"Taksim'de 'Dayanışmama'..."
11.07.2013 - Yeni Şafak Gazetesi
Taksim'de kendisini mağdur hisseden dükkan ya da mağaza sahiplerinden biri ekrandan gözlerimizin içine bakarak şöyle diyordu:
'Ben idealim uğruna sizin gözünüze bir yumruk atsam hoş karşılar mısınız?'
Tarihi, idealleri uğruna mücadele verenlerle statükoyu koruma ya da çıkarları uğruna savaşanların yazdığını bilenler de gözlerinin üstüne, katılmadığı bir dünyagörüşünün hararetli savunucusu tarafından yumruğu yediğinde 'Bir dakika ya, ne oluyoruz?' diye feveran edecektir.
İdeali uğruna mücadele edene saygı duyulur ama ideali uğruna korunmasız insanlara zarar verenlere saygı duyulmaz.
T24 sitesini görmememe rağmen, bu sitede Alper Görmüş'ün üç gün önceki yazısı hakkında kulaktan kulağa konuşulanların farkına vardığımda, tam da yukarıdaki cümleleri bana yazdıran ruh haliyle sözkonusu haberi satır satır ve dikkatle okudum. İnanılır gibi değil:
İstanbul 1. İdare Mahkemesi'nin Taksim Yayalaştırma Projesi'ni iptal ettiğine dair kararını Taksim Dayanışması, önceden biliyormuş.
Biliyormuş ve susmuşlar!
Mahkeme, Taksim Yayalaştırma Projesi'ni 6 Haziran'da iptal etmiş ve Gezi Parkı'nın mevcut haliyle korunmasını sağlayabilecek bu iptal kararını herkes bir başka mahkemenin bu karara verdiği referans sayesinde öğrenmiş. Ne zaman öğrenmiş? 3 Temmuz'da öğrenmiş. Oysa ki, Taksim Dayanışması, bu karardan 6 Haziran'dan birkaç gün sonra haberdar olmuş!
İnsanın 6 Haziran'dan sonra olanları ve hayatını kaybeden, gözlerinden olan çocuklarımızı, gençlerimizi düşünmesini kim engelleyebilir? Bu iptal kararını, hukuki bir takım kaygılar ileri sürerek eylemci gençlerden saklamaya kimin, nasıl bir hakkı olabilir, diye aklımızdan geçmez mi? Sormaz mıyız?
Siz tutacak, bu ülkenin mimarlarını, şehir planlamacılarını, peyzaj mimarlarını temsil ettiğinizden yola çıkıp, üç Oda'nın yöneticileri olarak mahkemede Taksim Yayalaştırma Projesi'nin iptali için bir değil, iki mahkemeye başvuracaksınız. Sonra da işler tam da istediğiniz gibi gelişmeye başlamışken, sonucu sır gibi saklayacaksınız? Kimden saklayacaksınız? Neden saklayacaksınız? Gerekçeniz de bazen hiç de o kadar titizlikle dikkate almadığınız teknik bir hukuki söylem olacak…
Mimarlar Odası'nın avukatı Can Atalay bey, Zaman gazetesinden konuyla ilgili kendisini arayan Kadir Kökten'e şöyle diyor:
'Kararı 23 gündür biliyoruz ancak gerekçeli kararı görmediğimiz için bir şey söylemedik. Kararın gerekçesini bilmediğimiz durumda 'Mahkeme şu kararı vermiştir' diye çıkıp söylemek oradaki hâkimlere ayıp olur.'
Mimarlar Odası istediği kadar internet sitesinde yayınladığı açıklamalarla, benim gibi düşünenleri 'kara propoganda'ya alet olmakla itham etsin ve mimar değil hukukçu ağzıyla 'Usul hukuku gereği Mahkemelerin, önlerine gelen uyuşmazlıklar...' falan diye başlayan takır tukur cümlelerle açıklamalar yapadursun, gerçeği öğrenenleri ikna etmek bu ifadelerden daha karmaşık ve zor olacaktır. Kanunlarda değil ama vicdanlarda nasıl bir yer edindiklerini ise hiçbir zaman öğrenmek istemeyeceklerdir.
Avukatları Can Atalay ile Zaman gazetesi muhabiri Kadir Kökten arasındaki telefon görüşmesindeki beş dakikalık ses kaydına isteyen herkes ulaşabilir.
Bu son gelişme, Taksim Dayanışması'nın bildiği yolda sonuç almaya kilitlendiğini ve tasallut ölçüsünde 'dediğim dedik'çi tavırlarını sürdürüp, farklı düşünen muhataplarıyla 'dayanışmayı' bırakın, uzlaşmayı bile akıllarından geçirmek gibi bir niyetlerinin zaten hiç olmadığını ileri sürenleri doğrulamıştır.
İdeal sahibi olmak insanın en saygın özelliğidir.
Başkalarının idealleri uğruna 'kullanılmak' ise iğrenç bir duygudur.
Vah ki ne vah!
Yolsuzluk da bir algı meselesi olabilir
Her ne kadar başında 'Uluslararası' yazan örgütlere uzun yıllardır şüphe ve mesafeyle yaklaşmayı hayat bana öğretmiş olsa da, bazen dikkate alınacak çarpıcı çalışmalara imza atmalarını da yabana atmamaya çalışıyorum… Uluslararası Şeffaflık Örgütü, dünyadaki 'rüşvet düzeninin' nabzını tutmuş. Berlin merkezli örgüt, 107 ülkeden 114 bin kişiyle 'Küresel Yolsuzluk Barometresi' başlıklı bir araştırma yaptırmış.
Sonuçlara göre her 5 kişiden 3.8'i siyasi partileri 'en yolsuz kurum' olarak görüyormuş. Deneklerin yüzde 27'sinin 2012 yılında kamu hizmetlerinden yararlanmak için rüşvet verdiğini beyan etmesi de çok ilginç bir veri. Küresel çaptaki yolsuzluk meselesinde ikinci güvenilmez kurumun ise yüzde 3.7 ile polis olduğu tespit edilmiş. Üçüncü sırada yüzde 3.6 ile kamu görevlileri, yasama ve yargı mensupları yer alıyor.
114 bin deneğin sadece yüzde 23'ü hükümetlerinin yolsuzlukla mücadelede etkili çaba sergilediklerine inanıyor. 2008'de yüzde 32'si etkili çaba gösterildiğini düşünüyormuş. Yani siyasilere algı da düşüyor güven de
Araştırmanın Türkiye ayağında da, yolsuzluk sıralamasında birinci sırayı siyasi partiler, ikinci sırayı basın, üçüncü sırayı parlamento ve yargı, dördüncü sırayı da özel sektör almış. Bunları eğitim, sağlık, devlet kurumları, yargı, dini kurumlar, STK'lar ve ordu izliyor. Ordu, dünya çapındaki barometrede yüzde 2.9 ile 10. sırada. Bizde ise tahmin edileceği gibi sonlarda. Güven araştırmalarında da zaten tüm araştırmalarda Silahlı Kuvvetler birinciliği Cumhurbaşkanı ile dönüşümlü olarak paylaşır.
Araştırmaya katılan Mısırlıların yüzde 78'ine göre en yolsuz kurum polis, Onu yüzde 65 ile yargı ve yüzde 45 ile ordu izliyor.
Hayatı 'ekonomi' üzerinden okuyanları haklı çıkartan bu araştırma, küresel finans kriziyle birlikte siyasetçilere olan güven duygusunun sarsılmaya devam ettiğini ortaya koyarken, asıl meselenin devlet mekanizmasında düğümlendiğine de işaret etmiyor mu? Dünya, 'Bizi yönetenlerden memnun değiliz' diyor açıkça. Yürütme, yasama ve yargıya olumsuz baktıkları kesin. Ordunun ise bizdeki ve Mısır'daki algısı arasındaki uçurum, tam da beklendiği gibi…
Peki bu durum nasıl aşılır… 'Biz rüşvet almayız. Adamlarımız gofret bile yemez!' türünden açıklamalarla bir yere varılmayacağı kesin. O halde her zaman önerdiğimiz çıkış yolu burada da geçerlidir: 'Smart power konularında ortaya çıkan sorunlar, smarter power stratejeleriyle alt edilebilir!' Algılama Yönetimi ve Kamu Diplomasisi stratejileri güven unsurunu artırmak için devreye sokulursa bir şans doğabilir…
Taksim'de kendisini mağdur hisseden dükkan ya da mağaza sahiplerinden biri ekrandan gözlerimizin içine bakarak şöyle diyordu:
'Ben idealim uğruna sizin gözünüze bir yumruk atsam hoş karşılar mısınız?'
Tarihi, idealleri uğruna mücadele verenlerle statükoyu koruma ya da çıkarları uğruna savaşanların yazdığını bilenler de gözlerinin üstüne, katılmadığı bir dünyagörüşünün hararetli savunucusu tarafından yumruğu yediğinde 'Bir dakika ya, ne oluyoruz?' diye feveran edecektir.
İdeali uğruna mücadele edene saygı duyulur ama ideali uğruna korunmasız insanlara zarar verenlere saygı duyulmaz.
T24 sitesini görmememe rağmen, bu sitede Alper Görmüş'ün üç gün önceki yazısı hakkında kulaktan kulağa konuşulanların farkına vardığımda, tam da yukarıdaki cümleleri bana yazdıran ruh haliyle sözkonusu haberi satır satır ve dikkatle okudum. İnanılır gibi değil:
İstanbul 1. İdare Mahkemesi'nin Taksim Yayalaştırma Projesi'ni iptal ettiğine dair kararını Taksim Dayanışması, önceden biliyormuş.
Biliyormuş ve susmuşlar!
Mahkeme, Taksim Yayalaştırma Projesi'ni 6 Haziran'da iptal etmiş ve Gezi Parkı'nın mevcut haliyle korunmasını sağlayabilecek bu iptal kararını herkes bir başka mahkemenin bu karara verdiği referans sayesinde öğrenmiş. Ne zaman öğrenmiş? 3 Temmuz'da öğrenmiş. Oysa ki, Taksim Dayanışması, bu karardan 6 Haziran'dan birkaç gün sonra haberdar olmuş!
İnsanın 6 Haziran'dan sonra olanları ve hayatını kaybeden, gözlerinden olan çocuklarımızı, gençlerimizi düşünmesini kim engelleyebilir? Bu iptal kararını, hukuki bir takım kaygılar ileri sürerek eylemci gençlerden saklamaya kimin, nasıl bir hakkı olabilir, diye aklımızdan geçmez mi? Sormaz mıyız?
Siz tutacak, bu ülkenin mimarlarını, şehir planlamacılarını, peyzaj mimarlarını temsil ettiğinizden yola çıkıp, üç Oda'nın yöneticileri olarak mahkemede Taksim Yayalaştırma Projesi'nin iptali için bir değil, iki mahkemeye başvuracaksınız. Sonra da işler tam da istediğiniz gibi gelişmeye başlamışken, sonucu sır gibi saklayacaksınız? Kimden saklayacaksınız? Neden saklayacaksınız? Gerekçeniz de bazen hiç de o kadar titizlikle dikkate almadığınız teknik bir hukuki söylem olacak…
Mimarlar Odası'nın avukatı Can Atalay bey, Zaman gazetesinden konuyla ilgili kendisini arayan Kadir Kökten'e şöyle diyor:
'Kararı 23 gündür biliyoruz ancak gerekçeli kararı görmediğimiz için bir şey söylemedik. Kararın gerekçesini bilmediğimiz durumda 'Mahkeme şu kararı vermiştir' diye çıkıp söylemek oradaki hâkimlere ayıp olur.'
Mimarlar Odası istediği kadar internet sitesinde yayınladığı açıklamalarla, benim gibi düşünenleri 'kara propoganda'ya alet olmakla itham etsin ve mimar değil hukukçu ağzıyla 'Usul hukuku gereği Mahkemelerin, önlerine gelen uyuşmazlıklar...' falan diye başlayan takır tukur cümlelerle açıklamalar yapadursun, gerçeği öğrenenleri ikna etmek bu ifadelerden daha karmaşık ve zor olacaktır. Kanunlarda değil ama vicdanlarda nasıl bir yer edindiklerini ise hiçbir zaman öğrenmek istemeyeceklerdir.
Avukatları Can Atalay ile Zaman gazetesi muhabiri Kadir Kökten arasındaki telefon görüşmesindeki beş dakikalık ses kaydına isteyen herkes ulaşabilir.
Bu son gelişme, Taksim Dayanışması'nın bildiği yolda sonuç almaya kilitlendiğini ve tasallut ölçüsünde 'dediğim dedik'çi tavırlarını sürdürüp, farklı düşünen muhataplarıyla 'dayanışmayı' bırakın, uzlaşmayı bile akıllarından geçirmek gibi bir niyetlerinin zaten hiç olmadığını ileri sürenleri doğrulamıştır.
İdeal sahibi olmak insanın en saygın özelliğidir.
Başkalarının idealleri uğruna 'kullanılmak' ise iğrenç bir duygudur.
Vah ki ne vah!
Yolsuzluk da bir algı meselesi olabilir
Her ne kadar başında 'Uluslararası' yazan örgütlere uzun yıllardır şüphe ve mesafeyle yaklaşmayı hayat bana öğretmiş olsa da, bazen dikkate alınacak çarpıcı çalışmalara imza atmalarını da yabana atmamaya çalışıyorum… Uluslararası Şeffaflık Örgütü, dünyadaki 'rüşvet düzeninin' nabzını tutmuş. Berlin merkezli örgüt, 107 ülkeden 114 bin kişiyle 'Küresel Yolsuzluk Barometresi' başlıklı bir araştırma yaptırmış.
Sonuçlara göre her 5 kişiden 3.8'i siyasi partileri 'en yolsuz kurum' olarak görüyormuş. Deneklerin yüzde 27'sinin 2012 yılında kamu hizmetlerinden yararlanmak için rüşvet verdiğini beyan etmesi de çok ilginç bir veri. Küresel çaptaki yolsuzluk meselesinde ikinci güvenilmez kurumun ise yüzde 3.7 ile polis olduğu tespit edilmiş. Üçüncü sırada yüzde 3.6 ile kamu görevlileri, yasama ve yargı mensupları yer alıyor.
114 bin deneğin sadece yüzde 23'ü hükümetlerinin yolsuzlukla mücadelede etkili çaba sergilediklerine inanıyor. 2008'de yüzde 32'si etkili çaba gösterildiğini düşünüyormuş. Yani siyasilere algı da düşüyor güven de
Araştırmanın Türkiye ayağında da, yolsuzluk sıralamasında birinci sırayı siyasi partiler, ikinci sırayı basın, üçüncü sırayı parlamento ve yargı, dördüncü sırayı da özel sektör almış. Bunları eğitim, sağlık, devlet kurumları, yargı, dini kurumlar, STK'lar ve ordu izliyor. Ordu, dünya çapındaki barometrede yüzde 2.9 ile 10. sırada. Bizde ise tahmin edileceği gibi sonlarda. Güven araştırmalarında da zaten tüm araştırmalarda Silahlı Kuvvetler birinciliği Cumhurbaşkanı ile dönüşümlü olarak paylaşır.
Araştırmaya katılan Mısırlıların yüzde 78'ine göre en yolsuz kurum polis, Onu yüzde 65 ile yargı ve yüzde 45 ile ordu izliyor.
Hayatı 'ekonomi' üzerinden okuyanları haklı çıkartan bu araştırma, küresel finans kriziyle birlikte siyasetçilere olan güven duygusunun sarsılmaya devam ettiğini ortaya koyarken, asıl meselenin devlet mekanizmasında düğümlendiğine de işaret etmiyor mu? Dünya, 'Bizi yönetenlerden memnun değiliz' diyor açıkça. Yürütme, yasama ve yargıya olumsuz baktıkları kesin. Ordunun ise bizdeki ve Mısır'daki algısı arasındaki uçurum, tam da beklendiği gibi…
Peki bu durum nasıl aşılır… 'Biz rüşvet almayız. Adamlarımız gofret bile yemez!' türünden açıklamalarla bir yere varılmayacağı kesin. O halde her zaman önerdiğimiz çıkış yolu burada da geçerlidir: 'Smart power konularında ortaya çıkan sorunlar, smarter power stratejeleriyle alt edilebilir!' Algılama Yönetimi ve Kamu Diplomasisi stratejileri güven unsurunu artırmak için devreye sokulursa bir şans doğabilir…