Tebrikler CHP
18.02.2014 Yeni Şafak
Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan ve Gezici Araştırma şirketinin yaptığı söylenen ve de 'Son ankette AKP'de büyük düşüş' başlığıyla verilen bir ankete göre AK Parti'nin oyları %37,5 ve CHP'nin oyları da %31,5 olarak tecelli edecekmiş...
Yani CHP'nin yıllardır kendisini AK Parti'ye göre tanımlama, ona ve Başbakan'a saldırarak sürdürdüğü strateji 12 yıl sonra tutmuş ve de son ittifaklarla ortaya çıkırılan 'yolsuzluk' iddialarının etkisiyle Ana Muhalefet'in oyları patlamış...
Bravo...
Gemide, uçakta navigasyon aleti olmadan hareket etmek ciddî riskler de, sonuçlar da doğurabilir. Siyasi iletişimde navigasyon aleti ise seçmen eğilimlerini, ortak ruhi şekillenmesi doğru 'okumak' için yürütülen araştırma ve ölçümlemelerdir.
Gördüğüm son 3 araştırma AK Parti'yi %47-48 civarında gösterirken CHP'nin oylarının % 27-28 dolaylarında oluşacağına işaret ediyor.
Eğer bütün araştırma şirketleri yanılıyorsa, mesele yok. Helal olsun CHP'ye. Durduk yerde herhalde sihirli bir değnekle oylarını artırabilmiş... Ama ya değilse?... Ya navigasyon aleti çalışmıyorsa... Kaptan da (yaygın deyişe uyarlarsak), Eşkaptan da zor durumdalar demektir...
Başkasının başarısını kendi hanesine yazdırma başarısı
Bu, 'iletişim ustası' kuruluşlardan Mercedes'in yeni bir 'iletişim başarı öyküsü'dür:
Ressam ve heykeltraş Edit Bán-Kiss 1944'te Ravensbrück toplama kampına atılmış ve sonrasında binlerce kadınla birlikte zorunlu işçi olarak Mercedes fabrikalarına gönderilmiş.
O dönem, sağlam bir Hitler taraftarı olan Daimler Benz ailesinin fabrikalarında tanklar ve uçak motorları ürettiği bilinir. (Bkz: 2. Dünya Savaşı filmlerinde Alman komutanlarının araçları).
BBC haberinde o dönemle ilgili şu rakamlar verilmiş:
'1941 yılında Daimler Benz fabrikalarında çalışan 14 bin 600 işçinin yüzde 35'i karın tokluğuna çalıştırılan tutsaklardan oluşuyordu. Bu oranın 1944'te yüzde 68'e ulaştığı belirtiliyor.'
Edit Bán-Kiss, Daimler Benz fabrikalarında uçak motoru üretmek için zorunlu işçi olarak götürülen binlerce Yahudiden biriymiş. Savaşın son haftalarında birkaç tutsakla birlikte kamptan kaçmayı başarıp Macaristan'a dönmüş. Ölüm kamplarındaki gündelik hayatı resmettiği eserleriyle dünyada tanınan bir sanatçı olmuş ve Fas, Fransa ve İngiltere'de sürdürdüğü yaşamına 1966'da da intihar ederek son vermiş.
Hikâye böyle... Gelelim, Mercedes'le bu hikâyenin arasındaki irtibata.
Mercedes yönetimi, merkez binasının bulunduğu sokağa bir kadın adının verilmesi talebiyle Berlin Belediyesi'ne şu iki ismi önermiş: Şirketin kurucusu Carl Benz'in eşi Bertha Benz ve otomobil markasının adını aldığı, şirket ortağı Emil Jellinek'in kızı Mercedes Jellinek.
Belediye iki ismi de reddetmiş ve sokak adı olarak Mercedes otomobili de üreten Daimler Benz fabrikalarında, toplama kamplarından getirilip işçi olarak çalıştırılan Macar Yahudisi ressam Edit Bán-Kiss'i önermiş.
BBC haberine göre Berlin'de Mercedes binasının bulunduğu sokağa bu ressam hanımın adını Belediye'nin önerisiyle vermekle Mercedes geçmişiyle bir kez daha yüzleşmiş oluyormuş. Oysa sokak adını öneren Mercedes değil, belediye!
Yine BBC haberine göre 'Aslında Mercedes üreten Daimler Benz geçmişle daha önce de yüzleşmiş'miş. (Reklam kokan basın bülteninden mülhem) Nazi kamplardan kurtulan Yahudilerle ve onların dernekleriyle ilişkiler geliştirmiş ve bu doğrultuda vakıf ve derneklere destekler vermişmiş.
BBC diyor ki: 'Ancak bu konuda atılan en önemli adım, sokağın adının değiştirilmesi oldu.'
Bize kalırsa, Nazi geçmişiyle yüzleşen Mercedes'den çok Berlin Belediyesi... Onlar da zaten bu konuda yıllar içinde defalarca yüzleşe yüzleşe Nazi geçmişiyle aralarına demirden bir perde çektikleri algısını çoktan yerleştirdiler.
Mercedes ve dolayısıyla Daimler Benz, kısa zaman önce zamanda Merkel'in partisine olan yakınlığıyla siyaset sahnesinde ve kendi bünyesinde sarsıntılara neden olurken her defasında krizleri başarıyla yönetmeyi bilmiştir. Şu son BBC haberiyle de görülüyor ki, 'rüşvet krizleri'yle gündeme gelen Daimler Benz'in algılama yönetimi çalışmaları özellikle medya üzerinde etkili olmuş. Berlin Belediyesi'nin artısını bile kendi hanesine yazdırmayı başarmış.
Diğerini önemsemeden değişmek...
'Aşk' adıyla gösterime giren Spike Jonze'un yönettiği filmi, orijinal adıyla 'Her'ü, 'hayatı ve de kendini okumaya' çalışanlar, hadi 'Ustanın' deyişiyle söyleyelim, 'Talip olanlar' mutlaka ki, izlemeli.
Hi-tech bir dünya atmosferinin duygu olarak 'buzul soğukluğundaki' bir metropolünde, sanal âlemde yaşanan bir aşk hikâyesi... Bu âlemde, tıpkı Cyrano de Bergerac gibi başkasının yerine muhteşem mektuplar yazan, metinyazarı kahramanımız, bir işletim sistemindeki yapay 'Ses'le olağanüstü bir aşk yaşayacaktır.
İşletim sisteminin sesi (Samantha), insana 'Beni nasıl da iyi tanıyorsun!' dedirten, yanlılığını tamamen unutturan olağanüstü bir dost ve sonrasında da sevgili oluyor... Eşinden boşanmak üzere olan delikanlı, gerçek dünyada kadınlarla yaşayamadığı aşkı, bedensiz bir sesle ve derinlemesine, diplerde yaşıyor. Samantha, bestelediği şarkıyı, çizdiği resmi, duygularını, düşüncelerini internetten aktararak sürekli besliyor ve değiştiriyor kahramanı. Aşk'ı bitirenin, 'Diğerini önemsemeden değişmek' olduğunu işitiyoruz bu 'sanal' aşk hikâyesinden.
Sadece kahramanımız mı yalnız? Hayır. Herkes yalnız... ABD toplumunun iki numaralı meselesi olan 'yalnızlığın' (bir numara, maneviyatını kaybetmesidir) kırılabildiği nokta neresidir? Sorunun yanıtı, filmin Türkçesinin içinde gizlidir: Aşk... Ama hangi aşk?
O yanıtı da filmi izlerken siz bulacaksınız...
Diğerini önemsemeden değişenleri, birlikte değişemeyenleri, ya da kaderin aynı duygu aleminde buluşturma armağanını fark edemeyenleri bir iç hesaplaşmayla başbaşa bırakabilecek bir film...
Bu kez, bizim 4'lü skalaya göre, 'İyi yapılmış, (oldukça) iyi bir film' diyebiliriz, belki...
Yani CHP'nin yıllardır kendisini AK Parti'ye göre tanımlama, ona ve Başbakan'a saldırarak sürdürdüğü strateji 12 yıl sonra tutmuş ve de son ittifaklarla ortaya çıkırılan 'yolsuzluk' iddialarının etkisiyle Ana Muhalefet'in oyları patlamış...
Bravo...
Gemide, uçakta navigasyon aleti olmadan hareket etmek ciddî riskler de, sonuçlar da doğurabilir. Siyasi iletişimde navigasyon aleti ise seçmen eğilimlerini, ortak ruhi şekillenmesi doğru 'okumak' için yürütülen araştırma ve ölçümlemelerdir.
Gördüğüm son 3 araştırma AK Parti'yi %47-48 civarında gösterirken CHP'nin oylarının % 27-28 dolaylarında oluşacağına işaret ediyor.
Eğer bütün araştırma şirketleri yanılıyorsa, mesele yok. Helal olsun CHP'ye. Durduk yerde herhalde sihirli bir değnekle oylarını artırabilmiş... Ama ya değilse?... Ya navigasyon aleti çalışmıyorsa... Kaptan da (yaygın deyişe uyarlarsak), Eşkaptan da zor durumdalar demektir...
Başkasının başarısını kendi hanesine yazdırma başarısı
Bu, 'iletişim ustası' kuruluşlardan Mercedes'in yeni bir 'iletişim başarı öyküsü'dür:
Ressam ve heykeltraş Edit Bán-Kiss 1944'te Ravensbrück toplama kampına atılmış ve sonrasında binlerce kadınla birlikte zorunlu işçi olarak Mercedes fabrikalarına gönderilmiş.
O dönem, sağlam bir Hitler taraftarı olan Daimler Benz ailesinin fabrikalarında tanklar ve uçak motorları ürettiği bilinir. (Bkz: 2. Dünya Savaşı filmlerinde Alman komutanlarının araçları).
BBC haberinde o dönemle ilgili şu rakamlar verilmiş:
'1941 yılında Daimler Benz fabrikalarında çalışan 14 bin 600 işçinin yüzde 35'i karın tokluğuna çalıştırılan tutsaklardan oluşuyordu. Bu oranın 1944'te yüzde 68'e ulaştığı belirtiliyor.'
Edit Bán-Kiss, Daimler Benz fabrikalarında uçak motoru üretmek için zorunlu işçi olarak götürülen binlerce Yahudiden biriymiş. Savaşın son haftalarında birkaç tutsakla birlikte kamptan kaçmayı başarıp Macaristan'a dönmüş. Ölüm kamplarındaki gündelik hayatı resmettiği eserleriyle dünyada tanınan bir sanatçı olmuş ve Fas, Fransa ve İngiltere'de sürdürdüğü yaşamına 1966'da da intihar ederek son vermiş.
Hikâye böyle... Gelelim, Mercedes'le bu hikâyenin arasındaki irtibata.
Mercedes yönetimi, merkez binasının bulunduğu sokağa bir kadın adının verilmesi talebiyle Berlin Belediyesi'ne şu iki ismi önermiş: Şirketin kurucusu Carl Benz'in eşi Bertha Benz ve otomobil markasının adını aldığı, şirket ortağı Emil Jellinek'in kızı Mercedes Jellinek.
Belediye iki ismi de reddetmiş ve sokak adı olarak Mercedes otomobili de üreten Daimler Benz fabrikalarında, toplama kamplarından getirilip işçi olarak çalıştırılan Macar Yahudisi ressam Edit Bán-Kiss'i önermiş.
BBC haberine göre Berlin'de Mercedes binasının bulunduğu sokağa bu ressam hanımın adını Belediye'nin önerisiyle vermekle Mercedes geçmişiyle bir kez daha yüzleşmiş oluyormuş. Oysa sokak adını öneren Mercedes değil, belediye!
Yine BBC haberine göre 'Aslında Mercedes üreten Daimler Benz geçmişle daha önce de yüzleşmiş'miş. (Reklam kokan basın bülteninden mülhem) Nazi kamplardan kurtulan Yahudilerle ve onların dernekleriyle ilişkiler geliştirmiş ve bu doğrultuda vakıf ve derneklere destekler vermişmiş.
BBC diyor ki: 'Ancak bu konuda atılan en önemli adım, sokağın adının değiştirilmesi oldu.'
Bize kalırsa, Nazi geçmişiyle yüzleşen Mercedes'den çok Berlin Belediyesi... Onlar da zaten bu konuda yıllar içinde defalarca yüzleşe yüzleşe Nazi geçmişiyle aralarına demirden bir perde çektikleri algısını çoktan yerleştirdiler.
Mercedes ve dolayısıyla Daimler Benz, kısa zaman önce zamanda Merkel'in partisine olan yakınlığıyla siyaset sahnesinde ve kendi bünyesinde sarsıntılara neden olurken her defasında krizleri başarıyla yönetmeyi bilmiştir. Şu son BBC haberiyle de görülüyor ki, 'rüşvet krizleri'yle gündeme gelen Daimler Benz'in algılama yönetimi çalışmaları özellikle medya üzerinde etkili olmuş. Berlin Belediyesi'nin artısını bile kendi hanesine yazdırmayı başarmış.
Diğerini önemsemeden değişmek...
'Aşk' adıyla gösterime giren Spike Jonze'un yönettiği filmi, orijinal adıyla 'Her'ü, 'hayatı ve de kendini okumaya' çalışanlar, hadi 'Ustanın' deyişiyle söyleyelim, 'Talip olanlar' mutlaka ki, izlemeli.
Hi-tech bir dünya atmosferinin duygu olarak 'buzul soğukluğundaki' bir metropolünde, sanal âlemde yaşanan bir aşk hikâyesi... Bu âlemde, tıpkı Cyrano de Bergerac gibi başkasının yerine muhteşem mektuplar yazan, metinyazarı kahramanımız, bir işletim sistemindeki yapay 'Ses'le olağanüstü bir aşk yaşayacaktır.
İşletim sisteminin sesi (Samantha), insana 'Beni nasıl da iyi tanıyorsun!' dedirten, yanlılığını tamamen unutturan olağanüstü bir dost ve sonrasında da sevgili oluyor... Eşinden boşanmak üzere olan delikanlı, gerçek dünyada kadınlarla yaşayamadığı aşkı, bedensiz bir sesle ve derinlemesine, diplerde yaşıyor. Samantha, bestelediği şarkıyı, çizdiği resmi, duygularını, düşüncelerini internetten aktararak sürekli besliyor ve değiştiriyor kahramanı. Aşk'ı bitirenin, 'Diğerini önemsemeden değişmek' olduğunu işitiyoruz bu 'sanal' aşk hikâyesinden.
Sadece kahramanımız mı yalnız? Hayır. Herkes yalnız... ABD toplumunun iki numaralı meselesi olan 'yalnızlığın' (bir numara, maneviyatını kaybetmesidir) kırılabildiği nokta neresidir? Sorunun yanıtı, filmin Türkçesinin içinde gizlidir: Aşk... Ama hangi aşk?
O yanıtı da filmi izlerken siz bulacaksınız...
Diğerini önemsemeden değişenleri, birlikte değişemeyenleri, ya da kaderin aynı duygu aleminde buluşturma armağanını fark edemeyenleri bir iç hesaplaşmayla başbaşa bırakabilecek bir film...
Bu kez, bizim 4'lü skalaya göre, 'İyi yapılmış, (oldukça) iyi bir film' diyebiliriz, belki...