TSK deyince 'vesayet' anlayanlar...
09 aĞUSTOS 2014 yENİ ŞAFAK
Gazze'de ateşkes sona ermiş, İsrail saldırılara yeniden başlamış ve diğer yanda da IŞİD Erbil'e gelip dayanmış, Obama ABD ordusuna yetkiyi vermiş; hava saldırısı başlamış. Suriye'de yangın var. Irak daha da beter. Ukrayna'da silahlar susmuyor. Üçü de bölündü bölünecek. Libya, Mısır'ın hali belli. Ne düşüneceğiz? Asıl önemlisi nasıl düşüneceğiz? Temel soru şu çünkü: Türkiye bu fırtınaya hangi kaptanla girecek?..
Bir başka yazımızda ifade etmeye çalıştığımız gibi, bir olguyu omurilikten, takım taraftarı hissiyatıyla takip edenler, yaşananların içindeki 'anlamlayan pratikler'i görmeden, kutuplara mıknatıs gücüyle çekilmişlerin, 'tasallut zoka'sına takılmışların çözüm adına önerdikleri belli. Allah koruyor ki, bu 'tehlikeli' ya da tam tersi 'bize dokunmayan yılan bin yaşasın'cı reçetelere itibar etmeyen, sözkonusu tasallut cephelerinin hissiyatından uzak, bir soruna yaklaşırken 'ortak', 'farklı', 'karşıt' ve 'çelişik' yönleri farklı paradigmalarla değerlendirebilen; yanı sıra zaman zaman Ortadoğu'daki yengeç sepetinin içinde aynı anda hızla gelişebilen çok farklı yeni gelişmelerle hata da yapabilen bir Dışişleri kadromuz var.
Elini taşın altına sokmayan Türkiye muhalefet partisinin ağzıyla aklına geldiği gibi konuşacak bir iktidarla güney sınırlarımız korunamayacağına göre, çeşitli alternatif senaryolar içinde mutlaka yeri bulunan Türk Silahlı Kuvvetleri hakkında, şu sıralar, 'sınırsız sorumsuz özgürlükçü' arkadaşlarımız ne düşünüyorlar acaba?
TSK'yı Danimarka'da yaşayan bir aydın bakış açısıyla değerlendiren ve neredeyse 'vesayet' sözcüğü ile orduyu eşitleyen toptancı zihniyetin şu hassas günlerde asker ocağına bakışında bir değişiklik olmuş mudur sanıyorsunuz? 5N1K'da Cüneyt Özdemir'in konuğu olarak sorulara yanıt verirken vakitten de çaldığımı bilerek, TSK'nın konumlandırılmasında, başta başkomutanları, yani Cumhurbaşkanı olmak üzere herkesin çok özenli davranması ve ordumuza iade-i itibarın gerekliliğine işaret ettiğimde Twitter'daki bir yorum da (program boyunca gelen hakaretamiz tweetlerden 'temiz' sayılabilecek olanlardan biri) şöyleydi:
'Ordumuz yıpratılıyor, teranesi Kemalistlerin favorisiydi; şimdi ise nöbeti devralan AKP-perverlerin. Son örneği Ali Saydam' (Ferdan Ergut)
Bu tespit, sorunun 'ortak', 'farklı', 'karşıt', 'çelişik' diye yukarıda sıraladığımız hangi açılarından süzülüp ortaya çıkmış olabilir acaba?
'Karşıt'la bakmak kolay, düşünmek ise hakikaten zordur.
Kimin 'B' ve hatta 'C Senaryosu' var?
Oyun teorisinin tek amacı vardır. Çeşitli olasılıklara göre farklı senaryolar hazırlamak. Gelecek tasarımı için olmazsa olmaz koşul!.. Yani 'O olmazsa, bu; bu olmazsa şu!'... B hatta C senaryonuz yoksa ve bunu hedef kilenize yansıtıp sizin geleceğe hazır olduğunuz algısını yaratamıyorsanız, işiniz zor demektir.
11 Ağustos için hangi adayın ve partilerin hangi yedek senaryoları var? Fazla düşünmenize gerek yok. Sadece iki adayın. Başbakan Tayyip Erdoğan ve Selahattin Demirtaş'ın seçim sonrası A, B ve C şıklarında ne yapacakları belli.
CHP ise Tarık Bin Ziyad gibi gemileri yakmış izlenimini veriyor. Ekmel Bey'in seçim sonrası eğer kaybederse, emeklilik sürecine döneceği kesin gibi. Zaten siyaseti sevmediğini söylemişti. Peki CHP'nin senaryolarını bilen var mı? Bilinen tek senaryo, sütre gerisinde bekleşen muhaliflerin ciddi bir yenilgiden sonra şiddetli bir saldırıya geçecekleri...
Bir de senaryosuzluğun altını çizen, sıkı bir düş kırıklığı yaratılmasına neden olacak son açıklamalar var. '%60'la ilk turda alırım!' (Ekmel Bey), 'Başbakan ilk turda alamaz' (Kemal Bey), 'Ekmel Bey ilk turda 55 ile kazanır'(İzmir İl Başkanı Ali Engin)...
Beklenti ne kadar yüksek olursa yaratılacak düş kırıklığı da o kadar şiddetli olur.
Eric Maria Remarque'ın ünlü eseridir: 'Garp Cephesinde Yeni Birşey Yok'...
'Düşünmek zor iştir'
Ne zaman hükümete karşı açıkça tavır alan bir TV'de bir programa katılsam ve de sadece verilere dayanarak mevcut durum analizi yapmaya çalışsam, herhalde adımın altında 'Yeni Şafak yazarı' ibaresi belirdiğinden olacak, düşünce devreleri inkıtaya uğramış 'amigo taraftar tayfası'nın Twitter'de sözlü şiddetine maruz kalırım.
Allahtan Ekmel Bey'in %68 ile seçimi kazanacağı sonucunun ortaya çıktığı bu eğlenceli ortamı ciddiye almıyoruz da, alınacak bir durum görmüyoruz ortada. Haddini aşan olursa da (son 5 yıl içinde 3 gafil) bunları adalete teslim edip, yargı sürecinde beni aramalarını bekliyorum. O aşamada üçü de özür dilemek için kapımızı çaldı. Öyle dijital ortamda falan değil. Aslanlar gibi el yazılarıyla ve 'Ben ettim sen eyleme!' kıvamında özürler... Ben de bunun üzerine avukatlık ve süreç masraflarını karşılamaları koşuluyla 'affettim' kendilerini...
Yargı yolu bu alanda belki yavaş ama çok etkili çalışıyor. Kapıya polis arama emriyle dayandığında, yelkenler suya iniveriyor. 'Fıstıklıdan top atışı' yapmanın bedeli ile karşılaşınca arkadaşlarda ucuz kahramanlık yerini munis bir kediciğe terk ediveriyor...
Tabii ki, omurgadan, takım tutar gibi parti de tutulur; insan da sevilir ya da başka partilere yine aynı yöntemle, FB, GS ve BJK'ye karşı olanların beslediği türden hislerle, bakış açıları sevilmeyen tarafa restler de çekilir; kafa dengi olmayan insana hadler de bildirilir.
Devreye beynimiz, zihnimiz, aklımız girdiğinde 'kontrol' mekanizmanızdan istifade etme şansı çıkar ortaya ve bu şans sayesinde korunuruz; belki de en temel ihtiyacımız olan 'yaşamak ve saygı duyulmak' arzumuza da katkı sağlanır.
Günümüz dünyası, yaşama ve saygı duyulma ihtiyacımızın temel belirleyicilerinden biri olarak iletişimi hayatımızın tam ortasına neredeyse bir dayatma olarak getirip, düşünmeyle konuşabilmeyi birbiriyle 'çıkar amaçlı' bir zeminde buluşturuyor. (Bu buluşmadaki 'menfaat' ya da 'çıkar'ı olumsuz anlamıyla değil, hayatta kalabilme, yaşayabilme gibi masum ve pratik bir çerçevede düşünmeli.)
Zihin dünyası ile duyguları, 'hayatta kalabilme ve saygı duyularak yaşayabilme' gibi bir doğal amaç için 'iletişim' dairesinde buluşturduğunuzda artık devrede sizin dışınızda ancak tamamen sizinle ilgili bir 'anlaşma süreci'ni de kabullenmiş oluyorsunuz. İletişim bu sürecin ya da süreçlerin ta kendisidir.
Rahmetli Halit Refiğ,'Düşünmek zor iştir' derdi. Gerçekten de bir küçük realiteyi bile farklı açılardan görüp değerlendirebilmek, kendimizi 'idrak yolları iltihaplanması'na karşı korumak, elbette gerekli minimum zekâ pırıltısını sürekli ayakta tutabilmek hayli zahmetli bir çabadır.
Düşünmek zor iştir vesselam... Allah hepimizi, Ziya Paşa'nın ifadesiyle 'Acezenin ittifakından korusun'...
Bir başka yazımızda ifade etmeye çalıştığımız gibi, bir olguyu omurilikten, takım taraftarı hissiyatıyla takip edenler, yaşananların içindeki 'anlamlayan pratikler'i görmeden, kutuplara mıknatıs gücüyle çekilmişlerin, 'tasallut zoka'sına takılmışların çözüm adına önerdikleri belli. Allah koruyor ki, bu 'tehlikeli' ya da tam tersi 'bize dokunmayan yılan bin yaşasın'cı reçetelere itibar etmeyen, sözkonusu tasallut cephelerinin hissiyatından uzak, bir soruna yaklaşırken 'ortak', 'farklı', 'karşıt' ve 'çelişik' yönleri farklı paradigmalarla değerlendirebilen; yanı sıra zaman zaman Ortadoğu'daki yengeç sepetinin içinde aynı anda hızla gelişebilen çok farklı yeni gelişmelerle hata da yapabilen bir Dışişleri kadromuz var.
Elini taşın altına sokmayan Türkiye muhalefet partisinin ağzıyla aklına geldiği gibi konuşacak bir iktidarla güney sınırlarımız korunamayacağına göre, çeşitli alternatif senaryolar içinde mutlaka yeri bulunan Türk Silahlı Kuvvetleri hakkında, şu sıralar, 'sınırsız sorumsuz özgürlükçü' arkadaşlarımız ne düşünüyorlar acaba?
TSK'yı Danimarka'da yaşayan bir aydın bakış açısıyla değerlendiren ve neredeyse 'vesayet' sözcüğü ile orduyu eşitleyen toptancı zihniyetin şu hassas günlerde asker ocağına bakışında bir değişiklik olmuş mudur sanıyorsunuz? 5N1K'da Cüneyt Özdemir'in konuğu olarak sorulara yanıt verirken vakitten de çaldığımı bilerek, TSK'nın konumlandırılmasında, başta başkomutanları, yani Cumhurbaşkanı olmak üzere herkesin çok özenli davranması ve ordumuza iade-i itibarın gerekliliğine işaret ettiğimde Twitter'daki bir yorum da (program boyunca gelen hakaretamiz tweetlerden 'temiz' sayılabilecek olanlardan biri) şöyleydi:
'Ordumuz yıpratılıyor, teranesi Kemalistlerin favorisiydi; şimdi ise nöbeti devralan AKP-perverlerin. Son örneği Ali Saydam' (Ferdan Ergut)
Bu tespit, sorunun 'ortak', 'farklı', 'karşıt', 'çelişik' diye yukarıda sıraladığımız hangi açılarından süzülüp ortaya çıkmış olabilir acaba?
'Karşıt'la bakmak kolay, düşünmek ise hakikaten zordur.
Kimin 'B' ve hatta 'C Senaryosu' var?
Oyun teorisinin tek amacı vardır. Çeşitli olasılıklara göre farklı senaryolar hazırlamak. Gelecek tasarımı için olmazsa olmaz koşul!.. Yani 'O olmazsa, bu; bu olmazsa şu!'... B hatta C senaryonuz yoksa ve bunu hedef kilenize yansıtıp sizin geleceğe hazır olduğunuz algısını yaratamıyorsanız, işiniz zor demektir.
11 Ağustos için hangi adayın ve partilerin hangi yedek senaryoları var? Fazla düşünmenize gerek yok. Sadece iki adayın. Başbakan Tayyip Erdoğan ve Selahattin Demirtaş'ın seçim sonrası A, B ve C şıklarında ne yapacakları belli.
CHP ise Tarık Bin Ziyad gibi gemileri yakmış izlenimini veriyor. Ekmel Bey'in seçim sonrası eğer kaybederse, emeklilik sürecine döneceği kesin gibi. Zaten siyaseti sevmediğini söylemişti. Peki CHP'nin senaryolarını bilen var mı? Bilinen tek senaryo, sütre gerisinde bekleşen muhaliflerin ciddi bir yenilgiden sonra şiddetli bir saldırıya geçecekleri...
Bir de senaryosuzluğun altını çizen, sıkı bir düş kırıklığı yaratılmasına neden olacak son açıklamalar var. '%60'la ilk turda alırım!' (Ekmel Bey), 'Başbakan ilk turda alamaz' (Kemal Bey), 'Ekmel Bey ilk turda 55 ile kazanır'(İzmir İl Başkanı Ali Engin)...
Beklenti ne kadar yüksek olursa yaratılacak düş kırıklığı da o kadar şiddetli olur.
Eric Maria Remarque'ın ünlü eseridir: 'Garp Cephesinde Yeni Birşey Yok'...
'Düşünmek zor iştir'
Ne zaman hükümete karşı açıkça tavır alan bir TV'de bir programa katılsam ve de sadece verilere dayanarak mevcut durum analizi yapmaya çalışsam, herhalde adımın altında 'Yeni Şafak yazarı' ibaresi belirdiğinden olacak, düşünce devreleri inkıtaya uğramış 'amigo taraftar tayfası'nın Twitter'de sözlü şiddetine maruz kalırım.
Allahtan Ekmel Bey'in %68 ile seçimi kazanacağı sonucunun ortaya çıktığı bu eğlenceli ortamı ciddiye almıyoruz da, alınacak bir durum görmüyoruz ortada. Haddini aşan olursa da (son 5 yıl içinde 3 gafil) bunları adalete teslim edip, yargı sürecinde beni aramalarını bekliyorum. O aşamada üçü de özür dilemek için kapımızı çaldı. Öyle dijital ortamda falan değil. Aslanlar gibi el yazılarıyla ve 'Ben ettim sen eyleme!' kıvamında özürler... Ben de bunun üzerine avukatlık ve süreç masraflarını karşılamaları koşuluyla 'affettim' kendilerini...
Yargı yolu bu alanda belki yavaş ama çok etkili çalışıyor. Kapıya polis arama emriyle dayandığında, yelkenler suya iniveriyor. 'Fıstıklıdan top atışı' yapmanın bedeli ile karşılaşınca arkadaşlarda ucuz kahramanlık yerini munis bir kediciğe terk ediveriyor...
Tabii ki, omurgadan, takım tutar gibi parti de tutulur; insan da sevilir ya da başka partilere yine aynı yöntemle, FB, GS ve BJK'ye karşı olanların beslediği türden hislerle, bakış açıları sevilmeyen tarafa restler de çekilir; kafa dengi olmayan insana hadler de bildirilir.
Devreye beynimiz, zihnimiz, aklımız girdiğinde 'kontrol' mekanizmanızdan istifade etme şansı çıkar ortaya ve bu şans sayesinde korunuruz; belki de en temel ihtiyacımız olan 'yaşamak ve saygı duyulmak' arzumuza da katkı sağlanır.
Günümüz dünyası, yaşama ve saygı duyulma ihtiyacımızın temel belirleyicilerinden biri olarak iletişimi hayatımızın tam ortasına neredeyse bir dayatma olarak getirip, düşünmeyle konuşabilmeyi birbiriyle 'çıkar amaçlı' bir zeminde buluşturuyor. (Bu buluşmadaki 'menfaat' ya da 'çıkar'ı olumsuz anlamıyla değil, hayatta kalabilme, yaşayabilme gibi masum ve pratik bir çerçevede düşünmeli.)
Zihin dünyası ile duyguları, 'hayatta kalabilme ve saygı duyularak yaşayabilme' gibi bir doğal amaç için 'iletişim' dairesinde buluşturduğunuzda artık devrede sizin dışınızda ancak tamamen sizinle ilgili bir 'anlaşma süreci'ni de kabullenmiş oluyorsunuz. İletişim bu sürecin ya da süreçlerin ta kendisidir.
Rahmetli Halit Refiğ,'Düşünmek zor iştir' derdi. Gerçekten de bir küçük realiteyi bile farklı açılardan görüp değerlendirebilmek, kendimizi 'idrak yolları iltihaplanması'na karşı korumak, elbette gerekli minimum zekâ pırıltısını sürekli ayakta tutabilmek hayli zahmetli bir çabadır.
Düşünmek zor iştir vesselam... Allah hepimizi, Ziya Paşa'nın ifadesiyle 'Acezenin ittifakından korusun'...