Sistematik iletişim saldırısı karşısında biz ne yapıyoruz?..
16 şubat 2016 yeni şafak
Pazar günü New York Times'a şöyle bir baktım. Güneydoğu'da Silahlı Kuvvetlerin teröristlere karşı yürüttüğü savaştan 'Civil War' (İç Savaş) diye söz ediyordu… İngiliz ve Alman basınında ayrıca sıklıkla şu yorumlara rastladım: “The Turkish Army kills its own citizens" (Türk Ordusu kendi vatandaşlarını öldürüyor…)
Hani Oscar Adayı Spotlight adlı filmi görüp “Batı tipi araştırmacı gazetecilik işte böyle olur" diye ahkâm kesenler var ya; bu ecnebi aydınlarımızın, Batı basınının Türkiye ile ilgili göstermek istediği her türlü resmin kasıtlı olarak nasıl çarpıtıldığını anlamaları için, sadece o haberlerin nasıl yazıldığına bakmaları yeterli olabilirdi aslında.
Bunlar gelip Türkiye'de sadece belli kesimlere ait, adları sanki önceden listelenip Batı basınına dağıtılmış, 10-15 kişi arasından hadi taş çatlasa üç kişiyle görüşüp, derin tahlil yazıları yazıyor ve çok kesin karar ve hüküm cümlelerine varıyorlar…
Türkiye aleyhine yapılmış en çarpıcı propaganda filmi ise aşırı sağcı Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi (UKIP)'in imzasını taşıyor. Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girmesi halinde İngiltere'nin karşılaşacağı zorlukları anlatan kısa film, son derece etkili.
Açıkça ifade edelim. Doğru yanlış son derece çarpıcı rakamlar, infografiklerle dolu, Türkiye'de çekilmiş, son dedece iyi görünümlü bir sunucu hanımefendinin, hayli inandırıcı vücut dili ile anlattığı 'hikâye' yaklaşık dört dakika sürüyor. Cameron'un Türkiye'nin AB'ye alınmasından yana olduğu ve bunun İngiliz halkı için korkunç bir şey olacağı ifade ediliyor.
Bu kısa filmin etkisi ve Batı basınının tek yanlı ve kasıtlı yayınlarının ciddi alıcı bulabilmelerinin en önemli sebebi, Türkiye'nin kendini neredeyse sadece siyasi liderleri ve dış politika kanalları vasıtasıyla ifade etmesinin sanki yeterli olacağına inandığı algısını yaratması veKamu Diplomasisi araçlarını hiç mi hiç kullanmaması; ya da kullanamaması…
Söz konusu filmi, sürekli minare ve türbanlı kadın görüntüleri vererek, İslamofobik bir tutum içinde olmakla eleştirenler de var tabii. AB yanlısı sivil toplum örgütleri ve bazı milletvekilleri tarafından tepkiyle karşılanan filmde, Türkiye'nin AB'ye girmesi halinde, 15 milyon Türk'ün İngiltere'ye göç edeceği de öne sürülüyor; sonunda da İngiliz halkından, Birleşik Krallık'ın AB'den çıkıp çıkmayacağına karar verilecek referandumda, “Çıkalım" oyu vermeleri isteniyor.
Bu ve medyadaki son derece etkili ve agresif tezvirat kampanyaları karşısında bizim tarafın 'soft power' (yumuşak güç) bahsinde, çok farklı alanlarda ne yaptığına ilişkin çarpıcı örnekler de var.
Bu yıl 4'üncü 'gurur yılını' idrak eden British Kebab Awardsmesela… Benim de izleme fırsatını elde ettiğim, Başbakan Sayın Davutoğlu'nu 2013 Mart'ında, Dışişleri Bakanı iken, London School of Economics'e konferans vermesi için davet eden Contemporary Turkish Studies ile adı sık sık karıştırılan Centre for Turkey Studies, (CEFTUS), Britanya Kebap Ödülleri'nin de destekçisi imiş. Bu ödül töreninden elde edilecek gelir CEFTUS'a kalacakmış…
Şaka değil… Son derece ciddi…
Evet kamu diplomasi alanındaki durum, en azından bize yansıdığı kadarıyla budur. Belki daha muazzam işler yapılıyordur da bizim haberimiz yoktur.
Web sitesinde 14 kategoride Short List, Kısa Liste olarak bir dolu Londra kebapçısının adı yayınlanmış. İstanbul'da bu kadar çok kebapçı kısa listeye girer miydi, kestiremedim doğrusu…
Britanya Kebap Ödülleri'nin kurucusu İbrahim Doguş Bey demiş ki “Oylama 10 Mart 2016'ya kadar devam ediyor. Oy kullanabilirsiniz. Ödül töreni ise 23 Mart'ta yapılacak."
Sistemi tam anlayamadıysam da işin içinde CEFTUS olduğu için ciddiye almalı, diye düşündüm. Bir de Büyük Jüri varmış çünkü. O belirleyecekmiş nihai sonucu.
İbrahim Bey'in dışında jüride milletvekilleri Nadhim Zahawi veKeith Vaz, iş adamları Mustafa Topkaya, Rami Ranger, mali danışman Altan Kemal ve avukat Shany Gupta bulunuyormuş.
Katılmak veya sponsor olmak isteyenler için İbrahim Doğuş bey telefonunu ve mail adresini de vermiş: 07525185288 veyainfo@ceftus.org
Tebrikler…
KSS projesi arayan özel sektöre fırsat…
30 yıldır fotoğrafçılık yapan İtalyan asıllı Dario Mitidieri'nin “Lost Family Portraits – Kayıp Aile Portreleri” adlı çalışmasından bazı örnekleri bizim gazetenin Pazar ekinde gördüğümde, 'aile' ile'çaresizlik' kavramlarının yan yana geldiğinde ister istemez insanı hüzünlendirdiğini geçirdim aklımdan. Boş iskemle ya da iskemleler, ya da fotoğraf karesinde olmayan eşine sarılmak için boşluğa uzatılan kol… Sernur Yassıkaya, Esed rejiminin katliamlarından kaçarken kaybettikleri aile bireylerinin acısıyla mülteci kamplarına sığınan bu kederli insanları fotoğraflayan Mitidieri ile röportaj yapmış. Mitidieri, Lübnan'daki mülteci aileleriyle yaptığı görüşmelerin, çektiği fotoğrafların karanlık ışığında diyor ki: “Suriye'deki durum Ruanda soykırımı gibi.'
Elbette öncelikle bu İtalyan fotoğrafçıyı Lübnan'daki mülteci kampında fotoğraf çekmeye yönelten nedenleri merak ettim. Mitidieri, Londra merkezli M&C Saatchi ile CAFOD adlı yardım kuruluşunun birlikte geliştirdikleri bir çalışma nedeniyle kendisine gelen bu teklifi kabul etmiş ve görevini bihakkın yerine getirmiş. CAFOD Caritas International, 160 ülkede faaliyet gösteren bir hayır kurumunun Britanya kanadıymış. Çalışmanın amacı da Lübnan'daki Suriyeli mültecilerin çaresizliğine dikkat çekmekmiş. Başarmışlar bence.
Röportajı yapan kardeşimiz, Türkiye'nin 2.5 milyon Suriyeli mülteciye ev sahipliği yaptığını hatırlatırken, Lübnan'ın 1 milyon, Ürdün'ün ise 630 bin civarında mülteciyi barındırdığı bilgisini de vermiş. Lübnan'ın Bekaa Vadisi'nde kurduğu iki mülteci kampında fotoğraflar çeken Mitidieri, kamplardaki şartların son derece kötü olduğunu söylemiş. Kendisinin görmediği bazı kamplardaki durumun ise 'ürkütücü' olduğunu belirtip, “Hiç kimse 2016'da bu şekilde yaşamayı hak etmiyor” demiş.
Türkiye, dünyanın görüp göreceği en büyük sosyal sorumluluk davasının üstesinden gelmeye çalışırken, özel sektörün de M&C Saatchi ve CAFOD işbirliğine benzer ya da tamamen özgün projelerle bu büyük insanlık trajedisine destek vermesi gerekiyor. Sadece gerekmiyor, bir durum bir fırsat da oluşturuyor…
Günümüzde Kurumsal Sosyal Sorumluluk (KSS) ile HayırHasenat işi arasında büyük farklar var. Hayır Hasenat'ın reklamı olmazken, KSS kurumsal itibarın güçlendirilmesi için bir araç olarak ortaya çıkıyor. Bir tür dolaylı pazarlama aracı… O nedenle de pek çok konuda olduğu gibi burada da rekabetten ayrışmak, taklitçilik yapmamak çok belirleyici bir unsur… Genel eğilim, sağlık, eğitim, çevre konularında KSS projeleri oluşturmaya yönelik… İşte ayrışmak için bir fırsat. Hele de güçlü KSS bütçeleri ayırabilen büyük firmalar için…
Hani Oscar Adayı Spotlight adlı filmi görüp “Batı tipi araştırmacı gazetecilik işte böyle olur" diye ahkâm kesenler var ya; bu ecnebi aydınlarımızın, Batı basınının Türkiye ile ilgili göstermek istediği her türlü resmin kasıtlı olarak nasıl çarpıtıldığını anlamaları için, sadece o haberlerin nasıl yazıldığına bakmaları yeterli olabilirdi aslında.
Bunlar gelip Türkiye'de sadece belli kesimlere ait, adları sanki önceden listelenip Batı basınına dağıtılmış, 10-15 kişi arasından hadi taş çatlasa üç kişiyle görüşüp, derin tahlil yazıları yazıyor ve çok kesin karar ve hüküm cümlelerine varıyorlar…
Türkiye aleyhine yapılmış en çarpıcı propaganda filmi ise aşırı sağcı Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi (UKIP)'in imzasını taşıyor. Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girmesi halinde İngiltere'nin karşılaşacağı zorlukları anlatan kısa film, son derece etkili.
Açıkça ifade edelim. Doğru yanlış son derece çarpıcı rakamlar, infografiklerle dolu, Türkiye'de çekilmiş, son dedece iyi görünümlü bir sunucu hanımefendinin, hayli inandırıcı vücut dili ile anlattığı 'hikâye' yaklaşık dört dakika sürüyor. Cameron'un Türkiye'nin AB'ye alınmasından yana olduğu ve bunun İngiliz halkı için korkunç bir şey olacağı ifade ediliyor.
Bu kısa filmin etkisi ve Batı basınının tek yanlı ve kasıtlı yayınlarının ciddi alıcı bulabilmelerinin en önemli sebebi, Türkiye'nin kendini neredeyse sadece siyasi liderleri ve dış politika kanalları vasıtasıyla ifade etmesinin sanki yeterli olacağına inandığı algısını yaratması veKamu Diplomasisi araçlarını hiç mi hiç kullanmaması; ya da kullanamaması…
Söz konusu filmi, sürekli minare ve türbanlı kadın görüntüleri vererek, İslamofobik bir tutum içinde olmakla eleştirenler de var tabii. AB yanlısı sivil toplum örgütleri ve bazı milletvekilleri tarafından tepkiyle karşılanan filmde, Türkiye'nin AB'ye girmesi halinde, 15 milyon Türk'ün İngiltere'ye göç edeceği de öne sürülüyor; sonunda da İngiliz halkından, Birleşik Krallık'ın AB'den çıkıp çıkmayacağına karar verilecek referandumda, “Çıkalım" oyu vermeleri isteniyor.
Bu ve medyadaki son derece etkili ve agresif tezvirat kampanyaları karşısında bizim tarafın 'soft power' (yumuşak güç) bahsinde, çok farklı alanlarda ne yaptığına ilişkin çarpıcı örnekler de var.
Bu yıl 4'üncü 'gurur yılını' idrak eden British Kebab Awardsmesela… Benim de izleme fırsatını elde ettiğim, Başbakan Sayın Davutoğlu'nu 2013 Mart'ında, Dışişleri Bakanı iken, London School of Economics'e konferans vermesi için davet eden Contemporary Turkish Studies ile adı sık sık karıştırılan Centre for Turkey Studies, (CEFTUS), Britanya Kebap Ödülleri'nin de destekçisi imiş. Bu ödül töreninden elde edilecek gelir CEFTUS'a kalacakmış…
Şaka değil… Son derece ciddi…
Evet kamu diplomasi alanındaki durum, en azından bize yansıdığı kadarıyla budur. Belki daha muazzam işler yapılıyordur da bizim haberimiz yoktur.
Web sitesinde 14 kategoride Short List, Kısa Liste olarak bir dolu Londra kebapçısının adı yayınlanmış. İstanbul'da bu kadar çok kebapçı kısa listeye girer miydi, kestiremedim doğrusu…
Britanya Kebap Ödülleri'nin kurucusu İbrahim Doguş Bey demiş ki “Oylama 10 Mart 2016'ya kadar devam ediyor. Oy kullanabilirsiniz. Ödül töreni ise 23 Mart'ta yapılacak."
Sistemi tam anlayamadıysam da işin içinde CEFTUS olduğu için ciddiye almalı, diye düşündüm. Bir de Büyük Jüri varmış çünkü. O belirleyecekmiş nihai sonucu.
İbrahim Bey'in dışında jüride milletvekilleri Nadhim Zahawi veKeith Vaz, iş adamları Mustafa Topkaya, Rami Ranger, mali danışman Altan Kemal ve avukat Shany Gupta bulunuyormuş.
Katılmak veya sponsor olmak isteyenler için İbrahim Doğuş bey telefonunu ve mail adresini de vermiş: 07525185288 veyainfo@ceftus.org
Tebrikler…
KSS projesi arayan özel sektöre fırsat…
30 yıldır fotoğrafçılık yapan İtalyan asıllı Dario Mitidieri'nin “Lost Family Portraits – Kayıp Aile Portreleri” adlı çalışmasından bazı örnekleri bizim gazetenin Pazar ekinde gördüğümde, 'aile' ile'çaresizlik' kavramlarının yan yana geldiğinde ister istemez insanı hüzünlendirdiğini geçirdim aklımdan. Boş iskemle ya da iskemleler, ya da fotoğraf karesinde olmayan eşine sarılmak için boşluğa uzatılan kol… Sernur Yassıkaya, Esed rejiminin katliamlarından kaçarken kaybettikleri aile bireylerinin acısıyla mülteci kamplarına sığınan bu kederli insanları fotoğraflayan Mitidieri ile röportaj yapmış. Mitidieri, Lübnan'daki mülteci aileleriyle yaptığı görüşmelerin, çektiği fotoğrafların karanlık ışığında diyor ki: “Suriye'deki durum Ruanda soykırımı gibi.'
Elbette öncelikle bu İtalyan fotoğrafçıyı Lübnan'daki mülteci kampında fotoğraf çekmeye yönelten nedenleri merak ettim. Mitidieri, Londra merkezli M&C Saatchi ile CAFOD adlı yardım kuruluşunun birlikte geliştirdikleri bir çalışma nedeniyle kendisine gelen bu teklifi kabul etmiş ve görevini bihakkın yerine getirmiş. CAFOD Caritas International, 160 ülkede faaliyet gösteren bir hayır kurumunun Britanya kanadıymış. Çalışmanın amacı da Lübnan'daki Suriyeli mültecilerin çaresizliğine dikkat çekmekmiş. Başarmışlar bence.
Röportajı yapan kardeşimiz, Türkiye'nin 2.5 milyon Suriyeli mülteciye ev sahipliği yaptığını hatırlatırken, Lübnan'ın 1 milyon, Ürdün'ün ise 630 bin civarında mülteciyi barındırdığı bilgisini de vermiş. Lübnan'ın Bekaa Vadisi'nde kurduğu iki mülteci kampında fotoğraflar çeken Mitidieri, kamplardaki şartların son derece kötü olduğunu söylemiş. Kendisinin görmediği bazı kamplardaki durumun ise 'ürkütücü' olduğunu belirtip, “Hiç kimse 2016'da bu şekilde yaşamayı hak etmiyor” demiş.
Türkiye, dünyanın görüp göreceği en büyük sosyal sorumluluk davasının üstesinden gelmeye çalışırken, özel sektörün de M&C Saatchi ve CAFOD işbirliğine benzer ya da tamamen özgün projelerle bu büyük insanlık trajedisine destek vermesi gerekiyor. Sadece gerekmiyor, bir durum bir fırsat da oluşturuyor…
Günümüzde Kurumsal Sosyal Sorumluluk (KSS) ile HayırHasenat işi arasında büyük farklar var. Hayır Hasenat'ın reklamı olmazken, KSS kurumsal itibarın güçlendirilmesi için bir araç olarak ortaya çıkıyor. Bir tür dolaylı pazarlama aracı… O nedenle de pek çok konuda olduğu gibi burada da rekabetten ayrışmak, taklitçilik yapmamak çok belirleyici bir unsur… Genel eğilim, sağlık, eğitim, çevre konularında KSS projeleri oluşturmaya yönelik… İşte ayrışmak için bir fırsat. Hele de güçlü KSS bütçeleri ayırabilen büyük firmalar için…