Türkiye marka olmadan Gaziantep marka olamaz
08 KASIM 2014
Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) Başkanı Mehmet Büyükekşi Türkiye markası ve kentlerin algısının güçlendirilmesi için uzun bir süredir büyük bir çaba harcıyor. Çünkü gayet iyi biliyor ki üretimin de, ticaretin de ve nihayet ihracatın da yolu o ülke veya kentin marka değeri üzerinden geçiyor. İnovasyon Haftası etkinliğini bu yıl Gaziantep'e aldırmış. Hasbelkader biz de konuşmacıydık.
Dünyanın çeşitli kentlerinden örnekler vererek görüşlerimizi ifade etmeye çalıştık. Hedef ne olmalıydı mesela?
Diyelim, dünyanın çeşitli ülkelerindeki tarih, yemek, sosyal ve ekonomik ortam meraklıları, kendi kendilerine 'Nereye gitsek?' diye sorduklarında akıllarına ilk gelen 50 kentten biri Gaziantep olsa... Ya da şu sıra şehirde devam eden ve pek de kimsenin haberinin olmadığı Zeugma Film Festivali'ne katılmak için aylar öncesinden rezervasyon yaptırmak
zorunda kalsa insanlar...
Mesela kentin en meşhur kebapçısı Halil Usta en azından bir Michelin yıldızı alsa ve de Paris'teki benzer restoranlarda olduğu gibi aylar öncesinden yer ayırtmadan o nefis kıyma kebabından ve küşnemeden tatmak mümkün olmasa...
Hışva Han ortaya koyduğu kültür ve değerlerle bütün dünyadan meraklıları Gaziantep'e çekebilse... Hışva Han içindeki müthiş tasarım stüdyolarında sanatçılar yetiştirilse ve bu stüdyolara kabul edilebilmek için gençler birbirleriyle dünyada yarışsalar.
(Söylediklerimizin bir düş olmadığını aynı gün benden sonra bir konuşma yapmış olan Mutfak Sanatları Akademisi (MSA) kurucusu Mehmet Aksel, örneklerle anlattı. O akademiden mezun yüzlerce ahçı dünyanın dört bir tarafında en iyi restoranlarda, hatta henüz mezun olmadan iş bulabiliyorlar, dünyanın çeşitli ülkeleri MSA'yı ödüllendirip duruyorlar.)
Zeugma Müzesi'nin üzerlerinde hiçbir iz taşımadan bembeyaz duran duvarları dünyanın ve Türkiye'nin ünlü seramikçileri tarafından tasarlanmış dev panolarla süslense ve turistler sırf bu güzelliği görebilmek için
kente akın etse...
Mesela kentin bir bayrağı olsa... Bu bayrak Vikipedia'da arandığı zaman bulunsa. (Oysa şu sıra Vikipedia'da yüzlerce kentin bayrağı varken Türkiye'den kaç şehrin bayrağı yer alıyor zannediyorsunuz? Hiçbir kentin.)
Dünyanın marka kentleriyle ilgili kaç tane film gördüğünüzü hatırlayın? İstanbul'u en kötü yönleriyle göstermeyen kaç yabancı film seyrettiniz şimdiye kadar? Peki ya Gaziantep üzerine kaç film var?
Gelelim şarkılara... Google'a 'List of songs abaut cities' (Şehir şarkılarının listesi) yazın ve bakın karşınıza neler çıkıyor? Yüzlerce kentin binlerce şarkısı... Bir de Türkiye bölümüne bakın. Ve üzülün.
Bütün bunlar nedir? Hani bazı iletişim cahillerinin kara propaganda ile karıştırıp tu kaka ettikleri 'Algılama Yönetimi'nden başka bir şey değildir. Öncelikle de Türkiye markası algılanmasının yönetilmesi gerekir. Allame-i cihan olsa Bangladeş'ten herhangi bir kentin markası ilgimizi ancak Bangladeş'in algısı kadar çeker. Yani Gaziantep'in iletişim kaderi Türkiye'nin iletişim kaderiyle örtüşmektedir.
Bu da Türkiye ile ilgili Batılı medyanın ve onların Türkiye'deki 'zihni vaftizlenmiş' ardıllarının yürüttüğü kara propogandaya karşı çıkacağım diye lafa 'Algı Operasyonu'yla girip işi, tüm dünyanın ülke ve kent marka yönetiminde dört elle sarıldığı 'Algılama Yönetimi' kuramını reddetmeye kadar götürmek, aymazlığın ta kendisi değil de nedir?
İşte TİM ve Başkanı Mehmet Büyükekşi sadece tek cephede mücadele etmiyorlar. Bir de bu aymazlıklara karşı ikna savaşı veriyorlar. Çünkü 'sui misal emsal olmaz'... Kara propagandaya sonuna kadar hayır; ancak Algılama Yönetimi'ne sonuna kadar evet demezseniz ne Türkiye marka olur, ne Türkiye'den marka çıkar; ne de Gaziantep bir cazibe merkezi
haline gelebilir?
İletişim nereye?
Taşınmak iyidir. Bir köşede unuttuğunuz nice fotoğraf, belge, kitap, broşür, davetiye, eski kartvizitler vs. nice somut anı halinde karşınıza çıkıverir. Son taşınmamızda da eşim 2003 yılından kalma bir broşür bulmuş. Marketing Türkiye dergisinde ek olarak dağıtmışız.
Başlığı 'İletişim Nereye? Serbest Düşünce Toplantısı'
Bakın kimler katılmış?
Aclan Acar, Prof. Dr. Ali Alp, Ali Üstündağ, Barbaros Talı, Canan Bengiserp, Can Çağdaş, Caner Tunaman, Figen Toksü, Günseli Ocakoğlu, Güven Borça, Hakan Ateş, Dr. İbrahim Uslu, Prof. Dr. İlter Turan, Dr. Levent Hatay, Levent Kızıltan, Melih Meriç, Meral Saçkan, Nesteren Davutoğlu, Salim Kadıbeşegil, Selim Oktar, Servet Topaloğlu, Sinan Yaman, Tanyer Sönmezer, Doç. Dr. Zeynep Karahan Uslu.
11 yıl öncesinde 2023 konuşulmuş. Üç gruba ayrılınmış. Bir grup 'müşteri', diğer grup 'pazar', ve üçüncü grup da 'gelecek' konularına yoğunlaşmışlar. (Broşürün tamamını bana bir e-mail atarsanız size yollarım.) Şimdilik üçüncü grubun sözcüsü Denizbank Genel Müdürü Sayın Hakan Ateş'in yaptığı konuşmadan 'tadımlık' bir bölüm aktaralım. Bakın o günden bugünleri nasıl görmüşler?
'İletişim için artık üretim araçları da değişti. Dolayısıyla insanların davranış kalıpları da değişti ve daha da değişecek.
Bu çerçevede ana aksta dört eğilimden söz edilebilir. Bir aksa Küresel-Yerel, diğer aksa ise Materyalist-Post-Materyalist diyebiliriz.(...)
Ekonomi ve teknolojideki küreselleşme eğilimi ile kültürel alandaki yerelleşme eğilimi arasında bir gerilim var ve bunun yönetilmesi sözkonusu. Materyalist değerlerle post-materyalist değerlerin çelişkisini yönetmek öne çıkıyor.' (26 Eylül 2003)
Bugün için bile entelektüel soyutlama dozu bu kadar yüksek bir söyleme kolay kolay rastlamak mümkün değil. Maalesef Türkiye ve iletişim sektörü 'günü kurtarmak'tan bu tür derinlikli çalışmalara insan, para ve zaman kaynağı ayıramıyor.
Yazık!..
Dünyanın çeşitli kentlerinden örnekler vererek görüşlerimizi ifade etmeye çalıştık. Hedef ne olmalıydı mesela?
Diyelim, dünyanın çeşitli ülkelerindeki tarih, yemek, sosyal ve ekonomik ortam meraklıları, kendi kendilerine 'Nereye gitsek?' diye sorduklarında akıllarına ilk gelen 50 kentten biri Gaziantep olsa... Ya da şu sıra şehirde devam eden ve pek de kimsenin haberinin olmadığı Zeugma Film Festivali'ne katılmak için aylar öncesinden rezervasyon yaptırmak
zorunda kalsa insanlar...
Mesela kentin en meşhur kebapçısı Halil Usta en azından bir Michelin yıldızı alsa ve de Paris'teki benzer restoranlarda olduğu gibi aylar öncesinden yer ayırtmadan o nefis kıyma kebabından ve küşnemeden tatmak mümkün olmasa...
Hışva Han ortaya koyduğu kültür ve değerlerle bütün dünyadan meraklıları Gaziantep'e çekebilse... Hışva Han içindeki müthiş tasarım stüdyolarında sanatçılar yetiştirilse ve bu stüdyolara kabul edilebilmek için gençler birbirleriyle dünyada yarışsalar.
(Söylediklerimizin bir düş olmadığını aynı gün benden sonra bir konuşma yapmış olan Mutfak Sanatları Akademisi (MSA) kurucusu Mehmet Aksel, örneklerle anlattı. O akademiden mezun yüzlerce ahçı dünyanın dört bir tarafında en iyi restoranlarda, hatta henüz mezun olmadan iş bulabiliyorlar, dünyanın çeşitli ülkeleri MSA'yı ödüllendirip duruyorlar.)
Zeugma Müzesi'nin üzerlerinde hiçbir iz taşımadan bembeyaz duran duvarları dünyanın ve Türkiye'nin ünlü seramikçileri tarafından tasarlanmış dev panolarla süslense ve turistler sırf bu güzelliği görebilmek için
kente akın etse...
Mesela kentin bir bayrağı olsa... Bu bayrak Vikipedia'da arandığı zaman bulunsa. (Oysa şu sıra Vikipedia'da yüzlerce kentin bayrağı varken Türkiye'den kaç şehrin bayrağı yer alıyor zannediyorsunuz? Hiçbir kentin.)
Dünyanın marka kentleriyle ilgili kaç tane film gördüğünüzü hatırlayın? İstanbul'u en kötü yönleriyle göstermeyen kaç yabancı film seyrettiniz şimdiye kadar? Peki ya Gaziantep üzerine kaç film var?
Gelelim şarkılara... Google'a 'List of songs abaut cities' (Şehir şarkılarının listesi) yazın ve bakın karşınıza neler çıkıyor? Yüzlerce kentin binlerce şarkısı... Bir de Türkiye bölümüne bakın. Ve üzülün.
Bütün bunlar nedir? Hani bazı iletişim cahillerinin kara propaganda ile karıştırıp tu kaka ettikleri 'Algılama Yönetimi'nden başka bir şey değildir. Öncelikle de Türkiye markası algılanmasının yönetilmesi gerekir. Allame-i cihan olsa Bangladeş'ten herhangi bir kentin markası ilgimizi ancak Bangladeş'in algısı kadar çeker. Yani Gaziantep'in iletişim kaderi Türkiye'nin iletişim kaderiyle örtüşmektedir.
Bu da Türkiye ile ilgili Batılı medyanın ve onların Türkiye'deki 'zihni vaftizlenmiş' ardıllarının yürüttüğü kara propogandaya karşı çıkacağım diye lafa 'Algı Operasyonu'yla girip işi, tüm dünyanın ülke ve kent marka yönetiminde dört elle sarıldığı 'Algılama Yönetimi' kuramını reddetmeye kadar götürmek, aymazlığın ta kendisi değil de nedir?
İşte TİM ve Başkanı Mehmet Büyükekşi sadece tek cephede mücadele etmiyorlar. Bir de bu aymazlıklara karşı ikna savaşı veriyorlar. Çünkü 'sui misal emsal olmaz'... Kara propagandaya sonuna kadar hayır; ancak Algılama Yönetimi'ne sonuna kadar evet demezseniz ne Türkiye marka olur, ne Türkiye'den marka çıkar; ne de Gaziantep bir cazibe merkezi
haline gelebilir?
İletişim nereye?
Taşınmak iyidir. Bir köşede unuttuğunuz nice fotoğraf, belge, kitap, broşür, davetiye, eski kartvizitler vs. nice somut anı halinde karşınıza çıkıverir. Son taşınmamızda da eşim 2003 yılından kalma bir broşür bulmuş. Marketing Türkiye dergisinde ek olarak dağıtmışız.
Başlığı 'İletişim Nereye? Serbest Düşünce Toplantısı'
Bakın kimler katılmış?
Aclan Acar, Prof. Dr. Ali Alp, Ali Üstündağ, Barbaros Talı, Canan Bengiserp, Can Çağdaş, Caner Tunaman, Figen Toksü, Günseli Ocakoğlu, Güven Borça, Hakan Ateş, Dr. İbrahim Uslu, Prof. Dr. İlter Turan, Dr. Levent Hatay, Levent Kızıltan, Melih Meriç, Meral Saçkan, Nesteren Davutoğlu, Salim Kadıbeşegil, Selim Oktar, Servet Topaloğlu, Sinan Yaman, Tanyer Sönmezer, Doç. Dr. Zeynep Karahan Uslu.
11 yıl öncesinde 2023 konuşulmuş. Üç gruba ayrılınmış. Bir grup 'müşteri', diğer grup 'pazar', ve üçüncü grup da 'gelecek' konularına yoğunlaşmışlar. (Broşürün tamamını bana bir e-mail atarsanız size yollarım.) Şimdilik üçüncü grubun sözcüsü Denizbank Genel Müdürü Sayın Hakan Ateş'in yaptığı konuşmadan 'tadımlık' bir bölüm aktaralım. Bakın o günden bugünleri nasıl görmüşler?
'İletişim için artık üretim araçları da değişti. Dolayısıyla insanların davranış kalıpları da değişti ve daha da değişecek.
Bu çerçevede ana aksta dört eğilimden söz edilebilir. Bir aksa Küresel-Yerel, diğer aksa ise Materyalist-Post-Materyalist diyebiliriz.(...)
Ekonomi ve teknolojideki küreselleşme eğilimi ile kültürel alandaki yerelleşme eğilimi arasında bir gerilim var ve bunun yönetilmesi sözkonusu. Materyalist değerlerle post-materyalist değerlerin çelişkisini yönetmek öne çıkıyor.' (26 Eylül 2003)
Bugün için bile entelektüel soyutlama dozu bu kadar yüksek bir söyleme kolay kolay rastlamak mümkün değil. Maalesef Türkiye ve iletişim sektörü 'günü kurtarmak'tan bu tür derinlikli çalışmalara insan, para ve zaman kaynağı ayıramıyor.
Yazık!..