‘Yaşlılıkta bana kim bakacak?’
28 Haziran 2016 Yeni Şafak
Emeklilerine tanıdığı sosyal haklarla, sağlık yatırımlarıyla 'Yaşlandığımda bana kim bakacak?' gibi çok temel bir insanlık sorusunu önemli ölçüde yanıtlamış ve pratikte çözmüş bir Batı Avrupa'nın günümüzde baş edemediği temel meselesi nüfusun yaşlanmasıdır. Malum, doğumları teşvik etmek için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar ve çok cazip kampanyalar başlatıp bu türden girişimlerin de iletişimini çok iyi yapıyorlar. Ne var ki arzu ettikleri sonuçlara da tam anlamıyla bir türlü ulaşamıyorlar.
Bu konudaki en taze haber, “Bunu Danimarka için yap" sloganıyla çiftleri anne babalarına torun vermeye teşvik eden bir seyahat firmasına aitti. Bu firma doğurmaya özendirici kampanyasının videosunun 8 milyon kez izlenmiş olmasıyla övünüyordu. Politiken'in haberinde bu yaz geçen yıla oranla 1200 civarında daha fazla bebek doğacağı belirtilerek şöyle deniliyordu:
“Doğum artışlarının beklendiği dönem ise manidar. Çünkü bu tarihten 9 ay öncesi, bebek yapmaya özendiren kampanyalar dönemine denk geliyor."
Avrupa genelinde nüfusun yaşlanmasını önlemek bir yana eksi yönde büyümelerden söz eden rakamlara tanık olunurken, İngiltere'de de bundan sonra ortalama 16 yıllık ömrü kaldığı varsayılan 65 yaş üstü yaşlıların AB referandumunda 'Çıkalım' oyu kullanarak belirleyici rol oynadıklarını köşemizde aktardığımız tablodan da net olarak görebiliyoruz. 31 yıllık ortalama bir ömürleri daha kaldığı varsayılan 50-64 yıl arası orta yaşlılar da yüzde 49 oranında 'Çıkalım' oyu kullanmışlar. Önlerinde henüz çok uzun yıllar bulunan (Ortalama 69 yıl daha) 18-24 yaş arası gençler de yüzde 64 oranında 'Kalalım" diye oy kullanmışlar.
Gençler, anneanne ve dedelerinin pek düşünmek zorunda kalmadıkları “Yaşlanınca bana kim bakacak?" diye özetlenen temel insanlık kaygısını belli ki şimdiden içlerinde duymaktadırlar.
Avrupa'nın en büyük 'Yumuşak Güç' (Soft Power) payandalarından biri olan 'yaşlılık garantisi'ni bizzat yaşlıların dinamitleyeceği kimin aklına gelirdi ki?
Batı'nın itirafçı ruhu…
Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından açıklanan ve İstanbul'da yapımı planlanan opera binasıyla ilgili olarak geçen hafta ilk hayalimi dillendirmiştim. “Dünyanın en büyük metropollerinden ve kültür başkentlerinden biri olan İstanbul'da yıllardır büyük prodüksiyonlara dayalı opera eserleri salonsuzluk nedeniyle sergilenememekte…" diyerek hayıflanmış ve yapılacak olan Opera Binası'nın açılışına, Türk sanatçılarla birlikte dünya çapında virtüözlerin yer aldığı muhteşem bir koro ile süslenmiş bir 'Kerem' operasını yakıştırmıştım. “Bizim aydınlarımızdan çok uluslararası müzik dünyasının ayakta alkışladığı Ahmet Adnan Saygun'un bu eserinin içeriği de aslında evrensel sûfî anlayışıyla uygunluğuyla bu açılışa yakışır" diye de eklemiştim.
Bu yazının ardından Prof. Gülper Refiğ'in şu güzel e-posta mesajı geliverdi:
“Aliciğim, Mart ayında Almanya'da Saygun/Yunus Emre oratoryosu seslendiriliyor. Program notunda Beethoven, Schiller ve Yunus'un dünya görüşünün benzerliği ve Saygun'la, Beethoven'ın 9. Senfonisi'nin ruh ikliminin paralelliği, ayrıca müziklerindeki duyuş benzerliği anlatılıyor. Derslerimde, konuşmalarımda bu konuyu işlemek için paralanıp durdum. Beethoven, 9. Senfoni'ye 'Türk Senfonisi' diyor, dedim. Kimse umursamadı; zerre heyecanlanmadı. Şimdi aynı şeyi bir Alman şef söyleyince belki kaale alırlar. Alırlar mı? Ayrıca Türk işçilerin organizasyonu ile Freiburg'da Türk bestecileri konseri düzenleniyor. Bunlar geleceğin dünyasının ilk işaretleri. Canım (Rahmetli Halit Refiğ) bunları 40 yıl önce öngörmüş ve lanetlenmişti.
Beethoven, 9. Senfoni'ye “Türk Senfonisi" diyor ve bugün Avrupa Birliği'nin marşı olan finaldeki korali bestelerken aylarca odasından çıkmayıp tek vefalı dostu Schindler'e Arapça yazdığı notta “Hatt-ı Şerif sadr olana kadar ilham perilerimi rahatsız etmeyin beni rahat bırakın" diyor. Hatt-ı Şerif Arapça yazılıyor; çünkü Beethoven, Kurân'ı kendi dilinde okumak için Arapça öğrenmeye çalışıyor. Aynen Goethe ve bir çok büyük sanatçı gibi. Yani bugün Avrupa, milli marşını söylerken, aslında Türk Marşı'nı gururla söylüyor. Bilerek veya bilmeyerek ama muhakkak ki ilâhi adalet tecelli ediyor."
Ahmet Adnan Saygun'a da, Türk ve Doğu klasiklerine de aslında hiç de yabancı olmayan Batılı için; bir ülkenin itibarının yarısından fazlasını elde edebilecek güçteki 'Yumuşak Güç'ü (Soft Power) dibine kadar değerlendiren, kullanan Batı için Türkiye, bizim ecnebi Türklerimizin sandığından çok daha fazla bir anlam haritasının sahibidir. Yunus'u da,Mevlânâ'yı da, Mimar Sinan'ı da, daha nice değerimizi de İçimizdeki İrlandalılar'dan çok daha iyi bilirler, tanırlar ve hissederler. Sadece itiraf edenlerin sayısı azdır.
Prof. Gülper Refiğ'in sözünü ettiği Alman maestro da, program bilgilerini derleyip toparlayanlar da işte o akıl ve vicdan sahibi itirafçılardan sadece birkaçıdır.
Peki ya diğerleri?
Onlara itiraflarını sadece kendilerine saklamamaları için çeşitli vesilelerle gerçeği sık sık hatırlatmalı, kendi değerlerimizi öncelikle biz, dünya standartlarındaki mekanlarımızda, hak edilen değere uygun konseptlerle bir an önce dünya âleme sergileyebilme sorunun üstesinden gelmeliyiz. “Yumuşak Güç", her türlü duygular dünyasındaki her türlü betonlaşmayı çözer, eritir.
Bu konudaki en taze haber, “Bunu Danimarka için yap" sloganıyla çiftleri anne babalarına torun vermeye teşvik eden bir seyahat firmasına aitti. Bu firma doğurmaya özendirici kampanyasının videosunun 8 milyon kez izlenmiş olmasıyla övünüyordu. Politiken'in haberinde bu yaz geçen yıla oranla 1200 civarında daha fazla bebek doğacağı belirtilerek şöyle deniliyordu:
“Doğum artışlarının beklendiği dönem ise manidar. Çünkü bu tarihten 9 ay öncesi, bebek yapmaya özendiren kampanyalar dönemine denk geliyor."
Avrupa genelinde nüfusun yaşlanmasını önlemek bir yana eksi yönde büyümelerden söz eden rakamlara tanık olunurken, İngiltere'de de bundan sonra ortalama 16 yıllık ömrü kaldığı varsayılan 65 yaş üstü yaşlıların AB referandumunda 'Çıkalım' oyu kullanarak belirleyici rol oynadıklarını köşemizde aktardığımız tablodan da net olarak görebiliyoruz. 31 yıllık ortalama bir ömürleri daha kaldığı varsayılan 50-64 yıl arası orta yaşlılar da yüzde 49 oranında 'Çıkalım' oyu kullanmışlar. Önlerinde henüz çok uzun yıllar bulunan (Ortalama 69 yıl daha) 18-24 yaş arası gençler de yüzde 64 oranında 'Kalalım" diye oy kullanmışlar.
Gençler, anneanne ve dedelerinin pek düşünmek zorunda kalmadıkları “Yaşlanınca bana kim bakacak?" diye özetlenen temel insanlık kaygısını belli ki şimdiden içlerinde duymaktadırlar.
Avrupa'nın en büyük 'Yumuşak Güç' (Soft Power) payandalarından biri olan 'yaşlılık garantisi'ni bizzat yaşlıların dinamitleyeceği kimin aklına gelirdi ki?
Batı'nın itirafçı ruhu…
Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından açıklanan ve İstanbul'da yapımı planlanan opera binasıyla ilgili olarak geçen hafta ilk hayalimi dillendirmiştim. “Dünyanın en büyük metropollerinden ve kültür başkentlerinden biri olan İstanbul'da yıllardır büyük prodüksiyonlara dayalı opera eserleri salonsuzluk nedeniyle sergilenememekte…" diyerek hayıflanmış ve yapılacak olan Opera Binası'nın açılışına, Türk sanatçılarla birlikte dünya çapında virtüözlerin yer aldığı muhteşem bir koro ile süslenmiş bir 'Kerem' operasını yakıştırmıştım. “Bizim aydınlarımızdan çok uluslararası müzik dünyasının ayakta alkışladığı Ahmet Adnan Saygun'un bu eserinin içeriği de aslında evrensel sûfî anlayışıyla uygunluğuyla bu açılışa yakışır" diye de eklemiştim.
Bu yazının ardından Prof. Gülper Refiğ'in şu güzel e-posta mesajı geliverdi:
“Aliciğim, Mart ayında Almanya'da Saygun/Yunus Emre oratoryosu seslendiriliyor. Program notunda Beethoven, Schiller ve Yunus'un dünya görüşünün benzerliği ve Saygun'la, Beethoven'ın 9. Senfonisi'nin ruh ikliminin paralelliği, ayrıca müziklerindeki duyuş benzerliği anlatılıyor. Derslerimde, konuşmalarımda bu konuyu işlemek için paralanıp durdum. Beethoven, 9. Senfoni'ye 'Türk Senfonisi' diyor, dedim. Kimse umursamadı; zerre heyecanlanmadı. Şimdi aynı şeyi bir Alman şef söyleyince belki kaale alırlar. Alırlar mı? Ayrıca Türk işçilerin organizasyonu ile Freiburg'da Türk bestecileri konseri düzenleniyor. Bunlar geleceğin dünyasının ilk işaretleri. Canım (Rahmetli Halit Refiğ) bunları 40 yıl önce öngörmüş ve lanetlenmişti.
Beethoven, 9. Senfoni'ye “Türk Senfonisi" diyor ve bugün Avrupa Birliği'nin marşı olan finaldeki korali bestelerken aylarca odasından çıkmayıp tek vefalı dostu Schindler'e Arapça yazdığı notta “Hatt-ı Şerif sadr olana kadar ilham perilerimi rahatsız etmeyin beni rahat bırakın" diyor. Hatt-ı Şerif Arapça yazılıyor; çünkü Beethoven, Kurân'ı kendi dilinde okumak için Arapça öğrenmeye çalışıyor. Aynen Goethe ve bir çok büyük sanatçı gibi. Yani bugün Avrupa, milli marşını söylerken, aslında Türk Marşı'nı gururla söylüyor. Bilerek veya bilmeyerek ama muhakkak ki ilâhi adalet tecelli ediyor."
Ahmet Adnan Saygun'a da, Türk ve Doğu klasiklerine de aslında hiç de yabancı olmayan Batılı için; bir ülkenin itibarının yarısından fazlasını elde edebilecek güçteki 'Yumuşak Güç'ü (Soft Power) dibine kadar değerlendiren, kullanan Batı için Türkiye, bizim ecnebi Türklerimizin sandığından çok daha fazla bir anlam haritasının sahibidir. Yunus'u da,Mevlânâ'yı da, Mimar Sinan'ı da, daha nice değerimizi de İçimizdeki İrlandalılar'dan çok daha iyi bilirler, tanırlar ve hissederler. Sadece itiraf edenlerin sayısı azdır.
Prof. Gülper Refiğ'in sözünü ettiği Alman maestro da, program bilgilerini derleyip toparlayanlar da işte o akıl ve vicdan sahibi itirafçılardan sadece birkaçıdır.
Peki ya diğerleri?
Onlara itiraflarını sadece kendilerine saklamamaları için çeşitli vesilelerle gerçeği sık sık hatırlatmalı, kendi değerlerimizi öncelikle biz, dünya standartlarındaki mekanlarımızda, hak edilen değere uygun konseptlerle bir an önce dünya âleme sergileyebilme sorunun üstesinden gelmeliyiz. “Yumuşak Güç", her türlü duygular dünyasındaki her türlü betonlaşmayı çözer, eritir.