Siyasi iletişimde ‘tesanüt’ün değeri üzerine
29 kasım 2014
Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci, Lüksemburg temaslarını tamamladıktan sonra gazetecilerle sohbet ederken Merkez Bankası’nın faiz politikasına ilişkin olarak demiş ki:
“Maliye Bakanı’nın öncelikleri ve yorumlarıyla Ekonomi Bakanı’nın öncelikleri ve yorumları arasında fark olması son derece doğaldır”
Siyasi iletişimde tesanütün mü yoksa CHP kadrolarında görüldüğü gibi farklılıkların mı hedef kitle nezdinde olumlu algılandığını soracak olsak, bu basit sorunun yanıtını geçmiş seçim sonuçları bize söyleyecektir. Tesanüt (Dayanışma) aynı zamanda uyumun, harmoninin ve en önemlisi kendi içinde tutarlılığın lokomotifidir çünkü. Zaman içinde gelişen yeni olaylarla, aynı dünya görüşünü paylaşan insanların kendi alanlarında ortaya koydukları bir siyasi vaadi elbirliğiyle gerçekleştiriyor olmaları, hedef kitle nezdinde paha biçilmez değerde bir ‘güven algısı’ olarak belleklerde yerini alır. Unutulmasın ki bu ‘güven algısı’nı oluşturan tesanüt ve uyumun, ‘emir komuta zinciri’ diye küçümsenen çalışma tarzıyla da uzaktan yakından alâkası yoktur. Dayanışmada dünya görüşüne hizmet eden bir özgür irade söz konusu olacağı için, gözle görülecek kadar somut bu uyum, ‘emir komuta zinciri’ne benzetilen robotik bir tek sesliliğin siyasi vaadiyle kendisini derhal ayrıştıracaktır. Bu nedenle ‘farklı şeyler söylemek’, siyasi iletişimde sanıldığı kadar mazhariyet değil, bir tür ‘kakofoni’ olarak algılanır.
Sayın Davutoğlu hükümeti ile birlikte görülen ‘’çok sesliliğin’’ ortak siyasi iletişim diline hizmet ediyor olmasına dikkat çekmiştik. Sayın Davutoğlu ve yanı sıra Yalçın Akdoğan, Bülent Arınç, Numan Kurtulmuş, Mevlüt Çavuşoğlu, Beşir Atalay gibi liderlerin açıklamalarının da sık sık medyaya yansımasının siyasi iletişim adına güçlü bir artı olduğunu ifade ederken, bu çerçevede ‘tesanüdün’ ortak siyasi vaadlere olan katkısını da eklemeyi ihmal etmemeliyiz.
Tesanütün olmayışının, CHP’nin başına gelen her kafadan ayrı bir ses çıkarma becerisinin (!) seçim sandığına nasıl yansıdığını hepimiz gayet iyi biliyoruz. Sayın Davutoğlu’nun masasındaki son seçim anketinden haberdar olduğumuzda (Kobani olaylarının hemen ardından ve 10-14 Ekim tarihleri arasında yapılmıştı) sonuçlar şöyleydi:
Pollmark’ın araştırmasına göre AK Parti % 50.4’le oy oranını biraz da artırarak korurken, CHP 24.4, MHP ise % 13.1’de kalmıştı. Şu günlerde özellikle sosyal medyada Sonar’ın araştırması konuşuluyor. Bu araştırmada “Bu Pazar günü seçim olsa kime oy verirdiniz?” diye sorulduğunda, yanıtların oranı şöyle çıkmış:
AK Parti: %37.17, CHP: %27.01, MHP:%17.13 ve Diğer: %18.69
Şu ‘Diğer’ başlığı altında toplanan yüzde rakamını görünce ne diyeceğimizi bilemedik. CHP’nin iktidar özlemine ‘sindire sindire’ yaklaşıyor olduğunu gösteren rakama da şaşırdığımız söylenemez. Ancak AK Parti’nin Ekim’den bu yana yüzde 37’lere inebileceğine ikna olabilmemiz için hükümetin siyasi iletişim dilinde tesanütten en az CHP kadar uzakta, daldan dala bir çeşitleme sergilemiş olabileceğini kabullenmemiz gerekecek ki işte bu çok mümkün görünmüyor.
Siyasi iletişimde ‘tesanütün’ kıymetini bilmeli.
Şu ‘Y Kuşağı’nın bizdeki karşılığı ne ola ki?
Yine sektörün nabzını tutan, dikkat çekici konu ve konuklarıyla bir ‘Perakende Günleri’ etkinlikleri toplamını geride bıraktık. 14 yıldır; dile kolay. Şu sıralarda ‘Y Kuşağı’ meselesine kafamızı ciddi biçimde takmış olduğumuzdan Perakende Günleri’nin konuk konuşmacılarından Konda Genel Müdürü Bekir Ağırdır kardeşimizin şu tespitlerine özellikle dikkat kesildik:
“Türkiye’de 19 milyon genç var ve 2 milyonu Y Kuşağı. Buna göre şirket akışını kurgulayamazsınız. Aile hâlâ Türkiye toplumu için en önemli özne ve bir aile için önemli olan çocuğunun eğitimli ve başarılı olması. Dolayısıya marka ve reklam kampanyaları aile kavramları üzerinden yapılmalıdır.”
Geçtiğimiz günlerde de ‘Anneler hakkında ne biliyoruz ki?’ başlığıyla yazdığımız yazıda kentli anneler için yapılan tarafından yapılan Annemetre Araştırması’nın sonuçlarına işaret etmeye çalışmıştık. (Kentli annelerin yaklaşık %20’sinin çalışıyor ve üniversite mezunu annelerin de %40’ının çalışmıyor olmasının bizim aile hayatımızla ilgili neler anlattığının bilmiyorum ne kadar farkındayız?)
Y Kuşağı meselesinde de, (1980-2000 yılları arasında doğan çocuklarımız) çok tuhaf bir abartı seziliyor. Batılı referanslarla yapılan değerlendirmeler sonucunda yamultulmuş bir algılamayla kendi kendimizi kandırmaya devam ediyoruz. Açıklıkla ifade edelim ki, Bekir Ağırdır’ın sözünü ettiği ‘19 milyon gencimizin 2 milyonunun Y Kuşağı’ olmasının anlamı üzerinde doğru tahliller yapmamız gerekiyor.
Hepimiz tam anlamıyla Batılı standartlarla yetiştirilmiş, fazlasıyla meraklı, hobilerinin içinde kendini kaybeden ve kimseye eyvallahı olmayan bu kerameti kendinden menkul, cin olmadan adam çarpan evlatlarımızın çalışma ortamlarımızdaki aykırılıklarının pekala farkındayız ve bizim gibi yönetici amcalarına çektikleri ayarla da kendimize gelip, hayatımıza çeki düzen vermeye çalışıyoruz çalışmasına da, şunu da pekala gayet net biçimde gördüğümüzü söylemekten niçin kaçınalım ki?
19 milyon gencimizin 2 milyonu Y Kuşağı evet ama bu 2 milyonun acaba kaçta kaçı Batılı’nın tarif ettiği Y Kuşağı özelliklerine sahip? Özellikle uluslar arası şirketlerde gördüğümüz, çalışma ortamlarındaki amcalara, ablalara ayar çeken, müdanaasız gençlerimizin sayısal oranı sizce nedir? Bizce 2 milyonun %12’sidir.
Dikkate değer ama bu kadar da abartılır mı?
Bizce sorulması ve araştırılması gereken soru budur. Ve elbette asıl soru; Batı’nın tariflediği Y Kuşağı’nın bizdeki karşılığı nedir? Özellikleri nedir? Araştırmalı ve tanımlamalıyız. Çünkü bu tanım ortaya net olarak konulmadan seçim, siyaset ya da ekonomi, pazarlama stratejileri belirlenemez. Bir başka ifadeyle, hem 17 milyon hem de 2 milyonluk bu müthiş gençlik potansiyelini doğru tahlil etmeden ne söylesek nafile, diyelim.
Gidilecek yol hayli uzun
Pazartesi akşamı Yatırımcı İlişkileri Derneği’nin (TÜYİD) ikinci zirvesi ve ödül töreni vardı. Başkan Abdullah O. Kaya, Türkiye Sermaye Piyasaları Birliği (TSPB) Başkanı İlhami Koç ve Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) Başkanı Mehmet Büyükekşi çok önemli ve Türkiye’deki finans kapitalin derinliğine, geleceğine ışık tutan konuşmalar yaptı. İnternetten canlı yayınlanan ödül töreninde Büyükekşi’nin verdiği bir rakam bütün geceye damgasını vurdu: En büyük ihracatçı 1000 şirketten sadece 62’si halka açıkmış. Yani, daha gidilecek hayli uzun bir yol var.
Kuruluşların CEO ve CFO düzeyinde katıldığı törende kriterleri TÜYİD tarafından tespit edilmiş, değerlendirmesi KPMG tarafından yapılmış sonuçlara göre kategoriler ve birincilik ödülü alanlar şöyleydi:
Finansal Sonuç Açıklaması: Turkcell; Faaliyet Raporu: TAV; İnternet Sitesi: Türk Telekom; Ekonomi Kanalı: Bloomberg HT; Günlük Bülteni: Garanti Yatırım; Eğitim Kuruluşu: Anadolu Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü. (Toplam sonuçlar için Bkz: tuyid.org.tr)
“Maliye Bakanı’nın öncelikleri ve yorumlarıyla Ekonomi Bakanı’nın öncelikleri ve yorumları arasında fark olması son derece doğaldır”
Siyasi iletişimde tesanütün mü yoksa CHP kadrolarında görüldüğü gibi farklılıkların mı hedef kitle nezdinde olumlu algılandığını soracak olsak, bu basit sorunun yanıtını geçmiş seçim sonuçları bize söyleyecektir. Tesanüt (Dayanışma) aynı zamanda uyumun, harmoninin ve en önemlisi kendi içinde tutarlılığın lokomotifidir çünkü. Zaman içinde gelişen yeni olaylarla, aynı dünya görüşünü paylaşan insanların kendi alanlarında ortaya koydukları bir siyasi vaadi elbirliğiyle gerçekleştiriyor olmaları, hedef kitle nezdinde paha biçilmez değerde bir ‘güven algısı’ olarak belleklerde yerini alır. Unutulmasın ki bu ‘güven algısı’nı oluşturan tesanüt ve uyumun, ‘emir komuta zinciri’ diye küçümsenen çalışma tarzıyla da uzaktan yakından alâkası yoktur. Dayanışmada dünya görüşüne hizmet eden bir özgür irade söz konusu olacağı için, gözle görülecek kadar somut bu uyum, ‘emir komuta zinciri’ne benzetilen robotik bir tek sesliliğin siyasi vaadiyle kendisini derhal ayrıştıracaktır. Bu nedenle ‘farklı şeyler söylemek’, siyasi iletişimde sanıldığı kadar mazhariyet değil, bir tür ‘kakofoni’ olarak algılanır.
Sayın Davutoğlu hükümeti ile birlikte görülen ‘’çok sesliliğin’’ ortak siyasi iletişim diline hizmet ediyor olmasına dikkat çekmiştik. Sayın Davutoğlu ve yanı sıra Yalçın Akdoğan, Bülent Arınç, Numan Kurtulmuş, Mevlüt Çavuşoğlu, Beşir Atalay gibi liderlerin açıklamalarının da sık sık medyaya yansımasının siyasi iletişim adına güçlü bir artı olduğunu ifade ederken, bu çerçevede ‘tesanüdün’ ortak siyasi vaadlere olan katkısını da eklemeyi ihmal etmemeliyiz.
Tesanütün olmayışının, CHP’nin başına gelen her kafadan ayrı bir ses çıkarma becerisinin (!) seçim sandığına nasıl yansıdığını hepimiz gayet iyi biliyoruz. Sayın Davutoğlu’nun masasındaki son seçim anketinden haberdar olduğumuzda (Kobani olaylarının hemen ardından ve 10-14 Ekim tarihleri arasında yapılmıştı) sonuçlar şöyleydi:
Pollmark’ın araştırmasına göre AK Parti % 50.4’le oy oranını biraz da artırarak korurken, CHP 24.4, MHP ise % 13.1’de kalmıştı. Şu günlerde özellikle sosyal medyada Sonar’ın araştırması konuşuluyor. Bu araştırmada “Bu Pazar günü seçim olsa kime oy verirdiniz?” diye sorulduğunda, yanıtların oranı şöyle çıkmış:
AK Parti: %37.17, CHP: %27.01, MHP:%17.13 ve Diğer: %18.69
Şu ‘Diğer’ başlığı altında toplanan yüzde rakamını görünce ne diyeceğimizi bilemedik. CHP’nin iktidar özlemine ‘sindire sindire’ yaklaşıyor olduğunu gösteren rakama da şaşırdığımız söylenemez. Ancak AK Parti’nin Ekim’den bu yana yüzde 37’lere inebileceğine ikna olabilmemiz için hükümetin siyasi iletişim dilinde tesanütten en az CHP kadar uzakta, daldan dala bir çeşitleme sergilemiş olabileceğini kabullenmemiz gerekecek ki işte bu çok mümkün görünmüyor.
Siyasi iletişimde ‘tesanütün’ kıymetini bilmeli.
Şu ‘Y Kuşağı’nın bizdeki karşılığı ne ola ki?
Yine sektörün nabzını tutan, dikkat çekici konu ve konuklarıyla bir ‘Perakende Günleri’ etkinlikleri toplamını geride bıraktık. 14 yıldır; dile kolay. Şu sıralarda ‘Y Kuşağı’ meselesine kafamızı ciddi biçimde takmış olduğumuzdan Perakende Günleri’nin konuk konuşmacılarından Konda Genel Müdürü Bekir Ağırdır kardeşimizin şu tespitlerine özellikle dikkat kesildik:
“Türkiye’de 19 milyon genç var ve 2 milyonu Y Kuşağı. Buna göre şirket akışını kurgulayamazsınız. Aile hâlâ Türkiye toplumu için en önemli özne ve bir aile için önemli olan çocuğunun eğitimli ve başarılı olması. Dolayısıya marka ve reklam kampanyaları aile kavramları üzerinden yapılmalıdır.”
Geçtiğimiz günlerde de ‘Anneler hakkında ne biliyoruz ki?’ başlığıyla yazdığımız yazıda kentli anneler için yapılan tarafından yapılan Annemetre Araştırması’nın sonuçlarına işaret etmeye çalışmıştık. (Kentli annelerin yaklaşık %20’sinin çalışıyor ve üniversite mezunu annelerin de %40’ının çalışmıyor olmasının bizim aile hayatımızla ilgili neler anlattığının bilmiyorum ne kadar farkındayız?)
Y Kuşağı meselesinde de, (1980-2000 yılları arasında doğan çocuklarımız) çok tuhaf bir abartı seziliyor. Batılı referanslarla yapılan değerlendirmeler sonucunda yamultulmuş bir algılamayla kendi kendimizi kandırmaya devam ediyoruz. Açıklıkla ifade edelim ki, Bekir Ağırdır’ın sözünü ettiği ‘19 milyon gencimizin 2 milyonunun Y Kuşağı’ olmasının anlamı üzerinde doğru tahliller yapmamız gerekiyor.
Hepimiz tam anlamıyla Batılı standartlarla yetiştirilmiş, fazlasıyla meraklı, hobilerinin içinde kendini kaybeden ve kimseye eyvallahı olmayan bu kerameti kendinden menkul, cin olmadan adam çarpan evlatlarımızın çalışma ortamlarımızdaki aykırılıklarının pekala farkındayız ve bizim gibi yönetici amcalarına çektikleri ayarla da kendimize gelip, hayatımıza çeki düzen vermeye çalışıyoruz çalışmasına da, şunu da pekala gayet net biçimde gördüğümüzü söylemekten niçin kaçınalım ki?
19 milyon gencimizin 2 milyonu Y Kuşağı evet ama bu 2 milyonun acaba kaçta kaçı Batılı’nın tarif ettiği Y Kuşağı özelliklerine sahip? Özellikle uluslar arası şirketlerde gördüğümüz, çalışma ortamlarındaki amcalara, ablalara ayar çeken, müdanaasız gençlerimizin sayısal oranı sizce nedir? Bizce 2 milyonun %12’sidir.
Dikkate değer ama bu kadar da abartılır mı?
Bizce sorulması ve araştırılması gereken soru budur. Ve elbette asıl soru; Batı’nın tariflediği Y Kuşağı’nın bizdeki karşılığı nedir? Özellikleri nedir? Araştırmalı ve tanımlamalıyız. Çünkü bu tanım ortaya net olarak konulmadan seçim, siyaset ya da ekonomi, pazarlama stratejileri belirlenemez. Bir başka ifadeyle, hem 17 milyon hem de 2 milyonluk bu müthiş gençlik potansiyelini doğru tahlil etmeden ne söylesek nafile, diyelim.
Gidilecek yol hayli uzun
Pazartesi akşamı Yatırımcı İlişkileri Derneği’nin (TÜYİD) ikinci zirvesi ve ödül töreni vardı. Başkan Abdullah O. Kaya, Türkiye Sermaye Piyasaları Birliği (TSPB) Başkanı İlhami Koç ve Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) Başkanı Mehmet Büyükekşi çok önemli ve Türkiye’deki finans kapitalin derinliğine, geleceğine ışık tutan konuşmalar yaptı. İnternetten canlı yayınlanan ödül töreninde Büyükekşi’nin verdiği bir rakam bütün geceye damgasını vurdu: En büyük ihracatçı 1000 şirketten sadece 62’si halka açıkmış. Yani, daha gidilecek hayli uzun bir yol var.
Kuruluşların CEO ve CFO düzeyinde katıldığı törende kriterleri TÜYİD tarafından tespit edilmiş, değerlendirmesi KPMG tarafından yapılmış sonuçlara göre kategoriler ve birincilik ödülü alanlar şöyleydi:
Finansal Sonuç Açıklaması: Turkcell; Faaliyet Raporu: TAV; İnternet Sitesi: Türk Telekom; Ekonomi Kanalı: Bloomberg HT; Günlük Bülteni: Garanti Yatırım; Eğitim Kuruluşu: Anadolu Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü. (Toplam sonuçlar için Bkz: tuyid.org.tr)