Ruh zenginliği olmadan cep zenginliği bir işe yaramaz
17 KASIM 2012
Çukurova Genç İşadamları Derneği (Çukurova GİAD), biraz da adı ünlü ‘sihirbaz’ Houdini’yi çağrıştırdığı için iş dünyası tarafından gelecek tahminlerine magazinel bir önem atfedilen ABD'li Profesör Nouriel Roubini’yi Adana’da ağırlamış.
Küresel finans krizini öngörmesi nedeniyle “Dr. Doom” (Bay Kıyamet) olarak tanınan Roubini ilginç bir bilim adamı... İstanbul doğumlu. Hayat yolu İran, İtalya, İsrail’den geçerek ABD’de devam etmiş. “Kriz Ekonomisi: Finans Kesiminin Geleceği Üzerine Hızlandırılmış Bir Kurs” adlı kitabı ile aynı zamanda kriz uzmanlığı tescillenmiş bir otorite.
NPQ Türkiye’ye orijinal dergiden hangi yazarları seçmek gerektiği üzerine sohbet ederken onun makaleleri üzerine tartışmazdık bile. Kafadan kabulümüzdü. Roubini, Adana’daki konferansında dünyanın gelecekteki muhtemel ekonomik süreçler üzerine konuşurken, "Bundan sonraki süreçte yükselen ekonomiye sahip ülkeler küresel ekonominin lokomotifi olacaktır" demiş.
Roubini, gelişmekte olan ülkelerin bölgesel ve küresel ekonomilere etkisinin arttığını söylerken, ekonomistlerin değerlendirmelerinin “10 gelişmiş ekonomi, 10 da gelişmekte olan ekonomi” üzerine şekillendiğini ifade etmiş. İkinci bahisle ilgili olarak da “Bunlardan biri Çin, Hindistan, Rusya ile birlikte Türkiye” demiş. Türkiye'nin ticari ve finansal ilişkileri çeşitlendirme yaklaşımını da “Olumlu, rasyonel ve mantıklı" buluyormuş.
Önceki gün Atlantik Konseyi Enerji ve Ekonomi Zirvesi’nde konuşan Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, Türkiye’deki ekonomik istikrarın bütün ülkeler için ilham kaynağı olduğunu söylediğinde pek çok müzmin muhalifimiz büyük olasılıkla ‘hadi canım sen de’ diyerek gülümsemiştir. Bu türden muhalifler, Roubini’nin söylediklerini daha çok kayda değer bulabilir ve o güzel kestirmecilikleriyle, içinde “ABD’li ünlü ekonomist’ ifadesi geçen gayet özlü ve derinlikli (!) bir yoruma da prim verebilirler.
Ekonomide sağladığımız farklılaşma ve derinliğin yüksek kültür ve sanatta da ve en önemlisi ‘yaşama sanatında’ da elde edildiğini iddia etmemiz olası mı? Bizce hayır… Buradaki yazılarımızda sık sık vurguladığımız gibi üst yapı meseleleri ve o konularda köklü bir milli kültür ve sanat stratejisi oluşturulmadıkça ekonomik zaferlerin uzun vadeli ve sürdürülebilir olamayacağının ne kadar altını çizsek azdır. 2023, 2071, 2453 gibi hedefler sadece alt yapının yani ekonomik göstergelerin pozitif olmasıyla yakalanamaz. Ruh zenginliği olmadan, düşünce ve maddi zenginlik yaşayabilir mi? Ancak bunları ana hedefleri arasına koyan ve sahip çıkan siyasi görüş Türkiye’yi geleceğe taşıyabilir.
Gerard en az İbrahimoviç kadar büyük...
Malum, insan herhangi bir beğenisini ve nedenini kolaylıkla açıklayamaz. Beğeniyi ifade etmek ne kadar zorsa, tersi de o kadar kolaydır. Beğenmediğiniz birini ya da bir durumu daha net sözcük ve kavramlarla anlatırken, bir çırpıda size değip geçen hoşluk duygusunu anlatmakta zorlanırsınız. Büyüklerin ve misafirin yanında kendi çocuğunu kucağına alıp sevmenin pek de takdir görmediği, hatta ayıp sayıldığı ülkemiz dahil pek çok kültürde takdir etme duygusunu ifade etme çekingenliği ortak ruhi şekillenmenin bir parçası değil midir?
Zlatan İbrahimoviç’in İsveç-İngiltere maçında attığı olağanüstü golü, futbolla ilgisi olsun olmasın herkesin hayranlıkla izlediğini biliyoruz. Herhalde bazıları “Acaba tesadüf mü?” diye düşünürken, bazıları da başından sonuna planlı bir rövaşata hareketinin estetiğini tartışmışlardır. Bizse rakip takımın kaptanı Steven Gerrard'ın en az o gol kadar muhteşem dramatik açıklamasını etkileyici ve ilginç bulduk. Gerrard maçın bitiş düdüğüyle birlikte anında İbrahimoviç’i tebrik etmiş.
Ardından gelen açıklaması da şöyle:
“Bazen çok özel kişisel performanslar karşısında ellerinizi yukarı kaldırıp teslim etmeniz gerekiyor. Ve bu da birinci sınıf bir oyuncudan birinci sınıf bir performanstı. Zinedine Zidane hayatımda gördüğüm en iyi oyuncuydu. Jenerasyonu içinde dünyanın en iyisiydi. Ama Zlatan'ın performansı ise dünya klasındaydı. Attığı o gol hayatımda canlı olarak gördüğüm en güzel goldü."
Bana bir zamanlar özel bir FB-GS maçının son on dakikasında Fenerbahçe forması giyip Galatasaray’a gol atan Metin Oktay’ı hatırlattı. Ya da zayıf rakip takıma çok fazla gol atılmasını aşağılayıcı ve ayıp sayarak arkadaşlarını durduran BJK’li Baba Hakkı’yı… Ya da Yunan takımıyla oynayacakları maça çıkaracak yeter sayıda oyuncu bulamayan FB’li arkadaşlarının yardımına koşan altı GS’li futbolcuyu…
Futbolun ruhunu acaba nerede kaybettik?
Helal olsun sana Gerard!
Bu dikdörtgen değil ki tablo!
Gazetedeki başlık şöyle: “Düz alan üstüne üst üste duran iki renkli dikdörtgen tablo 75.1 milyon dolar!”
Belli ki haberi yazan arkadaş “Ne var bunda? Alt tarafı iki tane dikdörtgen. Babam da yapar. Nesine vermişler bunca parayı?” diye düşünmüş. (Oysa ki iki değili üç dikdörtgen görmeliydi.)
Anlıyorum arkadaşı. Tablonun adını çevirirken de ‘Kral kırmızı ve mavi’ diye yazmış. Oysa ‘kraliyet kırmızısı ve mavisi’ demeliydi. (Royal Red & Blue) Burada da bir küçük aşağılama var. Hani Picasso tablosu için “Bu ne biçim balık?” demişler de Picasso da “O balık değil resim” diye cevap vermiş. Bu tabloda arkadaş iki dikdörtgen görmüş. Ama 75 milyonu sayan, aynı tabloda bambaşka bir dünya ile buluşmuş olmalı. “Büyük estetik” denilen de böyle bir şey işte… Biçimden çok duygunun, ruhun egemen olduğu bir dünya…
Rus asıllı Amerikalı ressamın adı Mark Rothko… 1970 yılında intihar etmiş. Sanatçının aynı formattaki “Turuncu, Kırmızı, Sarı” tablosu da Mayıs 2011 tarihinde 86 milyon Dolar’a alıcı bulmuş.
Denemesi bedava. Alın İnstagram’ı. Kutuları boyayın. Koyun 50 milyon Dolar fiyat. Satın… Satamazsanız da belki ‘Küçük estetik’ ile ‘Büyük estetik’ arasındaki farkı en azından anlamaya başlamış olursunuz.
Küresel finans krizini öngörmesi nedeniyle “Dr. Doom” (Bay Kıyamet) olarak tanınan Roubini ilginç bir bilim adamı... İstanbul doğumlu. Hayat yolu İran, İtalya, İsrail’den geçerek ABD’de devam etmiş. “Kriz Ekonomisi: Finans Kesiminin Geleceği Üzerine Hızlandırılmış Bir Kurs” adlı kitabı ile aynı zamanda kriz uzmanlığı tescillenmiş bir otorite.
NPQ Türkiye’ye orijinal dergiden hangi yazarları seçmek gerektiği üzerine sohbet ederken onun makaleleri üzerine tartışmazdık bile. Kafadan kabulümüzdü. Roubini, Adana’daki konferansında dünyanın gelecekteki muhtemel ekonomik süreçler üzerine konuşurken, "Bundan sonraki süreçte yükselen ekonomiye sahip ülkeler küresel ekonominin lokomotifi olacaktır" demiş.
Roubini, gelişmekte olan ülkelerin bölgesel ve küresel ekonomilere etkisinin arttığını söylerken, ekonomistlerin değerlendirmelerinin “10 gelişmiş ekonomi, 10 da gelişmekte olan ekonomi” üzerine şekillendiğini ifade etmiş. İkinci bahisle ilgili olarak da “Bunlardan biri Çin, Hindistan, Rusya ile birlikte Türkiye” demiş. Türkiye'nin ticari ve finansal ilişkileri çeşitlendirme yaklaşımını da “Olumlu, rasyonel ve mantıklı" buluyormuş.
Önceki gün Atlantik Konseyi Enerji ve Ekonomi Zirvesi’nde konuşan Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, Türkiye’deki ekonomik istikrarın bütün ülkeler için ilham kaynağı olduğunu söylediğinde pek çok müzmin muhalifimiz büyük olasılıkla ‘hadi canım sen de’ diyerek gülümsemiştir. Bu türden muhalifler, Roubini’nin söylediklerini daha çok kayda değer bulabilir ve o güzel kestirmecilikleriyle, içinde “ABD’li ünlü ekonomist’ ifadesi geçen gayet özlü ve derinlikli (!) bir yoruma da prim verebilirler.
Ekonomide sağladığımız farklılaşma ve derinliğin yüksek kültür ve sanatta da ve en önemlisi ‘yaşama sanatında’ da elde edildiğini iddia etmemiz olası mı? Bizce hayır… Buradaki yazılarımızda sık sık vurguladığımız gibi üst yapı meseleleri ve o konularda köklü bir milli kültür ve sanat stratejisi oluşturulmadıkça ekonomik zaferlerin uzun vadeli ve sürdürülebilir olamayacağının ne kadar altını çizsek azdır. 2023, 2071, 2453 gibi hedefler sadece alt yapının yani ekonomik göstergelerin pozitif olmasıyla yakalanamaz. Ruh zenginliği olmadan, düşünce ve maddi zenginlik yaşayabilir mi? Ancak bunları ana hedefleri arasına koyan ve sahip çıkan siyasi görüş Türkiye’yi geleceğe taşıyabilir.
Gerard en az İbrahimoviç kadar büyük...
Malum, insan herhangi bir beğenisini ve nedenini kolaylıkla açıklayamaz. Beğeniyi ifade etmek ne kadar zorsa, tersi de o kadar kolaydır. Beğenmediğiniz birini ya da bir durumu daha net sözcük ve kavramlarla anlatırken, bir çırpıda size değip geçen hoşluk duygusunu anlatmakta zorlanırsınız. Büyüklerin ve misafirin yanında kendi çocuğunu kucağına alıp sevmenin pek de takdir görmediği, hatta ayıp sayıldığı ülkemiz dahil pek çok kültürde takdir etme duygusunu ifade etme çekingenliği ortak ruhi şekillenmenin bir parçası değil midir?
Zlatan İbrahimoviç’in İsveç-İngiltere maçında attığı olağanüstü golü, futbolla ilgisi olsun olmasın herkesin hayranlıkla izlediğini biliyoruz. Herhalde bazıları “Acaba tesadüf mü?” diye düşünürken, bazıları da başından sonuna planlı bir rövaşata hareketinin estetiğini tartışmışlardır. Bizse rakip takımın kaptanı Steven Gerrard'ın en az o gol kadar muhteşem dramatik açıklamasını etkileyici ve ilginç bulduk. Gerrard maçın bitiş düdüğüyle birlikte anında İbrahimoviç’i tebrik etmiş.
Ardından gelen açıklaması da şöyle:
“Bazen çok özel kişisel performanslar karşısında ellerinizi yukarı kaldırıp teslim etmeniz gerekiyor. Ve bu da birinci sınıf bir oyuncudan birinci sınıf bir performanstı. Zinedine Zidane hayatımda gördüğüm en iyi oyuncuydu. Jenerasyonu içinde dünyanın en iyisiydi. Ama Zlatan'ın performansı ise dünya klasındaydı. Attığı o gol hayatımda canlı olarak gördüğüm en güzel goldü."
Bana bir zamanlar özel bir FB-GS maçının son on dakikasında Fenerbahçe forması giyip Galatasaray’a gol atan Metin Oktay’ı hatırlattı. Ya da zayıf rakip takıma çok fazla gol atılmasını aşağılayıcı ve ayıp sayarak arkadaşlarını durduran BJK’li Baba Hakkı’yı… Ya da Yunan takımıyla oynayacakları maça çıkaracak yeter sayıda oyuncu bulamayan FB’li arkadaşlarının yardımına koşan altı GS’li futbolcuyu…
Futbolun ruhunu acaba nerede kaybettik?
Helal olsun sana Gerard!
Bu dikdörtgen değil ki tablo!
Gazetedeki başlık şöyle: “Düz alan üstüne üst üste duran iki renkli dikdörtgen tablo 75.1 milyon dolar!”
Belli ki haberi yazan arkadaş “Ne var bunda? Alt tarafı iki tane dikdörtgen. Babam da yapar. Nesine vermişler bunca parayı?” diye düşünmüş. (Oysa ki iki değili üç dikdörtgen görmeliydi.)
Anlıyorum arkadaşı. Tablonun adını çevirirken de ‘Kral kırmızı ve mavi’ diye yazmış. Oysa ‘kraliyet kırmızısı ve mavisi’ demeliydi. (Royal Red & Blue) Burada da bir küçük aşağılama var. Hani Picasso tablosu için “Bu ne biçim balık?” demişler de Picasso da “O balık değil resim” diye cevap vermiş. Bu tabloda arkadaş iki dikdörtgen görmüş. Ama 75 milyonu sayan, aynı tabloda bambaşka bir dünya ile buluşmuş olmalı. “Büyük estetik” denilen de böyle bir şey işte… Biçimden çok duygunun, ruhun egemen olduğu bir dünya…
Rus asıllı Amerikalı ressamın adı Mark Rothko… 1970 yılında intihar etmiş. Sanatçının aynı formattaki “Turuncu, Kırmızı, Sarı” tablosu da Mayıs 2011 tarihinde 86 milyon Dolar’a alıcı bulmuş.
Denemesi bedava. Alın İnstagram’ı. Kutuları boyayın. Koyun 50 milyon Dolar fiyat. Satın… Satamazsanız da belki ‘Küçük estetik’ ile ‘Büyük estetik’ arasındaki farkı en azından anlamaya başlamış olursunuz.