‘Yeni’ Türkiye’ye doğru...
16 nisan 2015 yeni şafak
AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Sayın Ahmet Davutoğlu'nu pür dikkat dinledim. Not aldım… Önce NTV'de sonra da Kanal 24'te işin siyasi iletişim boyutunda görüşlerimi soracaklardı çünkü… Bu nedenle olan biteni pek gözden kaçırmamam gerekiyordu…
Başbakanın konuşması iki bölümden oluşmuştu. Birinci bölümde her zamanki içten belagati ve genellikle pek çok profesörde bulunan ifade sanatıyla salonu avucunun içine alıverdi. Ancak ikinci bölümde 350 sayfalık seçim beyannamesinin özetini okumaya başladığında, olağanüstü yoğun içeriği aktarabilmek için kurulmuş cümleleri derinlikleri içinde yakalayıp anlayabilmek gerçekten hiç de kolay olmadı.
Oysa ne kadar heyecan verici önemli tespit ve hedefler vardı. Yeni Türkiye Sözleşmesi başlı başına tarihi bir iddiayı içeriyordu mesela… Sonra, 'insanlığa yeni bir çığır açmak' gibi büyük bir hedef; yani sadece Türkiye için değil; tüm insanlık için çığır açmak… Olağanüstü… İmparatorluk mirasına kültürel boyutta sahip çıkan bir anlayış ve duygusallık âdeta…
Devam edelim: “Çağdaş siyasi meşruiyet", “Eşit vatandaşlık" (bu arada çözüm sürecine ancak dolaylı vurgu yapıldığını belirtelim), “özgürlük ve eşitlik ilkeleri üzerinden hazırlanmış bir sivil anayasa", “millet âmirdir, devlet memur anlayışı"vb…
Bizi en etkileyen ise şu söylem oldu: Sistemlerin, siyasetin 'insan, zaman ve mekân'ın değişimi doğrultusunda değişmeleri meselesi…
Zaten Davutoğlu, Başkanlık Sistemi ve Anayasa dâhil, Yeni Türkiye Sözleşmesi bağlamında getirecekleri tüm değişim önermelerini hayatın bu gerçeği ile ilişkilendiriyordu. Bu da ülkenin Bilgi Toplumu doğrultusunda evrilmesine gönül veren herkesin ortak talebi olabilirdi ancak.
Tüm yorumcuların birleştiği nokta ve AK Parti Seçim İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Şentop'un canlı yayında altını çizdiği husus, 7 Haziran seçimlerinin çok farklı ve bir o kadar da önemli bir kırılma noktası olacağı
tespiti idi…
Sayın Erdoğan olmadan girilen ilk genel seçimlerdi bu ve ülkenin pek çok ekonomik alt yapı sorununu çözmüş olan AK Parti, bu kez üst yapı değişimlerini hedeflediğini ilan ederek seçmenden oy isteyeceği bir yarışa giriyordu.
İşte ikinci bölümde bu hayli soyut ve bu nedenle de sofistike ve karmaşık alanlara girilmek istenmiş. Parti içi bir konuşma olsa bu okuma tartışılmazdı tabii ki; ancak neredeyse tüm televizyonlar canlı olarak yayınlıyordu ve seçmen kitlesinin büyük bir çoğunluğu gün boyu o mesajları izleyecekti…
Sayın Başbakan'ın bu arada CHP'ye yönelik eleştirileri de (birinci bölümde) mükemmeldi. %35'i (yani muhalefette kalma hedefini) çok iyi kullandı Sayın Davutoğlu. Bir de CHP'nin ABD'den ithal, Obama'nın stratejik iletişim ekibi olduğu iddia edilen Benenson Strategy Group'tan destek alınmasını… (Ali Taran'ın kulakları çınlasın)
Akla hemen Fransa'da Mitterand'ı 'sessiz güç' kampanyasıyla iktidara taşıdığı iddia edilen ünlü reklamcı Seguela'nın ANAP'ın kampanyasında nasıl 'çakıldığı' geliveriyor… Ve de tabii 'iletişimin' bir ülke halkının 'ortak ruhî şekillenmesi'ni kavramakla, bunun da ancak onlar gibi duyup hissetmekle mümkün olabileceği gerçeği…
Heyecan verici iki kampanya
Pek ender de olsa burada reklam 'işlerinden' söz ederiz. Heyecan duyuran, iddialı işlerin sayısı ne yazık ki çok azdır. Örneğin iki yıldır gayrimenkul sektöründe yayınlanan basın ilanlarını biriktirmeye çalışıyorum. Yüzlerce var… Neredeyse hepsi birbirinin aynısı. Ali Ağaoğlu Bey'in o cesaret isteyen çıkışlarını bir kenara bırakacak olursak adlarını yazmadan yan yana koysak, hangi slogan, hangi vaat hangisinin bilmeniz hayli zor…
Bir de olumlu örnekler var tabii… İş hedeflerine ulaşıp ulaşamadıklarını (ki aslolan odur) henüz pek bilemeyeceğimiz iki kampanya bizce son günlerin en heyecan veren işleri arasında sayılabilir…
Birincisi Balparmak'ın iletişim terminolojisinde 'gündem belirleme' (Agenda Setting) başlığı altında değerlendirebilecek olan reklamı. Tam da ülkede neredeyse tüm balların sağlığa zararlı olduğunun hükümet yetkililerince tespit edildiği açıklamaların medyada sıkça yer alması üzerine hızlı ve son derece etkili bir ifade ile hazırlanmış reklam, örnek olarak her zaman tartışılabilir.
Gündem Belirleme, bir tür 'racon kesme' olayıdır. Bu da kolay bir iş değildir. Racon kesenin bilgisine, tecrübesine ve yarattığı güven ortamına bakılır. Aksi takdirde tüm girişim 'fırsatçılık' olarak değerlendirilebilir. Yani olay bıçak sırtında durmaktadır. Balparmak bu riski almış, bizim gördüğümüz kadarıyla da işin üstesinden bal gibi de gelmiş…
İkincisi, Capital Radio'nun kampanyası… Bir radyonun TV'de gösterilecek reklamı ancak bu boyutta yalın, bu kadar duygusal, bu denli etkileyici hazırlanabilir… Capital Radio'yu aracımızdaki radyonun hafıza programının ilk 6'sına aldırdı bize… Bundan sonrası radyonun içeriğini düzenleyenlerin marifetine kalmış. Bakalım vaat ve güven dengesi kurulacak mı aramızda…
Geriye o vaatlerin inandırıcılığı kalıyor yani. İşin en zor yanı da o. Eğer orada ipin ucu kaçarsa, orada vaat-güven dengesi sağlanamazsa, reklamın sağladığı tüm olumlu etki bumerang efektiyle geri teper… Siyasi vaatlerde olduğu gibi...
Başbakanın konuşması iki bölümden oluşmuştu. Birinci bölümde her zamanki içten belagati ve genellikle pek çok profesörde bulunan ifade sanatıyla salonu avucunun içine alıverdi. Ancak ikinci bölümde 350 sayfalık seçim beyannamesinin özetini okumaya başladığında, olağanüstü yoğun içeriği aktarabilmek için kurulmuş cümleleri derinlikleri içinde yakalayıp anlayabilmek gerçekten hiç de kolay olmadı.
Oysa ne kadar heyecan verici önemli tespit ve hedefler vardı. Yeni Türkiye Sözleşmesi başlı başına tarihi bir iddiayı içeriyordu mesela… Sonra, 'insanlığa yeni bir çığır açmak' gibi büyük bir hedef; yani sadece Türkiye için değil; tüm insanlık için çığır açmak… Olağanüstü… İmparatorluk mirasına kültürel boyutta sahip çıkan bir anlayış ve duygusallık âdeta…
Devam edelim: “Çağdaş siyasi meşruiyet", “Eşit vatandaşlık" (bu arada çözüm sürecine ancak dolaylı vurgu yapıldığını belirtelim), “özgürlük ve eşitlik ilkeleri üzerinden hazırlanmış bir sivil anayasa", “millet âmirdir, devlet memur anlayışı"vb…
Bizi en etkileyen ise şu söylem oldu: Sistemlerin, siyasetin 'insan, zaman ve mekân'ın değişimi doğrultusunda değişmeleri meselesi…
Zaten Davutoğlu, Başkanlık Sistemi ve Anayasa dâhil, Yeni Türkiye Sözleşmesi bağlamında getirecekleri tüm değişim önermelerini hayatın bu gerçeği ile ilişkilendiriyordu. Bu da ülkenin Bilgi Toplumu doğrultusunda evrilmesine gönül veren herkesin ortak talebi olabilirdi ancak.
Tüm yorumcuların birleştiği nokta ve AK Parti Seçim İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Şentop'un canlı yayında altını çizdiği husus, 7 Haziran seçimlerinin çok farklı ve bir o kadar da önemli bir kırılma noktası olacağı
tespiti idi…
Sayın Erdoğan olmadan girilen ilk genel seçimlerdi bu ve ülkenin pek çok ekonomik alt yapı sorununu çözmüş olan AK Parti, bu kez üst yapı değişimlerini hedeflediğini ilan ederek seçmenden oy isteyeceği bir yarışa giriyordu.
İşte ikinci bölümde bu hayli soyut ve bu nedenle de sofistike ve karmaşık alanlara girilmek istenmiş. Parti içi bir konuşma olsa bu okuma tartışılmazdı tabii ki; ancak neredeyse tüm televizyonlar canlı olarak yayınlıyordu ve seçmen kitlesinin büyük bir çoğunluğu gün boyu o mesajları izleyecekti…
Sayın Başbakan'ın bu arada CHP'ye yönelik eleştirileri de (birinci bölümde) mükemmeldi. %35'i (yani muhalefette kalma hedefini) çok iyi kullandı Sayın Davutoğlu. Bir de CHP'nin ABD'den ithal, Obama'nın stratejik iletişim ekibi olduğu iddia edilen Benenson Strategy Group'tan destek alınmasını… (Ali Taran'ın kulakları çınlasın)
Akla hemen Fransa'da Mitterand'ı 'sessiz güç' kampanyasıyla iktidara taşıdığı iddia edilen ünlü reklamcı Seguela'nın ANAP'ın kampanyasında nasıl 'çakıldığı' geliveriyor… Ve de tabii 'iletişimin' bir ülke halkının 'ortak ruhî şekillenmesi'ni kavramakla, bunun da ancak onlar gibi duyup hissetmekle mümkün olabileceği gerçeği…
Heyecan verici iki kampanya
Pek ender de olsa burada reklam 'işlerinden' söz ederiz. Heyecan duyuran, iddialı işlerin sayısı ne yazık ki çok azdır. Örneğin iki yıldır gayrimenkul sektöründe yayınlanan basın ilanlarını biriktirmeye çalışıyorum. Yüzlerce var… Neredeyse hepsi birbirinin aynısı. Ali Ağaoğlu Bey'in o cesaret isteyen çıkışlarını bir kenara bırakacak olursak adlarını yazmadan yan yana koysak, hangi slogan, hangi vaat hangisinin bilmeniz hayli zor…
Bir de olumlu örnekler var tabii… İş hedeflerine ulaşıp ulaşamadıklarını (ki aslolan odur) henüz pek bilemeyeceğimiz iki kampanya bizce son günlerin en heyecan veren işleri arasında sayılabilir…
Birincisi Balparmak'ın iletişim terminolojisinde 'gündem belirleme' (Agenda Setting) başlığı altında değerlendirebilecek olan reklamı. Tam da ülkede neredeyse tüm balların sağlığa zararlı olduğunun hükümet yetkililerince tespit edildiği açıklamaların medyada sıkça yer alması üzerine hızlı ve son derece etkili bir ifade ile hazırlanmış reklam, örnek olarak her zaman tartışılabilir.
Gündem Belirleme, bir tür 'racon kesme' olayıdır. Bu da kolay bir iş değildir. Racon kesenin bilgisine, tecrübesine ve yarattığı güven ortamına bakılır. Aksi takdirde tüm girişim 'fırsatçılık' olarak değerlendirilebilir. Yani olay bıçak sırtında durmaktadır. Balparmak bu riski almış, bizim gördüğümüz kadarıyla da işin üstesinden bal gibi de gelmiş…
İkincisi, Capital Radio'nun kampanyası… Bir radyonun TV'de gösterilecek reklamı ancak bu boyutta yalın, bu kadar duygusal, bu denli etkileyici hazırlanabilir… Capital Radio'yu aracımızdaki radyonun hafıza programının ilk 6'sına aldırdı bize… Bundan sonrası radyonun içeriğini düzenleyenlerin marifetine kalmış. Bakalım vaat ve güven dengesi kurulacak mı aramızda…
Geriye o vaatlerin inandırıcılığı kalıyor yani. İşin en zor yanı da o. Eğer orada ipin ucu kaçarsa, orada vaat-güven dengesi sağlanamazsa, reklamın sağladığı tüm olumlu etki bumerang efektiyle geri teper… Siyasi vaatlerde olduğu gibi...