Türko’lardan ben hariç herkes memnun
01 eKİM 2008
Garanti’nin Türko’larını Ermenistan ve Belçika maçlarında görmeyince bir önceki Marketing Türkiye’de “Korkunç Türko’lar nerede?” diye sormuşuz ve şöyle devam etmişiz:
“Garanti Bankası oldum olası iletişim konusunda ‘benchmark’ işler yapar. Ben de onları ve ajanslarını yere göğe koyamam. O zaman kimsenin sesi çıkmaz. Bir tane, sadece bir tanecik işleriyle hem fikir olmayayım, duyuyorum ki, banka tarafının değil ama ajans tarafındaki arkadaşların suratları asılıveriyormuş. Son derece insani bir durum…
Turko’da da öyle oldu. Sevimsiz dedim o reklam için. ‘Sevimsiz’, çünkü o asık suratlı, sanki bizim futbolcuların masklarını takmış, kızgın, nefret, şiddet ve kin yüklü ‘terminatörler’ gibi betimlenmiş o takım, ne bizim ülkenin marka vaadine uyuyordu, ne de Milli Takımın…
İlginç miydi? Evet ilginçti… Ancak her ilginç olan iletişim adına doğru muydu?..”
Bu yazının üzerine Alametifarika reklam ajansından Özge Yılmaz bana çok hoş bir mektup yollamış. Sizin de tartışmanın bir parçası olmak istediğiniz düşüncesiyle aktarıyorum: “Marketing Türkiye'de yayınlanan Garanti Bankası ile ilgili değerli görüşleriniz için teşekkür ederim. Sizin de söylediğiniz gibi müşterimiz Garanti Bankası iletişim faaliyetlerinde her zaman kategoride örnek alınacak işleri hedefler. Bu zamana kadar da yaptığı işlerde sadece bankacılık ve finans kategorisinde değil, Türkiye'de yapılan birçok yeniliğin öncüsü olmuştur. Yazınızdan anladığım üzere Garanti Bankası kampanyalarını ve özellikle Türko'ları yakından takip ettiğiniz için de mutlu oldum.
Futbolun hepimizi heyecanlandıran, yerimizden kaldıran güzelliği olan centilmenlik sınırları içerisinde karşılıklı çarpışma, müsabaka betimlemesinde futbolcularımızın her biri bizi temsil eden birer kahraman, yani birer Türko oldular. Diğer sponsorlar ana mecra olan TV'de birden fazla filmle yer alırken Garanti Bankası tek film ile bu heyecanı ateşledi. IPSOS Adwatch araştırmasında düzenli takip ettiğimiz sektörde Türko'lar minimum GRP ile yüksek hatırlanma değerleri elde etti. Medyada 30" GRP’lerde sadece %8 SOV'a sahip olmamıza rağmen ilk defa Futbol Milli Takımımıza sponsor olan Garanti Bankası hatırlanmada TT-NET ‘Anneler’ reklamından sonra en çok hatırlanan ikinci marka oldu.
Sizin de yazınızda belirttiğiniz üzere her ilginç olan reklam iletişim adına doğru olmak zorunda değil. Türkiye’de de ne yazık ki ilginç olan ama tüketiciye hiçbir anlam ifade etmeyen reklamların nasıl gelip geçici olduklarını gördük. Alametifarika'da bizim için önemli olan çalıştığımız markalar için topluma uygun farklılaşma elde edebilmek. Bir anlamda gönül telimizi titretebilmek… Türko'ların daha sonrasında devam eden sempatik tonu ve ilanlarda kullanılan esprili başlıklar ile beğeni değerlerinde de Milli Takım sponsorluk reklamları arasında en beğenilen kampanyalardan biri olduk. Bağımsız araştırma şirketi ERA'nın 5 ilde CATI yöntemi ile yaptığı Euro 2008 Avrupa Şampiyonası reklamları farkındalık araştırması da bunu doğruluyor: %83... Garanti Bankasının düzenli yaptırdığı araştırma sonuçlarında da benzer beğeni oranlarını gördük.
Fakat tüketici ile bir olma arzusundaki Türkolarımız için TV, basın ve outdoor ile yetinmedik. Bir mobil oyun tasarladık. Türko Cepoyunu. Türkiye'de ilk kez televizyon, radyo, basın ve açıkhava reklamları bir cep oyununa yönlendirme yaptılar. Türko 2008 kampanyasında ilk defa bir marka cep telefonunu bir promosyon aracı olarak değil de ana reklam kanallarından biri olarak kullandı. Cep telefonu operatörlerinin söylediğine göre MobilAdvergaming'te bir Türkiye rekorunu kırdık. Bir ayda 126 bin kişi Türko Cepoyunu'nu indirdi. Daha önce duyulmamış bir rakam. Oyunu indirenler Milli Takımın en sevdikleri favori futbolcularını seçip onunla oyunu oynayabildi. Freekickler attı, WAP üzerinden skor gönderip Türkiye'deki diğer Türko oyuncuları ile rekabet edip yarışabildi. Mobilde Türko markalı içeriklerin indirilmesinde de Garanti bir ilke imza attı. 240 bin kişi Türko jingle'ını cep telefonuna melodi olarak indirdi, Türkolarımızı wallpaper olarak telefonlarında taşıdı. Milli takım eşittir Türko eşittir Garanti eşleştirmesinde Türko'ların hedef kitle ile buluştuğu alternatif mecralar çok etkili oldu.”
Özge Yılmaz Hanım’a teşekkürlerimi sunuyorum. Anlaşılan o ki, sonuçlardan hem kendileri memnun hem de Garanti Bankası… O halde mesele yok, denebilir… Yine de kesin karar için bir süre bekleyecek ve beni hâlâ sinir etmeye devam eden Türkoların ahvalini izleyeceğim…
Sadece e-magandaları unutmuşlar…
Uzun zamandır ilk kez bu kadar başarılı ‘sektörel’ bir kampanya gördüm: “Kimler gazete okumaz?” ve “Kimler gazeteye reklam vermez?” Sloganlar da müthiş, ilanın ana metinleri de. Terzi kendi söküğünü aslanlar gibi dikmiş bu sefer. Basın Reklam Platformu imzasıyla yayınlanmış.
Öğrencilere, “Reklam nedir, ilan nedir?” anlatabilmek ve bu ikisi arasındaki farkı tartıştırabilmek için bundan iyi örnek kolay kolay bulunmaz.
Şu gazeteler imzalamış ilanı: Akşam, Bugün, Cumhuriyet, Fanatik, Fotomaç, Fotospor, Güneş, Hürriyet, Milliyet, Posta, Radikal, Sabah, Star, Takvim, Türkiye, Vatan, Yeni Asır, Yeni Şafak ve Zaman… Demek bir araya gelebiliyorlarmış…
Her şey süper de bazı ayrıntıları anlamakta zorlandığımı teslim etmeliyim… Bu kampanyanın hedef kitlesi kim? Yani kime bir şeyler anlatmak istiyor? Gazete okumayanlara. Ve de yazılı basına reklam vermeyenlere… Peki, nerede yayınlanıyor bu ilanlar?.. Gazetelerde?.. Bir çelişki yok mu işin içinde?..
İkinci merakımı çeken husus ise Platform’da dergilerin bulunmayışı… Listeyi onun için yukarıda yazdım. Aralarında bir tane dergi yok. Slogan “Kimler basına reklam vermez?” olamaz mıydı? Dergiler “Basın”dan mı sayılmıyor; bunları okuyanlar mı yok? Yoksa dergiler reklam falan da mı almıyorlar?.. Gazeteler dergilere keşke ‘sosyal paydaş’ muamelesi çekselermiş…
O mükemmel metinden birkaç örnek verelim ve bir de unutulmuş olduğuna inandığımız ekleme yapalım. Kimler gazete okumazlarmış?
“Kırmızı ışıkta geçmeyi marifet sananlar. ’Bu memleket adam olmaz’ diye hayıflanıp cümlenin devamını getiremeyenler. Cumhurbaşkanı’nın adını sorduğunuzda “Ay dur şimdi hatırlıycam” diyerek boş gözlerle gülümseyenler; Piyasa gündemini hesabındaki Dolar ve Euro kadar bilenler. Vapur iskeleye yanaşmadan atlamaya çalışanlar. Bütün gün kaldırım kenarında oturup, gelen geçene laf atan ‘sözde delikanlılar’. Tribündeki koltukları yerinden sökerek fanatikliğini gösterenler. Arabanın camını açıp yola tükürenler. Tükürdüğünü yalayanlar. Başkasının posta kutusundaki mektupları açanlar. Kaçak elektrik kullananlar. Gecenin bir yarısı araba kornasıyla gürültü koparanlar. Park halindeki arabaların kapısını çizerek kahramanlık yaptığını sananlar. Asker uğurlarken arabanın camından yarı beline kadar sarkanlar. Karşı komşusu apartmandan çıkarken tanımamazlıktan gelip kafasını çevirenler. Trafikte ambulansın arkasına takılanlar…”
Ben bu listeye bir de, ne diyeceği varsa adam gibi insanın yüzüne söylemektense sütre gerisine sinip pusu kuran ve ‘nickname’in arkasına saklanıp zehirini boşaltan e-magandaları eklemeyi önerirdim. İnternetin vahşi özgürlük ortamından yararlanıp, yasalardan kaçmak için kimliğini gizleyen ve kimliği net bir şekilde ortada olanlara pislik atanlar ve de bunun demokratik hak ve özgürlük olduğunu savunanlar, ayrıca tabii başlarına bu belalardan biri bulaşana kadar bunlara ses çıkarmayanlar… Onlar da gazete okumaz. Okusalar da bir şey olmaz zaten…
Sezen’in Almanya Konseri ne zamanmış?
Sezen Aksu Almanya konserleri ile ilgili haberi duyunca o şirin Karadenizli fıkrası geldi aklıma. Karadeniz fıkralarını kendileriyle dalga geçme özgüven, cesaret ve sempatikliğini gösteren zeki Karadenizlilerin anlatmaları bir başka komik olur. Bu fıkrayı da Rizeli askerlik arkadaşım Mustafa Çavuş’tan dinlemiştim… Yedi ceddi büfeciymiş. O da büfeci oldu. Ama ne büfeci! Benim diyen ülke zenginlerini 10 kere satın alır.
Mustafa’nın fıkrası şöyleydi:
Karadenizli kardeşimiz büyük emekler harcayarak sahte para basmış. Sonuç mükemmel. Ayırt edilmesi olanaksız. Eşe dosta göstermiş, hiçbiri uyanmamış… Bir tanesi hariç… Köylüsü, bizimkini çekmiş bir köşeye sormuş:
- Ne yaptın ulan?
- Nasıl ne yaptın? Para bastık da!...
- Ulan kaç para yazıyor bu poh yiyenin üzerinde?..
Bizimki bir bakmış… Gözlerine inanamamış. Elindeki banknotların tamamı 15.- YTL’lik… Oracığa yığılıvermiş… Hemşerisi arkadaşını bir iki çırpıştırmış. Bizimki ayıldığında ilk sorusu çözümle ilgili olmuş:
- Ne edeceğiz şimdi? Haçan bir akıl ver!..
- Vallahi, sen yine bizimkilerin çalıştırdığı büfelere gideceksin. Bir liralık bir şey alacaksın. Parayı bozdurmaya çalışacaksın.
Doğru meydanın karşısındaki büfeye seğirtmiş bizim arkadaş. Uzatmış 15’liği:
- Bana bir gazoz!
Adam almış parayı. Gazoz şişesini açıp vermiş. Kamışla birlikte paranın üstünü de uzatmış. Bizimki bir hışım koşmuş arkadaşının yanına. Avucunu açmış. Elinde iki tane 7.- YTL’lik…
Nereden mi geldi bu fıkra aklıma… Bakın, 21 Eylül Pazar günkü Sabah’ın ikinci sayfasındaki dörtte bir sayfalık haberin alt başlığını olduğu gibi aktarıyorum buraya:
“Sezen Aksu’nun 31 Eylül’de Almanya’da konser vereceğini açıklayıp sahte bilet basan dolandırıcılar, Eylül’ün 30 çektiğini hesaba katmadı…”
Nasıl?..
İkoncan Punto Deri’yi uçurur (!)
Şimdiye kadar Punto Deri diye bir marka duymuş muydunuz?
Ben duymamıştım.
Etrafımdakilere sordum. Onlar da duymamışlar.
Ama şimdi duyduk. Nasıl mı duyduk? Sosyete Güzeli ‘İkoncan’ Eda Taşpınar Hanım’ın sayesinde.
Günaydın gazetesinde konu ile ilgili çıkan haber şöyle: “İkoncan lakaplı sosyetik güzel Eda Taşpınar, Punto Deri için 20 parçalık 'Punto by Eda Taşpınar' adında özel bir koleksiyon tasarladı. Taşpınar'ın bu koleksiyon karşılığında 50 bin Euro alması, sosyete dünyasında şok etkisi yarattı.
Günlerdir herkes, bugüne dek defalarca ünlü markaların modellerini çalan ve bunları kendisinin tasarladığını iddia ederek davetlere katılan Eda Taşpınar'ın aldığı astronomik ücreti konuşuyor. Punto Deri ile anlaşması devam edecek olan sosyetik güzel, iki yıl önce Vakko Haute Couture ile anlaşmış ancak tasarımlarının çalıntı olduğu anlaşılınca; işten çıkarılmıştı.”
Şimdi bu olaya ‘muhteşem bir PR’ çalışması mı diyeceğiz, yoksa paraların boş yere sokağa atıldığı değersiz bir ‘publicity’ olayı mı?
Sadece Punto Deri’nin adının bilinir hale gelmesine odaklananlar için birincisi… Konuya ‘İş sonuçları’ doğrultusunda yaklaşanlar için ikincisi…
Sizce hangisi?..
“Garanti Bankası oldum olası iletişim konusunda ‘benchmark’ işler yapar. Ben de onları ve ajanslarını yere göğe koyamam. O zaman kimsenin sesi çıkmaz. Bir tane, sadece bir tanecik işleriyle hem fikir olmayayım, duyuyorum ki, banka tarafının değil ama ajans tarafındaki arkadaşların suratları asılıveriyormuş. Son derece insani bir durum…
Turko’da da öyle oldu. Sevimsiz dedim o reklam için. ‘Sevimsiz’, çünkü o asık suratlı, sanki bizim futbolcuların masklarını takmış, kızgın, nefret, şiddet ve kin yüklü ‘terminatörler’ gibi betimlenmiş o takım, ne bizim ülkenin marka vaadine uyuyordu, ne de Milli Takımın…
İlginç miydi? Evet ilginçti… Ancak her ilginç olan iletişim adına doğru muydu?..”
Bu yazının üzerine Alametifarika reklam ajansından Özge Yılmaz bana çok hoş bir mektup yollamış. Sizin de tartışmanın bir parçası olmak istediğiniz düşüncesiyle aktarıyorum: “Marketing Türkiye'de yayınlanan Garanti Bankası ile ilgili değerli görüşleriniz için teşekkür ederim. Sizin de söylediğiniz gibi müşterimiz Garanti Bankası iletişim faaliyetlerinde her zaman kategoride örnek alınacak işleri hedefler. Bu zamana kadar da yaptığı işlerde sadece bankacılık ve finans kategorisinde değil, Türkiye'de yapılan birçok yeniliğin öncüsü olmuştur. Yazınızdan anladığım üzere Garanti Bankası kampanyalarını ve özellikle Türko'ları yakından takip ettiğiniz için de mutlu oldum.
Futbolun hepimizi heyecanlandıran, yerimizden kaldıran güzelliği olan centilmenlik sınırları içerisinde karşılıklı çarpışma, müsabaka betimlemesinde futbolcularımızın her biri bizi temsil eden birer kahraman, yani birer Türko oldular. Diğer sponsorlar ana mecra olan TV'de birden fazla filmle yer alırken Garanti Bankası tek film ile bu heyecanı ateşledi. IPSOS Adwatch araştırmasında düzenli takip ettiğimiz sektörde Türko'lar minimum GRP ile yüksek hatırlanma değerleri elde etti. Medyada 30" GRP’lerde sadece %8 SOV'a sahip olmamıza rağmen ilk defa Futbol Milli Takımımıza sponsor olan Garanti Bankası hatırlanmada TT-NET ‘Anneler’ reklamından sonra en çok hatırlanan ikinci marka oldu.
Sizin de yazınızda belirttiğiniz üzere her ilginç olan reklam iletişim adına doğru olmak zorunda değil. Türkiye’de de ne yazık ki ilginç olan ama tüketiciye hiçbir anlam ifade etmeyen reklamların nasıl gelip geçici olduklarını gördük. Alametifarika'da bizim için önemli olan çalıştığımız markalar için topluma uygun farklılaşma elde edebilmek. Bir anlamda gönül telimizi titretebilmek… Türko'ların daha sonrasında devam eden sempatik tonu ve ilanlarda kullanılan esprili başlıklar ile beğeni değerlerinde de Milli Takım sponsorluk reklamları arasında en beğenilen kampanyalardan biri olduk. Bağımsız araştırma şirketi ERA'nın 5 ilde CATI yöntemi ile yaptığı Euro 2008 Avrupa Şampiyonası reklamları farkındalık araştırması da bunu doğruluyor: %83... Garanti Bankasının düzenli yaptırdığı araştırma sonuçlarında da benzer beğeni oranlarını gördük.
Fakat tüketici ile bir olma arzusundaki Türkolarımız için TV, basın ve outdoor ile yetinmedik. Bir mobil oyun tasarladık. Türko Cepoyunu. Türkiye'de ilk kez televizyon, radyo, basın ve açıkhava reklamları bir cep oyununa yönlendirme yaptılar. Türko 2008 kampanyasında ilk defa bir marka cep telefonunu bir promosyon aracı olarak değil de ana reklam kanallarından biri olarak kullandı. Cep telefonu operatörlerinin söylediğine göre MobilAdvergaming'te bir Türkiye rekorunu kırdık. Bir ayda 126 bin kişi Türko Cepoyunu'nu indirdi. Daha önce duyulmamış bir rakam. Oyunu indirenler Milli Takımın en sevdikleri favori futbolcularını seçip onunla oyunu oynayabildi. Freekickler attı, WAP üzerinden skor gönderip Türkiye'deki diğer Türko oyuncuları ile rekabet edip yarışabildi. Mobilde Türko markalı içeriklerin indirilmesinde de Garanti bir ilke imza attı. 240 bin kişi Türko jingle'ını cep telefonuna melodi olarak indirdi, Türkolarımızı wallpaper olarak telefonlarında taşıdı. Milli takım eşittir Türko eşittir Garanti eşleştirmesinde Türko'ların hedef kitle ile buluştuğu alternatif mecralar çok etkili oldu.”
Özge Yılmaz Hanım’a teşekkürlerimi sunuyorum. Anlaşılan o ki, sonuçlardan hem kendileri memnun hem de Garanti Bankası… O halde mesele yok, denebilir… Yine de kesin karar için bir süre bekleyecek ve beni hâlâ sinir etmeye devam eden Türkoların ahvalini izleyeceğim…
Sadece e-magandaları unutmuşlar…
Uzun zamandır ilk kez bu kadar başarılı ‘sektörel’ bir kampanya gördüm: “Kimler gazete okumaz?” ve “Kimler gazeteye reklam vermez?” Sloganlar da müthiş, ilanın ana metinleri de. Terzi kendi söküğünü aslanlar gibi dikmiş bu sefer. Basın Reklam Platformu imzasıyla yayınlanmış.
Öğrencilere, “Reklam nedir, ilan nedir?” anlatabilmek ve bu ikisi arasındaki farkı tartıştırabilmek için bundan iyi örnek kolay kolay bulunmaz.
Şu gazeteler imzalamış ilanı: Akşam, Bugün, Cumhuriyet, Fanatik, Fotomaç, Fotospor, Güneş, Hürriyet, Milliyet, Posta, Radikal, Sabah, Star, Takvim, Türkiye, Vatan, Yeni Asır, Yeni Şafak ve Zaman… Demek bir araya gelebiliyorlarmış…
Her şey süper de bazı ayrıntıları anlamakta zorlandığımı teslim etmeliyim… Bu kampanyanın hedef kitlesi kim? Yani kime bir şeyler anlatmak istiyor? Gazete okumayanlara. Ve de yazılı basına reklam vermeyenlere… Peki, nerede yayınlanıyor bu ilanlar?.. Gazetelerde?.. Bir çelişki yok mu işin içinde?..
İkinci merakımı çeken husus ise Platform’da dergilerin bulunmayışı… Listeyi onun için yukarıda yazdım. Aralarında bir tane dergi yok. Slogan “Kimler basına reklam vermez?” olamaz mıydı? Dergiler “Basın”dan mı sayılmıyor; bunları okuyanlar mı yok? Yoksa dergiler reklam falan da mı almıyorlar?.. Gazeteler dergilere keşke ‘sosyal paydaş’ muamelesi çekselermiş…
O mükemmel metinden birkaç örnek verelim ve bir de unutulmuş olduğuna inandığımız ekleme yapalım. Kimler gazete okumazlarmış?
“Kırmızı ışıkta geçmeyi marifet sananlar. ’Bu memleket adam olmaz’ diye hayıflanıp cümlenin devamını getiremeyenler. Cumhurbaşkanı’nın adını sorduğunuzda “Ay dur şimdi hatırlıycam” diyerek boş gözlerle gülümseyenler; Piyasa gündemini hesabındaki Dolar ve Euro kadar bilenler. Vapur iskeleye yanaşmadan atlamaya çalışanlar. Bütün gün kaldırım kenarında oturup, gelen geçene laf atan ‘sözde delikanlılar’. Tribündeki koltukları yerinden sökerek fanatikliğini gösterenler. Arabanın camını açıp yola tükürenler. Tükürdüğünü yalayanlar. Başkasının posta kutusundaki mektupları açanlar. Kaçak elektrik kullananlar. Gecenin bir yarısı araba kornasıyla gürültü koparanlar. Park halindeki arabaların kapısını çizerek kahramanlık yaptığını sananlar. Asker uğurlarken arabanın camından yarı beline kadar sarkanlar. Karşı komşusu apartmandan çıkarken tanımamazlıktan gelip kafasını çevirenler. Trafikte ambulansın arkasına takılanlar…”
Ben bu listeye bir de, ne diyeceği varsa adam gibi insanın yüzüne söylemektense sütre gerisine sinip pusu kuran ve ‘nickname’in arkasına saklanıp zehirini boşaltan e-magandaları eklemeyi önerirdim. İnternetin vahşi özgürlük ortamından yararlanıp, yasalardan kaçmak için kimliğini gizleyen ve kimliği net bir şekilde ortada olanlara pislik atanlar ve de bunun demokratik hak ve özgürlük olduğunu savunanlar, ayrıca tabii başlarına bu belalardan biri bulaşana kadar bunlara ses çıkarmayanlar… Onlar da gazete okumaz. Okusalar da bir şey olmaz zaten…
Sezen’in Almanya Konseri ne zamanmış?
Sezen Aksu Almanya konserleri ile ilgili haberi duyunca o şirin Karadenizli fıkrası geldi aklıma. Karadeniz fıkralarını kendileriyle dalga geçme özgüven, cesaret ve sempatikliğini gösteren zeki Karadenizlilerin anlatmaları bir başka komik olur. Bu fıkrayı da Rizeli askerlik arkadaşım Mustafa Çavuş’tan dinlemiştim… Yedi ceddi büfeciymiş. O da büfeci oldu. Ama ne büfeci! Benim diyen ülke zenginlerini 10 kere satın alır.
Mustafa’nın fıkrası şöyleydi:
Karadenizli kardeşimiz büyük emekler harcayarak sahte para basmış. Sonuç mükemmel. Ayırt edilmesi olanaksız. Eşe dosta göstermiş, hiçbiri uyanmamış… Bir tanesi hariç… Köylüsü, bizimkini çekmiş bir köşeye sormuş:
- Ne yaptın ulan?
- Nasıl ne yaptın? Para bastık da!...
- Ulan kaç para yazıyor bu poh yiyenin üzerinde?..
Bizimki bir bakmış… Gözlerine inanamamış. Elindeki banknotların tamamı 15.- YTL’lik… Oracığa yığılıvermiş… Hemşerisi arkadaşını bir iki çırpıştırmış. Bizimki ayıldığında ilk sorusu çözümle ilgili olmuş:
- Ne edeceğiz şimdi? Haçan bir akıl ver!..
- Vallahi, sen yine bizimkilerin çalıştırdığı büfelere gideceksin. Bir liralık bir şey alacaksın. Parayı bozdurmaya çalışacaksın.
Doğru meydanın karşısındaki büfeye seğirtmiş bizim arkadaş. Uzatmış 15’liği:
- Bana bir gazoz!
Adam almış parayı. Gazoz şişesini açıp vermiş. Kamışla birlikte paranın üstünü de uzatmış. Bizimki bir hışım koşmuş arkadaşının yanına. Avucunu açmış. Elinde iki tane 7.- YTL’lik…
Nereden mi geldi bu fıkra aklıma… Bakın, 21 Eylül Pazar günkü Sabah’ın ikinci sayfasındaki dörtte bir sayfalık haberin alt başlığını olduğu gibi aktarıyorum buraya:
“Sezen Aksu’nun 31 Eylül’de Almanya’da konser vereceğini açıklayıp sahte bilet basan dolandırıcılar, Eylül’ün 30 çektiğini hesaba katmadı…”
Nasıl?..
İkoncan Punto Deri’yi uçurur (!)
Şimdiye kadar Punto Deri diye bir marka duymuş muydunuz?
Ben duymamıştım.
Etrafımdakilere sordum. Onlar da duymamışlar.
Ama şimdi duyduk. Nasıl mı duyduk? Sosyete Güzeli ‘İkoncan’ Eda Taşpınar Hanım’ın sayesinde.
Günaydın gazetesinde konu ile ilgili çıkan haber şöyle: “İkoncan lakaplı sosyetik güzel Eda Taşpınar, Punto Deri için 20 parçalık 'Punto by Eda Taşpınar' adında özel bir koleksiyon tasarladı. Taşpınar'ın bu koleksiyon karşılığında 50 bin Euro alması, sosyete dünyasında şok etkisi yarattı.
Günlerdir herkes, bugüne dek defalarca ünlü markaların modellerini çalan ve bunları kendisinin tasarladığını iddia ederek davetlere katılan Eda Taşpınar'ın aldığı astronomik ücreti konuşuyor. Punto Deri ile anlaşması devam edecek olan sosyetik güzel, iki yıl önce Vakko Haute Couture ile anlaşmış ancak tasarımlarının çalıntı olduğu anlaşılınca; işten çıkarılmıştı.”
Şimdi bu olaya ‘muhteşem bir PR’ çalışması mı diyeceğiz, yoksa paraların boş yere sokağa atıldığı değersiz bir ‘publicity’ olayı mı?
Sadece Punto Deri’nin adının bilinir hale gelmesine odaklananlar için birincisi… Konuya ‘İş sonuçları’ doğrultusunda yaklaşanlar için ikincisi…
Sizce hangisi?..