Su mu kültür mü?
01 KASIM 2014
Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, önceki gün düzenlediği basın toplantısında İstanbul'da su sıkıntısını çözmek için C planını açıklamış: Yeraltı ve kuyu sularından yararlanılacak olan üçüncü alternatif kapsamında Yalova'da 15 adet yeraltı su kuyusundan 6 milyon metreküp su çıkarılmış. Bakan 'C Planıyla Yalova'yı kurtardık' demiş. Aynı planın İstanbul'da gündeme geleceği anlaşılıyor.
Su sıkıntısıyla ilgili olarak yaz aylarında birbirine zıt iki keskin iddiayı 'Bakalım hangisi haklı, hangisi manipülasyon yapıyor?'u anlayabilmek için bu köşeden takibe almıştık: İSKİ İstanbul'da su sıkıntısı olmayacağını söylerken TMMOB'ye bağlı Çevre Mühendisleri Odası da İstanbul'un 60 gün içinde kuraklıkla karşı karşıya kalacağını açıklamıştı. Manipülasyon yapan belli olmuş, biz de kayda geçmiştik.
Şimdi Bakan Eroğlu, yeni sevinçli haberler vermiş. Vermiş ama bu arada bize kalırsa hayli büyük bir çamı da devirmiş gibi gözüküyor. Sayın Bakan, Belediye Başkanlarına özetle şu tavsiyede bulunmuş:
'İçmesuyu şebekelerinde kayıp kaçak oranı yüzde 50'lerde... Kaybın kabul edilebilir sınırlara çekilmesi için belediye başkanlarımıza görev düşüyor. Festivaller düzenlemek yerine, altyapı yatırımlarına önem vermeliler.'
Sayın Bakanın bu yaklaşımı, 17 Ağustos 1999 depreminde kaybettiğimiz Türk İş Sendikası eski başkanlarından rahmetli Şevket Yılmaz'ın o dönem yadırgadığımız için aklımızda kalmış şu sözlerini hatırlattı:
'Sanat karnı tok sırtı pek olan kişilerin işidir.'
Sanat, kültür ve çevreye dair devedişi büyüklüğündeki sorunlarımızın, ya da başka ifadelerle 'üst yapı'ya veya 'yumuşak konular'a (soft issues) veya, 'akıllı güç'e (smart power) dair sorunlarımızın ihmal edilmesinin, altyapı alanındaki zaten 'olmazsa olmaz' diye algılanan hizmetleri ve yanısıra pek çok zaferi gölgeleyeceğini yazıp duruyoruz.
Diğer yandan hayatın meraklarla zenginleştiğini, derinleştiğini ve bizden sonraki nesillerin bizim ve diğer tüm kadim kültürlere duyacakları ilgiyle dün, bugün ve gelecek bağını kurabileceklerini hatırlatmak boynumuzun borcudur. Bilindiği üzere Fransa'da Kültür Bakanlığı da yapmış olan yazar Andre Malraux, 'Bir Picasso Kitabı: Obsidiyen Kafa' adlı kitabında bir kafedeki gençlerin sohbetine kulak verdiği anları anlatır. Gençlerden biri şöyle demektedir:
'Mona Lisa neden gülümsüyor biliyor musunuz? Çünkü ona bıyık eklemiş olanların hepsi öldü.'
Sayın Bakan Eroğlu 'festivaller' derken, zihinlerde iz bırakmayan, 'yapmış olmak için yapılan' ve kültürden sanattan nasibini almamış organizasyonlar olarak boşuna para harcanmış bazı eğlenceleri kastediyor olsa gerek. Bu vesileyle tüm bakanlıkların Kültür Bakanlığımızla ülke çapında işbirliği içinde olmaları gerektiğine işaret etmekte yarar var. Bu işbirliği meselesini, özellikle Gaziantep kent markası üzerine sayın Fatma Şahin'in katılımıyla düzenlenen toplantıda Hakan Tanrıöver Bey'le tanıştığım günden beri daha çok düşünür oldum. Hakan Tanrıöver Bey'in unvanı çok önemliydi çünkü:
Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültürel İrtibat Noktası Sorumlusu.
Çok işimiz var çok! Heyecanlı olmak için de çok nedenimiz var.
İzlemeyene yazık olacak
En son Cem Yılmaz'ın filmi Pek Yakında'nın galasında bu kadar kalabalık görmüştüm Kanyon'da. Bir de Çağan Irmak'ın yeni filminin ilk gösteriminde.
İlk izlenimlerim şöyle:
1. Çağan Irmak bunu bana hep yapıyor. 'Babam ve Oğlum', 'Dedemin İnsanları' ve bir de şimdi 'Unutursam Fısılda'. Hani kendimle övünürüm ya; sinemayı izlemekten çok 'okumaya' çalışırım, bu yüzden de filmin içine bodoslamadan dahil olmam. Sonuç: Ağlamam da zordur, gülmem de. Çünkü yönetmenin o sahneyi, o oyunu, o müziği, o ışığı hangi saikle oraya koyduğunu düşünmekten kendimi filme kaptırmam zorlaşır. Buradan elde ettiğimiz melekeyle insanları da kendimizi kaptırmadan okumaya çalışmayı hem öğütlemişimdir, hem de bizzat denemişimdir. İşte bu yaklaşımım, Çağan Irmak filmlerinde, özellikle bazı sahnelerde resmen 'eksen kaymasına' uğruyor, zemberek boşalıyor, bir hüngürdür gidiyor...
Defalarca çekilen, bizde de Sezen Aksu'nun ilk filmine konu olan 'A Star is Born' filmini çağrıştırması hiç önemli değil. Yaratılan atmosfer, oyunculuk ve bu toplumun, özellikle de bizim ve bizden sonraki kuşağın 'ortak ruhi şekillenmesini' kökünden yakalayıp gönül tellerini titretip, burun direğini sızlatması bile, nereden neyi esinlendiği -isterseniz 'İhtiras Tramvayı' ve 'Blue Jasmine'deki iki kız kardeşin hikayesini de dahil edin- sorgulamasını tamamen göz ardı ettirebiliyor.
İlk kez başrol oyuncularının (Zeynep Farah Abdullah, Mehmet Günsür), yardımcı rollerdeki oyuncuların (Hümeyra, Işıl Yücesoy) kısmen gölgesinde kaldığına tanık olduk. Gençliğimin büyük aşkı Hümeyra'nın oyunculuğunu biliyorduk, ama Işıl Yücesoy'un böyle bir zirve yapacağını tahmin edememiştik.
Allah, Zeynep Farah Abdullah'dan yıldız tozunu esirgememiş. Kurt Seyit ve Şura'nın ilk sahnesinden bu yana Türkiye'nin müthiş bir yıldız kazandığını düşünenler bu kez de yanılmayacaklar. Ayrıca bu starın içindeki gizli, mükemmel bir şarkıcının doğuşuna tanıklık ediyoruz (Bu arada Kenan Doğulu'nun müzikleri bir harika). Filmde bir yıldız adayı daha belirmiş olduğunu söylemeden geçmeyelim: Işıl Yücesoy'un gençliğini oynayan Gözde Cığacı.
Bu filmin Türkiye'deki herhangi bir festivalde herhangi bir ödül alma şansı yok tabii ki. Çünkü halk beğenecek, itibar edecek. Halkın beğendiği filmler ise bizim bunalım filmi festivallerinde itibar görmüyor, hele de içinde star'lar varsa.
Bu filmi izlememek insanın kendisine yapacağı bir haksızlık olurdu.
'Reaksiyon' reaksiyon doğuruyor
Bizim yazıları okuyanlar gayet iyi bilir. Kamu diplomasisinin önemini ikide bir vurgularız. Yani dışarıda ve içeride algılanmasını istediği gerçekliklerin 'iç satın alması'nı, 'ikna'sını sağlamak adına devletin giriştiği tüm soft (yumuşak) hareketler...
Bunların başında tabii ki popüler kültür, yani müzik ile sinema gelir. Pek çok ABD algısının dünyada ve ABD halkı nezdinde oluşmasını Hollywood'un sağladığını ABD Savunma Bakanlığı, Beyaz Ev yönetimi ve ABD Kamu Diplomasisi Enstitüsü belgelerinden biliyoruz. Türkiye'de ise ne yazık ki bunun pek fazla örneği yok. Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü yeni kurulmuş bir kurum olarak kısıtlı bütçelerle elinden geleni yapıyor.
Bir de tabii 'Algılama Yönetimi'ni sahtekarca yürütülen iletişim çalışmalarıyla karıştırıp 'Algı Operasyonu' aşağılanması var ki olayın gelişmesine büsbütün engel. Bu arada Kurtlar Vadisi gibi bazı dizilerde bir miktar ders verilir gibi (didaktik) olsa da yukarıdaki tanıma uygun örneklere tanık olduk. Genelde devlet kurumlarının desteğiyle üretilen film ve diziler bizde daha çok sivil girişimler olarak hayli zayıf kalıyor. Şu sıra bir istisna var:
Star TV'nin 'Reaksiyon'u. 6. Bölümü 27 Ekim'de yayınlandı. Bize sorarsanız Kamu Diplomasisi adına mükemmel bir örnek. Paralel yapı, hükümet tarafı ve muhalif tüm kanatlar, istihbarat örgütleri, polis teşkilatı, Silahlı Kuvvetler'in kahraman özel birlikleri hepsi bu dizide var. O kadar başarılı ki 'Yayından kaldırıldı, kaldırılacak, erken final yapacak' dedikodusu çıktı bile. Bizce bu altı bölüm bile yeter. Paralel yapıyı hiçbir siyasi, hiçbir söyleminde bu kadar etkili anlatamazdı.
Su sıkıntısıyla ilgili olarak yaz aylarında birbirine zıt iki keskin iddiayı 'Bakalım hangisi haklı, hangisi manipülasyon yapıyor?'u anlayabilmek için bu köşeden takibe almıştık: İSKİ İstanbul'da su sıkıntısı olmayacağını söylerken TMMOB'ye bağlı Çevre Mühendisleri Odası da İstanbul'un 60 gün içinde kuraklıkla karşı karşıya kalacağını açıklamıştı. Manipülasyon yapan belli olmuş, biz de kayda geçmiştik.
Şimdi Bakan Eroğlu, yeni sevinçli haberler vermiş. Vermiş ama bu arada bize kalırsa hayli büyük bir çamı da devirmiş gibi gözüküyor. Sayın Bakan, Belediye Başkanlarına özetle şu tavsiyede bulunmuş:
'İçmesuyu şebekelerinde kayıp kaçak oranı yüzde 50'lerde... Kaybın kabul edilebilir sınırlara çekilmesi için belediye başkanlarımıza görev düşüyor. Festivaller düzenlemek yerine, altyapı yatırımlarına önem vermeliler.'
Sayın Bakanın bu yaklaşımı, 17 Ağustos 1999 depreminde kaybettiğimiz Türk İş Sendikası eski başkanlarından rahmetli Şevket Yılmaz'ın o dönem yadırgadığımız için aklımızda kalmış şu sözlerini hatırlattı:
'Sanat karnı tok sırtı pek olan kişilerin işidir.'
Sanat, kültür ve çevreye dair devedişi büyüklüğündeki sorunlarımızın, ya da başka ifadelerle 'üst yapı'ya veya 'yumuşak konular'a (soft issues) veya, 'akıllı güç'e (smart power) dair sorunlarımızın ihmal edilmesinin, altyapı alanındaki zaten 'olmazsa olmaz' diye algılanan hizmetleri ve yanısıra pek çok zaferi gölgeleyeceğini yazıp duruyoruz.
Diğer yandan hayatın meraklarla zenginleştiğini, derinleştiğini ve bizden sonraki nesillerin bizim ve diğer tüm kadim kültürlere duyacakları ilgiyle dün, bugün ve gelecek bağını kurabileceklerini hatırlatmak boynumuzun borcudur. Bilindiği üzere Fransa'da Kültür Bakanlığı da yapmış olan yazar Andre Malraux, 'Bir Picasso Kitabı: Obsidiyen Kafa' adlı kitabında bir kafedeki gençlerin sohbetine kulak verdiği anları anlatır. Gençlerden biri şöyle demektedir:
'Mona Lisa neden gülümsüyor biliyor musunuz? Çünkü ona bıyık eklemiş olanların hepsi öldü.'
Sayın Bakan Eroğlu 'festivaller' derken, zihinlerde iz bırakmayan, 'yapmış olmak için yapılan' ve kültürden sanattan nasibini almamış organizasyonlar olarak boşuna para harcanmış bazı eğlenceleri kastediyor olsa gerek. Bu vesileyle tüm bakanlıkların Kültür Bakanlığımızla ülke çapında işbirliği içinde olmaları gerektiğine işaret etmekte yarar var. Bu işbirliği meselesini, özellikle Gaziantep kent markası üzerine sayın Fatma Şahin'in katılımıyla düzenlenen toplantıda Hakan Tanrıöver Bey'le tanıştığım günden beri daha çok düşünür oldum. Hakan Tanrıöver Bey'in unvanı çok önemliydi çünkü:
Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültürel İrtibat Noktası Sorumlusu.
Çok işimiz var çok! Heyecanlı olmak için de çok nedenimiz var.
İzlemeyene yazık olacak
En son Cem Yılmaz'ın filmi Pek Yakında'nın galasında bu kadar kalabalık görmüştüm Kanyon'da. Bir de Çağan Irmak'ın yeni filminin ilk gösteriminde.
İlk izlenimlerim şöyle:
1. Çağan Irmak bunu bana hep yapıyor. 'Babam ve Oğlum', 'Dedemin İnsanları' ve bir de şimdi 'Unutursam Fısılda'. Hani kendimle övünürüm ya; sinemayı izlemekten çok 'okumaya' çalışırım, bu yüzden de filmin içine bodoslamadan dahil olmam. Sonuç: Ağlamam da zordur, gülmem de. Çünkü yönetmenin o sahneyi, o oyunu, o müziği, o ışığı hangi saikle oraya koyduğunu düşünmekten kendimi filme kaptırmam zorlaşır. Buradan elde ettiğimiz melekeyle insanları da kendimizi kaptırmadan okumaya çalışmayı hem öğütlemişimdir, hem de bizzat denemişimdir. İşte bu yaklaşımım, Çağan Irmak filmlerinde, özellikle bazı sahnelerde resmen 'eksen kaymasına' uğruyor, zemberek boşalıyor, bir hüngürdür gidiyor...
Defalarca çekilen, bizde de Sezen Aksu'nun ilk filmine konu olan 'A Star is Born' filmini çağrıştırması hiç önemli değil. Yaratılan atmosfer, oyunculuk ve bu toplumun, özellikle de bizim ve bizden sonraki kuşağın 'ortak ruhi şekillenmesini' kökünden yakalayıp gönül tellerini titretip, burun direğini sızlatması bile, nereden neyi esinlendiği -isterseniz 'İhtiras Tramvayı' ve 'Blue Jasmine'deki iki kız kardeşin hikayesini de dahil edin- sorgulamasını tamamen göz ardı ettirebiliyor.
İlk kez başrol oyuncularının (Zeynep Farah Abdullah, Mehmet Günsür), yardımcı rollerdeki oyuncuların (Hümeyra, Işıl Yücesoy) kısmen gölgesinde kaldığına tanık olduk. Gençliğimin büyük aşkı Hümeyra'nın oyunculuğunu biliyorduk, ama Işıl Yücesoy'un böyle bir zirve yapacağını tahmin edememiştik.
Allah, Zeynep Farah Abdullah'dan yıldız tozunu esirgememiş. Kurt Seyit ve Şura'nın ilk sahnesinden bu yana Türkiye'nin müthiş bir yıldız kazandığını düşünenler bu kez de yanılmayacaklar. Ayrıca bu starın içindeki gizli, mükemmel bir şarkıcının doğuşuna tanıklık ediyoruz (Bu arada Kenan Doğulu'nun müzikleri bir harika). Filmde bir yıldız adayı daha belirmiş olduğunu söylemeden geçmeyelim: Işıl Yücesoy'un gençliğini oynayan Gözde Cığacı.
Bu filmin Türkiye'deki herhangi bir festivalde herhangi bir ödül alma şansı yok tabii ki. Çünkü halk beğenecek, itibar edecek. Halkın beğendiği filmler ise bizim bunalım filmi festivallerinde itibar görmüyor, hele de içinde star'lar varsa.
Bu filmi izlememek insanın kendisine yapacağı bir haksızlık olurdu.
'Reaksiyon' reaksiyon doğuruyor
Bizim yazıları okuyanlar gayet iyi bilir. Kamu diplomasisinin önemini ikide bir vurgularız. Yani dışarıda ve içeride algılanmasını istediği gerçekliklerin 'iç satın alması'nı, 'ikna'sını sağlamak adına devletin giriştiği tüm soft (yumuşak) hareketler...
Bunların başında tabii ki popüler kültür, yani müzik ile sinema gelir. Pek çok ABD algısının dünyada ve ABD halkı nezdinde oluşmasını Hollywood'un sağladığını ABD Savunma Bakanlığı, Beyaz Ev yönetimi ve ABD Kamu Diplomasisi Enstitüsü belgelerinden biliyoruz. Türkiye'de ise ne yazık ki bunun pek fazla örneği yok. Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü yeni kurulmuş bir kurum olarak kısıtlı bütçelerle elinden geleni yapıyor.
Bir de tabii 'Algılama Yönetimi'ni sahtekarca yürütülen iletişim çalışmalarıyla karıştırıp 'Algı Operasyonu' aşağılanması var ki olayın gelişmesine büsbütün engel. Bu arada Kurtlar Vadisi gibi bazı dizilerde bir miktar ders verilir gibi (didaktik) olsa da yukarıdaki tanıma uygun örneklere tanık olduk. Genelde devlet kurumlarının desteğiyle üretilen film ve diziler bizde daha çok sivil girişimler olarak hayli zayıf kalıyor. Şu sıra bir istisna var:
Star TV'nin 'Reaksiyon'u. 6. Bölümü 27 Ekim'de yayınlandı. Bize sorarsanız Kamu Diplomasisi adına mükemmel bir örnek. Paralel yapı, hükümet tarafı ve muhalif tüm kanatlar, istihbarat örgütleri, polis teşkilatı, Silahlı Kuvvetler'in kahraman özel birlikleri hepsi bu dizide var. O kadar başarılı ki 'Yayından kaldırıldı, kaldırılacak, erken final yapacak' dedikodusu çıktı bile. Bizce bu altı bölüm bile yeter. Paralel yapıyı hiçbir siyasi, hiçbir söyleminde bu kadar etkili anlatamazdı.