Son düzlüğe girerken…
16 mayıs 2015 yeni şafak
Geçtiğimiz haftanın en ilginç üç konusu ne idi, diye düşündüğümde aklıma takılanları şöyle sıralayabilirim…
1. Hangi toplantıya katılsam, hangi düzeyde yönetici ve iş adamı ile bir araya gelsem sorulan soru yine değişmedi: “İktidar belli de, muhalefet ne olacak? HDP barajı aşabilecek mi yoksa aşamayacak mı?” Çünkü HDP'nin fazladan alacağı bir tek puanın Türkiye'nin kaderini belirleyecek gibi bir algı var. Seçenekleri ve endişeleri şöyle sıralıyorlar:
HDP, hayli yüksek bir yüzde tutturmasına rağmen (örneğin %9.8 ile) parlamento dışında kalırsa PKK, bölgeyi 90'ların başındaki gibi şiddet yuvası haline getirir mi?
HDP barajı geçemez ise, AK Parti Anayasa'yı referanduma götürecek çoğunluğu elde edebilir mi?
HDP barajı geçerse AK Parti yine de tek başına iktidar olabilir mi?
HDP'nin barajı geçmesi halinde AK Parti hükümeti tek başına kurması için gerekli milletvekili sayısına ulaşamazsa, AK Parti kiminle koalisyon yapar?
Kimseyle koalisyon yapmaz, diğerleri de hükümeti kuracak sayıyı bulamazlar, ya da anlaşamazlarsa, parlamento kilitlenir mi?
Azınlık hükümeti formülü devreye girebilir mi?
Baskın bir erken seçim gündeme gelebilir mi?
HDP bugün bütün ölçümlerde %10'un az bir miktar altında gözüküyor. Partinin son düzlükte puanlarını %0,5-1 düzeyinde bile olsa artırması, Türkiye'de siyasi istikrarın dolayısıyla da ekonomik gelişimin kırılma noktalarından birini oluşturabilir.
Demokraside böyle bir şeyler olabilir tabii… Ancak istikrarsızlık bedellerini zaman zaman ağır ödemiş olan bu ülke, o yorgunluğu bir kez daha nasıl taşır, işte orası meçhul.
İktidar, Siyasi İletişim, ikna ve fikrî satın alma üçgeninde başarı kazanıp kazanmamaya bakar. Bu da bu tür kritik durumlarda 'son düzlükte' her şeyin belirler.
Dün kurt siyasetçi iş adamlarından birinin ettiği şu lafı kulaklara küpe etmekte yarar var: “Son düzlükte iktidar partisinin her zaman artı iki puanı vardır!”…
İstanbul markası yemekle de büyür
Siyaset, gündemimizi öylesine belirlemiş ki, ülkenin hem bugünü hem de geleceği için yapılan güzel şeyler bazen gözden kaçabiliyor. Örneğin hasbelkader TURYİD (Turizm Yatırımcıları ve İşletmecileri Derneği) Yüksek İstişare Kurulu (YİK) üyesi olarak bilgilendirilmesek, önce İstanbul sonra da Türkiye markası için son derece önemli olan bir etkinlikten sizin gibi bizim de haberimiz olmayacakmış.
TURYİD Yönetim Kurulu Başkanı Kaya Demirer ile YİK Başkanı Barış Tansever'in davetiyle katıldığımız toplantıda 8-17 Mayıs tarihleri arasında İstanbul'da düzenlenen FoodArt Festival (Yemek Sanatı Festivali) anlatıldı. Amaç İstanbul'u ve Türkiye'yi sadece deniz, güneş, kum ve tarihi eserleri, otantik yerel yemekleriyle değil, farklı lezzetler sunan uluslararası bir yemek kültürüyle de bir destinasyon cazibesi haline getirmek…
Afişinde “Siz de bu sanatı yemez misiniz?” demişler. İstanbul'un en büyük 29 restoranı katılmış etkinliğe. Festival, Londra'dan gelen, füzyon mutfağının öncüsü, sanat ve ürün tasarımı ustası olarak da bilinen, dünya mutfağı uzmanı ve 'Food Fashion Show'un yaratıcısı ünlü Şef Tom Wolfe'un Mutfak Sanatları Akademisi'nde düzenlediği ve 100 profesyonelin katıldığı bir 'atölye' ile başlamış…
Özyeğin Üniversitesi-Le Cordon Bleu ise Türkiye'deki en tanınmış 30 şefin katıldığı bir yarışmaya ev sahipliği yapmış. İlk üç şefe para ve seyahat ödülleri vermişler. Festival boyunca restoranlar özel festival menüsü yapmışlar, çeşitli etkinlikler düzenlemişler…
Kendilerine de söyledim. Yaptıkları iş mükemmel ancak eksik… İstanbul'a ve ülke ekonomisine müthiş katkı getirebilecek olan turisti bu kent neden yeterince çekemiyor, diye hayıflananlara mükemmel bir mesaj aslında bu festival. İspanya'nın Basque bölgesine, örneğin San Sebastian'a sırf yemek yemek için giden milyonlarca turist var… Yanlış okumadınız. Sadece yemek yemek için…
Kent markasının bir numaralı sahibi İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Turizm Bakanlığı ve hatta bu konulara büyük önem veren Türkiye İhracatçılar Meclisi marka ve inovasyon sevdalısı Başkanı Mehmet Büyükekşi sahip çıkmadan, iletişimi, bırakın İstanbul'u Türkiye'yi, dünya çapında adam gibi yapılmadan; bu güzel fikre yazık olur. Kendin pişir kendin ye durumuna dönüşüverir…
Bu arada daha işin başında olmasına rağmen Ansponsor Coca-Cola'yı, Şef sponsoru Hellmann's'ı ve diğer destekçiler, The Fork, Metro, MSA, Le Cordon Bleu, Barilla, İstanbul Life, Radyo FG, DDF, Divan, Bed Ajans'ı kutluyoruz… Seneye bu konuyu sadece Restoranların değil, İstanbul'un, Türkiye'nin meselesi haline getirmelerini diliyoruz...
1. Hangi toplantıya katılsam, hangi düzeyde yönetici ve iş adamı ile bir araya gelsem sorulan soru yine değişmedi: “İktidar belli de, muhalefet ne olacak? HDP barajı aşabilecek mi yoksa aşamayacak mı?” Çünkü HDP'nin fazladan alacağı bir tek puanın Türkiye'nin kaderini belirleyecek gibi bir algı var. Seçenekleri ve endişeleri şöyle sıralıyorlar:
HDP, hayli yüksek bir yüzde tutturmasına rağmen (örneğin %9.8 ile) parlamento dışında kalırsa PKK, bölgeyi 90'ların başındaki gibi şiddet yuvası haline getirir mi?
HDP barajı geçemez ise, AK Parti Anayasa'yı referanduma götürecek çoğunluğu elde edebilir mi?
HDP barajı geçerse AK Parti yine de tek başına iktidar olabilir mi?
HDP'nin barajı geçmesi halinde AK Parti hükümeti tek başına kurması için gerekli milletvekili sayısına ulaşamazsa, AK Parti kiminle koalisyon yapar?
Kimseyle koalisyon yapmaz, diğerleri de hükümeti kuracak sayıyı bulamazlar, ya da anlaşamazlarsa, parlamento kilitlenir mi?
Azınlık hükümeti formülü devreye girebilir mi?
Baskın bir erken seçim gündeme gelebilir mi?
HDP bugün bütün ölçümlerde %10'un az bir miktar altında gözüküyor. Partinin son düzlükte puanlarını %0,5-1 düzeyinde bile olsa artırması, Türkiye'de siyasi istikrarın dolayısıyla da ekonomik gelişimin kırılma noktalarından birini oluşturabilir.
Demokraside böyle bir şeyler olabilir tabii… Ancak istikrarsızlık bedellerini zaman zaman ağır ödemiş olan bu ülke, o yorgunluğu bir kez daha nasıl taşır, işte orası meçhul.
İktidar, Siyasi İletişim, ikna ve fikrî satın alma üçgeninde başarı kazanıp kazanmamaya bakar. Bu da bu tür kritik durumlarda 'son düzlükte' her şeyin belirler.
Dün kurt siyasetçi iş adamlarından birinin ettiği şu lafı kulaklara küpe etmekte yarar var: “Son düzlükte iktidar partisinin her zaman artı iki puanı vardır!”…
İstanbul markası yemekle de büyür
Siyaset, gündemimizi öylesine belirlemiş ki, ülkenin hem bugünü hem de geleceği için yapılan güzel şeyler bazen gözden kaçabiliyor. Örneğin hasbelkader TURYİD (Turizm Yatırımcıları ve İşletmecileri Derneği) Yüksek İstişare Kurulu (YİK) üyesi olarak bilgilendirilmesek, önce İstanbul sonra da Türkiye markası için son derece önemli olan bir etkinlikten sizin gibi bizim de haberimiz olmayacakmış.
TURYİD Yönetim Kurulu Başkanı Kaya Demirer ile YİK Başkanı Barış Tansever'in davetiyle katıldığımız toplantıda 8-17 Mayıs tarihleri arasında İstanbul'da düzenlenen FoodArt Festival (Yemek Sanatı Festivali) anlatıldı. Amaç İstanbul'u ve Türkiye'yi sadece deniz, güneş, kum ve tarihi eserleri, otantik yerel yemekleriyle değil, farklı lezzetler sunan uluslararası bir yemek kültürüyle de bir destinasyon cazibesi haline getirmek…
Afişinde “Siz de bu sanatı yemez misiniz?” demişler. İstanbul'un en büyük 29 restoranı katılmış etkinliğe. Festival, Londra'dan gelen, füzyon mutfağının öncüsü, sanat ve ürün tasarımı ustası olarak da bilinen, dünya mutfağı uzmanı ve 'Food Fashion Show'un yaratıcısı ünlü Şef Tom Wolfe'un Mutfak Sanatları Akademisi'nde düzenlediği ve 100 profesyonelin katıldığı bir 'atölye' ile başlamış…
Özyeğin Üniversitesi-Le Cordon Bleu ise Türkiye'deki en tanınmış 30 şefin katıldığı bir yarışmaya ev sahipliği yapmış. İlk üç şefe para ve seyahat ödülleri vermişler. Festival boyunca restoranlar özel festival menüsü yapmışlar, çeşitli etkinlikler düzenlemişler…
Kendilerine de söyledim. Yaptıkları iş mükemmel ancak eksik… İstanbul'a ve ülke ekonomisine müthiş katkı getirebilecek olan turisti bu kent neden yeterince çekemiyor, diye hayıflananlara mükemmel bir mesaj aslında bu festival. İspanya'nın Basque bölgesine, örneğin San Sebastian'a sırf yemek yemek için giden milyonlarca turist var… Yanlış okumadınız. Sadece yemek yemek için…
Kent markasının bir numaralı sahibi İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Turizm Bakanlığı ve hatta bu konulara büyük önem veren Türkiye İhracatçılar Meclisi marka ve inovasyon sevdalısı Başkanı Mehmet Büyükekşi sahip çıkmadan, iletişimi, bırakın İstanbul'u Türkiye'yi, dünya çapında adam gibi yapılmadan; bu güzel fikre yazık olur. Kendin pişir kendin ye durumuna dönüşüverir…
Bu arada daha işin başında olmasına rağmen Ansponsor Coca-Cola'yı, Şef sponsoru Hellmann's'ı ve diğer destekçiler, The Fork, Metro, MSA, Le Cordon Bleu, Barilla, İstanbul Life, Radyo FG, DDF, Divan, Bed Ajans'ı kutluyoruz… Seneye bu konuyu sadece Restoranların değil, İstanbul'un, Türkiye'nin meselesi haline getirmelerini diliyoruz...