Yeni Başbakanımızı neden alkışladık?
23 AĞUSTOS 2014
Hem bizim liseden (İstanbul Erkek Lisesi) hem de henüz aktif siyasete girmeden çok öncesinden kendisinin dostluğuna mazhar olmamızdan esenlik duyduğumuzu ifade edelim.
Ayrıca, yazdığı 'Stratejik Derinlik' kitabından, devlet adamı ciddiyetinden, tarihi şekillendiren akışta ülke olarak 'özne olabilmek'ten, dolayısıyla 'gelecek tasarımı' gibi üst düzeyde soyutlama gerektiren tüm hasletlerden nasibini almış, tekâmül etmiş bir ruhun Başbakanlık makamına gelmesinden de esenlik duyduğumu belirtmeliyim.
Sayın Binali Yıldırım da seçilseydi benzer duygular içinde olurdum. Ancak bir müstemleke ülkesinde görülebileceği gibi 'Alman casusu' değil Alman kültürüne aşina Türkiyeli yetiştiren bizim lisenin, hepimize verdiği bir 'ortak ruhi şekillenme' formasyonu vardır ki, sayın Davutoğlu'nun Başbakanlığı -ki kendisi bizim lisenin yetiştirdiği 3. Başbakandır- bu bambaşka kıvancın değerini bir kez daha idrak ettim.
Sayın Davutoğlu'ndan ne istersin, diye sorsalar tek yanıtım şu olurdu:
Bu sütunlarda defalarca vurgulamaya çalıştığım ve 'Yeni Türkiye' konseptiyle birlikte artık mutlaka doldurulması gereken çok önemli ancak hâlâ boşlukta duran o Üçüncü Payanda'nın ciddi olarak üzerine üzerine gidilmesini çok isterdim.
Yeni Türkiye zemininin, üzerinde yükseleceği diğer iki payanda bilindiği gibi 'sosyal' ve 'ekonomik' alanlardır. Bu alanlardaki boşluklar, 2002'nin 3 Kasım'ında iktidara gelen AK Parti hükümetleri tarafından hakkı verilerek doldurulmaya çalışılmış ve çok da yol alınmıştır. 'Üçüncü Payanda' dediğimiz alan ise ekonominin temas ettiği ne varsa her noktadaki sosyal değişimleri bir arada tutacak 'yapıştırıcı'nın ta kendisidir:
Anadolu (ve de Mezopotamya) medeniyetlerinin halet-i ruhiyesini özünde barındıran ve bu medeniyetlerin içinden geçen tüm kültürleri geleceğe taşıyacak olan 'Milli Kültür Politikası'nın oluşturulması, Yeni Türkiye'nin başta gelen görevlerinden birisidir. Bu büyük boşluğun doldurulması meselesinde yeni Başbakanımız'ın da aynı hassasiyetler içerisinde olduğunu bugüne kadarki hizmetlerinden de, eserlerinden de, ayrıca söyleminden de biliyoruz.
Kendilerini en içten duygularımızla kutluyor ve kolaylıklar diyoruz.
Yeni Türkiye'ye Yeni Arma
AK Parti Şanlıurfa Milletvekili Zeynep Karahan Uslu mükemmel bir işe kalkışmış. 30 vekil arkadaşıyla beraber Türkiye'nin bir amblemi olması için Meclis'e bir yasa tasarısı sunmuş. Cesaretinden dolayı kendisini kutluyoruz.
Bu konuda iki görüş var:
Bir: Dünyadaki bütün ülkelerin armaları var. Bizimki yok. Bizim de olsun. (Bir de Dominik Cumhuriyeti'nin arması yokmuş.) Yeni arma Yeni Cumhurbaşkanımıza yakışır. O yabancı bir liderle ortak açıklama yaptığı zaman kürsüde bizim armamızın yeri boş dururken yabancı ülke liderinin arması aslanlar gibi orada duruyor. Ayıp oluyor.
İki: Türkiye'nin zaten bomba gibi bir amblemi var: Al bayrağımızın üzerindeki ay yıldız. Daha ne istiyorsunuz? Arma yerine ay yıldızı kullanırız olur biter.
Biz bunlara biraz da hasbelkader uzmanlığımız 'iletişim tasarımı' alanına ucundan kenarından değdiği için iki öneri eklemek istiyoruz. Ancak, önce bir iki tespitte bulunalım:
'I love New York' (Love yerine tabii ki kalp işareti var) amblemini bulan ve de grafik tasarımının dünyada yaşayan en büyük üstadı olarak kabul edilen, Koç Topluluğu şirketleri için amblemler tasarlamış Ivan Chermayeff ile çok az kişinin katıldığı özel bir yemekte bir araya gelme fırsatı bulmuştuk. Meslektaşımız Cengiz Turhan ve Ertuğrul Özkök beyler de konuklar arasındaydı.
Chermayeff'e sormuştum:
-Sizce dünyadaki en doğru grafik çözümlemeye sahip amblem hangisidir?
Hiç düşünmeden cevap vermişti:
-Japon bayrağı.
Peki ikincisi, dediğimde:
-İsviçre bayrağı.
-Ya üçüncüsü?
-Hiç şüphesiz, sizin bayrağınız. Mükemmel bir denge ve olağanüstü çağrışımlar yapan simgeler.
Dahice olan basiti bulmaktır, diyen Einstein'ı doğrulayan bir yanıttı...
Bayrağımızdan güzel bir amblem ben de düşünemiyorum. Batı'daki onlarca amblemin köklerine indiğiniz zaman feodal ailelerin, ruhban sınıfının, asil zümrelerin, büyük toprak sahibi prenslerin kendilerini ifade biçimlerini görürsünüz. Bunların hiçbiri bizim kültür ve değerlerimizde yoktur. O yüzden 'Tasarımı belirlerken aman dikkat!' derim. Yeni Türkiye'nin üçüncü ayağı olarak eksikliğinin altını çizmeye çalıştığım 'Milli kültür politikaları' belirlenmeden tasarlanacak her amblemin kusurlu olacağı yolundaki önyargımdan beni hiç kimse kurtaramaz. ('Milli', derken seçilmiş Cumhurbaşkanı'nın balkon konuşmasında çerçevesini en geniş anlamda çizdiği 'millet'ten yola çıkıyorum.)
Henüz iki görüşümüzü belirtmeden bir tespitimizi daha ifade etmeye çalışalım:
Koskoca bir milleti, ülkeyi, devleti temsil edecek amblem 'Onların var, bizim de olsun' gibi pragmatik bir gerekçeden hareket edilerek tasarlanamaz. Tek bir gerekçe olabilir:
Milleti bütünleyecek, ortak ruhi şekillenmemizi kuvvetli çizgilerle belirginleştirecek, maddi ve manevi değerlerimizi pekiştirecek, bizi birbirimize ve dünyaya kenetleyecek, karmaşık değil yalın, işlevsel değil duygusal; Yeni Türkiye'ye yakışır manada bir amblemin milli mutabakat temelinde en usta Türkiyeli tasarımcılar tarafından yapılması...
Peki, neden işlevsel olmaması gerektiğinin altını özellikle çiziyorum? Çünkü işlevsellik her zaman duygusallığı hasar bırakarak döver. İnsanlar da işlevsellik değil duygusallık zemininde ikna olurlar da ondan.
Gelelim iki naçizane önerimize:
Bir: Bu çalışmanın 'brief'inin hazırlanış aşaması çok önemlidir. Zeynep Hanım da bunu akademik çalışmalarından gayet iyi bilir. 'Brief', yani 'esbab-ı mucibe', yani 'gerekçe', yani 'amaç', yani 'hedef' hiçbir tartışmaya mahal bırakmayacak zenginlik ve anlamda, ilgili kurumlar tarafından ciddi bir ortak çalışmayla hazırlanmalı, sayın Cumhurbaşkanı'nın onayıyla son halini almalıdır.
İki: Bu 'brief' doğrultusunda mutlaka ülke çapında hatta çok isteniyorsa dünya çapında, ortaya ciddi bir ödül konularak konkur yapılmalı ve de Yeni Türkiye'ye gerçekten yakışan bir anlayışla sayın Cumhurbaşkanı'nın devletin en üst düzeydeki temsilcisi olarak seçeceği son iki amblem halkın oyuna sunulmalıdır.
Bu dediklerimin yapılması çok mu zordur?
Tabii ki hayır. Her aşaması ayrı bir iletişim değeri taşıyan bu sürecin sonunda öyle bir mutabakat ortaya çıkar ki her şeye itiraz eden ve her itirazları aleyhlerine çalışan, hiçbir yeni öneri getirmeyen ana muhalefet dahil kimsenin gıkı çıkmaz.
İşte o zaman 'Yaklaşık yarım asırdır arması olmayan Türkiye'nin bu ayıbına son vermesi' mümkün olabilir. 'Armamız olsun' acelesi, bir ayıbı ikiye katlama ihtimalini içinde taşır; aman dikkat!..
Ayrıca, yazdığı 'Stratejik Derinlik' kitabından, devlet adamı ciddiyetinden, tarihi şekillendiren akışta ülke olarak 'özne olabilmek'ten, dolayısıyla 'gelecek tasarımı' gibi üst düzeyde soyutlama gerektiren tüm hasletlerden nasibini almış, tekâmül etmiş bir ruhun Başbakanlık makamına gelmesinden de esenlik duyduğumu belirtmeliyim.
Sayın Binali Yıldırım da seçilseydi benzer duygular içinde olurdum. Ancak bir müstemleke ülkesinde görülebileceği gibi 'Alman casusu' değil Alman kültürüne aşina Türkiyeli yetiştiren bizim lisenin, hepimize verdiği bir 'ortak ruhi şekillenme' formasyonu vardır ki, sayın Davutoğlu'nun Başbakanlığı -ki kendisi bizim lisenin yetiştirdiği 3. Başbakandır- bu bambaşka kıvancın değerini bir kez daha idrak ettim.
Sayın Davutoğlu'ndan ne istersin, diye sorsalar tek yanıtım şu olurdu:
Bu sütunlarda defalarca vurgulamaya çalıştığım ve 'Yeni Türkiye' konseptiyle birlikte artık mutlaka doldurulması gereken çok önemli ancak hâlâ boşlukta duran o Üçüncü Payanda'nın ciddi olarak üzerine üzerine gidilmesini çok isterdim.
Yeni Türkiye zemininin, üzerinde yükseleceği diğer iki payanda bilindiği gibi 'sosyal' ve 'ekonomik' alanlardır. Bu alanlardaki boşluklar, 2002'nin 3 Kasım'ında iktidara gelen AK Parti hükümetleri tarafından hakkı verilerek doldurulmaya çalışılmış ve çok da yol alınmıştır. 'Üçüncü Payanda' dediğimiz alan ise ekonominin temas ettiği ne varsa her noktadaki sosyal değişimleri bir arada tutacak 'yapıştırıcı'nın ta kendisidir:
Anadolu (ve de Mezopotamya) medeniyetlerinin halet-i ruhiyesini özünde barındıran ve bu medeniyetlerin içinden geçen tüm kültürleri geleceğe taşıyacak olan 'Milli Kültür Politikası'nın oluşturulması, Yeni Türkiye'nin başta gelen görevlerinden birisidir. Bu büyük boşluğun doldurulması meselesinde yeni Başbakanımız'ın da aynı hassasiyetler içerisinde olduğunu bugüne kadarki hizmetlerinden de, eserlerinden de, ayrıca söyleminden de biliyoruz.
Kendilerini en içten duygularımızla kutluyor ve kolaylıklar diyoruz.
Yeni Türkiye'ye Yeni Arma
AK Parti Şanlıurfa Milletvekili Zeynep Karahan Uslu mükemmel bir işe kalkışmış. 30 vekil arkadaşıyla beraber Türkiye'nin bir amblemi olması için Meclis'e bir yasa tasarısı sunmuş. Cesaretinden dolayı kendisini kutluyoruz.
Bu konuda iki görüş var:
Bir: Dünyadaki bütün ülkelerin armaları var. Bizimki yok. Bizim de olsun. (Bir de Dominik Cumhuriyeti'nin arması yokmuş.) Yeni arma Yeni Cumhurbaşkanımıza yakışır. O yabancı bir liderle ortak açıklama yaptığı zaman kürsüde bizim armamızın yeri boş dururken yabancı ülke liderinin arması aslanlar gibi orada duruyor. Ayıp oluyor.
İki: Türkiye'nin zaten bomba gibi bir amblemi var: Al bayrağımızın üzerindeki ay yıldız. Daha ne istiyorsunuz? Arma yerine ay yıldızı kullanırız olur biter.
Biz bunlara biraz da hasbelkader uzmanlığımız 'iletişim tasarımı' alanına ucundan kenarından değdiği için iki öneri eklemek istiyoruz. Ancak, önce bir iki tespitte bulunalım:
'I love New York' (Love yerine tabii ki kalp işareti var) amblemini bulan ve de grafik tasarımının dünyada yaşayan en büyük üstadı olarak kabul edilen, Koç Topluluğu şirketleri için amblemler tasarlamış Ivan Chermayeff ile çok az kişinin katıldığı özel bir yemekte bir araya gelme fırsatı bulmuştuk. Meslektaşımız Cengiz Turhan ve Ertuğrul Özkök beyler de konuklar arasındaydı.
Chermayeff'e sormuştum:
-Sizce dünyadaki en doğru grafik çözümlemeye sahip amblem hangisidir?
Hiç düşünmeden cevap vermişti:
-Japon bayrağı.
Peki ikincisi, dediğimde:
-İsviçre bayrağı.
-Ya üçüncüsü?
-Hiç şüphesiz, sizin bayrağınız. Mükemmel bir denge ve olağanüstü çağrışımlar yapan simgeler.
Dahice olan basiti bulmaktır, diyen Einstein'ı doğrulayan bir yanıttı...
Bayrağımızdan güzel bir amblem ben de düşünemiyorum. Batı'daki onlarca amblemin köklerine indiğiniz zaman feodal ailelerin, ruhban sınıfının, asil zümrelerin, büyük toprak sahibi prenslerin kendilerini ifade biçimlerini görürsünüz. Bunların hiçbiri bizim kültür ve değerlerimizde yoktur. O yüzden 'Tasarımı belirlerken aman dikkat!' derim. Yeni Türkiye'nin üçüncü ayağı olarak eksikliğinin altını çizmeye çalıştığım 'Milli kültür politikaları' belirlenmeden tasarlanacak her amblemin kusurlu olacağı yolundaki önyargımdan beni hiç kimse kurtaramaz. ('Milli', derken seçilmiş Cumhurbaşkanı'nın balkon konuşmasında çerçevesini en geniş anlamda çizdiği 'millet'ten yola çıkıyorum.)
Henüz iki görüşümüzü belirtmeden bir tespitimizi daha ifade etmeye çalışalım:
Koskoca bir milleti, ülkeyi, devleti temsil edecek amblem 'Onların var, bizim de olsun' gibi pragmatik bir gerekçeden hareket edilerek tasarlanamaz. Tek bir gerekçe olabilir:
Milleti bütünleyecek, ortak ruhi şekillenmemizi kuvvetli çizgilerle belirginleştirecek, maddi ve manevi değerlerimizi pekiştirecek, bizi birbirimize ve dünyaya kenetleyecek, karmaşık değil yalın, işlevsel değil duygusal; Yeni Türkiye'ye yakışır manada bir amblemin milli mutabakat temelinde en usta Türkiyeli tasarımcılar tarafından yapılması...
Peki, neden işlevsel olmaması gerektiğinin altını özellikle çiziyorum? Çünkü işlevsellik her zaman duygusallığı hasar bırakarak döver. İnsanlar da işlevsellik değil duygusallık zemininde ikna olurlar da ondan.
Gelelim iki naçizane önerimize:
Bir: Bu çalışmanın 'brief'inin hazırlanış aşaması çok önemlidir. Zeynep Hanım da bunu akademik çalışmalarından gayet iyi bilir. 'Brief', yani 'esbab-ı mucibe', yani 'gerekçe', yani 'amaç', yani 'hedef' hiçbir tartışmaya mahal bırakmayacak zenginlik ve anlamda, ilgili kurumlar tarafından ciddi bir ortak çalışmayla hazırlanmalı, sayın Cumhurbaşkanı'nın onayıyla son halini almalıdır.
İki: Bu 'brief' doğrultusunda mutlaka ülke çapında hatta çok isteniyorsa dünya çapında, ortaya ciddi bir ödül konularak konkur yapılmalı ve de Yeni Türkiye'ye gerçekten yakışan bir anlayışla sayın Cumhurbaşkanı'nın devletin en üst düzeydeki temsilcisi olarak seçeceği son iki amblem halkın oyuna sunulmalıdır.
Bu dediklerimin yapılması çok mu zordur?
Tabii ki hayır. Her aşaması ayrı bir iletişim değeri taşıyan bu sürecin sonunda öyle bir mutabakat ortaya çıkar ki her şeye itiraz eden ve her itirazları aleyhlerine çalışan, hiçbir yeni öneri getirmeyen ana muhalefet dahil kimsenin gıkı çıkmaz.
İşte o zaman 'Yaklaşık yarım asırdır arması olmayan Türkiye'nin bu ayıbına son vermesi' mümkün olabilir. 'Armamız olsun' acelesi, bir ayıbı ikiye katlama ihtimalini içinde taşır; aman dikkat!..