Sırtını neye yasladığına dikkat edeceksin
15 ağustos 2015 yeni şafak
İnternet ortamında üç yayına aboneyim. Der Spiegel (Ayna), Die Zeit (Zaman), Newsweek (Haftalık Haber). Aslında, Batı medyasının nabzını tutmak için, bunlar ziyadesiyle yetiyor. New York Times, The Guardian, Businessweek'e de arada bakıyorum. Özellikle Türkiye ile ilgili bir şey olduğu zaman…
Şaşırtıcı olay şu: Bir bakıyorsunuz hepsi ağız birliği etmiş gibi Tayyip Erdoğan'ı yere göğe sığdıramıyorlar. Nobel Barış ödülü öneren mi istersiniz, yılın siyasetçisi seçen mi; demeyin gitsin…
Sonra, özellikle 2008'den sonra, Tezkere'den, One Minute'den, hafif bağımsızlık türkülerinden sonra birden Tayyip Erdoğan'a hepsi birden saldırıya geçiyorlar. İnanılır gibi değil. Birinin elinde bir değnek var. Diyelim bir orkestra şefinin. Bu orkestra şefi bir sistemi temsil etsin mesela. O şef bir işaret veriyor, hepsi birden aynı anda, aynı gerekçe ve tavırla övgü düzmeye başlarken, aynı şef birden işareti değiştirince, hepsi birden inanılmaz bir zamanlama ritmi ile 180 derece dönüp bu kez aynı kişiye ve ülkeye saldırmaya başlıyorlar…
Örneğin 3. Köprü, Marmaray, Avrasya Tüneli, İzmir otoyolu, hızlı trenler, duble yollar, sağlık sisteminde iyileştirme… Bunlarla hiçbir dertleri yok… Ama konu, Yeni Havalimanı'na gelince, 'Cızzz!'… Zülfüyare dokunuyor o çünkü… Batı'nın, özelikle bazı ülkelerinin âli çıkarlarına ters düşüyor ya, her şey mübah.
Bunlar bir de PKK, Ermenistan meselelerimizde mutabakat içindeler. Bir bakıyorsunuz değnek hareket ediyor. Çıt yok. Hatta PKK 'alçak bir terör örgütü'… Sonra hooop! Bir hareket daha hepsi birden PKK'yı bağrına basmaya başlıyor…
Olumsuzlayacakları Türkiye'ye ya da Sayın Cumhurbaşkanı'na saldırmak için bir 'araştırma' mı yapacaklar. Geliyorlar buraya. Önceden belledikleri (embedded, 'yerleştirilmiş' diye çevriliyor) gazeteci veya akademisyenlerden en fazla ikisiyle görüşüp araştırmayı tamamlıyorlar…
Ya da bizim 'ecnebi aydın' gidip bunları buluyor, o saldırı dönemi söz konusu ise. Yoksa bizimkilerin yüzlerine bakacak halleri yoktur hani… Türkiye'de kamu vicdanında kendine yer bulamayanlar, kendilerini bu Batılı 'çıkar gruplarının' alet çantası haline getirmiş kurum ve mecraların vicdansızlığında 'yuvalanma' şansı arıyorlar…
Bu nedenle Selahattin Demirtaş'ın Avrupa'da attığı sempati turlarını hiç yadırgamadım. Bu her zaman böyle olmuştur. Zamanlaması da iyidir doğrusu… Hemen alıcı bulur.
En 'iyilerinden' birini bulmuş da zaten: David Ignatius… Ona bir güzel röportaj vermiş. Kimdir arkadaş? Cumhurbaşkanı'nı Davos'ta tahrik edip 'One Minute' çekmesine neden olan moderatör, ABD'li gazeteci, CIA'ye yakınlığıyla bilinen yazar (Leonardo Di Caprio ile Russel Crowe'un başrolleri paylaştıkları bence hayli 'öğretici'(!) CIA filmi “Body of Lies" en önemli eseri) …
Ignatius, Washington Post'ta kaleme aldığı makalede, Demirtaş'ı alıntılamış: “ABD'nin İncirlik anlaşmasında Kürtlere ihanet ettiğine inanmıyorum... IŞİD'e karşı alınacak her tedbiri desteklerim" demiş (Eş)Başkan ve Suruç saldırısıyla ilgili de şöyle devam etmiş: “Cumhurbaşkanı bu ülkede olan her şeyi biliyor. Türk güvenlik güçleri, bir şekilde bu tip saldırıları engellemedi ya da hiçbir önlem almadı".
Demirtaş, Ignatius'a, gelecek seçimde hedeflerinin yüzde 20 olduğunu, söylemiş. O da yazmış…
Ignatius'un başka neler yumurtladığını merak edenler internetten okuyabilirler.
Biraz tarih bilinci, biraz bağlantılı düşünme yeteneği ile sorunun yanıtı hemen bulunur: Kim şimdiye kadar Batı'dan medet umup, ona sırtını yaslayarak zafer kazanmış bu ülkede?..
Bir garip fıkra…
Son günlerde olup bitenler, bana son derece (felsefî anlamda) absürd (uyumsuz) ancak bir o kadar da çarpıcı ve öğretici bir fıkrayı çağrıştırdı. Benim en beğendiğim fıkralar arasındadır aslında. Bugün sadece onu sizinle paylaşmakla yetinip, siyasi yazı beklentisi içinde olanlara, “Arif olan anlar!" diyeceğim… Anlaşılmazsam, bağışlana…
***
Fıkra klasik bir girişle başlıyor. Ülkelerden birinde hükümdar dünya güzeli gencecik kızını evlendirecektir. O dönemde iktidar bilek gücü kuvvetiyle elde edilir ve tutulurmuş (Ya şimdilerde?..). Üretim araçları, enerji mülkiyeti ve bilgiyle değil…
Bu nedenle hükümdar bütün ülkeye haber salmış. “Şatosunun bahçesinde duran, kimselerin yüzlerce yıldır kımıldatamadığı, dev gibi bir taşı yerinden kaldırıp 10 adım taşıyacak kişiye kızımı vereceğim" demiş.
O gün gelmiş. Memleketin bütün yağız delikanlıları, dev gibi güçlü savaşçıları toplanıp gelmişler şölene… Kuralar çekilmiş. Her biri sırayla taşın altına doğru hamle etmiş. Ikınmışlar. Sıkınmışlar. Bağırmışlar. Çığırmışlar. Ancak taş yerinden kıpırdamamış. Birinci, ikinci, üçüncü derken 50'nci ve sonuncu pehlivan da asılmış taşa. Taş bana mısın, dememiş…
Halkta bir düş kırıklığı. Hükümdarda ve kızında o düş kırıklığının iki katı…
Fakat o ne?.. Halkın arasından cılız, çelimsiz, ufacık tefecik bir genç titreye titreye atmış kendisini ortalığa. Muhafızlar hemen önünü kesmişler. Hükümdar, “Hele bırakın gelsin!" kabilinden bir el işareti yapmış.
Bizim ufaklık, “Bir kere de benim denememe müsaade et haşmetli hükümdarım!" diye inlemiş… Bütün meydan gülmeye başlamış… Bizimki yalvarıyor… Güzel prensesin de ilgisini çekmiş, bu ısrar ve istek… Tam hükümdar “Vurun şunun kafasını, bu ne cüret, cesaret" diyecek, bir bakmış, millet eğleniyor; kızı da gülüyor… Kafası ile, “Bırakın bakalım denesin, eğleniriz" gibilerinden bir işaret vermiş…
Bizim çelimsiz gelmiş taşın yanına. Girmiş iyice altına. Asılmış, asılmış, asılmış, bütün gücüyle abanmış…
Sonunda…
Sonunda da kaldıramamış…
***
Evet, fıkra burada bitiyor. Dedik ya; “Arif olan anlar". Bizce Yeni Şafak okurlarının tamamı da ariftir zaten.
Şaşırtıcı olay şu: Bir bakıyorsunuz hepsi ağız birliği etmiş gibi Tayyip Erdoğan'ı yere göğe sığdıramıyorlar. Nobel Barış ödülü öneren mi istersiniz, yılın siyasetçisi seçen mi; demeyin gitsin…
Sonra, özellikle 2008'den sonra, Tezkere'den, One Minute'den, hafif bağımsızlık türkülerinden sonra birden Tayyip Erdoğan'a hepsi birden saldırıya geçiyorlar. İnanılır gibi değil. Birinin elinde bir değnek var. Diyelim bir orkestra şefinin. Bu orkestra şefi bir sistemi temsil etsin mesela. O şef bir işaret veriyor, hepsi birden aynı anda, aynı gerekçe ve tavırla övgü düzmeye başlarken, aynı şef birden işareti değiştirince, hepsi birden inanılmaz bir zamanlama ritmi ile 180 derece dönüp bu kez aynı kişiye ve ülkeye saldırmaya başlıyorlar…
Örneğin 3. Köprü, Marmaray, Avrasya Tüneli, İzmir otoyolu, hızlı trenler, duble yollar, sağlık sisteminde iyileştirme… Bunlarla hiçbir dertleri yok… Ama konu, Yeni Havalimanı'na gelince, 'Cızzz!'… Zülfüyare dokunuyor o çünkü… Batı'nın, özelikle bazı ülkelerinin âli çıkarlarına ters düşüyor ya, her şey mübah.
Bunlar bir de PKK, Ermenistan meselelerimizde mutabakat içindeler. Bir bakıyorsunuz değnek hareket ediyor. Çıt yok. Hatta PKK 'alçak bir terör örgütü'… Sonra hooop! Bir hareket daha hepsi birden PKK'yı bağrına basmaya başlıyor…
Olumsuzlayacakları Türkiye'ye ya da Sayın Cumhurbaşkanı'na saldırmak için bir 'araştırma' mı yapacaklar. Geliyorlar buraya. Önceden belledikleri (embedded, 'yerleştirilmiş' diye çevriliyor) gazeteci veya akademisyenlerden en fazla ikisiyle görüşüp araştırmayı tamamlıyorlar…
Ya da bizim 'ecnebi aydın' gidip bunları buluyor, o saldırı dönemi söz konusu ise. Yoksa bizimkilerin yüzlerine bakacak halleri yoktur hani… Türkiye'de kamu vicdanında kendine yer bulamayanlar, kendilerini bu Batılı 'çıkar gruplarının' alet çantası haline getirmiş kurum ve mecraların vicdansızlığında 'yuvalanma' şansı arıyorlar…
Bu nedenle Selahattin Demirtaş'ın Avrupa'da attığı sempati turlarını hiç yadırgamadım. Bu her zaman böyle olmuştur. Zamanlaması da iyidir doğrusu… Hemen alıcı bulur.
En 'iyilerinden' birini bulmuş da zaten: David Ignatius… Ona bir güzel röportaj vermiş. Kimdir arkadaş? Cumhurbaşkanı'nı Davos'ta tahrik edip 'One Minute' çekmesine neden olan moderatör, ABD'li gazeteci, CIA'ye yakınlığıyla bilinen yazar (Leonardo Di Caprio ile Russel Crowe'un başrolleri paylaştıkları bence hayli 'öğretici'(!) CIA filmi “Body of Lies" en önemli eseri) …
Ignatius, Washington Post'ta kaleme aldığı makalede, Demirtaş'ı alıntılamış: “ABD'nin İncirlik anlaşmasında Kürtlere ihanet ettiğine inanmıyorum... IŞİD'e karşı alınacak her tedbiri desteklerim" demiş (Eş)Başkan ve Suruç saldırısıyla ilgili de şöyle devam etmiş: “Cumhurbaşkanı bu ülkede olan her şeyi biliyor. Türk güvenlik güçleri, bir şekilde bu tip saldırıları engellemedi ya da hiçbir önlem almadı".
Demirtaş, Ignatius'a, gelecek seçimde hedeflerinin yüzde 20 olduğunu, söylemiş. O da yazmış…
Ignatius'un başka neler yumurtladığını merak edenler internetten okuyabilirler.
Biraz tarih bilinci, biraz bağlantılı düşünme yeteneği ile sorunun yanıtı hemen bulunur: Kim şimdiye kadar Batı'dan medet umup, ona sırtını yaslayarak zafer kazanmış bu ülkede?..
Bir garip fıkra…
Son günlerde olup bitenler, bana son derece (felsefî anlamda) absürd (uyumsuz) ancak bir o kadar da çarpıcı ve öğretici bir fıkrayı çağrıştırdı. Benim en beğendiğim fıkralar arasındadır aslında. Bugün sadece onu sizinle paylaşmakla yetinip, siyasi yazı beklentisi içinde olanlara, “Arif olan anlar!" diyeceğim… Anlaşılmazsam, bağışlana…
***
Fıkra klasik bir girişle başlıyor. Ülkelerden birinde hükümdar dünya güzeli gencecik kızını evlendirecektir. O dönemde iktidar bilek gücü kuvvetiyle elde edilir ve tutulurmuş (Ya şimdilerde?..). Üretim araçları, enerji mülkiyeti ve bilgiyle değil…
Bu nedenle hükümdar bütün ülkeye haber salmış. “Şatosunun bahçesinde duran, kimselerin yüzlerce yıldır kımıldatamadığı, dev gibi bir taşı yerinden kaldırıp 10 adım taşıyacak kişiye kızımı vereceğim" demiş.
O gün gelmiş. Memleketin bütün yağız delikanlıları, dev gibi güçlü savaşçıları toplanıp gelmişler şölene… Kuralar çekilmiş. Her biri sırayla taşın altına doğru hamle etmiş. Ikınmışlar. Sıkınmışlar. Bağırmışlar. Çığırmışlar. Ancak taş yerinden kıpırdamamış. Birinci, ikinci, üçüncü derken 50'nci ve sonuncu pehlivan da asılmış taşa. Taş bana mısın, dememiş…
Halkta bir düş kırıklığı. Hükümdarda ve kızında o düş kırıklığının iki katı…
Fakat o ne?.. Halkın arasından cılız, çelimsiz, ufacık tefecik bir genç titreye titreye atmış kendisini ortalığa. Muhafızlar hemen önünü kesmişler. Hükümdar, “Hele bırakın gelsin!" kabilinden bir el işareti yapmış.
Bizim ufaklık, “Bir kere de benim denememe müsaade et haşmetli hükümdarım!" diye inlemiş… Bütün meydan gülmeye başlamış… Bizimki yalvarıyor… Güzel prensesin de ilgisini çekmiş, bu ısrar ve istek… Tam hükümdar “Vurun şunun kafasını, bu ne cüret, cesaret" diyecek, bir bakmış, millet eğleniyor; kızı da gülüyor… Kafası ile, “Bırakın bakalım denesin, eğleniriz" gibilerinden bir işaret vermiş…
Bizim çelimsiz gelmiş taşın yanına. Girmiş iyice altına. Asılmış, asılmış, asılmış, bütün gücüyle abanmış…
Sonunda…
Sonunda da kaldıramamış…
***
Evet, fıkra burada bitiyor. Dedik ya; “Arif olan anlar". Bizce Yeni Şafak okurlarının tamamı da ariftir zaten.