Sandığın üstüne nasıl oturulur?..
12 EYLÜL 2010
Genelde seçim günü yazılan köşe yazıları en kolayıdır…
Ortada topu çevirir; bir şey söylemeden bir şey söylemeye çalışırsınız. Genel mesaj da şu olur hep: “Neye oy atarsanız atın, ancak mutlaka sandık başına gidin…”
Bugüne kadar duyduğum en sempatik tavsiye ise, bir partimizin Grup Başkan Vekillerinden biri tarafından dile getirildi. Arkadaş, elektriklerin kesilmesi durumunda ne yapılacağına dair sağlam bir öneri getirdi: “Işıklar sönerse hooop diye zıplayıp sandığın üzerine oturun!”..
Allahtan bu sefer iş kolay... Tek sandık var. Ya bol sandıklı bir seçim olsaydı!.. Birkaç kişi anlaşıp, birlikte gidilecekti herhalde oy vermeye. Elektrikler kesilecek olursa da, önceden antrenmanı yapılmış olduğu gibi; “Bir, iki, üç” diye sayıp, kaç sandık varsa o kadar sandığın üzerine hooop diye zıplanıp oturulacak.
O açıklama yapılırken hiçbir gazeteci arkadaşın aklına gelmemiş o parti büyüğümüze kritik soruyu sormak: “Efendim, elektrikler kesilince aynı sandığın üzerine birden fazla seçmen ya da sandık görevlisi sıçrayıp hooop diye oturmaya kalkarsa ne olacak?”
Düşünsenize bir kere… Alın size kaos!...
Bizim ek tavsiyemiz şu: Sandık yöneticileri aralarında konsensüs sağlayıp bir tane “Elektrikler kesilince sandığın üstüne oturma yönetmeliği” hazırlamalılar. Onu da sandığın yanına, görünür şekilde asmalılar. O zaman kaos olmaz işte. Kim ne yapacağını, poposunu sandığın üzerine güvenli bir şekilde nasıl yerleştireceğini bilir…
Efendim, seçimin iyiliklere (!) vesile olması dileğiyle…
Sade ve doğru…
Her ne kadar arada sırada bana e-posta gönderseler de, hedef kitleleri arasında pek işimin olduğu söylenemez. Ancak Molped ile uzun yıllardır ilgiliyim. Bugüne kadar yaptıkları pek çok reklam kampanyası, her yönüyle sınıfı geçen türdendi. Sonuncusu da öyle…
Üç nokta özellikle dikkatimi çekti…
Bir: Mesaj son derece akılda kalıcı ve yalın bir şekilde verilmiş: “En kuru ped Molped!”…
İki: ‘Starlar’ belli etkiledikleri hedef kitleler dikkate alınarak özenle seçilmiş. Helin Avşar, Tuğba Ünsal, Rojda Demirer, Hale Caneroğlu ve nihayet Ebru Akel… Hepsi o kareye yakışmışlar.
Üç: Filmlerin sonunda starların altta imzalarının çıkması çok doğru. Tam bir kazan – kazan ilişkisi tesisi…
Başarıyı cezalandırmadan önce…
Prof. Dr. Mehmet Öz şov yapıyor… Önce kanserim dedi. Sonra polip olduğu anlaşıldı. Prof. Dr. Osman Müftüoğlu tüccar… Klinik açmış. Kitap yazmış. Gazetede köşe yazıyor. Reklamlarda rol alıyor. Danışmanlık yapıyor…
Muayenehane açan bütün profesörler sahtekâr… Özel hastanelerde ameliyat yapan hocalar ‘paragöz’… Gazetede köşe yazan, kitap çıkarıp satan, konferanslarında para karşılığı konuşan uzmanlar ‘üçkâğıtçı’, uyanık…
Geriye ne kaldı?..
Onu da bir zahmet siz hesap edin?
Ve kendi kendinize bir sorun… Hangi gruptaki hekimlere güvenir, kendinizi onlara teslim ederdiniz? Birinci (şov yapan) gruptakilere mi, yoksa ikinci (öyle şeyler yapmayan) gruptakilere mi?
Para kazanmak, başarılı olmak, şöhretli olmak neden ve kimlerin hasetliğini çeker? Hangi sistemde çeker? Hangi siyasi görüş bu hasetlikle bütünleşir? Hangi dünya görüşü bu tür insanları hangi meslek grubunda olurlarsa olsunlar bağrına basar? Hangisi ise dışlar?…
Mehmet Öz’ün başına gelenleri değerlendirmeden önce bu soruların sırtına binip bir ufuk turu atmakta yarar olabilir…
Ortada topu çevirir; bir şey söylemeden bir şey söylemeye çalışırsınız. Genel mesaj da şu olur hep: “Neye oy atarsanız atın, ancak mutlaka sandık başına gidin…”
Bugüne kadar duyduğum en sempatik tavsiye ise, bir partimizin Grup Başkan Vekillerinden biri tarafından dile getirildi. Arkadaş, elektriklerin kesilmesi durumunda ne yapılacağına dair sağlam bir öneri getirdi: “Işıklar sönerse hooop diye zıplayıp sandığın üzerine oturun!”..
Allahtan bu sefer iş kolay... Tek sandık var. Ya bol sandıklı bir seçim olsaydı!.. Birkaç kişi anlaşıp, birlikte gidilecekti herhalde oy vermeye. Elektrikler kesilecek olursa da, önceden antrenmanı yapılmış olduğu gibi; “Bir, iki, üç” diye sayıp, kaç sandık varsa o kadar sandığın üzerine hooop diye zıplanıp oturulacak.
O açıklama yapılırken hiçbir gazeteci arkadaşın aklına gelmemiş o parti büyüğümüze kritik soruyu sormak: “Efendim, elektrikler kesilince aynı sandığın üzerine birden fazla seçmen ya da sandık görevlisi sıçrayıp hooop diye oturmaya kalkarsa ne olacak?”
Düşünsenize bir kere… Alın size kaos!...
Bizim ek tavsiyemiz şu: Sandık yöneticileri aralarında konsensüs sağlayıp bir tane “Elektrikler kesilince sandığın üstüne oturma yönetmeliği” hazırlamalılar. Onu da sandığın yanına, görünür şekilde asmalılar. O zaman kaos olmaz işte. Kim ne yapacağını, poposunu sandığın üzerine güvenli bir şekilde nasıl yerleştireceğini bilir…
Efendim, seçimin iyiliklere (!) vesile olması dileğiyle…
Sade ve doğru…
Her ne kadar arada sırada bana e-posta gönderseler de, hedef kitleleri arasında pek işimin olduğu söylenemez. Ancak Molped ile uzun yıllardır ilgiliyim. Bugüne kadar yaptıkları pek çok reklam kampanyası, her yönüyle sınıfı geçen türdendi. Sonuncusu da öyle…
Üç nokta özellikle dikkatimi çekti…
Bir: Mesaj son derece akılda kalıcı ve yalın bir şekilde verilmiş: “En kuru ped Molped!”…
İki: ‘Starlar’ belli etkiledikleri hedef kitleler dikkate alınarak özenle seçilmiş. Helin Avşar, Tuğba Ünsal, Rojda Demirer, Hale Caneroğlu ve nihayet Ebru Akel… Hepsi o kareye yakışmışlar.
Üç: Filmlerin sonunda starların altta imzalarının çıkması çok doğru. Tam bir kazan – kazan ilişkisi tesisi…
Başarıyı cezalandırmadan önce…
Prof. Dr. Mehmet Öz şov yapıyor… Önce kanserim dedi. Sonra polip olduğu anlaşıldı. Prof. Dr. Osman Müftüoğlu tüccar… Klinik açmış. Kitap yazmış. Gazetede köşe yazıyor. Reklamlarda rol alıyor. Danışmanlık yapıyor…
Muayenehane açan bütün profesörler sahtekâr… Özel hastanelerde ameliyat yapan hocalar ‘paragöz’… Gazetede köşe yazan, kitap çıkarıp satan, konferanslarında para karşılığı konuşan uzmanlar ‘üçkâğıtçı’, uyanık…
Geriye ne kaldı?..
Onu da bir zahmet siz hesap edin?
Ve kendi kendinize bir sorun… Hangi gruptaki hekimlere güvenir, kendinizi onlara teslim ederdiniz? Birinci (şov yapan) gruptakilere mi, yoksa ikinci (öyle şeyler yapmayan) gruptakilere mi?
Para kazanmak, başarılı olmak, şöhretli olmak neden ve kimlerin hasetliğini çeker? Hangi sistemde çeker? Hangi siyasi görüş bu hasetlikle bütünleşir? Hangi dünya görüşü bu tür insanları hangi meslek grubunda olurlarsa olsunlar bağrına basar? Hangisi ise dışlar?…
Mehmet Öz’ün başına gelenleri değerlendirmeden önce bu soruların sırtına binip bir ufuk turu atmakta yarar olabilir…