Sosyal medyada Neşeli Cahiliye Devri...
01.03.2014 Yeni Şafak
Sosyal medyada sürdürülen Neşeli Cahiliye Devri'ne bakıp da Türkiye'nin fotoğrafını gördüğünü zanneden zihinlerden, '7 bin kişilik özel hayat datası' oluşturan 'dinleme'ler konusunda duyarlılık göstermeleri beklenebilir mi? Onlara kalsa hükümet şimdiye kadar on kere devrilmiş Başbakan yirmi kere istifa etmişti.
Dünya için sosyal medya, 'birey' olmanın, sanal alemde bizzat 'kendine ait oda'lar kurarak duygu ve düşüncelerini ifade etmenin en geçerli alanlarından biridir. Demokrasi ve birey arasındaki ilişkide 'özgürlük' rüzgârlarının alabildiğine 'bireyin sesi' tarafından istediği yöne estirildiği muhteşem dünya.... Nasıl oluyor da farklılıkların kendisini olanca özgünlükleriyle sergileyebileceği böylesine olağanüstü bir özgürlük ortamında beklenenin tam tersine, aynı üniformayı giyen 'tek tip insanlar resmi geçidi' sahnelenebiliyor. Hem de 'yüzleşme' sözcüğünü günde en az üç kez kullanmadan yaşayamayanlar tarafından...
National Security Agency (NSA) dinlemelerinin dünyada skandal etkisi yarattığı, Merkel'in Obama'ya 'Hop dedik! Dur!' tepkisiyle fırça çektiği günlerde istihbarat örgütlerinin Türkiye hakkındaki muhtemel planlarından söz edenlere, feryat figan 'Türkiye'de olup bitenleri dış güçlere bağlamayın!' diyerek zıp zıp zıplayanlar bugün ne yapıyor dersiniz? Aradan çok fazla zaman geçmiş olmasa da onlar bugün dünyadaki büyük algı operasyonlarının uygulama alanlarına sokulduğu aksiyonları ('Pes, bu kadarı da olmaz' diye hayret ederek ama destekleyerek) alkışlar haldeler. Economist'in Erdoğan yerine Putin'i ya da ne bilelim Hindistan Başbakanı Singh'i aynı konumda gösterse bile yadırgayacağımız bir karikatür, bu arkadaşlarımıza müthiş bir zevk verebiliyor.
Söz konusu karikatürü, 'Dünyaya rezil olduk' tweet'leriyle yaymanın hazzı(!) ise dünyanın akla gelebilecek en uç arzularının tatmin olmuş halinden farksız sanki. 'Dış güçler' lafından iğrenme boyutunda sıtkının sıyrıldığını tutum ve davranışlarıyla ortaya koyanlar, bugün neredeyse 'dışardan' bedenlerine naklettikleri serumla canlarına can, neşelerine neş'e katıyorlar. 'Komplo Teorileri'nden hoşlanmayanlar, o teorilerin tam da göbeğinden fırlamış bir karikatürle mest olabiliyorlar.
Şu günlerde Naomi Klein'in ünlü belgeselini, (Shock Doctrine – The Rise of Disaster Capitalism' /Şok Doktrini – Felaket Kapitalizminin Yükselişi) hatırlamak için çok fazla uyarıcı neden var. 'Ne alâkası var Allende ile Erdoğan'ın?' diye etinden et kopmuş gibi bağırabilecek 'Neşeli Cahiliye Devri' mensuplarını ikna etme gibi en ufak bir çabamız olmadan belirtelim ki, Şili'de seçimle işbaşına gelmiş Allende hükümetinin nasıl devrildiğinin hikâyesini hatırlamak, zihinlerimizi tazeleyebilir. Ardından neşeli arkadaşlarımızın izni olursa yine Allende ile alâkası olmayan(!) Mursi'nin Mısır'ını da düşünebilirsiniz. Geçenlerde yine bu köşede Venezüella'daki gösteriler nedeniyle 'CNN'i kovarım!' diyen Cumhurbaşkanı Maduro'dan da bir 'diktatör algısı' yaratılmaya çalışıldığından söz etmiştik. (Allende ile Chavez'in halefi arasında bir alâka kurmamıza izin verirler artık herhalde.)
Algı operasyonları, neşeli arkadaşlarımızın sandığı gibi, Soğuk Savaş dönemlerindeki 'ideoloji' üzerinden değil, birebir Uzakdoğu'ya kayan güç ve Büyük Küresel Finans Krizi sonrasında 'liderlik yarışı' üzerinden yürütülmektedir. Bu nedenle dün Allende'ye uygulananlar, günümüzde 'tehdit algısı' oluşturan kim olsa, o'na yöneltilmiştir. Bir küçük farkla: O zamanlar ABD'ye bağlı generaller kullanılıyordu; şimdilerde ise ABD'nin kontrolündeki STK'lara bağlı her türlü güdümlü kitle hareketleri...
WikiLeaks belgeleri ve ardından NSA çalışanı Edward Snowden'ın dünyayı çalkalayan açıklamaları, (ABD istihbaratının AB ofislerini dinlemesi, Almanya'da da her ay 500 milyon telefon görüşmesi, e-posta'ların takip altında olması) tamamen 'bireyin özgürlüğü'nün ayaklar altında çiğnenmesinin hikayesi değil de neydi? Gündemi bu haberlerin oluşturduğu günlerde kaleme aldığımız bir yazıda şöyle demiştik:
'Aslında, 'Dünyayı istihbarat güçleri yönetir' diyenleri, 'ülkeler izin verdikçe' kaydını ekleyerek dinlemek gerekir. Dünya tablosu üzerindeki satranç hareketlerini dikkatle takip eden güçlü bir istihbarat, kamu diplomasisi ve Dışişleri kadrosuna duyduğumuz ihtiyacı pek çoğumuz anlayamasa da, 'Şah-mat' oyununda Türkiye ve Mısır atlarını, çıkarlarınca hareket ettirmek için kimlerin eli ya da telekulağı devrededir diye düşünmeden gündemi değerlendiremeyeceğimizi bilelim.'
Türkiye'nin bu tabloya izin verip vermeyeceğinin kararını, sosyal medyada 'Neşeli Cahiliye Devri' oyununu sahneleyenler değil, 30 Mart seçimlerinde oy kullanan herkes verecek. Tabii kısmî de olsa hâlâ var olduğunu söyleyebileceğimiz 'huzurun soluğu' o tarihe kadar yeterse...
'Ne lazımsa CarrefourSA'
'Yanlış yönetilmekten dolayı 5 yıldır zarar ediyoruz. Hedef eski başarılı trendi yakalamak. CarrefourSA bir dev ama uyuyan bir dev. Uyandırmaya geldik.'
Bu cesur ifadeler, kurumun Genel Müdürü Mehmet Nane'ye ait. Eskiden devasa büyüklükteki marketlerden birinin içinde alışveriş yaptığımız zaman (Büyüklüğünden mi, ruhsuzluğundan mıdır bilinmez) yalnızlık duygusuna kapılabildiğimiz Carrefour'lara şimdilik ekranlarda da olsa şifa niyetine birilerinin dokunduğu besbelli. Hisse çoğunluğunun Sabancı Holding'e geçmesiyle, perakende sektörünün önde gelen isimlerinden Mehmet Nane'nin liderliğinde Carrefour'lar yeni bir hayata başlamış gibi görünüyor.
'Ne lazımsa CarrefourSA / CarrefourSA, ne lazımsa' diyen reklam kampanyası, rahmetli Melih Kibar'ın insanın içini kıpır kıpır eden film müziklerinin (Neşeli Günler, Gülen Gözler) yeni düzenlemesiyle, ekranlarda dikkatleri çekmeye başladı. Akla gelen her ihtiyacın bulunabileceği bol çeşit, uygun fiyat ve aynı zamanda da güleryüz, sevgi, şefkat; şık şıkırdım bir davet... İşini eğlenerek yapan çalışanlara sahip kurumlardaki canlılık, CarrefourSA'larda da gözle görülür biçimde müşterilere yansırsa yeni yönetim ilk vaadini gerçekleştirmiş olacak.
Her nedense bir Carrefour hipermarketi önünden geçişimizde yöneticilerine tavsiye etmeyi aklımızdan geçirdiğimiz Servet Topaloğlu'nun 'Perakendede Diriliği Kaybetmeden İrileşmek' adlı kitabını, yeni genel müdürleri Mehmet Nane zaten okumuştur. Kurumun dünü ve bugününü en gerçekçi biçimde değerlendirmekten geri durmayan Mehmet Bey'in, 'iriliği' de 'diriliği' de kaybetmeme konusundaki dirayetinin bulaşıcı olacağından yana kuşkumuz yok. 'Ne lazımsa' sadece bir reklam değil, liderinin ruh halidir aynı zamanda. Bunu Mehmet Nane'nin genel müdürlüğü altında büyük başarılara imza atmış ve eşitler arasında sevilenin tercih edildiği perakende sektöründe bir 'Lovemark' olmayı başarmış Teknosa döneminden biliyoruz. Umarız Nane'nin liderliğinde vaadlerin altı da Topaloğlu'nun kitabında belirttiği gibi sağlamca doldururlur.
Dünya için sosyal medya, 'birey' olmanın, sanal alemde bizzat 'kendine ait oda'lar kurarak duygu ve düşüncelerini ifade etmenin en geçerli alanlarından biridir. Demokrasi ve birey arasındaki ilişkide 'özgürlük' rüzgârlarının alabildiğine 'bireyin sesi' tarafından istediği yöne estirildiği muhteşem dünya.... Nasıl oluyor da farklılıkların kendisini olanca özgünlükleriyle sergileyebileceği böylesine olağanüstü bir özgürlük ortamında beklenenin tam tersine, aynı üniformayı giyen 'tek tip insanlar resmi geçidi' sahnelenebiliyor. Hem de 'yüzleşme' sözcüğünü günde en az üç kez kullanmadan yaşayamayanlar tarafından...
National Security Agency (NSA) dinlemelerinin dünyada skandal etkisi yarattığı, Merkel'in Obama'ya 'Hop dedik! Dur!' tepkisiyle fırça çektiği günlerde istihbarat örgütlerinin Türkiye hakkındaki muhtemel planlarından söz edenlere, feryat figan 'Türkiye'de olup bitenleri dış güçlere bağlamayın!' diyerek zıp zıp zıplayanlar bugün ne yapıyor dersiniz? Aradan çok fazla zaman geçmiş olmasa da onlar bugün dünyadaki büyük algı operasyonlarının uygulama alanlarına sokulduğu aksiyonları ('Pes, bu kadarı da olmaz' diye hayret ederek ama destekleyerek) alkışlar haldeler. Economist'in Erdoğan yerine Putin'i ya da ne bilelim Hindistan Başbakanı Singh'i aynı konumda gösterse bile yadırgayacağımız bir karikatür, bu arkadaşlarımıza müthiş bir zevk verebiliyor.
Söz konusu karikatürü, 'Dünyaya rezil olduk' tweet'leriyle yaymanın hazzı(!) ise dünyanın akla gelebilecek en uç arzularının tatmin olmuş halinden farksız sanki. 'Dış güçler' lafından iğrenme boyutunda sıtkının sıyrıldığını tutum ve davranışlarıyla ortaya koyanlar, bugün neredeyse 'dışardan' bedenlerine naklettikleri serumla canlarına can, neşelerine neş'e katıyorlar. 'Komplo Teorileri'nden hoşlanmayanlar, o teorilerin tam da göbeğinden fırlamış bir karikatürle mest olabiliyorlar.
Şu günlerde Naomi Klein'in ünlü belgeselini, (Shock Doctrine – The Rise of Disaster Capitalism' /Şok Doktrini – Felaket Kapitalizminin Yükselişi) hatırlamak için çok fazla uyarıcı neden var. 'Ne alâkası var Allende ile Erdoğan'ın?' diye etinden et kopmuş gibi bağırabilecek 'Neşeli Cahiliye Devri' mensuplarını ikna etme gibi en ufak bir çabamız olmadan belirtelim ki, Şili'de seçimle işbaşına gelmiş Allende hükümetinin nasıl devrildiğinin hikâyesini hatırlamak, zihinlerimizi tazeleyebilir. Ardından neşeli arkadaşlarımızın izni olursa yine Allende ile alâkası olmayan(!) Mursi'nin Mısır'ını da düşünebilirsiniz. Geçenlerde yine bu köşede Venezüella'daki gösteriler nedeniyle 'CNN'i kovarım!' diyen Cumhurbaşkanı Maduro'dan da bir 'diktatör algısı' yaratılmaya çalışıldığından söz etmiştik. (Allende ile Chavez'in halefi arasında bir alâka kurmamıza izin verirler artık herhalde.)
Algı operasyonları, neşeli arkadaşlarımızın sandığı gibi, Soğuk Savaş dönemlerindeki 'ideoloji' üzerinden değil, birebir Uzakdoğu'ya kayan güç ve Büyük Küresel Finans Krizi sonrasında 'liderlik yarışı' üzerinden yürütülmektedir. Bu nedenle dün Allende'ye uygulananlar, günümüzde 'tehdit algısı' oluşturan kim olsa, o'na yöneltilmiştir. Bir küçük farkla: O zamanlar ABD'ye bağlı generaller kullanılıyordu; şimdilerde ise ABD'nin kontrolündeki STK'lara bağlı her türlü güdümlü kitle hareketleri...
WikiLeaks belgeleri ve ardından NSA çalışanı Edward Snowden'ın dünyayı çalkalayan açıklamaları, (ABD istihbaratının AB ofislerini dinlemesi, Almanya'da da her ay 500 milyon telefon görüşmesi, e-posta'ların takip altında olması) tamamen 'bireyin özgürlüğü'nün ayaklar altında çiğnenmesinin hikayesi değil de neydi? Gündemi bu haberlerin oluşturduğu günlerde kaleme aldığımız bir yazıda şöyle demiştik:
'Aslında, 'Dünyayı istihbarat güçleri yönetir' diyenleri, 'ülkeler izin verdikçe' kaydını ekleyerek dinlemek gerekir. Dünya tablosu üzerindeki satranç hareketlerini dikkatle takip eden güçlü bir istihbarat, kamu diplomasisi ve Dışişleri kadrosuna duyduğumuz ihtiyacı pek çoğumuz anlayamasa da, 'Şah-mat' oyununda Türkiye ve Mısır atlarını, çıkarlarınca hareket ettirmek için kimlerin eli ya da telekulağı devrededir diye düşünmeden gündemi değerlendiremeyeceğimizi bilelim.'
Türkiye'nin bu tabloya izin verip vermeyeceğinin kararını, sosyal medyada 'Neşeli Cahiliye Devri' oyununu sahneleyenler değil, 30 Mart seçimlerinde oy kullanan herkes verecek. Tabii kısmî de olsa hâlâ var olduğunu söyleyebileceğimiz 'huzurun soluğu' o tarihe kadar yeterse...
'Ne lazımsa CarrefourSA'
'Yanlış yönetilmekten dolayı 5 yıldır zarar ediyoruz. Hedef eski başarılı trendi yakalamak. CarrefourSA bir dev ama uyuyan bir dev. Uyandırmaya geldik.'
Bu cesur ifadeler, kurumun Genel Müdürü Mehmet Nane'ye ait. Eskiden devasa büyüklükteki marketlerden birinin içinde alışveriş yaptığımız zaman (Büyüklüğünden mi, ruhsuzluğundan mıdır bilinmez) yalnızlık duygusuna kapılabildiğimiz Carrefour'lara şimdilik ekranlarda da olsa şifa niyetine birilerinin dokunduğu besbelli. Hisse çoğunluğunun Sabancı Holding'e geçmesiyle, perakende sektörünün önde gelen isimlerinden Mehmet Nane'nin liderliğinde Carrefour'lar yeni bir hayata başlamış gibi görünüyor.
'Ne lazımsa CarrefourSA / CarrefourSA, ne lazımsa' diyen reklam kampanyası, rahmetli Melih Kibar'ın insanın içini kıpır kıpır eden film müziklerinin (Neşeli Günler, Gülen Gözler) yeni düzenlemesiyle, ekranlarda dikkatleri çekmeye başladı. Akla gelen her ihtiyacın bulunabileceği bol çeşit, uygun fiyat ve aynı zamanda da güleryüz, sevgi, şefkat; şık şıkırdım bir davet... İşini eğlenerek yapan çalışanlara sahip kurumlardaki canlılık, CarrefourSA'larda da gözle görülür biçimde müşterilere yansırsa yeni yönetim ilk vaadini gerçekleştirmiş olacak.
Her nedense bir Carrefour hipermarketi önünden geçişimizde yöneticilerine tavsiye etmeyi aklımızdan geçirdiğimiz Servet Topaloğlu'nun 'Perakendede Diriliği Kaybetmeden İrileşmek' adlı kitabını, yeni genel müdürleri Mehmet Nane zaten okumuştur. Kurumun dünü ve bugününü en gerçekçi biçimde değerlendirmekten geri durmayan Mehmet Bey'in, 'iriliği' de 'diriliği' de kaybetmeme konusundaki dirayetinin bulaşıcı olacağından yana kuşkumuz yok. 'Ne lazımsa' sadece bir reklam değil, liderinin ruh halidir aynı zamanda. Bunu Mehmet Nane'nin genel müdürlüğü altında büyük başarılara imza atmış ve eşitler arasında sevilenin tercih edildiği perakende sektöründe bir 'Lovemark' olmayı başarmış Teknosa döneminden biliyoruz. Umarız Nane'nin liderliğinde vaadlerin altı da Topaloğlu'nun kitabında belirttiği gibi sağlamca doldururlur.