TÜSİAD için fırsat dönemi
24 Ocak 2015 Yeni Şafak
TÜSİAD’daki son seçimleri nasıl okumalı?
Acaba şöyle mi?
- TÜSİAD nedir?
Bu sorunun yanıtında zaman içinde bir eksen kayması olup olmadığına bakmak lazım. Şöyle ki:
TÜSİAD’ın ne olduğu sorusunun yanıtı, İngilizce NGO’dan (Hükümet Dışı Organizasyonlar) pek çok kavram gibi (‘Public’ eşittir ‘kamu’) Türkçe’ye büyük bir yanlışlıkla Sivil Toplum Kuruluşu (STK) olarak tercüme edilmiş kavramın içinde midir; yoksa bu kavramın altında yer alan pek çok diğer kavramlardan birinde mi? Ya da sorumuzun yanıtını şu ifadelerin arasında mı arayalım: ‘Kâr amacı gütmeyen kuruluş’, ‘çıkar grubu’, ‘baskı grubu’ ya da hayır hasenat cemiyeti, hobi, mesleki örgütlenme, lobi kuruluşu vb. Bunların hepsi veya birkaç tanesi birden midir? Web sitelerindeki vizyon tanımında ilk cümle şöyle:
“TÜSİAD, Türk sanayici ve işadamları tarafından, 1971 yılında iş dünyasını temsil etmek amacıyla kurulan gönüllü bir sivil toplum örgütüdür.”
Bu arada altını çizmekte yarar var; bizde belki sözlükte değil ama halk içinde ‘sivil’, ‘askerî’nin karşıtıdır. Hükümetin değil. Günümüzde hükümetle aralarındaki çelişkiler nedeniyle medyanın gündeminde yerini alan TÜSİAD’ın geçmişteki etki gücünü düşünün...
Bizim sık sık vurguladığımız “Güçlü lider, güçlü fikir, güçlü teşkilat” üçlemesine son derece uygun yapısıyla, ülke kaderinde rol oynayan TÜSİAD, nasıl olmuş da büyük patronların kontrol ve liderliğinden kaymış, bir think tank, bir profesyoneller kulübü olarak algılanmaya başlanmıştır? Burada askeri, bürokratik vesayetlerin yanı sıra İstanbul sermayesi vesayetinin de zayıflamaya yüz tutmasının etkisini hiç de küçümsememek gerekir. Bu tespitlerimizin son derece başarılı, iyi yetişmiş olduklarından hiçbir şüphe edilmeyecek yeni başkan ve değerli yönetim kurulu üyelerinin kişilikleriyle elbette uzaktan yakından alâkası olmadığını da belirtmeden geçmeyelim.
Ancak bu tespitlerde yatan gerçeklikler, TÜSİAD’daki eksen kaymasının ve varoluş nedeni tartışmalarının gündeme gelmesini engelleyememektedir. Son başkan Haluk Dinçer’in emanetçi gibi algılanması, bir önceki başkanının pekalâ yönetilebilecek bir krizi kendi kendine büyütüp Japonlar gibi olayı harakiriye götürmesi ve nihayet, Yalçındağ, Boyner’den sonra üçüncü kez bir hanımefendinin bagetinin ritmleriyle hareket edecek bir yapı olarak konumlandırılması, geçmişi düşünüldüğünde TÜSİAD’ın o efsanevi kurucuları ve yöneticileri için aslında pekala bir kabus görüntüsünü içinde saklamaktadır.
TÜSİAD bu son durumu fırsata çevirebilir ve Ali Koç gibi sadece iş dünyasında değil halk genelinde de tanınan, toplumun kültür ve değerleriyle didişmemeyi ilke edinmiş bir lideri başkanlığa hazırlayabilir. Ülkesiyle, kendisiyle, üyeleriyle ve içinde yaşadıkları toplumun kültür ve değerleriyle barışık, ve de ülkeye yön verme konusunda hükümetlerin arkasında, yanında ve önünde durabilecek ve zamanla bunların hepsini birlikte yapabilecek bir yapıya umarız kavuşur.
Eğer çiçeği burnunda başkan Cansen Başaran-Symes’ın böyle bir vizyonu varsa mevcut algılamayı değiştirebilecek adımları da atabilecekler demektir. Böyle bir vizyon yoksa, TÜSİAD’ın eski gücünü bir daha yakalaması kuru bir temenni (wishful thinking) olmaktan öteye gitmez.
Marilyn Monroe ve benzerleri neden tutunamadılar?
Yaşamları, yaşamlarının noktalanma biçimi kadar beni etkilemiş birkaç star vardır.
Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ını okuduğumda, çoğu kadın olan bu starların ruhu birer birer sayfaların arasında gezinip durmuştu:
Jean Seberg, Romy Schneider, Nathalie Wood, Jacques Brel, Cahide Sonku, Sevgi Soysal ve tabii ki Marilyn Monroe...
Marilyn Monroe’nun dış görünümünün ve konumlanmasının ünlü bir markanın yaratıcısı ve sahibi tarafından, hadi biraz abartarak söyleyelim ‘tasarlanmış’ olduğunu, ayıptır söylemesi, yeni öğrendim... Bir basın bülteninden... Önemli PR ajanslarımızdan, İDA üyesi Medya Evi’inden İpek Eren hanım yollamış.
Benim subjektif ‘hislenmelerimi’ bir kenara bırakacak olursak; son derece başarılı bir PR projesi... Projenin bu kadar derin bir hikâyesi olunca, haber değeri de kazanıyor tabii... Yaptıkları her etkinliğin, çıkardıkları her ürünün, özetle kendilerine ait olan her şeyin haber olabileceğini sananların buradan çıkaracağı bir ders olmalı...
Anlatılanlara göre Monroe’yu Monroe yapan Bay Max Factor’müş. Kumral, kendi halinde bir Norma Jean’den, dış görünüşü aptal sarışın iç dünyası derya deniz, derin mi derin bir esrarengiz güzellik algısı çıkarıvermiş ortaya. Bu sebeple de Max Factor 2015’i, Bay Max Factor Junior’un Hollywood makyaj stüdyosunun kapılarını açışının 80. yılı olması nedeniyle ‘Marilyn Monroe Yılı’ ilan etmiş ve çeşitli etkinlikler düzenlemiş.
İşte dört başı mamur bir iletişim projesi. Peki Bay Max Factor iyi mi etmiş kötü mü etmiş? Orasını bilmek zor.
Yukarıda saydığım bütün starların ortak yanı nedir, diye hiç düşündünüz mü?
Hepsi kendisini yetersiz ve başarısız bulurmuş. İç dünyalarında esen fırtınaların ve kendilerini hırpalamalarının hiç de gerçekliği olmayan bu yetersizlik duygusundan kaynaklandığı söylenir. Taşımakta zorlandıkları yükler, zarif omuzlarına yıkılmış, tutunabilmelerini sağlayacak bütün payandalar ellerinden alınmış, sevgi ve şefkatin sanki bütün kaynakları kurutulmuş, öylesine kalıvermişler bu dünyada.
PR projesi iyi de, işte bakın bunları çağrıştırdı bana.
Acaba şöyle mi?
- TÜSİAD nedir?
Bu sorunun yanıtında zaman içinde bir eksen kayması olup olmadığına bakmak lazım. Şöyle ki:
TÜSİAD’ın ne olduğu sorusunun yanıtı, İngilizce NGO’dan (Hükümet Dışı Organizasyonlar) pek çok kavram gibi (‘Public’ eşittir ‘kamu’) Türkçe’ye büyük bir yanlışlıkla Sivil Toplum Kuruluşu (STK) olarak tercüme edilmiş kavramın içinde midir; yoksa bu kavramın altında yer alan pek çok diğer kavramlardan birinde mi? Ya da sorumuzun yanıtını şu ifadelerin arasında mı arayalım: ‘Kâr amacı gütmeyen kuruluş’, ‘çıkar grubu’, ‘baskı grubu’ ya da hayır hasenat cemiyeti, hobi, mesleki örgütlenme, lobi kuruluşu vb. Bunların hepsi veya birkaç tanesi birden midir? Web sitelerindeki vizyon tanımında ilk cümle şöyle:
“TÜSİAD, Türk sanayici ve işadamları tarafından, 1971 yılında iş dünyasını temsil etmek amacıyla kurulan gönüllü bir sivil toplum örgütüdür.”
Bu arada altını çizmekte yarar var; bizde belki sözlükte değil ama halk içinde ‘sivil’, ‘askerî’nin karşıtıdır. Hükümetin değil. Günümüzde hükümetle aralarındaki çelişkiler nedeniyle medyanın gündeminde yerini alan TÜSİAD’ın geçmişteki etki gücünü düşünün...
Bizim sık sık vurguladığımız “Güçlü lider, güçlü fikir, güçlü teşkilat” üçlemesine son derece uygun yapısıyla, ülke kaderinde rol oynayan TÜSİAD, nasıl olmuş da büyük patronların kontrol ve liderliğinden kaymış, bir think tank, bir profesyoneller kulübü olarak algılanmaya başlanmıştır? Burada askeri, bürokratik vesayetlerin yanı sıra İstanbul sermayesi vesayetinin de zayıflamaya yüz tutmasının etkisini hiç de küçümsememek gerekir. Bu tespitlerimizin son derece başarılı, iyi yetişmiş olduklarından hiçbir şüphe edilmeyecek yeni başkan ve değerli yönetim kurulu üyelerinin kişilikleriyle elbette uzaktan yakından alâkası olmadığını da belirtmeden geçmeyelim.
Ancak bu tespitlerde yatan gerçeklikler, TÜSİAD’daki eksen kaymasının ve varoluş nedeni tartışmalarının gündeme gelmesini engelleyememektedir. Son başkan Haluk Dinçer’in emanetçi gibi algılanması, bir önceki başkanının pekalâ yönetilebilecek bir krizi kendi kendine büyütüp Japonlar gibi olayı harakiriye götürmesi ve nihayet, Yalçındağ, Boyner’den sonra üçüncü kez bir hanımefendinin bagetinin ritmleriyle hareket edecek bir yapı olarak konumlandırılması, geçmişi düşünüldüğünde TÜSİAD’ın o efsanevi kurucuları ve yöneticileri için aslında pekala bir kabus görüntüsünü içinde saklamaktadır.
TÜSİAD bu son durumu fırsata çevirebilir ve Ali Koç gibi sadece iş dünyasında değil halk genelinde de tanınan, toplumun kültür ve değerleriyle didişmemeyi ilke edinmiş bir lideri başkanlığa hazırlayabilir. Ülkesiyle, kendisiyle, üyeleriyle ve içinde yaşadıkları toplumun kültür ve değerleriyle barışık, ve de ülkeye yön verme konusunda hükümetlerin arkasında, yanında ve önünde durabilecek ve zamanla bunların hepsini birlikte yapabilecek bir yapıya umarız kavuşur.
Eğer çiçeği burnunda başkan Cansen Başaran-Symes’ın böyle bir vizyonu varsa mevcut algılamayı değiştirebilecek adımları da atabilecekler demektir. Böyle bir vizyon yoksa, TÜSİAD’ın eski gücünü bir daha yakalaması kuru bir temenni (wishful thinking) olmaktan öteye gitmez.
Marilyn Monroe ve benzerleri neden tutunamadılar?
Yaşamları, yaşamlarının noktalanma biçimi kadar beni etkilemiş birkaç star vardır.
Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ını okuduğumda, çoğu kadın olan bu starların ruhu birer birer sayfaların arasında gezinip durmuştu:
Jean Seberg, Romy Schneider, Nathalie Wood, Jacques Brel, Cahide Sonku, Sevgi Soysal ve tabii ki Marilyn Monroe...
Marilyn Monroe’nun dış görünümünün ve konumlanmasının ünlü bir markanın yaratıcısı ve sahibi tarafından, hadi biraz abartarak söyleyelim ‘tasarlanmış’ olduğunu, ayıptır söylemesi, yeni öğrendim... Bir basın bülteninden... Önemli PR ajanslarımızdan, İDA üyesi Medya Evi’inden İpek Eren hanım yollamış.
Benim subjektif ‘hislenmelerimi’ bir kenara bırakacak olursak; son derece başarılı bir PR projesi... Projenin bu kadar derin bir hikâyesi olunca, haber değeri de kazanıyor tabii... Yaptıkları her etkinliğin, çıkardıkları her ürünün, özetle kendilerine ait olan her şeyin haber olabileceğini sananların buradan çıkaracağı bir ders olmalı...
Anlatılanlara göre Monroe’yu Monroe yapan Bay Max Factor’müş. Kumral, kendi halinde bir Norma Jean’den, dış görünüşü aptal sarışın iç dünyası derya deniz, derin mi derin bir esrarengiz güzellik algısı çıkarıvermiş ortaya. Bu sebeple de Max Factor 2015’i, Bay Max Factor Junior’un Hollywood makyaj stüdyosunun kapılarını açışının 80. yılı olması nedeniyle ‘Marilyn Monroe Yılı’ ilan etmiş ve çeşitli etkinlikler düzenlemiş.
İşte dört başı mamur bir iletişim projesi. Peki Bay Max Factor iyi mi etmiş kötü mü etmiş? Orasını bilmek zor.
Yukarıda saydığım bütün starların ortak yanı nedir, diye hiç düşündünüz mü?
Hepsi kendisini yetersiz ve başarısız bulurmuş. İç dünyalarında esen fırtınaların ve kendilerini hırpalamalarının hiç de gerçekliği olmayan bu yetersizlik duygusundan kaynaklandığı söylenir. Taşımakta zorlandıkları yükler, zarif omuzlarına yıkılmış, tutunabilmelerini sağlayacak bütün payandalar ellerinden alınmış, sevgi ve şefkatin sanki bütün kaynakları kurutulmuş, öylesine kalıvermişler bu dünyada.
PR projesi iyi de, işte bakın bunları çağrıştırdı bana.