı'nı değiştirmek ise, parmağın işaret ettiği yöne değil, bizzat parmağın ucuna bakanların zihinlerini çalıştırmasını sağlayabilmekten geçer. Bu da uzun vadeli başlıbaşına bir PR çalışmasıdır. Esas konuşması gerekenlerden, Türkiye'deki iletişim camiasından, sektörden ya da akademia'dan bu konuda hâlâ en ufak bir ses çıkmıyor; biz de ha bire yazıp duruyoruz.
Allahtan suya değil, gazeteye yazıyoruz.
Zaman en iyi ilaçtır.
Ajda Pekkan niye marka olamaz?
Popüler kültürümüzün en az 7 kuşaktır hayranlıkla izlediği, göz kamaştıran yıldız parlaklığı nedeniyle pek çok gafı affedilmiş, hata tolerans payı hayli yüksek Ajda Pekkan hanım bunca yıllık sahne serüveninde ilk defa ciddi bir majör hata yaptı.
Bir saat gecikerek çıktığı Açık Hava'daki konserini izleyenler, her zaman olduğu gibi şarkıların havasına kendilerini kaptırıp sanatçının saat kaçta sahne aldığını unutur ve sonuçta beklediklerine kavuşmuş olmanın rahatlamasıyla evlerine döneceklerini zannediyorlardı. Bu kez, hepsini şaşırtan bir olay oldu. Birbirlerine baktılar. Aralarında fısıldaştılar:
-Vallahi playback yapıyor!
Bizim seyirci bildiğiniz gibi aklınıza gelebilecek pek çok saçmalığı da, aykırılığı da tolere eder. Ancak mesele, 'var olma nedeni'ne gelip dayandığında, seyircinin, işin ehlinin yapacağı ve yapmayacaklarına dair sezgileri de bilgileri de en canlı haliyle devrededir. Sanatçı, sesiyle, varsa beste gücüyle, tüm performansı ile bir bütün olarak sahnededir ama icra eyleyen 'ses' ilk sırada, görüntüyü kaydeden gözden de etkin biçimde önce kulağa ulaşıverir.
Ancak Ajda Hanım, yine playback'den yararlanabilir ve sonuçta bu kadar da tepki çekmeyebilirdi. Nasıl?
Öncesinde gerçeği açık açık konuklarıyla paylaşsaydı...
Aldatılmayı sevmeyiz. Göz göre göre, işite işite... Açık açık...
Doğruyu söyleyin, canımızı alın...