“Yeni Ufukları Kucaklamak…”
11 Ekim 2016 - Yeni Şafak
Dün 23. Dünya Enerji Kongresi'ndeydik. Türkiye bu kongreye 39 yıl önce, 1977'de ev sahipliği yapmış. Elbette bugünkü kadar görkemli bir kongre olması mümkün değildi. Gençliğimizde yurtdışında bu türden uluslararası kongrelere gider, gizliden gizliye imrenir ve “bizde böylesi olamıyor işte" diye de hayıflanırdık. (Gençlik demek, biraz da 'mizahla üstesinden gelinebilen kompleks' demek değil midir?) Dün kongrede göğsümüz kabardı. Tema, Yeni Ufukları Kucaklamak'tı. (Embracing New Frontiers). Ana Slogan ise, “Share for Peace" (Barış için paylaş)
Her ne kadar AB ve Batı dünyası Kongre'ye gereken ilgiyi göstermemiş olsa da, göstermiş olanların sayısı inanılmaz boyutlardaydı. (Ekranlardan izlediğimiz devlet başkanları, 80 ülkeden 250'nin üzerinde bakan, sanayinin önde gelen liderleri, uluslararası örgütler, binlerce enerji lideri ve üst düzey özel sektör temsilcisi konuşmacı, uluslararası dev enerji şirketlerinin tepe yöneticileri…)
Batı'nın Kongre'ye gereken ilgiyi göstermemesinin ana nedenlerinden biri şu olabilir mi acaba? Enerjide arz ve talepte eksen tamamen Doğu'ya kayıyor. Sermaye ve teknolojisi ise Batı'da… Yaman çelişki… Çin, Türkiye ve Hindistan, bu üç ülke enerji ihtiyacı en hızlı büyüyen ülkelermiş. Arz ve talebin, Doğu'ya kaydığının göstergesi olan üç ülke…
23. Dünya Enerji Kongresi'nde Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan'ın konuşmasını internetten izleyin, derim. Nükleer enerji konusundaki Türkiye'nin stratejisinin çok açık olarak ortaya koydu. Enerji ihtiyacı bu kadar hızlı büyüyen bir ülkede meselenin çözümü için nükleer enerjiden başka çıkış yolunun olmadığını anlattı. Hele ki millî bir çıkış yolu istiyorsak… Üç nükleer enerji santrali ile Türkiye'nin gelecekte tüketeceği elektrik enerjisinin en az yüzde 10'unu nükleer enerjiden karşılamak zorundaymış ülke. Cumhurbaşkanı, enerjide çeşitlilik çerçevesinde de“Yumurtaları aynı sepete koymamalıyız" diyor.
Başbakan Binali Yıldırım, enerji meselesinin “sadece ülke içi ekonomik dengeleri, ekonomik büyüme, refah ve sürdürülebilir kalkınma değil, devletler arası ilişkileri doğasını, ittifak ilişkilerini, dış politika tercihlerini, savunma politikalarını, kısaca bölgesel ve dünya barışını etkileyecek bir nitelik kazanmıştır" derken yerden göğe haklıydı. Başbakan, “Türkiye'nin bir enerji ticaret merkezine dönüştürülmesi' hedefinin de altını çizdi.
Rusya Devlet Başkanı Putin, yenilenebilir enerjiye talebin artmasından sıvılaştırılmış doğalgaz altyapısının hızla geliştiğinden söz etti. Dedi ki: “10 sene sonra sıvı doğalgaz ticaretine ilgi artacaktır. 20 ya da 30 sene sonrasına kadar dünyamız hâlâ hidrokarbon dünya olarak kalacaktır. 2020 yılına kadar petrol tüketimi yüzde 26 olacak."
Putin, daha sonra Venezüella Devlet Başkanı Maduro'nun da vurgu yapacağı gibi petrol çıkarma sabitleştirmesiyle ilgili OPEC ülkelerini desteklediklerini söyledi. “Piyasalara pozitif sinyal verecektir. Bunun sayesinde yeni dalgalanma önlenecektir. Serbest ticaret ve âdil rekabet yatırımlarından yanayız." dedi. Piyasalar için petrol fiyatlarının daha gerçekçi olması gerektiğini söyleyen Maduro'nun petrol rezervlerini korurken o ünlü saflığıyla “Doyumsuz emperyalist vampirler"e karşı mücadele ettiklerini de ifade ettiğini kayda geçelim.
Devasa salonda en büyük alkışı, o sıcak konuşmasıyla Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev aldı. “Bizim kaynaklarımızın dünyaya en güvenli açılacağı yol Türkiye'dir" dedi. Aliyev'in bu yıl Türkiye'ye dördüncü gelişiymiş…
Liderleri dinlemek öğretici ve bir o kadar da zevkliydi. Enerji meselesini bir dünya tablosu içinde görebilmeye çalışırken lider vizyonlarının resmi geçidine tanık olmak ne bulunmaz nimet… Yeni ufuklarla zenginleşmiyor muyuz?
Rezalet paçadan akıyor…
Bize medeniyet, demokrasi, özgürlük, barış dersi vermeye kalkan, ABD'yi ve dolayısıyla dünyanın en etkili ülkesini yönetmeye soyunan adayların seçim sath-ı mailinde yaptıkları ikinci düellodaki hallerine bakıp da şaşırmamak mümkün mü? Minnesota'dan, Washington Üniversitesi'nden dünyaya yayın yapıyorsun, hakaretlerin bini bir para… 'Seni hapise attıracağım'dan 'Irkçı yalancı'ya uzanan bir itiş kakış. Yayın öncesinde, Trump'ın zulasında sakladığı en önemli malzemesini işportada sergilemesi de cabası. Geçmişte Bill Clinton'ı cinsel tacizle suçlayan kadınları yanına alarak basın toplantısı bile düzenlemiş. Bu hanımlar da münazarayı en ön sıradan izlemişler.
Rezalet paçadan akıyor.
Dünyanın temel insanlık sorunları, mülteciler, iklim meselesi falan umurlarında değil. Hillary'nin Suriye konusunda söyledikleri “Kürtleri silahlandırmalıyız”da takılıp kalmış.
İktidar mücadelesinin insanı ne hallere sokabileceğini aşağı yukarı tahmin edebiliyoruz. Düş gücümüze Hollywood kaynaklı pek çok dizi ve film de eşlik ediyor elbette. Ancak ABD'yi ve Amerikan siyasetini, yanı sıra bu edepsizliklere bile izin veren demokrasisini can-ı gönülden destekleyen, özenen Batı yalakası entelijansiya mensuplarının hâlâ var oluşlarına ve de akıllanmayışlarına ne demeli?
Her ne kadar AB ve Batı dünyası Kongre'ye gereken ilgiyi göstermemiş olsa da, göstermiş olanların sayısı inanılmaz boyutlardaydı. (Ekranlardan izlediğimiz devlet başkanları, 80 ülkeden 250'nin üzerinde bakan, sanayinin önde gelen liderleri, uluslararası örgütler, binlerce enerji lideri ve üst düzey özel sektör temsilcisi konuşmacı, uluslararası dev enerji şirketlerinin tepe yöneticileri…)
Batı'nın Kongre'ye gereken ilgiyi göstermemesinin ana nedenlerinden biri şu olabilir mi acaba? Enerjide arz ve talepte eksen tamamen Doğu'ya kayıyor. Sermaye ve teknolojisi ise Batı'da… Yaman çelişki… Çin, Türkiye ve Hindistan, bu üç ülke enerji ihtiyacı en hızlı büyüyen ülkelermiş. Arz ve talebin, Doğu'ya kaydığının göstergesi olan üç ülke…
23. Dünya Enerji Kongresi'nde Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan'ın konuşmasını internetten izleyin, derim. Nükleer enerji konusundaki Türkiye'nin stratejisinin çok açık olarak ortaya koydu. Enerji ihtiyacı bu kadar hızlı büyüyen bir ülkede meselenin çözümü için nükleer enerjiden başka çıkış yolunun olmadığını anlattı. Hele ki millî bir çıkış yolu istiyorsak… Üç nükleer enerji santrali ile Türkiye'nin gelecekte tüketeceği elektrik enerjisinin en az yüzde 10'unu nükleer enerjiden karşılamak zorundaymış ülke. Cumhurbaşkanı, enerjide çeşitlilik çerçevesinde de“Yumurtaları aynı sepete koymamalıyız" diyor.
Başbakan Binali Yıldırım, enerji meselesinin “sadece ülke içi ekonomik dengeleri, ekonomik büyüme, refah ve sürdürülebilir kalkınma değil, devletler arası ilişkileri doğasını, ittifak ilişkilerini, dış politika tercihlerini, savunma politikalarını, kısaca bölgesel ve dünya barışını etkileyecek bir nitelik kazanmıştır" derken yerden göğe haklıydı. Başbakan, “Türkiye'nin bir enerji ticaret merkezine dönüştürülmesi' hedefinin de altını çizdi.
Rusya Devlet Başkanı Putin, yenilenebilir enerjiye talebin artmasından sıvılaştırılmış doğalgaz altyapısının hızla geliştiğinden söz etti. Dedi ki: “10 sene sonra sıvı doğalgaz ticaretine ilgi artacaktır. 20 ya da 30 sene sonrasına kadar dünyamız hâlâ hidrokarbon dünya olarak kalacaktır. 2020 yılına kadar petrol tüketimi yüzde 26 olacak."
Putin, daha sonra Venezüella Devlet Başkanı Maduro'nun da vurgu yapacağı gibi petrol çıkarma sabitleştirmesiyle ilgili OPEC ülkelerini desteklediklerini söyledi. “Piyasalara pozitif sinyal verecektir. Bunun sayesinde yeni dalgalanma önlenecektir. Serbest ticaret ve âdil rekabet yatırımlarından yanayız." dedi. Piyasalar için petrol fiyatlarının daha gerçekçi olması gerektiğini söyleyen Maduro'nun petrol rezervlerini korurken o ünlü saflığıyla “Doyumsuz emperyalist vampirler"e karşı mücadele ettiklerini de ifade ettiğini kayda geçelim.
Devasa salonda en büyük alkışı, o sıcak konuşmasıyla Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev aldı. “Bizim kaynaklarımızın dünyaya en güvenli açılacağı yol Türkiye'dir" dedi. Aliyev'in bu yıl Türkiye'ye dördüncü gelişiymiş…
Liderleri dinlemek öğretici ve bir o kadar da zevkliydi. Enerji meselesini bir dünya tablosu içinde görebilmeye çalışırken lider vizyonlarının resmi geçidine tanık olmak ne bulunmaz nimet… Yeni ufuklarla zenginleşmiyor muyuz?
Rezalet paçadan akıyor…
Bize medeniyet, demokrasi, özgürlük, barış dersi vermeye kalkan, ABD'yi ve dolayısıyla dünyanın en etkili ülkesini yönetmeye soyunan adayların seçim sath-ı mailinde yaptıkları ikinci düellodaki hallerine bakıp da şaşırmamak mümkün mü? Minnesota'dan, Washington Üniversitesi'nden dünyaya yayın yapıyorsun, hakaretlerin bini bir para… 'Seni hapise attıracağım'dan 'Irkçı yalancı'ya uzanan bir itiş kakış. Yayın öncesinde, Trump'ın zulasında sakladığı en önemli malzemesini işportada sergilemesi de cabası. Geçmişte Bill Clinton'ı cinsel tacizle suçlayan kadınları yanına alarak basın toplantısı bile düzenlemiş. Bu hanımlar da münazarayı en ön sıradan izlemişler.
Rezalet paçadan akıyor.
Dünyanın temel insanlık sorunları, mülteciler, iklim meselesi falan umurlarında değil. Hillary'nin Suriye konusunda söyledikleri “Kürtleri silahlandırmalıyız”da takılıp kalmış.
İktidar mücadelesinin insanı ne hallere sokabileceğini aşağı yukarı tahmin edebiliyoruz. Düş gücümüze Hollywood kaynaklı pek çok dizi ve film de eşlik ediyor elbette. Ancak ABD'yi ve Amerikan siyasetini, yanı sıra bu edepsizliklere bile izin veren demokrasisini can-ı gönülden destekleyen, özenen Batı yalakası entelijansiya mensuplarının hâlâ var oluşlarına ve de akıllanmayışlarına ne demeli?