Yeni Türkiye, yeni AK Parti, yeni strateji
25 EKİM 2014
Davutoğlu'nun masasındaki son seçim anketi Kobani olaylarının hemen ardından, (10-14 Ekim tarihleri arasında) Türkiye genelinde 5 bin 71 kişi ile yüz yüze görüşülerek yapılmış.
AK Parti % 50.4'le oy oranını (kısmen artırarak) korurken, CHP 24.4, MHP ise % 13.1'de kalmış. Tetiklenen provokasyonlar ve yitirilen canlara sahne olan son olaylar sonrasında Çözüm Süreci'ne verilen destekte herhangi bir değişiklik olup olmadığını merak edenler için bu anket, çok 'konuşkan' sayılabilir. Başbakan'a sunulan Pollmark'ın araştırmasına göre Kobani olaylarına rağmen vatandaşların çözüm sürecine desteği % 55.4 olarak gözüküyormuş. Destek vermeyenlerin oranı yüzde 37.3.
Araştırmaya göre, Türklerin yüzde 50.1'i, Kürtlerin de yüzde 81.2'si çözüm sürecini destekliyormuş.
Çözüm Süreci'nin inkıtaya uğratılması çabalarının Güneydoğu sınırımızdaki yangınla ayyuka çıkarılmasının tam da 'Yeni Türkiye'nin kavram olarak oturtulması yolunda adımlar atıldığı bir döneme denk gelmesi elbette bir rastlantı değil. Kobani olaylarında asıl hedefin Çözüm Süreci ve onun üzerinden iktidarın olduğu Türkiye'de yaşayan her boydan ve soydan bir dünya görüşüne sahip herkesin açık seçik gördüğü bir gerçeklik.
13 Eylül'deki yazımızda 'Yeni Türkiye' kavramının siyasi iletişim boyutunda bir farkındalığa dönüşmesinin önünde iki büyük tehlikenin yattığına işaret etmeye çalışmıştık:
Biri müptezellik ve diğeri de hatları keskin, bu nedenle etkileşime kapalı bir ideolojik şablona uydurabilmek isteğiyle savunulagelen 'Demokrasiyle İslamiyetin buluşmayacağı' yolundaki iddialardır.
Müptezellik, malum sözlük anlamıyla 'Çokluğundan dolayı değerini yitiren, değersiz' demek… İçi doldurulmamış bir 'Yeni Türkiye' dillendirmesinden yana kaygılarımızı ifade etmiş ve uluslararası PR dünyası'nın geliştirdiği 'Content is the king' (İçerik kraldır) söylemini hatırlatmıştık. İçeriğiniz sağlamsa, hedef kitlenin beklentilerine seslenen vaatlere sahipseniz, sırtınız yere gelmez; demeye getiriyorduk.
İkinci tehlike olarak da 'Demokrasiyle İslamiyetin bağdaşmayacağını' iddia edenlerin Suriye'de yaşananlardan nasıl büyük bir 'Gördünüz mü, işte buyurun!' doğrulaması çıkardıklarını hep birlikte gördük. Oysa Esed rejiminin işlediği cinayetlerin ayan beyan kanıtı olan ve AA tarafından dünyaya servis edilen o akıl almaz fotoğraflara bakanların her nedense 'Demokrasiyle İslamiyet arasındaki büyük çelişki'den (!) dem vurmak kimsenin aklına gelmemişti.
Çözüm Süreci vizyonunu da arkasına alan 'Yeni Türkiye' kavramının, Kobani'de yaşanan acı olaylardan ve sonrasında yine can kayıplarıyla sonuçlanan provokativ olaylardan olumsuz etkilenmeyecek kadar sağlam payandalar üzerine oturmuş olduğu Pollmark'ın araştırmasıyla bir kez daha görülmüştür.
'Bir ülkenin bütün unsurlarıyla ayağa kalkması'nı sağlayacak güçte olması hedeflenmektedir. Bu büyük süreç modelinin iç siyasette öznesi 'vatandaş', dış siyasette öznesi 'Türkiye' olacaktır' diyen Başbakan Davutoğlu'nun, 'Yeni Türkiye' ile birlikte 'Yeni AK Parti'yi de 'Yeni Strateji'lerle buluşturma çabası içinde olduğunu söyleyebilmek için sanki Kobani ve sonrasındaki Türkiye gündemine bakmamız yeterli gibi.
AK Parti'deki en büyük değişimi ve yeniliği nerelerde görüyoruz?
İletişimin dili bize hükümet stratejileri ve perspektiflerinin, uygulamalarının artık 'çok sesli' diyebileceğimiz açıklamalarla duyuruluyor olmasına dikkat edilmesi gerektiğini söylüyor. Eskiden tek bir lider konuşurdu. O lider hâlâ konuşuyor… Ancak farkındaysanız Sayın Davutoğlu'nun yanı sıra Yalçın Akdoğan, Bülent Arınç, Numan Kurtulmuş, Mevlüt Çavuşoğlu gibi liderleri de ekranlarda, yazılı medyada sık sık görüp dinler olduk.
Bu politikacılara ABD'nin NBA oyuncularından oluşan o ünlü milli takımlarıma verdikleri isimden mülhem 'Dream Team' (Rüya Takım) diyenler de var. Bu takım içinde daha öncesinden 'sözcülük' görevi nedeniyle görüş bildiren Sayın Beşir Atalay da vardır elbette.
'Demokrasiyle İslamiyet bir arada yürümez' isimli o bitmeyen muhalif senfoniye karşı verilebilecek en iyi yanıtlardan biri olarak değerlendirilmesi gereken bu 'çok seslilik' yansımasının yine Sayın Davutoğlu'nun önderlik ettiği bir 'Yeni Türkiye, Yeni AK Parti ve Yeni Strateji' üçlemesinden kaynak bulduğunu söyleyebiliriz. Sayın Tayyip Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığı makamına hazırlık yaptığı dönemin bir ürünü olduğunu varsaydığımız bu 'Üçleme'nin (Trio), hükümet icraatları ve perspektifi anlamında çok sesliliğe tanıdığı şansın Ortadoğu'da sergilenmesi planlanan her türlü provokasyona karşı panzehir etkisi oluşturacağından kimsenin kuşkusu olmasın.
Her tasarım 'tasarım' değildir…
Türkiye'de kentsel dönüşüm tartışmalarının bir parçası olmak kolay iş değil. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan herkesin konuştuğu bir alana haddimiz olmadan ancak ''yanından' ve de 'iletişim ve ilişki' boyutundan bakarak değinebiliriz.
Bizim İstanbul Lisesi'nden çıkmış ünlü mimarlardan (Biri de mesela Erol ve Emel Evgin çiftidir) Murat Tabanlıoğlu bir keresinde demişti ki:
'TOKİ'de mimar yok herhalde!..' Sayın Cumhurbaşkanı'nın da bu 'Kopyala yapıştır! TOKİ estetiği için 'Vur, dedik, öldürdüler…' dediği rivayet olunur…
Bakın, bu durumlar sadece bize özgü değilmiş…
İmzasını attığı, Bilbao'ya durduk yerden inanılmaz bir marka değeri katmış olan Guggenheim Müzesi'ni ve de şarap bölgesi Rioja'nın küçücük bir köyünde yaptığı o minicik bir oteli (Hotel Marqués de Riscal, Elciego) gezdikten sonra mimar Frank Ghery'nin adına nerede rastlasam, bir an durup takılırım mutlaka.
Bu kez de öyle oldu.
İspanya'nın en büyük ikinci gazetesi El Mundo'nun haberleştirdiği ve tasarım – teknoloji blog'u Gizmodo tarafından alıntılanan aşağıdaki cümleler de Frank Gehry imzasını taşıyor.
İspanya'nın prestijli ödüllerinden Prince of Asturias Awards for Arts'ın basın toplantısında kendisine yöneltilen 'gösteriş mimarlığı' yaptığına dair eleştirel yorumlara şöyle cevap vermiş:
'Sana bir şey söyleyeyim. Bizim yaşadığımız bu dünyada, inşa edilmiş ve tasarlanmış her şeyin %98'i tam bir bok. Ne tasarım duygusu ne de insanlığa saygı yok. Sadece lanet olası binalar.
Tabii arada bir, özel insanlar çıkıyor. Ama çok az. Fakat Tanrım! Bizi yalnız bırakın! Biz kendimizi işimize adadık. Ben iş istemiyorum. Benim bir yayıncım yok. Kimsenin beni aramasını beklemiyorum. Ben sadece mimarlık sanatına saygı duyan müşterilerle çalışıyorum. Bu yüzden, lütfen bana bunun gibi aptal sorular sormayın!'
Bu cevabın ardından 85 yaşındaki mimar, bir de diğer parmaklarını kapatıp orta parmağını açarak poz vermiş…
Geçen hafta 'seyirlik' olarak nitelendirilen Louis Vuitton binasının açılışını kutlayan Gehry'nin bu tepkisine benzer bir davranışta bulunmak için önce bir kere onun konumunda olmak lazım. Önce Frank Gehry olmak lazım, sonra da bu mizah anlayışını kaldırabilecek değer sistemi, hoşgörü ve zekâ düzeyine sahip olmak…
AK Parti % 50.4'le oy oranını (kısmen artırarak) korurken, CHP 24.4, MHP ise % 13.1'de kalmış. Tetiklenen provokasyonlar ve yitirilen canlara sahne olan son olaylar sonrasında Çözüm Süreci'ne verilen destekte herhangi bir değişiklik olup olmadığını merak edenler için bu anket, çok 'konuşkan' sayılabilir. Başbakan'a sunulan Pollmark'ın araştırmasına göre Kobani olaylarına rağmen vatandaşların çözüm sürecine desteği % 55.4 olarak gözüküyormuş. Destek vermeyenlerin oranı yüzde 37.3.
Araştırmaya göre, Türklerin yüzde 50.1'i, Kürtlerin de yüzde 81.2'si çözüm sürecini destekliyormuş.
Çözüm Süreci'nin inkıtaya uğratılması çabalarının Güneydoğu sınırımızdaki yangınla ayyuka çıkarılmasının tam da 'Yeni Türkiye'nin kavram olarak oturtulması yolunda adımlar atıldığı bir döneme denk gelmesi elbette bir rastlantı değil. Kobani olaylarında asıl hedefin Çözüm Süreci ve onun üzerinden iktidarın olduğu Türkiye'de yaşayan her boydan ve soydan bir dünya görüşüne sahip herkesin açık seçik gördüğü bir gerçeklik.
13 Eylül'deki yazımızda 'Yeni Türkiye' kavramının siyasi iletişim boyutunda bir farkındalığa dönüşmesinin önünde iki büyük tehlikenin yattığına işaret etmeye çalışmıştık:
Biri müptezellik ve diğeri de hatları keskin, bu nedenle etkileşime kapalı bir ideolojik şablona uydurabilmek isteğiyle savunulagelen 'Demokrasiyle İslamiyetin buluşmayacağı' yolundaki iddialardır.
Müptezellik, malum sözlük anlamıyla 'Çokluğundan dolayı değerini yitiren, değersiz' demek… İçi doldurulmamış bir 'Yeni Türkiye' dillendirmesinden yana kaygılarımızı ifade etmiş ve uluslararası PR dünyası'nın geliştirdiği 'Content is the king' (İçerik kraldır) söylemini hatırlatmıştık. İçeriğiniz sağlamsa, hedef kitlenin beklentilerine seslenen vaatlere sahipseniz, sırtınız yere gelmez; demeye getiriyorduk.
İkinci tehlike olarak da 'Demokrasiyle İslamiyetin bağdaşmayacağını' iddia edenlerin Suriye'de yaşananlardan nasıl büyük bir 'Gördünüz mü, işte buyurun!' doğrulaması çıkardıklarını hep birlikte gördük. Oysa Esed rejiminin işlediği cinayetlerin ayan beyan kanıtı olan ve AA tarafından dünyaya servis edilen o akıl almaz fotoğraflara bakanların her nedense 'Demokrasiyle İslamiyet arasındaki büyük çelişki'den (!) dem vurmak kimsenin aklına gelmemişti.
Çözüm Süreci vizyonunu da arkasına alan 'Yeni Türkiye' kavramının, Kobani'de yaşanan acı olaylardan ve sonrasında yine can kayıplarıyla sonuçlanan provokativ olaylardan olumsuz etkilenmeyecek kadar sağlam payandalar üzerine oturmuş olduğu Pollmark'ın araştırmasıyla bir kez daha görülmüştür.
'Bir ülkenin bütün unsurlarıyla ayağa kalkması'nı sağlayacak güçte olması hedeflenmektedir. Bu büyük süreç modelinin iç siyasette öznesi 'vatandaş', dış siyasette öznesi 'Türkiye' olacaktır' diyen Başbakan Davutoğlu'nun, 'Yeni Türkiye' ile birlikte 'Yeni AK Parti'yi de 'Yeni Strateji'lerle buluşturma çabası içinde olduğunu söyleyebilmek için sanki Kobani ve sonrasındaki Türkiye gündemine bakmamız yeterli gibi.
AK Parti'deki en büyük değişimi ve yeniliği nerelerde görüyoruz?
İletişimin dili bize hükümet stratejileri ve perspektiflerinin, uygulamalarının artık 'çok sesli' diyebileceğimiz açıklamalarla duyuruluyor olmasına dikkat edilmesi gerektiğini söylüyor. Eskiden tek bir lider konuşurdu. O lider hâlâ konuşuyor… Ancak farkındaysanız Sayın Davutoğlu'nun yanı sıra Yalçın Akdoğan, Bülent Arınç, Numan Kurtulmuş, Mevlüt Çavuşoğlu gibi liderleri de ekranlarda, yazılı medyada sık sık görüp dinler olduk.
Bu politikacılara ABD'nin NBA oyuncularından oluşan o ünlü milli takımlarıma verdikleri isimden mülhem 'Dream Team' (Rüya Takım) diyenler de var. Bu takım içinde daha öncesinden 'sözcülük' görevi nedeniyle görüş bildiren Sayın Beşir Atalay da vardır elbette.
'Demokrasiyle İslamiyet bir arada yürümez' isimli o bitmeyen muhalif senfoniye karşı verilebilecek en iyi yanıtlardan biri olarak değerlendirilmesi gereken bu 'çok seslilik' yansımasının yine Sayın Davutoğlu'nun önderlik ettiği bir 'Yeni Türkiye, Yeni AK Parti ve Yeni Strateji' üçlemesinden kaynak bulduğunu söyleyebiliriz. Sayın Tayyip Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığı makamına hazırlık yaptığı dönemin bir ürünü olduğunu varsaydığımız bu 'Üçleme'nin (Trio), hükümet icraatları ve perspektifi anlamında çok sesliliğe tanıdığı şansın Ortadoğu'da sergilenmesi planlanan her türlü provokasyona karşı panzehir etkisi oluşturacağından kimsenin kuşkusu olmasın.
Her tasarım 'tasarım' değildir…
Türkiye'de kentsel dönüşüm tartışmalarının bir parçası olmak kolay iş değil. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan herkesin konuştuğu bir alana haddimiz olmadan ancak ''yanından' ve de 'iletişim ve ilişki' boyutundan bakarak değinebiliriz.
Bizim İstanbul Lisesi'nden çıkmış ünlü mimarlardan (Biri de mesela Erol ve Emel Evgin çiftidir) Murat Tabanlıoğlu bir keresinde demişti ki:
'TOKİ'de mimar yok herhalde!..' Sayın Cumhurbaşkanı'nın da bu 'Kopyala yapıştır! TOKİ estetiği için 'Vur, dedik, öldürdüler…' dediği rivayet olunur…
Bakın, bu durumlar sadece bize özgü değilmiş…
İmzasını attığı, Bilbao'ya durduk yerden inanılmaz bir marka değeri katmış olan Guggenheim Müzesi'ni ve de şarap bölgesi Rioja'nın küçücük bir köyünde yaptığı o minicik bir oteli (Hotel Marqués de Riscal, Elciego) gezdikten sonra mimar Frank Ghery'nin adına nerede rastlasam, bir an durup takılırım mutlaka.
Bu kez de öyle oldu.
İspanya'nın en büyük ikinci gazetesi El Mundo'nun haberleştirdiği ve tasarım – teknoloji blog'u Gizmodo tarafından alıntılanan aşağıdaki cümleler de Frank Gehry imzasını taşıyor.
İspanya'nın prestijli ödüllerinden Prince of Asturias Awards for Arts'ın basın toplantısında kendisine yöneltilen 'gösteriş mimarlığı' yaptığına dair eleştirel yorumlara şöyle cevap vermiş:
'Sana bir şey söyleyeyim. Bizim yaşadığımız bu dünyada, inşa edilmiş ve tasarlanmış her şeyin %98'i tam bir bok. Ne tasarım duygusu ne de insanlığa saygı yok. Sadece lanet olası binalar.
Tabii arada bir, özel insanlar çıkıyor. Ama çok az. Fakat Tanrım! Bizi yalnız bırakın! Biz kendimizi işimize adadık. Ben iş istemiyorum. Benim bir yayıncım yok. Kimsenin beni aramasını beklemiyorum. Ben sadece mimarlık sanatına saygı duyan müşterilerle çalışıyorum. Bu yüzden, lütfen bana bunun gibi aptal sorular sormayın!'
Bu cevabın ardından 85 yaşındaki mimar, bir de diğer parmaklarını kapatıp orta parmağını açarak poz vermiş…
Geçen hafta 'seyirlik' olarak nitelendirilen Louis Vuitton binasının açılışını kutlayan Gehry'nin bu tepkisine benzer bir davranışta bulunmak için önce bir kere onun konumunda olmak lazım. Önce Frank Gehry olmak lazım, sonra da bu mizah anlayışını kaldırabilecek değer sistemi, hoşgörü ve zekâ düzeyine sahip olmak…