Üniversite mezununun iş hayatında ateşle imtihanı
20 Ocak 2015 Yeni Şafak
Üniversite mezunlarımızın iş hayatıyla tanıştıkları andan itibaren okulda öğrendikleriyle fiiliyatta onlardan talep edilenler arasındaki (kuramla pratik) büyük uçurum nedeniyle uyum zorlukları yaşadığı hepimizce bilinen bir gerçekliktir. Biz de iletişim sektöründe yeni mezun arkadaşların iş ortamlarında sudan çıkmış balığa döndüklerinde yaşadıkları benzer adaptasyon sorunlarına tanık oluyoruz. Temuçin Tüzecan dostumuzun dikkatimizi çektiği bir makaleye göz atınca, bu meselelerde ABD’nin de bizden geride kalan bir yanı olmadığını fark ettik. Wall Street Journal’de 16 Ocak’ta Douglas Belkin imzası ile yayınlanmış söz konusu makalede bizi en çok çarpan sonuçlardan birini sizlerle paylaşmak isterim:
Amerikan Üniversite ve Yüksek Okullar Birliği’nin (AAC&U) Ocak sonunda yayınlayacağını ilan ettiği bir araştırmada özetle deniliyormuş ki: İş sahipleri, üniversite mezunu 10 gençten 9’u, ‘Eleştirel Düşünme’, ‘İletişim’ ve ‘Sorun Çözme’ gibi alanlarda çok zayıflar. Buyrun! Nerede yetişiyor bu öğrenciler? Eğitim, öğretimin en özgürlükçü, en derinlikli, vasat çıktılara müsaade etmeyen anlı şanlı, ve bir o kadar da gösterişli okullarında mı? İnsanın inanası gelmiyor, diyeceğim ama gerçeklikler rakamlarıyla ortada.
Bir diğer araştırma ise Council for Aid to Education (Eğitime Destek Konseyi) tarafından yapılan bir sınav değerlendirmesinden... 169 üniversite ve yüksek okulda 32 bin öğrenci arasında yapılan sınavda öğrencilerin ‘beyaz yakalı’ işler konusundaki becerilerini ölçmüler. Sonuç: %40’ı için tamamen yetersiz diyorlar.
Makalede adının ‘Collegiate Learning Assessment Plus’ olduğu belirtilen sınavda, ‘temel beceriler’ sorgulanmış. (Eleştirel düşünme, analitik sebep sonuç ilişkisi kurma, edebî metinlere yatkınlık, yazı yazma ve iletişim becerileri, yani ne iş yaparsa yapsın her profesyonelin sahip olması gereken becerilermiş bunlar.)
Bu ve benzer olumsuz sonuçlar nedeniyle ABD’de yüksek eğitim kurumlarındaki üst yönetimler, dikkatlerini daha çok öğrencilerinin sosyal alanlarda gösterdikleri faaliyetlere ve ‘kendilerini mutlu hissetmelerine’ yoğunlaştırmışlar.
1.300 okulu temsil eden AAC&U’nun Başkan Yardımcısı Debra Humphreys’in tespitine göre; işverenler, öğrencilerin okulda ne öğrendikleriyle pek ilgili değillermiş. Nedeni de ilginç: İşverenlere göre yeni mezunların öğrendikleri ne varsa, her biri, onlar diplomalarını aldıktan bir iki dakika sonra eskiyor ve kullanılamaz hale geliyormuş... Haksız değiller. Bu nedenle de “Bizim için önemli olan bu gençlerin öğrenmeyi sürdürmeleri ve karmaşık sorunları çözmeyi başarmalarıdır” diyorlarmış.
Gördüğünüz gibi hem üniversite yönetimleri hem de işverenler çok büyük yatırımlarla ve geniş ufuklu vizyonlarla yürütülen eğitim, öğretim süreçlerinin sonuçlarından memnun değiller.
Üniversite mezunlarının iş dünyasında uyum sağlayıp sağlamadıkları konusunda şu anda elimizin altında mevcut bir araştırma yok. Ancak hem üniversite ve hem de iş hayatının içinden biri olarak ben de gözlemlerime dayanarak söylemeliyim ki ancak üniversite ve sektör, ya da üniversite ve sanayi arasındaki işbirliklerinin söz konusu olduğu kuramla pratiğin buluşturulduğu çok özel projelerde çok katmadeğerli sonuçlar elde edilebiliyor.
Belki çözüm olarak bazı özel üniversitelerimizin uygulamaya soktuğu gibi ilk iki yıl ‘eleştirel düşünme’ kabiliyetini geliştirmeye yaraması açısından öğrencilere (lisedeki gibi ezbere dayalı değil) farklı disiplinlerden (Türkçe, Edebiyat, Tarih, Coğrafya, Felsefe, Sosyoloji, Psikoloji, Sanat Tarihi, ikna – müzakere – sunum teknikleri vb) temel eğitimler verilebilir. Ve elbette örneğin son iki yıl ise mutlaka sektörle iş birliği içinde mesleki derslere geçilebilir... Örneğin en az 3’er aylık iki stajı kapsayacak şekilde yoğunlaştırılmış mesleki dersler...
Böylesi bir sistem değişikliğinin çok zor olmadığını hepimiz düşünebiliyoruz. ABD’de de durum bizden farklı değil, diyerek mevcut durumun devamını seyretmek yerine, (hiç olmazsa onlar araştırmalar yaparak sorgulamaya başlamışlar)işin bir ucundan tutalım ve bu işin olurunu bilen kadrolarla ilk pilot uygulamaları tüm üniversitelerimizde başlatalım.
Araştırma sonuçlarıyla huzur bulanlar için
Bir navigasyon aleti vazifesi gördüğüne inandığımız araştırma sonuçlarından maksimum ölçülerde sağlıklı bir değerlendirme yapabilme amacıyla iki veya üç tanesine birden, ya da daha önce aynı konuda aynı şirketin bulduğu sonuçlara göz atılmasında yarar görürüz. Sonar Araştırma’nın da 12 Ocak’ta medyada yayınlanan bazı rakamlarını önümüze koyup, aynı şirketin daha önce açıkladığı araştırmalara bir göz atarak sonuçlarını 13 Ocak’ta bu köşede değerlendirmeye çalıştık.
19 Mart 2014 tarihinde üç parti için açıkladıkları sonuçları 30 Mart 2014 yerel seçim sonuçlarıyla karşılaştırdık. Bu rakamlara göre ayan beyan görünen ‘çakılma’yı da hatırlatarak, aynı Sonar’ın, iki ay kadar önce üç parti için sorduğu “Bugün seçim olsa kime oy verirsiniz?” sorusuna verilen yanıtları da gözden geçirdik ve 12 Ocak’ta açıkladıkları son araştırma sonuçlarıyla karşılaştırdık.
Gördük ki az bir farkla da olsa AK Parti oylarını, CHP’den de MHP’den de daha fazla artırmıştı. Dedik ki, CHP’li kadroların hayrına bir iş yapmıyorsunuz. “Bu son rakamlara bakılacak olursa 2015 seçimlerinden pekalâ bir CHP – MHP koalisyonu çıkacağı iddia edilebilir.” dedik. Araştırma şirketlerinin ortaya koyduğu sonuçlar, AK Parti’nin tek başına iktidar olacağını gösterirken, bu türden yanıltmaların yanlış siyasi strateji ve taktiklere yol açabileceğine işaret ettik.
12 Ocak tarihli Twitter’da Sonar Araştırma Başkanı Sayın Hakan Bayrakçı’nın benim gibi düşünenlere verdiği iki yanıt şöyleydi:
“Sonar’a atıp tutanlara: Favori tweetlerimde, Cumhurbaşkanlığı seçimi dahil, SONAR’ın son seçim tahminleri mevcut.. Tweet tarihlerine bakın.”
“Ve boşuna atıp tutmayın AKP’li arkadaşlar! İftira, yalan ve hakaretle Sonar’ı itibarsızlaştıramazsınız.. Tweet tarihi, noter tesbiti gibidir.”
Araştırma ölçümleme işleriyle biraz alâkası olanların da kabul edeceği gibi, yoğun dikkat ve özverili çalışmalarla, iğneyle kuyu kazarcasına hazırlanıp da gayet heyecanla açıklanan sonuçlar için 140 vuruşa sığan tweet’ler değil, örneğin şirketlerin web sitelerinde ayrıntılı raporlar halinde sundukları dosyalar en sağlam kaynaklardır.
Hakan Bey’in bakış açısıyla bugün gördüğüm, örneğin şu mealdeki birkaç tweeti de doğal olarak ciddiye almamız gerekecektir.
“Sonar iki araştırma yapar. Biri seçimlerden 2-3 ay önce. Bu araştırmada muhalefete gaz verilir. İkinci araştırma ise hemen seçim öncesine denk getirilir ve elbette bu ikincisi gerçeklere çok daha yakındır. Sonar da, ‘Biz tahminlerimizde yanılmadık’ der.”
Bu vesileyle çok taze olması nedeniyle, 17 Ocak’ta açıklanan ANAR araştırmasını hatırlayalım. 26 ilde, 5 bin 190 kişi ile yapılan bu ankete göre “Bugün seçim olsa oyunuzu hangi partiye verirsiniz?” sorusuna, (kararsızlar da dağıtıldığında) AK Parti’ye oy vereceğini söyleyenler %47’yi geçmiş. CHP %25, MHP %14, HDP %7,8. Kalan grup da, diğer partilere oy vereceğini belirtmiş.
Seçmenlerin partilere sadakat oranında ise %93,4’le HDP’nin ilk sırada olmasına dikkat çekelim. (AK Parti’de sadakat oranı %79,8, CHP’de %78, MHP’de %77,6)
Tek bir araştırma şirketinin sonuçlarına bakarak değerlendirmeler yapmak yerine farklı şirketleri takip ederek (GENAR, Konda, ANAR, Metropoll, ORC Araştırma vs.) gidişatın nabzını tutmak, özellikle 2015 Haziran seçimleri öncesinde sağlıklı öngörülerde bulunabilmenin biricik yolu. Yoksa, “Aman canım iktidara veya muhalefete yakınlıklarına göre yapılan bu anketlere nasıl itibar edelim?” deyip işin kolayına kaçmak ve kendi tahminlerinizi gerçek sanmak, böylelikle de huzur yelpazelemekte de elbette herkes özgür. Ancak mesele iletişim stratejisini gerçekler üzerine kurmak durumunda olan ilgili siyasetçiler nezdinde parti varlığı için hayati önem taşıyor. Çünkü vizyonunuzu da, stratejinizi de, gaza gelerek, heyecanlanarak ama sonuçta somut gerçekler üzerine kurmak durumundasınız.
Kendinizi de başkalarını da yanıltmamak için.
Amerikan Üniversite ve Yüksek Okullar Birliği’nin (AAC&U) Ocak sonunda yayınlayacağını ilan ettiği bir araştırmada özetle deniliyormuş ki: İş sahipleri, üniversite mezunu 10 gençten 9’u, ‘Eleştirel Düşünme’, ‘İletişim’ ve ‘Sorun Çözme’ gibi alanlarda çok zayıflar. Buyrun! Nerede yetişiyor bu öğrenciler? Eğitim, öğretimin en özgürlükçü, en derinlikli, vasat çıktılara müsaade etmeyen anlı şanlı, ve bir o kadar da gösterişli okullarında mı? İnsanın inanası gelmiyor, diyeceğim ama gerçeklikler rakamlarıyla ortada.
Bir diğer araştırma ise Council for Aid to Education (Eğitime Destek Konseyi) tarafından yapılan bir sınav değerlendirmesinden... 169 üniversite ve yüksek okulda 32 bin öğrenci arasında yapılan sınavda öğrencilerin ‘beyaz yakalı’ işler konusundaki becerilerini ölçmüler. Sonuç: %40’ı için tamamen yetersiz diyorlar.
Makalede adının ‘Collegiate Learning Assessment Plus’ olduğu belirtilen sınavda, ‘temel beceriler’ sorgulanmış. (Eleştirel düşünme, analitik sebep sonuç ilişkisi kurma, edebî metinlere yatkınlık, yazı yazma ve iletişim becerileri, yani ne iş yaparsa yapsın her profesyonelin sahip olması gereken becerilermiş bunlar.)
Bu ve benzer olumsuz sonuçlar nedeniyle ABD’de yüksek eğitim kurumlarındaki üst yönetimler, dikkatlerini daha çok öğrencilerinin sosyal alanlarda gösterdikleri faaliyetlere ve ‘kendilerini mutlu hissetmelerine’ yoğunlaştırmışlar.
1.300 okulu temsil eden AAC&U’nun Başkan Yardımcısı Debra Humphreys’in tespitine göre; işverenler, öğrencilerin okulda ne öğrendikleriyle pek ilgili değillermiş. Nedeni de ilginç: İşverenlere göre yeni mezunların öğrendikleri ne varsa, her biri, onlar diplomalarını aldıktan bir iki dakika sonra eskiyor ve kullanılamaz hale geliyormuş... Haksız değiller. Bu nedenle de “Bizim için önemli olan bu gençlerin öğrenmeyi sürdürmeleri ve karmaşık sorunları çözmeyi başarmalarıdır” diyorlarmış.
Gördüğünüz gibi hem üniversite yönetimleri hem de işverenler çok büyük yatırımlarla ve geniş ufuklu vizyonlarla yürütülen eğitim, öğretim süreçlerinin sonuçlarından memnun değiller.
Üniversite mezunlarının iş dünyasında uyum sağlayıp sağlamadıkları konusunda şu anda elimizin altında mevcut bir araştırma yok. Ancak hem üniversite ve hem de iş hayatının içinden biri olarak ben de gözlemlerime dayanarak söylemeliyim ki ancak üniversite ve sektör, ya da üniversite ve sanayi arasındaki işbirliklerinin söz konusu olduğu kuramla pratiğin buluşturulduğu çok özel projelerde çok katmadeğerli sonuçlar elde edilebiliyor.
Belki çözüm olarak bazı özel üniversitelerimizin uygulamaya soktuğu gibi ilk iki yıl ‘eleştirel düşünme’ kabiliyetini geliştirmeye yaraması açısından öğrencilere (lisedeki gibi ezbere dayalı değil) farklı disiplinlerden (Türkçe, Edebiyat, Tarih, Coğrafya, Felsefe, Sosyoloji, Psikoloji, Sanat Tarihi, ikna – müzakere – sunum teknikleri vb) temel eğitimler verilebilir. Ve elbette örneğin son iki yıl ise mutlaka sektörle iş birliği içinde mesleki derslere geçilebilir... Örneğin en az 3’er aylık iki stajı kapsayacak şekilde yoğunlaştırılmış mesleki dersler...
Böylesi bir sistem değişikliğinin çok zor olmadığını hepimiz düşünebiliyoruz. ABD’de de durum bizden farklı değil, diyerek mevcut durumun devamını seyretmek yerine, (hiç olmazsa onlar araştırmalar yaparak sorgulamaya başlamışlar)işin bir ucundan tutalım ve bu işin olurunu bilen kadrolarla ilk pilot uygulamaları tüm üniversitelerimizde başlatalım.
Araştırma sonuçlarıyla huzur bulanlar için
Bir navigasyon aleti vazifesi gördüğüne inandığımız araştırma sonuçlarından maksimum ölçülerde sağlıklı bir değerlendirme yapabilme amacıyla iki veya üç tanesine birden, ya da daha önce aynı konuda aynı şirketin bulduğu sonuçlara göz atılmasında yarar görürüz. Sonar Araştırma’nın da 12 Ocak’ta medyada yayınlanan bazı rakamlarını önümüze koyup, aynı şirketin daha önce açıkladığı araştırmalara bir göz atarak sonuçlarını 13 Ocak’ta bu köşede değerlendirmeye çalıştık.
19 Mart 2014 tarihinde üç parti için açıkladıkları sonuçları 30 Mart 2014 yerel seçim sonuçlarıyla karşılaştırdık. Bu rakamlara göre ayan beyan görünen ‘çakılma’yı da hatırlatarak, aynı Sonar’ın, iki ay kadar önce üç parti için sorduğu “Bugün seçim olsa kime oy verirsiniz?” sorusuna verilen yanıtları da gözden geçirdik ve 12 Ocak’ta açıkladıkları son araştırma sonuçlarıyla karşılaştırdık.
Gördük ki az bir farkla da olsa AK Parti oylarını, CHP’den de MHP’den de daha fazla artırmıştı. Dedik ki, CHP’li kadroların hayrına bir iş yapmıyorsunuz. “Bu son rakamlara bakılacak olursa 2015 seçimlerinden pekalâ bir CHP – MHP koalisyonu çıkacağı iddia edilebilir.” dedik. Araştırma şirketlerinin ortaya koyduğu sonuçlar, AK Parti’nin tek başına iktidar olacağını gösterirken, bu türden yanıltmaların yanlış siyasi strateji ve taktiklere yol açabileceğine işaret ettik.
12 Ocak tarihli Twitter’da Sonar Araştırma Başkanı Sayın Hakan Bayrakçı’nın benim gibi düşünenlere verdiği iki yanıt şöyleydi:
“Sonar’a atıp tutanlara: Favori tweetlerimde, Cumhurbaşkanlığı seçimi dahil, SONAR’ın son seçim tahminleri mevcut.. Tweet tarihlerine bakın.”
“Ve boşuna atıp tutmayın AKP’li arkadaşlar! İftira, yalan ve hakaretle Sonar’ı itibarsızlaştıramazsınız.. Tweet tarihi, noter tesbiti gibidir.”
Araştırma ölçümleme işleriyle biraz alâkası olanların da kabul edeceği gibi, yoğun dikkat ve özverili çalışmalarla, iğneyle kuyu kazarcasına hazırlanıp da gayet heyecanla açıklanan sonuçlar için 140 vuruşa sığan tweet’ler değil, örneğin şirketlerin web sitelerinde ayrıntılı raporlar halinde sundukları dosyalar en sağlam kaynaklardır.
Hakan Bey’in bakış açısıyla bugün gördüğüm, örneğin şu mealdeki birkaç tweeti de doğal olarak ciddiye almamız gerekecektir.
“Sonar iki araştırma yapar. Biri seçimlerden 2-3 ay önce. Bu araştırmada muhalefete gaz verilir. İkinci araştırma ise hemen seçim öncesine denk getirilir ve elbette bu ikincisi gerçeklere çok daha yakındır. Sonar da, ‘Biz tahminlerimizde yanılmadık’ der.”
Bu vesileyle çok taze olması nedeniyle, 17 Ocak’ta açıklanan ANAR araştırmasını hatırlayalım. 26 ilde, 5 bin 190 kişi ile yapılan bu ankete göre “Bugün seçim olsa oyunuzu hangi partiye verirsiniz?” sorusuna, (kararsızlar da dağıtıldığında) AK Parti’ye oy vereceğini söyleyenler %47’yi geçmiş. CHP %25, MHP %14, HDP %7,8. Kalan grup da, diğer partilere oy vereceğini belirtmiş.
Seçmenlerin partilere sadakat oranında ise %93,4’le HDP’nin ilk sırada olmasına dikkat çekelim. (AK Parti’de sadakat oranı %79,8, CHP’de %78, MHP’de %77,6)
Tek bir araştırma şirketinin sonuçlarına bakarak değerlendirmeler yapmak yerine farklı şirketleri takip ederek (GENAR, Konda, ANAR, Metropoll, ORC Araştırma vs.) gidişatın nabzını tutmak, özellikle 2015 Haziran seçimleri öncesinde sağlıklı öngörülerde bulunabilmenin biricik yolu. Yoksa, “Aman canım iktidara veya muhalefete yakınlıklarına göre yapılan bu anketlere nasıl itibar edelim?” deyip işin kolayına kaçmak ve kendi tahminlerinizi gerçek sanmak, böylelikle de huzur yelpazelemekte de elbette herkes özgür. Ancak mesele iletişim stratejisini gerçekler üzerine kurmak durumunda olan ilgili siyasetçiler nezdinde parti varlığı için hayati önem taşıyor. Çünkü vizyonunuzu da, stratejinizi de, gaza gelerek, heyecanlanarak ama sonuçta somut gerçekler üzerine kurmak durumundasınız.
Kendinizi de başkalarını da yanıltmamak için.